29 Ağustos 2011 Pazartesi

Barzani, PKK'ye Teslimiyeti Dayatıp Tehdit (mi) Ediyor

Süreç oldukça hızlı gelişiyor. Son günlerde yaşanan gelişmelere baktığımızda karşımıza, Kürd siyasal alandaki yöneticilerin süreci pek ciddiye almayıp eksikliğe düşmesi, sonrasında da Emek barış ve özgürlük bloğuna destek veren ‘Aydınların’ sessizliği çıkıyor.
Hatırlanacağı üzere seçimlerde, özgürlük bloğu bileşenlerine destekler kamera kayıtlarına yansımış ve hakları gasp edilmiş işçi savunucularından tutun, sol sosyalist ses sanatçılarına, yönetmen, akademisyen ve yine sol görüşlü olarak bilinen yüzlerce tanıdık şahsiyete kadar duyarlıyım diyen kesimler, demokrasi için oylarını blok adaylarına vereceklerini açıklamışlar ve bir yerde de and içmişlerdi!
Ancak gelinen sürece baktığımız zaman bir yerde and içen bu sözüm ona ‘Aydın’lar, sömürgeci gücün Güney ve Kuzey Kürdistan’ı yeniden işgal girişimleriyle bombardımanlarına karşı oldukça sessizler. Türk devletinin, PKK’yi Tamil kaplanları gibi yok etme planlarına oldukça, duyarsızlar. Bu aydın, yazar ve sanatçılara göre sanki Sayın Öcalan diye bir önder yok ve tutumları da gösteriyor ki, umurlarında bile değil. Sayın Öcalan’ın yaklaşık bir aydır avukatlarıyla görüştürülmemesi ve halk ile bağının kopuk olması (yani sağ mı yoksa değil mi bilmecesinin çözüme kavuşmaması) Kürd siyasetçileri de dahil kimsenin umurunda bile değil! Son olarak Wan BDP meclis üyesi Şehid Yıldırım Ayhan’ın katledilmesinde, ne bir ‘Aydın’ ne de Kürd siyasetçilerinin görevlerini yerine getirmemesi oldukça düşündürücüdür.
*
PKK’nin, sömürgeciler ve onların kukla devletçikleriyle olan savaşı, tam 27 yıldır sürüyor. Ancak Son günlerde yaşanan olaylar da gösteriyor ki, Kürdler için yarın, dünden çok ama çok farklı olacağa benziyor. Erdoğanlı Türk devleti belki de Kürdistan özgürlük hareketine, Tamil katliamını aşan bir tarz deneyecek!
Önce, Kandile savaş uçaklarıyla saldırı, ardından Sayın Karayılan yakalandı haberi, sonrasında 7 sivil Kürd yurttaşının Türk savaş uçaklarının hedefi oluşu sonucu paramparça bedenlerin yol ortasına saçılışı…
Sonra, Kürdistan federe yönetiminin, Kürdistan topraklarına karşı düzenlenen saldırıyla ilgili sözde tepkileri, ardından 7 sivil vatandaşın ölümüyle açıklanan sönük basın bildirisi ve en sonunda da Sayın Mesut Barzani’nin PKK’yi, “ABD ve AB’yi görmesi” gerektiği konusunda telkinlerde bulunması!
Sayın Mesut Barzani’nin bu telkinin gereği nedir sorusuna geçmeden, Neçirvan Barzani’nin İran’daki temaslarının içeriğini sormak gerek. Daha düne kadar TC ve İran’a; PKK’yi göz ardı edemezsiniz diyen Neçirvan Barzani, bugün PKK’ye saldıran her iki güç ile yaptığı görüşme sonrasında sınıra muhafız güçlerini yerleştirmesi de ne oluyor, anlaşılmış değildir. Umarım yanılırım ama yine ileriki günlerde bu görüşmelerin detaylarıyla muhafız güçlerinin pratiklerini, dahası İran ile TC’nin ortak düzenleyeceği saldırılarda Güney Kürdistan yönetiminin desteğini daha da açık bir şekilde göreceğiz. Benim açımdan Neçirvan Barzani’nin kimliği ve geliştirdiği “ilişkiler” (kafamda netleşmese de) bilinmesine rağmen, mecburiyetten dolayı Sayın diyeceğim Neçirvan Barzani’yi bir tarafa bırakıp, Güney Kürdistan yönetiminin “şimdilik” en tepesindeki ismi Sayın Mesut Barzani’nin, PKK’yi, üç maymunları oynayan ”AB’yi görmesi” gerektiğine ilişkin yaptığı açıklamasına geçelim.
Sayın Mesut Barzani’nin yaptığı açıklamaları maddeler halinde sıralayacak olursak, sarf ettiği sözlerin arasına sıkışan ABD’ye teslimiyetinin ve PKK karşıtlığının kelimeler arasındaki dansını rahatlıkla görebileceğiz.
Sayın Mesut Barzani diyor ki;
PKK bizi dinlemiyor
PKK’nin bu siyasetini sürdürmesi kabul edilemez
Qandil dağı PKK’ nin değil, Federal Irak’ındır. Oraya Irak merkezi güçleri gitmelidir.
Savaş dili kalmadı. Benim kanaatim Kürdler savaşını parlamentoda vermeli. Bu, 100 kez daha etkili ve iyidir. Gidip 10 askeri öldürmekten iyidir. Bu ölüm siyasetinin karşısındayız.
PKK'nin Türk askerlerini öldürmesi benim kanaatime göre büyük bir hatadır.
Bu Kürd davasına hizmet etmiyor.
Gidin savaşınızı parlamentoda yapın. Kürdler 6 asker ya da 8 askeri öldüreceğine gitsinler parlamentoda düşüncelerini söylesinler. Orada siyaset yapsınlar.
İsteklerini dile getirsinler.
Gitsinler ABD'yi, Avrupa'yı görsünler. Avrupa Birliği'ne gidip sıkıntılarını anlatsınlar.
Gidip asker öldürmesinler…
Öyle görünüyor ki Sayın Barzani, Saddam ile olan savaşını unutmuş ve direniş hafızasını yitirmişe benziyor. Sayın Barzani’nin ruh haline girip açıklamalarını yorumlamaya kalksam, oldukça sert bir üslup kullanmaya kalkacağım ve belki de haddimi aşarak onu hain diye nitelendirebileceğim. Ondan dolayı onun açıklamalarında gizli olan teslimiyetçi ruh haliyle değil de, Peşmergelerin direnişçi ruh haliyle yine yanıtlanması gereken soruların yanıtlarını aramaya çalışacağım.
Birincisi, KDP Saddam ile savaştığında ne kadar PKK’nin veya diğer güçlerin sözlerini dinledi. Bu demek PKK söz dinlemesin demek değildir elbet. Ancak ne KDP, ne YNK nede bir başka güç PKK’nin babası veya ‘Erkeği’ rolüne bürünmemeli ve hiçbir sömürgeci güce pazarlamaya çalışmamalıdır. PKK ne düşürülmüş kadındır, nede saf bir çocuktur.
İkincisi, Sayın Barzani PKK’nin yürüttüğü “barışçıl” siyasetin sürdürülmesinin kabul edilir bir yanı olmadığını nasıl söyleyebilir anlamış değilim. Hangi örgüt bu güne kadar karşılıksız ateşkes ilan etmiş ve yüzlerce gerillasını şehit vermiştir, sormak gerek.
Üçüncüsü, Qandil dağı PKK’nin değil, Federal Irak’ındır derken, Güney Kürdistan’da Fedaral Irak’a dahil olduğundan direk “bizim midir” denilmek isteniyor, yoksa orası Federal Irak’ı yöneten ABD’nindir’imi anlatılmak isteniyor. Bırakın Kürdleri, bütün dünya da bilir ki Qandil Kürdlerindir. Hem sizin, hem PKK’nin hem YNK’nin, hem de diğer Kürd güçlerinindir, yani Qandil ve Kürdistan’ın diğer dağları da tüm Kürdlerindir. Sadece KDP ve YNK’nin değildir!
Ayrıca Türk ve İran topçularıyla uçaklarının bombardımanı yetmezmiş gibi, birde Federal Irak güçlerinin de mi Qandil’e girmesi isteniyor.
Dördüncüsü, Sayın Mesut Barzani, herhalde sömürgeci güçlere karşılık PKK’nin savaşmamasını ve boynunu celladın kılıcının altına yatırmasını istiyor. Savaş dili kalmadı ve Kürdler savaşını parlamentoda vermeli derken, herhalde Barzani, Kürdlerin siyaset yaptıklarından dolayı partilerinin kapatıldığını ve siyasetçilerinin 90’lı yıllarda öldürüldüğünü, 2000’li yıllarda cezaevlerinde çürütüldüklerini göz ardı ediyor, unutuyor veya (ABD’nin) işine gelmiyor!
Beşincisi, Sayın Barzani, PKK’nin asker öldürmekten ve gerilla şehadetlerinden zevk aldığını düşünecek veya düşündürmeye çalışacak kadar ipin ucunu kaçırmış ve kendi geçmişindeki savaşımını unutmuşa benziyor.
Sayın Mesut Barzani’ye tamda burada bir soru sormak gerekirse;
Siz Saddam’ın askerleriyle savaşırken, Kürd davasına hizmet etmiyor muydunuz ki, şimdi PKK için Kürd davasına hizmet etmiyor, diyorsunuz?
Her şeyi bir tarafa bırakalım da, Sayın Barzani’nin PKK’ye ABD ve AB’yi işaret etmesi de neyin nesi oluyor, anlamış değilim. Yine, Kürdler 6 veya 8 asker öldüreceğine gitsin parlamentoda düşüncelerini dile getirsinler ve gitsin ABD ile Avrupa’yı görsünler, Avrupa Birliğine sıkıntılarını anlatsınlar, gidip asker öldürmesinler, diyerek sizce ne demek istemiş olabilir?
Ben bundan ne anladığımı söyleyeyim. Normal şartlarda mahkemelerde hakim, kişinin sarf ettiği sözü, halktan normal birinin algılama karşılığına göre karar belirler, diye biliyorum. Barzani’nin sözlerine göre PKK’nin ABD ve AB’yi görmesi ne anlama geliyor? Görme derken Sayın Öcalan veya PKK yetkililerinin oralara seyahat etmesi ve tatil amaçlı oraları görmesinden mi bahsediliyor veya ABD ve bütün Avrupa ülkelerinde birkaç yıl kalıp oraları tanımasından mı, bilmiyorum!
Ancak bana öyle geliyor ki Sayın Barzani PKK’ye;  Git ABD’ye yalvar, git AB’ye yakar, git onlara teslim ol ve bütün mücadeleni üç beş kuruşa sat diyor. Git tamamıyla kendini de halkını da sat, gel otur demek istiyor.
Eli öpülesi Annesi için 3 günlük yas ilan etmesini anlayabiliriz, ancak bir başkan nasıl olurda kendi halkı için yas ilan etmez, anlayan birileri varsa lütfen bana anlatsın.
29.08.2011
mehmetserhatpolatsoy.blogspot.com

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Erdoğan'ın Soykırım Planı, Çiller'i Aşıyor

Kişi, kendisi için güzel şeylerin olmasını istediği zaman, aklından geçenleri yaşamak, görmek, duymak ve hissetmek ister. Onun için olumsuz olan hiçbir şekilde aklına gelmez, ya da getirmek istemez. Bunun nedeni, arzu edilenin, kişinin mevcut ruh hali için en uygunu olduğundan ileri gelmesindendir. Bir iyilik olacaksa en iyisi olmalı, olacaksa da kötülük, en az zarar ile atlatılanı olmalı diye düşler insan…
Kürd halkı da aynen öyle. Ancak gördüğü iyilik ve kötülüğü hatırlar. PKK hareketinin doğuşundan bu yana sömürgeci devlet tarafından özgürlük hareketine en ağır yönelim Çiller döneminde olduğundan, eskiyi hatırlayamaz; Çiller’in İsmet İnönü’den ders aldığını unutur. Sanırım 90’lı yıllarda da Çiller, İnönü’ye benzetilmişti. Şimdi de Erdoğan, Çiller’e benzetiliyor. Ben bunun eksik bir tespit olduğunu söylemek istiyorum. Erdoğan, ne Çiller’e ne İnönü’ye benzemiyor; Erdoğan, tüm bunların tamamlayıcısı olarak görünüyor ve sömürgecinin de ta kendisidir. Görünüşte bir insan, ancak bu sömürgeci, insan değil.
Kürd halkı yeni bir soykırım ile yüz yüze ve dünya sessiz. Tıpkı diğer isyan ve direnişlerde olduğu gibi son PKK direnişinde de görüldü ki, dünyanın gözünde Kürdün zerre kadar dahi önemi yok. Varsa yoksa Su ve Petrol.
PKK hareketinin çıkışından bu yana 20, Türkiye kuruldu kurulalı da 35 Türk hükümeti gelmiş ve bu 35’i de Kürdü imha etmek için tüm imkânlarını seferber etmişlerdir.  Çünkü her gelen devletin ta kendisi ve sömürgeciydi.
Ondan dolayı (şaki veya eşkıyalar müşkilesinden kurtulacağız diyen)İsmet İnönü’nün, Mustafa Kemal’den,
Turgut Özal’ın, (kürdüm diyenin yüzüne tükürün diyen)Cemal Gürsel’den,
(tek diye tekleyen)Erdoğan’ın, (ya bitecek, ya bitecek diyen)Çiller’den hiç mi hiç farkı yoktur.
Zamanın konjonktürel yapısı nedeniyle Kürd halkı toptan yok edilemedi. Yoksa imkânlar el verseydi, Kürdün “K” si dahi kalmayacaktı. Bunun yerine Dersim, Zilan ve 90’larda halk, sindirilmek istenmiş, ancak tüm bunlara rağmen Kürd ayakta ve onurluca mücadelesini sürdürmeye devam etmiştir.
Yıl 1923 Türkiye Cumhuriyetinin ilanı
Yıl 2023 ise, Ilımlı İslam Cumhuriyetinin ilanı olacak.
Her ikisinin de arasında 100 yıl var. Sömürgeci için yeni bir devletin kurulması ve var olanın yenilenmesi için en uygun zaman. Yani önümüzdeki 12 yıl Kürd halkı için oldukça sancılı ve bol katliamlı geçecek.
AKP’nin, üzerine seçim kampanyaları düzenlediği 2023 yılı, ABD tarafından bahşedilmiş yeni bir krallıktır. Erdoğan’a verilen;  Sınırlar ile sıfır sorun görevidir. Bu görevden de anlaşılacağı gibi Türkiye yeni ideoloji ve yeni anlayışla önümüzdeki en az 12 yıl Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya ABD eliyle hükmedecektir. Türkiye’nin hiçbir sınır ülke ile problemi olmamasındaki neden, ilk başlarda Kürdistan’ı tamamıyla kontrol etmek ve verilen görev dört parça Kürdistan’ın dâhil olduğu ülkelerin kontrolüdür.
Türkiye 1923 yılında taze bir cumhuriyetti. Bu cumhuriyet ilan edilir edilmez, taciz ve tecavüzlerle karşılaştı ve düşürülmüş bir kadına dönüştü; çünkü karşısındaki İngiltere, erkekti. Erkek ne derse kadın onu yapmalıydı ve Erkek galip geldi. İngiltere karşısında fahişeleşen zihniyet, Kürdü de fahişeleştirmek istedi ki Dersimler, Zilanlar ve 90’lı yıllar yaşattırıldı. Ama olmadı. PKK önderlikli Kürdistan özgürlük hareketini fahişeleştiremediler.
Üç gündür Kandil üzerine yağan bombalar, bir halkı tümden yok etmenin planlarıdır. Zehirli gazların kullanımı için de bir uyarıdır. Şimdi Kuzey, Doğu ve Güney Kürdistan dağlarıyla Türkiye ve Kürdistan şehirlerindeki yoğun gözaltı ve ev baskınları, özgürlük hareketinin elini kolunu bağlamak ve işlevsiz kılmak içindir. Deyim yerindeyse onuru elinden alınmış kadın kılığına koymak istemektedirler.
Kürd halkı sömürgeci zihniyetin bu tarz yönelimleriyle yeni tanışmadı. TC kuruldu kurulalı hükümet kuran 35 Başbakan da, imha ve inkârı derinleştirdi. Erdoğan’ın bu yönelimi öyle sanıldığı gibi Çiller vari bir yönelim değil, Dersim kasabı İsmet İnönü’yü de aşan bir zihniyettir. Giriş bölümünde de değindiğim gibi; kişi zarar gelse de en azını veya tanıdığı zararı görmek ister, tanımadığı ve uygulanmadığı bir acıyı aklına bile getirmek istemez. Ondan dolayı Erdoğan’a Çiller benzetmesi yapılıyor. Yoksa İnönü’yle Özal’ın, Çiller ile Erdoğan’ın arasında bir fark yoktur. Tek fark zaman farkıdır; mekân da aynıdır. Kürd neden Erdoğan için Çiller benzetmesi yapıyor? Çünkü onların zulmünü görmüş ve hala ayaktadır da ondan. Yani gelecekse de zulümler bunlar gibi olmalı ve bizler hala ayakta olmalıyız mantığı hep ön plandadır. Dedim ya, kişi kendisi için en iyisini ister ve olacaksa da yıkımlar, en hafif atlatılanını düşler. Çünkü bunlar yaşanmış katliamlardır. Biliniyor. Hiç kimse Çiller’i ve Dersim’i aşacak bir katliamdan ve benzetmeden söz etmedi, etmiyor.
Öyle görünüyor ki bu sefer, ne Ecevit, Çiller, Özal gibi olacak, nede Süleyman Demirel ve İsmet İnönü gibi. Erdoğan krallığında İslam ile de süslenmiş yönetim, Kürd için bu güne kadar görülmemiş, akla hayale sığmayan, mantık kabul etmeyecek yönelimleri Kürd halkına karşı uygulayacak.
1923 cumhuriyetin ilanı
2023 Ilımlı İslam’ın ilanı
1923 İsmet İnönü devir teslim
2003 Recep Tayyip Erdoğan devir teslim
1925-1945 İngiltere-ABD devir teslim
2023 ABD-İngiltere devir teslim
Şuanda Kürdün üzerine bomba yağdıran ne Erdoğan, Çiller nede İsmet İnönü zihniyeti değildir. Yukarıda değindiğim tüm tehlikeler, eğer HPG ve Ölümsüzler Taburu yetersiz kalırsa, Tanrılaşan bu sömürgeci zihniyet tarafından gerçekleştirilecektir. Dahası Dersim katliamından kat be kat büyüklükte bir soykırımı planlıyor ve uygulamaya koyacak, yine hiçbir yerde görülmeyen yüksek teknoloji ile bunu deneyeceklerdir. Nasıl 1923 TC ilanıyla sorunsuz bir Türkiye istendi ve katliamlar gerçekleştirildiyse, işte 2023 yılına kadar da, Yeni Türkiye, sorunsuz hale getirilip ikinci defa ABD ve (güneşi batmayan ülke) İngiltere'ye teslim edilecek; tıpkı 1925'te İngiltere'ye ve 1945’te ABD’ye teslim edildiği gibi.
20.08.2011

18 Ağustos 2011 Perşembe

Suruç Saldırısında Kontra Kokusu

Suruç, Kürt Özgürlük Hareketine en fazla gerilla veren bir Kürdistan ilçesidir. Suruç, tarihi ipek şehridir. Hatta tarihi kaynaklar Hz.İbrahim’i Suruç ile bağlantılandırırlar. Hz. İbrahim’in direnişçi yanı Suruç halkında da mevcuttur. Hz. İbrahim’in Nemrud’a karşı direnişi, Suruç’un sömürgeci devlet sistemine karşı direnişi gibidir. Suruç, sömürgeci sistemin bu güne kadar teslim alamadığı ender ilçelerden biridir. PKK’nin doğuşundan, yani HRK, ARGK ve HPG’yle beraber hareket eden, direniş ve serhıldanlarıyla düz ovayı dağlaştıran bir ilçedir. Maalesef Suruç’un felsefi yanı zayıf olduğundan sömürgeci bencil bireysel yaşamın getirisi dedikodu kültürü bu ilçemizde oldukça gelişkindir. Buna rağmen Suruç, mesele Kürd halkı olunca birlikteliğini de dosta düşmana karşı göstermekten geri durmuyor. Sistemin her türden cezalandırdığı Suruç halkı PKK’den aldığı ruh ile daima direnmiş ve Kürd özgürlük hareketi saflarında yer alarak, sömürgeci sisteme boyun eğmemiştir. Suruç’un bu özelliğinden kaynaklı Devlet, içme suyunu son on yılda vermiş ve bu güne kadar Suruç’a sulama suyu dahi vermemiştir. Dünyanın üçüncü en iyi tarım toprağına sahip olan Suruç, sömürgeci sistemin politikaları sonucu, çorak bırakılmıştır. (bir başka ayrıntı da, Selçuklu ve Osmanlı zamanlarında Suruç merkez ve köylerine yerleştirilen kimi Türkmen birimleri, sistemin Suruç’taki ajanları konumunda faaliyet yürüttükleridir)
HPG kaynaklarına göre bu güne kadar Şehit, Gazi ve Savaşçı olmak üzere 4,300 civarında Suruçlu, gerilla saflarına katılmış ve hala yoğun bir katılım yaşanmaktadır. Suruç’un bu yanı Urfa ve Antep’i etkilemiş ve Kürt Özgürlük Mücadelesinin buralarda hayat bulmasında Suruç’un katkısı önemli olmuştur. Bu temelde Suruç’a “Küçük Kürdistan veya Kürdistan’ın direniş kalesi” diyebiliriz.
Sömürgeci sistem son zamanlarda Suruç’a özel ilgi göstermiş ve diğer Kürdistan şehirlerinde olduğu gibi Fetullah istihbarat örgütünü bu ilçeye de yerleştirmiştir. Cemaatin Suruç’ta yüze yakın okuma salonu ve kurumu mevcuttur. Her türden ambargoya rağmen özüne yabancılaşmayan Suruç halkını, denedikleri her yöntem ile yenemeyen, sindiremeyen, onursuzlaştıramayan sistem, Din adı altında, asimile etmek ve sözüm ona terbiye etmek istemektedir. ABD beslemesi, CIA, SIS ve Mossad bağlantılı sahte dinci Fetullah istihbarat örgütü, Kürdistan’ın diğer şehirlerinde olduğu gibi Suruç’ta da ciddi anlamda istihbari faaliyet içerisindedir.
*
PKK’nin ilk çıkış yıllarında sömürgeci devlet, Suruç’u hedef haline almış ve PKK ile yurtsever halkın bağlarını kesmek için bin bir türlü oyun ve tezgah sergilemiş, ardından politikalarını bu temelde sürdürmüştür. Ancak bu güne kadar hiç bir şekilde sonuç alamayan sistem, Suruç’ta daha önce de denenmiş Kontra birliklerini, tekrar devreye koymuşa benziyor!
Geçenlerde yaşanan Benzin istasyonu saldırısında iki kardeş hayatını kaybetti. İddialara göre PKK’li olduklarını söyleyen dört kişilik bir grup, saldırıdan günler önce petrole gidip PKK adına para istemişler.  Yaşanan bu saldırının nedeni de, iddialara göre işyeri sahiplerinin haraç vermeyi kabul etmedikleri şeklindedir. Buraya kadar, yaşamını yitirenlerin yakınları tarafından ileri sürülen ‘haklı’ iddialardır. Çünkü söylentiye göre gelen dört kişilik grup gerilla kıyafetli ve teçhizatlıymış. Doğal olarak bu kıyafeti gören her birey, gelenleri Gerilla sanar ki, grup zaten kendisini gerilla olarak tanıtmış.
İşte tam da burada bir ayrıntı gizli! Suruç’lu olduğumdan kaynaklı olayın yaşandığı petrolü iyi bilirim. Öz Çeliktenler Petrol, Mızar yolu üzerinde (Suruç’un ova olmasından kaynaklı) dümdüz bir arazi üzerindedir. Bu petrol Suruç’ta 3-4 katlı bir evin terasından dahi görülecek bir netliktedir.
 Eğer denildiği gibi, daha önce, tam teçhizatlı dört kişilik grup, gerilla kıyafetiyle bu petrole gelmiş ve para istemişlerse, Petrol sahibi yaşamını yitiren kardeşler, kesinlikle Polis ve Asker’e haber vermişlerdir.
Bu grubun petrolden ayrılışlarıyla petrol sahiplerinin polis ve askere haber vermesi durumunda, bu dört kişilik grubun kıskıvrak yakalanması gerekirken, ilginçtir, yakalanmıyorlar.
Çünkü Asker ve Polis karakolları bu Petrole aynı uzaklıktadırlar. Emniyet Müdürlüğü petrolün sol tarafına düşer ve Jandarma sağ tarafına düşerken, mesafede 1 km’dir.
Suruç’un tam ortasına düşen bu petrolün bir yanında Emniyet Müdürlüğü, diğer yanında ise Mürşitpınar yolunda Askeriye vardır.
Ya petrol sahipleri bu dört kişilik grubu polis veya askere bildirmedi, ya da ihbar değerlendirilmeyerek devlet güçleri tarafından bir operasyon düzenlenmedi!
Burada sorulması gereken ikinci bir soru ortaya çıkıyor. Suruç küçük ve yaşanan herhangi bir olay aynı dakikalarda, en uzak köyde dahi duyulur.
Eğer daha önce böyle bir petrol baskını ve haraç isteme durumu olmuş da asker ve polise bilgi verilmemişse, iddialar asılsız ve böyle bir grup gelmemiş demektir. Yok eğer bilgi verilmişse de neden Polis ve Askerler olay yerine intikal etmediler?
Yine böyle bir gerilla grubu Suruç’a gelecek ve devlet eli kolu bağlı duracak, olacak iş mi?
Hepimiz on kişilik bir gerilla biriminin üzerine onbinlerce asker gönderildiğini biliyoruz. Daha 7 yıl önce Ağustos 2004 yılında 10 kişilik bir gerilla birliğini istihbarat alan devlet güçleri tam on gün boyunca Diyarbakır Hevsel Bahçelerini tarumar ederek gerillaları katletmemiş miydi?
PKK neden bu petrole baskın düzenlemez?
Diğer bir ayrıntı da BDP’li Suruç Belediyesi, uzun zamandan beri tüm petrol ihtiyacını bu petrolden karşılamaktadır. Bundan kaynaklı bu petrolün gerillalar tarafından hedef alınması akla mantığa sığmıyor.
Yine iddialara göre saldırıya uğrayan aile geçmişten bu yana PKK ile zıt düşünceye sahiplermiş. Ancak, zihinsel anlamda karşı duruşun dışında, PKK karşıtı bir faaliyet içerisinde olmamışlar. Dediğim gibi eğer saldırı Kontraların işiyse, bu karşıtlık, Kontralara malzeme olmuş ve bu açığı kullanıp yönelime girmiş olabilirler. Sonuç olarak bu saldırı eğer Kontraların yaptığı bir operasyon ise,  amaçlanan, PKK ile çelişkileri olan ailelere silah dağıtma ve sonucunda ise Koruculaştırma planları olabilir.
18.08.2011
mehmet_serhat_polatsoy@hotmail.com

16 Ağustos 2011 Salı

Erdoğan'ın Üslubuna karşılık, Vekiller Gerillalaşırsa

Güney Afrika ve Ortadoğu ‘Kral’ı Erdoğan, öyle görünüyor ki 88 yıldır Kürde uygulanan çözüm yöntemlerini tekrar deneyecek; gösteri ve yürüyüşlerde Katliamlar yaşanacak, Kürd halkının temsilcileri tek tek yakalanıp kurşuna dizilecek veya en ağır işkencelerden geçirilirken ki videoları, diğer kurtuluş mücadelesi içerisinde olan örgütlere ders olsun diye tüm dünyaya servis edilecek…
Kürdistan ülkesini paylaşan devletler bugüne kadar, sonu yine zulüm ve ölüm olan politikalarını Kürde karşı farklı yöntemler kullanarak uygulamışlar ve asimilasyon ile imhayı giderek derinleştirmişlerdir. Ancak Türk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ‘Kürt sorununda iyi şeyler olacak’ söyleminden sonra, yani bugün sömürgeci devletler, açıktan birlik olmuş ve kendilerince Kandile operasyon düzenleyerek Kürdistan özgürlük hareketine yönelik sonuç almaya çalışmak istemektedirler.
HPG’nin,” yavaş yavaş Devrimci Halk Savaşına doğru gidiyoruz” açıklaması ardından Türk ordusunun operasyonları sonucu daha bir şiddetlenen çatışmalar, bitmeyen Kürd, sömürgeci savaşını ileri bir düzeye getirmiştir. Yine Sayın Murat Karayılan’ın “yakalandı” haberi de, psikolojik savaş merkezinden uydurulan bir haber olmakla beraber, bana, birkaç yıl önce hepimizin de şahit olduğu “zehir oyunu” ateşleyicisinin bir parçası olabileceğini düşündürüyor! Sömürgeciler, belki de İran’ın idamcı yanını ön plana çıkararak, harekete bir gözdağı vermek istiyorlar; Öcalan idam edilmedi ama Karayılan idam edilebilir veya öldürülebilir, diye mesaj gönderiyorlar!
Erdoğan’ın üslubunu nasıl yorumlamalı?
Savaş şartlarında, savaşan tarafların, yani iki askeri temsilcinin bir birlerine karşı olacaksa eğer ateşli söylemi olması gerekirken, HPG’ye, Kürd halkı şahsında Erdoğan tarafından tehditkâr ve katliamcı bir diktatör üslub ve tarzı ile karşılık vermesi, yine bir Başbakan olan siyasi temsilcinin büründüğü ultra sömürgeci rolü, dahası, olabilecek şiddetli yönelimin sonuçlarının nasıl olabileceğini şimdiden hissettiriyor. Bu anlamda Erdoğan, bir devleti oluşturan ve ağır basan iki kimlikli (askeri ve siyasi) duruşu sergileyerek, aynı zamanda üstlenmiş olduğu rolü de dünyaya ilan etmiş oluyor.
Diğer taraftan da sömürgeci sistemin 88 yıllık taktiğe dönüşen süper Başbakanlık yetki stratejisi, doğallığında legal Kürt siyasal hareketlerinde de aksi yönde bir değişimi getirmiştir. Öyle ki HPG’ye bir askerin cevap vermesi gereken üslupla cevap veren Erdoğan gibi, yine bir asker gibi savaşın gidişatını belirleyici üsluba karşılık da HPG’nin cevap vermesi gerekirken, Legal hareket sözcülerinin verdiği cevaplar, roller çatışmasının ve kafa karışıklığının Ortadoğu gerçekliğinde ne kadar iç içe geçtiğinin göstergesidir. Özünde savaşan tarafların Ortadoğu kimlikli olması ve blöfçü yanlarının bilinmesi bir yana, mevcut durumda ABD ve İngiltere’nin sömürgeci zihniyetinin ete kemiğe büründüğü Erdoğan anlayışıyla bu tehditkâr açıklamaları yapması, yönelimin eskisinden çok farklı (ki Erdoğan kendisi de söylüyor) olabileceği ihtimalini güçlendirdiği ortadadır. Çünkü Erdoğan zihniyeti Ortadoğu kimliğinden çıkıp, direkt ABD ve İngiltere kimlikli olmuş ve blöfçü yan bertaraf edilerek, bunun yerine pratik aktif yönelim açık hale gelmiştir. Bu tarz sömürgeci bir tarz olmakla beraber, dengesizliği denge gören, benmerkezci kişiliklerin tarzıdır.
HPG’ye cevap vermesi gereken TSK olmalıyken, Erdoğan’ın oluşu, Kürt Legal siyaset aktörlerini de yanıltmış ve HPG’nin vermesi gereken cevabı, legal alan vermiştir.
Her ne olursa olsun yanlışa karşılık yanlış ile cevap verilmesi, yani Legal alanın İllegal ağız ile söylemlerini süslemesi yanlıştır. Dikkat edilirse Kürd halk önderi Sayın Abdullah Öcalan daha önce KCK, DTK ve BDP’ye “yer ve görev”lerini defalarca hatırlatmış, dahası bu kurumların üsluplarının ayrı ayrı olması gerektiğini ve yine -ki zaten işleyişlerinden de anlaşılacağı kadarıyla- ayrı ayrı kurum olduklarını dile getirmişti. Erdoğan’ın sömürgeci, işgalci, inkâr ve imhada ısrar eden militarist, şoven bir ağız ile bir Başbakana yakışmayan ama sömürgeciye yakışan üslup kullanarak “yeşil gladyosunun” ne kadar güçlü, yetkili olduğunu anlatması ve rolünün çok yönlü olduğunu belirtici bir çıkış yapması, ona verilen görev gereği, tarafımca anlaşılırdır. Ancak KCK, HPG veya DTK’nın söylemesi gereken sert söylemleri kalkar da BDP söylerse –ki söylüyor- o zaman sorarlar; Sen Siyasi bir oluşum musun, yoksa askeri bir yapılanma mısın? Neden sömürgeci batı felsefesinin ideolojisiyle donanmış ve inkârcı Devletin bekası için kalemşorlük yapan Türk şoven yazarlarının ve savcılarının eline malzeme verilir, anlamış değilim.
Türk Başbakanı Erdoğan’ın, partisi AKP’nin 10.yıl kutlamalarında sarf ettiği sözler yenilir yutulur gibi değil. Erdoğan dünyaya, adeta bir Diktatör komutan edasıyla meydan okuyor ve “ben her istediğimi yapacağım, dahası kim ne derse desin kulak asmayacağım, aldırış etmeyeceğim” şeklinde PKK hareketini bitirme andı içmesi bir yana, yaşanacak bir katliamın haberini veriyor ve batılı yer tanrılarından aldığı sonsuz yetkiyi de ilan etmiş oluyor.
Tüm bunlara karşılık HPG geçmişte düştüğü hatalara düşmüyor ve halka söz verdiği misilleme eylemlerini ara vermeden gerçekleştiriyor. Buradan da anlaşılıyor ki ileriki günler, belki de kopuşun yaşanacağı günler olacak ve Türk Devleti tüm kurumlarıyla, HPG’de Ölümsüzler Taburuna kadar savaşı derinleştirecek. Bu anlamda, TC’nin yürüteceği imha inkâr ile PKK’nin yürüteceği varlık yokluk savaşı, oldukça çetin ve kanlı geçeceğe benziyor. Diğer taraftan aktif Kürt siyasi hareketinde yer alanlar da, ya Türk özel birliklerinin hedefi olacak, ya zindanlardan çıkarılmayacak ya da her biri onurunu da alıp gerillalaşmak üzere Kürdistan dağlarının yolunu tutacak.
16.08.2011
mehmet_serhat_polatsoy@hotmail.com

6 Ağustos 2011 Cumartesi

AKP'nin Sosyal(art)ist'i Burkay


NSA’yı bilir misiniz? İstihbari konularda uzman olanlar veya az biraz araştırma yapanlar, bilirler. Ya da ABD’nin bu her türlü istihbarat gücünü yürüten ve hepsinin üzerinde olan bu kuruluşu, yine bu kuruluşun içerisinde yer alanlar daha iyi bilirler. Yani NSA ajanları…
*
32 yıl aradan sonra Türkiye’ye dönen Kemal Burkay havaalanında PSK’liler ve Genel Başkan düzeyinde bir grup HAK-PAR’lılarca karşılandı. Kemal Burkay’ı karşılayanlar arasında Vali yardımcısı ve Burkay’a tahsis edilen dört koruma da vardı. Yani Burkay, Türk devleti tarafından yarı resmi bir karşılamayla Vatanım dediği Türkiye’sine döndü. Tüm PKK karşıtlarının gözü aydın.
Burkay, Türkiye’ye gelmeden önceki aylardaki görüşünü, havaalanında ve çıktığı programlarda da aynen dile getirdi. Uçakta eline Zaman gazetesi verilen Burkay, öyle görünüyor ki önceden planlanmış bir konsepte ve programlanmış bir ateşleyici devresine dahil olmak için geldi.
Daha önce Kürd haini Metiner ve Miroğlu için koruma tahsis eden Türk devleti neden Burkay’a da koruma verdi sorucu, can alıcıdır Birincisi Burkay, ya bir yerlerden tehdit almış, ya Türk devleti kendi kendine güvenmiyor, ya da Burkay “oldukça önemli biri”. Eğer tehdit almış veya Türk devleti tarafından vurulmak isteniyorsa Burkay’ın kurtuluşu yoktur. Yok eğer bunlar değil de, dediğim gibi “önemli biriyse”, Burkay’ın kimlerle bağlantısı var? Bu ve buna benzer birçok soru sorulabilir.
Burkay’ın, PKK silahları bıraksın tarzındaki “Deli saçması” söylemlerine girmeye gerek yok. Ona, acı, kan, gözyaşı, sürgün ve katliamlarla adı anılan Kürdistan’ın makus talihinin tarihini anlatmaya da gerek yok. Kendisi bizlerden kat be kat bilgili ve yaşı itibariyle de görmüş geçirmiş! Gerillalar olmasaydı, “ bir kedim bile yok “ şiirini yazacak vakit ve ruh dahi bulamayacağını bilen Burkay, neden böyle bir şey söyler, bilmeyenler anlayamaz.
AKP neden Burkay’a Türkiye’ye dönüş izni verdi de, diğer Kürd aydınlarımıza vermedi? AKP, PKK ile zaman zaman sorunları olan, görüş ayrılığına giren birçok aydın bulabilirdi. Hem geçmişte, hem yazılarında PKK’de olmuş ve eleştirmiş birçok aydınımız var, hala varlar. Peki AKP neden illa Kemal Burkay’ı seçip getirdi? Burkay’ın vizyonu mu geniş, kitlesi mi çok, fan kulüpleri mi var. Nedir onu bu kadar önemli kılan? Yoksa Burkay sinemaya atıldı ve gişe rekorları kırıyor da haberimiz mi yok. Artist mi oldu? Öyle film artisti gibi de durmuyor, demek ki önceden programlanmış bir saatli bomba düzeneği gibi vaktini bekledi ve bunun sonucunda da bir siyaset artisti oldu çıktı. Dmek bütün ilgi bundanmış. Hem biliniyor, bir yerde sömürgeci sistemin pençesine düşen bir fahişede artistlik yapabiliyor. Tıpkı bir ressamın artistik dokunuşlarla tuvale vuruşları gibi Burkay da otuz yıl sonrasına göre ayarlanmış ve Kürt sorununa sömürgeci vuruşlar için gelmiş.
Demek ki sömürgeci için görüş ayrılığı önemli değilmiş. Bizim şimdilik bilmediğimiz belki elli yıl sonra herkesin öğreneceği farklı şeyler vardır da, Burkay ondan seçilmiştir, kim bilir!
Bildiğimiz kadarıyla Burkay Sosyalist bir düşünceye sahip. Bir Sosyalistin AKP ile ne işi olabilir, gelin siz çözün. Eğer AKP ile senin görüşlerin örtüşmüyor ve anlaşamıyorsanız, öyleyse onun kanatları altında ne işin var? Yok eğer sen Sosyalist değilsen, neden bu güne kadar yazı ve konuşmalarında sosyalizmi anlattın, diye bir soru sorulabilir, kendisine.
Sosyalizm bir insanı, sömürgeci sistemin dayattığı bencil bireysel yaşam tarzından kurtarabilen öğretidir. Kapitalist modernitenin Liberalizm dinine karşı, Ahlak ve Politik toplumun dini Hakikat, siyasi fahişelik ve artistliğin önünü alan bir inanç sistemidir. Bu sistemde CIA, SIS, MOSSAD, DIA, MİT ve diğerlerine hizmet yoktur, yalnız ve yalnız kendini halkına adamak vardır. Sosyalist sistem artistliği icra etmiyor, bunu icra eden yerler ve sistemlerde de ahlak yoktur. İnsan kişiliğinde iki ayak vardır; Biri ideolojik, diğeri askeridir. Bir kişi düşünceleriyle ya ideolojik alanda etkin ve yetkinleşir ya da askeri alanda komutanlaşır. Şiirler yazarak, siyasi fahişelik ve artistlik yapmak, insan olma kıstasındaki bu ayakları kişiye vermediği gibi, halkının kurtuluşu için bedel verenlere bulaşmak, kişideki onuru ve şerefi de alıp götürüyor. Sosyalizm bir sanatsa, bunu icra eden kişinin sanatın başka bir dalına geçişi ya mevcut halini öteler ve unutturur, ya da yeni diye gördüğümüz eski sanatına adapte ettirir.
Eğer Burkay’ın sosyalizm anlayışı AKP’nin anlayışıyla örtüşüyorsa, halk için vicdanla kararlar alabilen özgür insanın tarifi nerede? AKP’nin katliamcı yanına karşı, Sosyalizmin masumane yüzünü uzatmak niye? Güzel insan, hakikati özümsemiş insandır. Dolayısıyla Sosyalizm, güzel vicdanı olan insanların taşıyabileceği bir yaşam sanatıdır. Kişi sosyalizm sanatını en ince ayrıntısına kadar bilmeli, içselleştirmeli ve yaşamsallaştırmalıdır. Bunun aksi sosyalist kimlikli bireyler Sosyal Artistikten başka bir şey yapamazlar, çünkü çok yıllar öncesinden programlanmışlardır!
*
Sayın Öcalan ve PKK tarafından alçak olarak nitelendirilen Osman-Botan ikilisi, 2004 yılında ABD’nin CIA ve DIA askeri ve siyasi istihbarat örgütüyle görüşerek, yaklaşık bine yakın savaşçı ile PKK’den ayrılmıştı. Osman görevini tamamladıktan sonra bir Türk ajansına açıklamalarda bulunmuş ve: Biz devletten bir girişim bekliyoruz ve dönüp barışa hizmet etmek isteriz demişti. Osman, aynı açıklamasında Muhafazakar Demokrat Kürt partisi kurmak istiyorum ve DTP’yi de 2 yılda bitiririm demişti. Peki Burkay ne dedi: Kürtler bu çağda tek partili olamaz… Gel de deli saçması açıklamaya deli olma. Sanki kurtuluş sağlanmışta BDP, DTK veya PKK krallık ilan etmiş gibi bir yaklaşımla bu saçmalıklar dile getiriliyor. Gel katıl DTK’ya, kurtuluşunu sağla partini kur ve kendi ülkende seçimlere gir. Size karışan mı var? Nitekim DTK, Burkay’ı halkına hizmet etmesi için bünyesine çağırdı. Tek parti olmazmış, sen eğer birleşip düşmana karşı cephe oluşturmasan, ayrı ayrı parçalarla mücadele etmeye çalışsan veya öyle bir görüntü versen, sana para, diğerine şan, şöhret verip sizi fahişeleştirmez mi? Şimdi görünen tabloya bakılırsa, Osman’da, Burkay’da aynı şeylerden bahsediyorlar. Kürtler için ikinci parti diyorlar. Bunu da bizleri tartıştırmak için yapıyorlar. Onlar mı yapıyor? Hayır. Tam anlamıyla NSA tezgahlarında üretilen beyin sulandırma oyunundan başkası değil bu.
Burada Burkay ile Osman’ı anlamak için onların özelliklerini ortaya sermemiz gerekiyor. Osman’ın en önemli özelliği PKK’li ve sonradan olan Kürd halkına ihaneti, Burkay’ın durumu da çıkışından bu yana olan anlamsız görüşleridir. Anlamsız derken, partisinin Sosyalizm ve Kürdistani değerlerine bir şey demiyorum. Ancak bu isimleri kullanarak bir yerlere gelmişse (zaten bugün ki durumu ortadadır) ki demektir ki AKP’nin kanatları altına girmesi yaşantısını anlamsızlaştırıyor. Hem Osman hem de Burkay’ın öyle PKK karşıtlığından dolayı, ABD veya AKP ile direkt veya dolaylı ilişkiye girmesi söz konusu değildir. Altında yatan nedenler daha farklı ve korkunçtur.
ABD, İran ve Türkiye’nin ortak düzenlediği Kandil işgal girişiminin, Kimyasal Özel’in Kürt halkına bir tehdit mesajı olarak Genel Kurmay Başkanlığına getirilmesinin ve Kemal Burkay’ın yine böylesi bir süreçte getirilmesinin anlamı çok daha büyük ve bir başka yazı konusudur.
Her gün, her an Kürdistan coğrafyası yeni işgal planlarıyla sarsılıyorken, gerillaların üzerine bombalar yağdırılıp, ciğerimiz ormanlarımız yakılıyorken, Kürdistan dağları canlıdan arındırılmak isteniyorken, ne olduğu bence malum, halkça belli olmayan birisinin sömürgecilerce yaratılmak istenen suni “boşluğu” doldurmaya çalışması kabul edilebilir değil. AKP ve basını tarafından böylesine şaşaalı bir şekilde karşılanmasını, barışçıl yeteneğe sahip olduğuna bağlayanlar oluyormuş. Burkay, sosyalizmin hangi gereğine göre davranmış veya ilişki geliştirmiş ki, yeteneğinin karşılığını alsın.
Birde Burkay’a bir soru sormak gerek; Neden tamda içi boş demokratik açılım sürecinde partinin başından ayrıldın? Geldiğinden beri neden tek kelime Kürdistan kelimesini kullanmadın? Yoksa sizde Erdoğan’ın milli görüş gömleğini çıkardığı gibi, sosyalizm ve Kürdistan gömleğinizi mi çıkardınız? Çıkardınız da ne giydiniz? Bu ve buna benzer daha birçok soru sorulabilir, ancak benim açımdan bu şahsın görevi bilinmekte olduğu için daha fazla soru sorma gereği duymuyorum.
İlginç değil mi Burkay’ın İran’ın Kandil işgal girişimine karşı ses çıkarmaması?
Yok yok, biz Burkay’ın peşine fazla düşmeyelim. O görevini en güzel şekilde otuz yıl yaptı ve yapmaya da devam ediyor. Dün ile şimdinin tek farkı, hücresinden çıkıp toplumun içerisine karışmak oldu. Ha birde Artistlik sanatına AKP ile başlaması. Öyle görünüyor ki Kemal Burkay, AKP’nin sosyal(art)istliğine soyunmuş ve Osman’ın yapamadığını yapmaya çalışacak. Birçoğumuz NSA’yı tanımayız. Birçoğumuzda CIA, DIA, MOSSAD, SIS, MI6 ve MİT’in asli görevlerini bilmeyiz. Ancak emin olun, PKK’nin karşısında yer alan her bir kişi, parti, kurum ve kuruluş, bu istihbarat örgütlerinin hepsini biliyorlar.
Belki şimdi değil ama ileride Kemal Burkay için de hain denilecek. Yaşı yeter mi, yetmez mi bilmiyorum ama belki bin yıl ak saçlı Dêrsimli bu adamın ismi söylenecek. Kimse yazık, bir Kürt daha sömürgecilere teslim oldu demeyecek; O yalnızca görevini yapıyordu diyecekler. Şıvan, Kızılkaya, Fırat, Metiner ve Miroğlu’nun isimleri dahi AKP’nin Sosyal(art)isti Kemal Burkay’dan önce silinebilir.
Ancak tüm çelme oyunları ve ayak diremelere rağmen PKK önderlilkli Kürdistan özgürlük hereketinin geldiği noktayı ve kazanımlarını büyük bir heyecanla izliyoruz. Onca ihanet, kalleşlik ve alçaklığa rağmen Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi, yoluna emin adımlarla devam ediyor ve Kürd, Kürdistan özgürlüğü için son ve onurlu savaşa hazırlık yapıyor. Burkay ve diğerleri eğer AKP’nin Sosyal(art)ist, Liberal ve Muhafazakarları değillerse, halkın içinde yer almaları, saflarını netleştirmeleri ve onurluca halkına hizmet etmeleri gerekmektedir.
06.08.2011
mehmet_serhat_polatsoy@hotmail.com