23 Haziran 2011 Perşembe

Öcalan'a AKP'den Cevap Gecikmedi

M.Serhat Polatsoy;Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın basına yansıyan görüşme notlarını hepimiz okumuşuzdur...

Sayın Öcalan; Askeri ve siyasi soykırım operasyonlarının devam etmesi halinde, KCK’nin meşru savunma temelinde cevap vermesi gerektiğini, savaş olasılığı düşünülerek tedbirlerini tam almalarını, gözaltı ve tutuklamaların devam etmesi halinde KCK’nin de karşılığında o kadar gözaltı, tutuklama ve yargılama hakkı doğabileceğini, belirtti.
Buna göre AKP hükümetinin gözaltı ve tutuklama operasyonlarına derhal son vermesi gerekirken, görüşmenin yapıldığı Çarşamba gününden bu yana AKP’nin polis gücü ile büyük oranda teslim aldığı TSK askerlerince 100’ e yakın gözaltı ve tutuklamayla beraber köy baskınları gerçekleştirildi.
Bununla kalmayan AKP hükümeti, yine teslim aldığı YSK eliyle Hatip Dicle’nin milletvekilliğini düşürüp, Sayın Dicle’ye oy veren doksan bin Kürt yurttaşının da hakkını gasp etmiş oldu. Biliniyor ki Sayın Öcalan, Hatip Dicle ile ilgili; Bırakılması ve meclise gönderilmesi gerekiyor. Bırakılmaması büyük siyasi riskler taşır, bizim savunduğumuz barışçıl çizgiye de darbe anlamına gelir, demişti. Buna göre Hatip Dicle, Sayın Öcalan ve Kürt halkının kırmızıçizgisidir, demek sanırım abartı olmayacaktır. Bunun karşılığında AKP hükümeti adeta, “ben sizin hiçbir çizginizi kabul etmiyor ve elimdeki tüm yetkiler ile çizgilerinizi siliyorum” demektedir.
Öte taraftan Sayın Dicle şahsında Kürt halkına karşı uygulanan YSK darbesi, öyle bazılarının dediği gibi derin devlet veya gizli güçlerin işi değil, bire bir Devletleşmiş AKP’nin alenen yaptığı bir iştir. Kimse boşu boşuna kendini kandırmasın. Kürt siyasetinden, blok içerisinden bile “bu iş karanlık güçlerindir”, deniliyor. Ağız alışkanlığı dahi olsa, bu ağzı düzeltmek gerekir, bu ağız dahi AKP’nin işine yaramakta ve halk önünde mazlum rolü oynamasına zemin sunmaktadır. Bu kişiler bir yerde kendini kandırdığı yetmezmiş gibi halkı da kandırıyor ve maalesef AKP’nin tuzağına düşüyor. Gizli güç demek, bu darbenin AKP’den bağımsız yapıldığı anlamına gelecektir. Bu demek AKP’yi aklamak demek olacaktır. Böylelikle AKP, mazlum edebiyatına devam edecektir.
Devletleşmiş AKP Hükümeti, Sayın Öcalan’ın hassasiyetlerine ve toplumsal barış isteğine aynı hassasiyet ve özveriyle yaklaşmamış, adeta olabilecek bir barış ortamını darbeleyici her türlü eylem içerisine girmiştir. Bu anlamda Devlet, yapılan çağrıya olumsuz yönde karşılık vermiş ve tahrik iyiden iyiye yükseltilmiştir.
Sayın Dicle’nin vekilliğinin düşürülmesi, birinci YSK darbesi kadar onur kırıcı olmamıştı. Her halükarda onuruyla oynanan Kürt halkı bu darbe ile daha bir yıpratılmış ve insan yerine dahi koyulmamıştır. Bu karar Kürt halkına açıktan bir saldırıdır ve öyle anlaşılıyor ki devreye bu saatten sonra, Kürt halkı ve sahipleri girecektir.
Böyle bir saldırı durumunda akla, Sayın Öcalan’ın, “ Saldırılar karşısında KCK, gözaltı, tutuklama ve yargılama gerçekleştirebilir” açıklaması geliyor. Aslında bu açıklamadan yaklaşık bir yıl önce, KCK Yüksek Adalet Divanının “ Kürdistan halk hareketi çıkarlarına aykırı duran tüm kurum kuruluş, özel ve tüzel kişiliklere karşı” başlığıyla bir gözaltı, tutuklama ve yargılama uyarısı vardı. Buna göre Kürt özgürlük hareketinden tek bir çalışanın TC Devletince her hangi bir nedenden de olsa alınması demek şehir milislerini hareketlendirecek ve misliyle cevap verilecekti. Ancak bugüne kadar gösterilen sabır ve barış ortamının sağlanması adına, bu tarz bir pratik bu güçlerce sergilenmedi.
KCK, Kürdistan’daki işgalci gücün tüm imha operasyonlarına ve siyasi soykırım yönelimlerine rağmen, çatışmasızlık ortamını korumayı bilmiştir. KCK, bir yerde HZ. Eyüp’ün sabrını da aşar bir düzeyde sabrını korumayı bilmiş ancak yine bundan kaynaklı yer yer halkı ve gerillayı korumayı başaramamıştır. Zaten KCK’nin de bu yönlü öz eleştirileri verilen röportaj ve yapılan söyleşilerde kendisini hissettirmiş ve açık bir şekilde dile getirilmiştir.
Sanırım su, bu dönemde akıp yatağını bulacak, gibi görünüyor.
Sayın Öcalan’ın KCK’ye yaptığı çağrıda, “mevcut çatışmasızlık sürecini aynı şekliyle sürdür” açıklaması ardından KCK’nin “bu süreci iki koşulla koruyabiliriz” demesinden sonra bile iki koşuldan biri olan “operasyonlara son verilmesi” maddesi, işgalcilerce görmezden geliniyor. Belli ki İnkâr ve imhada ısrar eden sömürgeci ve işgalci kuvvetler, halkı isyana, gerillayı da kontrolsüz bir savaşa çekmek için tüm olanaklarını seferber etmişler.
Son altı gündür yapılan onlarca gözaltı ve tutuklama operasyonlarına bugün eklenen Hakkâri’de bir köyün askerlerce ablukaya alınıp baskına uğraması ve 94 yılında tutuklu olduğu cezaevinden; “Ben bu saatten sonra PKK’nin bir neferiyim” diyen Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi, Sayın Öcalan’a Devletleşmiş AKP tarafından verilmiş, misliyle bir cevap olarak görünüyor. Bakalım KCK Yüksek Adalet Divanı’ da AKP’nin bu cevabına karşılık, misliyle cevap verecek mi?
22.06.2011
mehmet_serhat_polatsoy@hotmail.com

16 Haziran 2011 Perşembe

Urfa'daki Seçim, Değişim ve Tehlike

Emek, Barış, Demokrasi ve Özgürlük bloğu bileşenlerinin desteklediği adaylar, Kürdistan ve Türkiye genelinde (Dêrsim’in dışında) iyi bir başarı elde ettiler. Bu başarıyla beraber, var olan kalelerin korunması bir yana, yeni kaleler inşa edilerek, sömürgeci sistem tarafından ele geçirilmiş olan kalelerin de tekrar alınması ve yıkılmaya yüz tutmuş yapıların da onarılması sağlandı.
Ele geçirilmiş bu kalelerden bir tanesi de, büyük oranda Urfa idi. Urfa, Sayın Abdullah Öcalan’ın doğduğu il olma özelliğinden kaynaklı, sömürgecilerce her yönden kuşatılmıştır.-Yine Fırat’ın coştuğu bu il, hem su, hem de tarihsel zenginlik olarak İsrail gibi devletlerin iştahını kabartmakta ve bu bölgeye özel ilgilerini artırmaktadır- Bu bakımdan sömürgeci anlayış, Urfa’ya özel politikalar geliştirmiş, uygulamış ve uygulamaya devam etmektedir.
Sömürgeci kuşatılmışlık, beraberinde Ağalık, Şeyhlik ve Beylik rejimini getirmiş ve halk sorgulayamaz bir hale gelerek, itaati kanıksamıştır. Bu teslimiyet bölge halkının bireylerinde(kadın-erkek fark etmez); Ağamın iyi bir kulu olursam ne mutlu bana düşüncesini oluşturmuş ve artık yaşam Ağa ve Şeyh eksenli sürdürülmüştür. Halkların bu yapılara kul olmaları, iktidarcı devlet ve erk-egemenlikli zihniyetten bağımsız değildir. Bu iktidarcı anlayış tohumları, sömürgecilerce atılmış ve liberal, teslimiyetçi çizgi bölge halkı tarafından zorunlu olarak kabul görmüş ve yaşanmıştır.
Onuru elinden alınmış bir toplumun, zihni de onursuz yönde çalışır ve her geçen gün biraz daha sisteme tabi olur, söyleminden hareketle; Kürdistan’ın tamamı ve dolayısıyla Urfa da, bundan kaynaklı, Sömürgeci batı felsefesinin liberal ideolojisinin dışında başka hiçbir ideolojinin yeşermesi olanaklı değildi.

Bu gidişat, Urfa’da ilk başlarda Talebeler veya Apocular diye anılan PKK’nin doğuşu ve Hilvan-Siverek direnişiyle kısmen durduruldu ve halkta kurtuluşun umut ışığına dönüştü. Sömürgecilerin bilim odalarında öğretileşip dünya halklarına dayatılan Liberal yaşamın Urfa versiyonu olan dürmükçülük yani eturoculuk, (tırşıkçılık, çorbacılık) diğer taraftan felsefi lisandaki bencil-bireysel yaşam ve tanımı mide felsefesi, Apocuların Urfa’da etkinleşmesiyle beraber kısmen geriletildi. Sayın Öcalan’ın Ahlak ve Politik öğretisi olan Demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü paradigmanın son yıllarda yöre halkına kısmen yansımasıyla beraber de, halk, korku duvarlarını yıktı ve ölüm ile zindanları göze alarak bu paradigmanın Urfa’nın geneline yayılması adına (oldukça yetersiz de olsa) örgütlülüğünü sağlayarak 12 Haziran seçimlerine girdi ve birini zindandan kurtardı, diğerini de tekrar meclise gönderdi...
TC devlet sistemi 87 yıldır Kürt halkına, AKP hükümeti de iktidarda olduğu 9 yılda Urfa’da Kürt özgürlük hareketine karşı, Ağa ve Şeyhleri destekler ve kullanırdı. Ancak AKP iktidarı 9 yılda, kendinden uzaklaşmış, özüne yabancılaşmış, benliğini yitirmiş ve her türden taciz ve tecavüzü kabul etmiş aslen Kürt olan devşirme ve Kürt olmayan faşist Türk-İslam çizgisinde duran zümresi eliyle Ağalaşıp, Şeyhleşmiştir. Bundan dolayı, azda olsa Kürtlüklerini yitirmemiş ve büyük bir ihtimal önümüzdeki süreçlerde asıllarına dönme eğiliminde olan bu kesimlere ihtiyaç duymadığı ve fark ettiğinden, parallah ve liberal ideolojisiyle kandırdığı kesimler ile uzlaşıp; artık kullanamadığı Urfa aşiret reislerini de dışlayıp Ağalık ve Şeyhliği ‘kaldırmış, yenmiş ve bitirmiş’ görüntüsü çizdi. Ondan dolayı Urfa’da “Mala Bawo” diye bilinen Cenap Gürpınar’ın yerine “eğitilmiş” olan oğlunu getirmiş ve büyük bir ihtimal, ileride Sedat Bucak’ın yerini alacak olan Seydi Eyüpoğlu’nu da yeni döneme hazırlamak amacıyla Faruk Çelik’ten sonra birinci sıraya almıştır.
Yine ileriki süreçte Urfa’nın başına bela ve Kürt Özgürlük hareketinin karşısında durabilecek bu iki Ağa ve Şeyh gruplarına dikkat edilmesi gerektiği bir diğer önemli konu olarak belleklerdeki yerini almalıdır.

Söylenti, görünen ve yaşanılanlara göre Mala Bawo için binlerce müridi kendisini feda etmeye hazır ve yine binlerce silahlı Seydi Eyüpoğlu’nun adamları her şeye hazır bir şekilde Seydi amcalarından emir beklemektedirler.

İşte 2011 seçimlerinde Yetmiş yedi bin oy ile seçilen Emek, Özgürlük ve Demokrasi bloğu adayı KCK tutuklusu İbrahim Ayhan, 2007 seçimlerinde seçilmiş olmasına rağmen bu Seydi amca diye anılan Eyüpoğlu’nun taraftarlarının Emniyet Müdürlüğü ve Adliye’ye saldırması ve Mala Bawo’nun Seydi amcaya oy taşımasıyla beraber Ayhan’ın hak ettiği vekilliği, bu güçlerce çalınmıştı.
2007 seçimlerinin akşamı parti il binasına gittiğimizde bir sevinç çığlıkları bir durgunluk içerisinde haberlere bakıyor, gelen sonuçların ekrana yansımalarını izliyorduk. İbrahim Ayhan’ın kazandığı artık net olarak ortadaydı. Bu haber halk da büyük bir sevinç ve mutluluk gözyaşlarına dönüştü. Derken İbrahim Ayhan’ın az bir farkla kaybettiği ve kazananın yine bağımsız olarak seçime giren Seydi Eyüpoğlu olduğu söylendi. Belli ki oylar değiştirilmiş veya çalınmıştı. Yüzlerce radikal genç hazır ve Adliyeye yürümek için bekliyorlardı. Gençlerin her teşebbüsünde parti il ve ilçe yöneticileri gençlere; sakin olmaları gerektiğini anlatıcı konuşmalar yapıyor ve gençleri durduruyorlardı. O zamanlar yöneticilerin bu tutumlarını hayretler içerisinde izliyordum. Çevreme; bu yöneticiler neden halkı durduruyor, diye sorular soruyordum ve aldığım cevaplar; “bizlerde anlayamıyoruz” yönünde oluyordu. Sonuçta halk sessiz bir şekilde evlerine gönderildi ve İbrahim Ayhan hak ettiği vekilliği kaybetti.
Bu seçimlerde de yine aynı yerde, sonuçlara bakıyorduk. Bu defa toplanan halk sayısı 2007’ye oranla üç kat daha fazlaydı. Gözlemlerime göre beş bine yakın kitle, parti il binası önünde, Sayın İbrahim Ayhan’ın vekilliğini kutluyor, havai fişekler atılıyor, halaylar çekiliyor, halk birbirlerine sarılıyor ve sevinç gözyaşları döküyorlardı. O’nlarca, 2007’nin hesabı büyük bir farkla sorulmuştu. Halk Ayhan’ın sevinci içerisindeyken meydana kurulan sinevizyondan da Sayın İbrahim Binici’nin sonuçlarını takip ediyordu. Derken Binicinin de vekilliği garantilendi ve halk Binici için de havai fişekleri ateşledi ve halaya tutuştu. Bir taraftan halk halaya tutuşmuş ve iki vekil çıkardıklarının sevinciyle coşuyorken, diğer taraftanda gözler ekrana yansıyan sonuçlardaydı. Tam o sırada “İbrahim Binici vekilliği kaybetti, Urfa’da AKP 11 Bağımsız 1 vekil çıkardı” haberleri ekranlara yansıyınca, bunun bir komplo olduğu halk tarafından anlaşıldı ve halk bulunduğu alandan hiç kimseden “yürüyün” talimatı almadan yürüyüşe geçti. Tarih tekerrürden ibarettir, denilir ya, yine bizim il yöneticileri halkı durdurdu ve halk, başlamış olduğu yürüyüşüne son verip tekrar alana döndü. Yine bir haber, Binici kazandı, tekrar kutlamalar ve tekrar yeni bir haber Binici kesin kaybetti. Halk yine yürüyüşe geçti, yöneticiler yine engelledi. Bu durum 4 sefer yaşanmasına rağmen halk bir türlü yürüyüşe geçemiyor, çünkü yöneticiler bırakmıyordu. Ondan sonra il binasının içerisine doğru yöneldiğim sırada “Bîjî Serok Apo” sloganları birden yükselmeye başladı ve halktan bir genç kürsüde; Adliyeye yürüyüşe geçiyoruz, diye kalabalığa hitap etti ve artık yöneticilerde halkın arasında yürüyüşe katıldı. Sonrası, malum TV’lere yansıyan polis işkencesi ve gözaltılar yaşandı.
Eğer 2007 yılında bu yürüyüş gerçekleştirilseydi, İbrahim Ayhan’ın ikinci vekilliği gerçekleşmiş veya başka bir arkadaş vekil olarak seçilmiş olacaktı. Yine eğer Suruç ve Urfa’daki bu yürüyüşler gerçekleştirilmemiş olsaydı, İbrahim Binici şuanda mazbatasını alamayacaktı.

Urfa’da gerçekleşen seçimin galibi öyle sanıldığı gibi AKP değildir. Urfa’nın galibi her şeye, herkese ve tüm engellemelere rağmen İbrahim Ayhan’ı cezaevinden çıkaran, yürüyüşe geçip direniş göstererek polislerle çatışan ve Sayın Binici’yi vekil yapan Kürt halkı ve öncüsü Kürdistan Özgürlük Hareketiir. Çünkü gerçekten de halkın eski halk olmadığını, örgütlü yapının çok iyi olmadığı Urfa’da bile mevcut örgütlü yapı ile Kürt halkı bizlere gösterdi. Urfa’daki değişim bu anlamda, Kürt halkının kararlılığında kendisini göstermiştir. Tehlike ise,  Erdoğan’ın Bucaklaştırmak istediği ve görünürde de ihtimali yüksek olan Seydi Eyüpoğlu ve silahlı dolaşan, ekibidir. Bizzat Seydi Eyüpoğlu’nun katıldığı Tedaş Müdürünün darp edilmesi olayı ve son zamanlardaki halka karşı olan zorba faaliyetleri de gösteriyor ki Eyüpoğlu, AKP iktidarınca ciddi anlamda destekleniyor ve faaliyetleri de emniyetçe görmezden geliniyor. Eyüpoğlu’nun, Urfa’daki halka karşı bu zorba faaliyetlerin devam ettirmesi demek Kürt özgürlük hareketine de yönelebilmesi demek olacaktır. AKP iktidarı destekli bu ekip öyle görünüyor ki ileriki zamanlarda Kürt özgürlük hareketi ve mevcut örgütlü yapıyı zorlayacak, ardından Urfa’da tehlikeli bir hal alacak. Böylelikle iktidar destekli yeni Bucak ve Şeyhler de Urfa’dan eksik olmayacak.

15.06.2011
15.06.2011mehmet_serhat_polatsoy@hotmail.com

13 Haziran 2011 Pazartesi

PKK’ye NATO Müdahalesi

Türk Başbakanı Erdoğan’ın son süreçteki söylemlerine bakılırsa, iktidarını ciddi anlamda sağlama almışa benziyor. Gittiği her toplantı ve mitinglerde Kürt Özgürlük Hareketine karşı yaptığı tahrik edici açıklamalar, kontrolüne aldığı yargı ile Kürt siyasetçilerine uygulattığı siyasi soykırım operasyonları, yeni oluşturduğu Polis gücü eliyle Özgürlük ve Demokrasi bloğu mitinglerini terörize etmek, kılınan Sivil Cuma namazlarını dahi, ‘bunlar dini kullanıyor’ diyerek etkisizleştirmek, TSK eliyle gerilla alanlarına yoğun top atışları ve operasyonlar, Türk Başbakanı Erdoğan’ın, İngiltere ve ABD’den yeni ve daha etkili operasyonlar için tam gaz "yeşil ışık" aldığını gösteriyor.
Sömürgeci güçlerin BOP için seçtiği Erdoğan ve ekibi, bunlardan aldığı talimatlar doğrultusunda sinsi ve gizli "yok edici" planlarını devreye koymuşa benziyor. Mensubu olduğu Fetullah Gülen cemaatinin istihbarat verileri doğrultusunda ve psikolojik sinir odalarında kurgulanıp hazırlanan kışkırtıcı ve toplumu kaosa itici/hazırlayıcı haberlerin yandaş medyalarında halklara sunulup servis edilmesinden de anlaşılıyor ki Erdoğan, PKK’yi ciddi anlamda tahrik ediyor.
Seçimlere birkaç gün kala Erdoğan’ın gittiği her mitingde BDP, PKK ve Sayın Öcalan’a karşı sarf ettiği sözler ve kullandığı üslubun, sadece seçim yatırımı ve MHP tabanından oy kapma olduğunu düşünmek sanırım sürece yüzeysel bakmak anlamına gelecektir. Bu şekilde yapılacak yorumların da, sömürgecilerin gerçek niyetini perdeleyici ve bilmeden destekçi olucu bir hal alacağı ortadadır. Erdoğan’ın bu tarz ahlak sınırını aşan ve savaş ortamını yaratan bir düzeyde saldırganlaşmasının altında, ne tek başına üslup sorunu vardır, ne de milliyetçi oylara göz dikme.
Erdoğan’a vaad edilip verilen yetki ve görevler, sadece Türkiye iktidarını elinde tutma ile sınırlı değil, Kürdistan ve Ortadoğu’nun geneliyle ilgili olduğu da anlaşılıyor. Bu anlamda Davos şovu da, bunun bir başlangıcıydı. Yoksa tüm Ortadoğu’ya pazarlanmaz ve medya kullanılarak liderlik havası yaratılmazdı. Bu anlamda Yeni Ortadoğu projesi de Gülen’li ve Erdoğan’lı olacağa benziyor. Kim bilir belki ikinci bir Vatikan, Ortadoğu’da inşa edilir ve başına da Fetullah Gülen getirilir.
İngiltere ve ABD, bunlar sömürgeci; istihbaratları da inanılmaz derecede işlemektedir. Her ekipleri anlık değerlendirme içerisinde büyük bir özveriyle çalışmalarını sürdürmekteler. Bunlar sömürgeci; kurmuş olduğu devletçiklerdeki istihbarat eleman ve ekipmanları 24 saat 3 vardiya olarak çalışmaktadırlar.
Kürt Özgürlük hareketinin stratejik olarak demokratik çözümü esas alması bu güçlere huzursuzluk vermekte, planlarını alt üst etmekte ve çılgına çevirmektedir. Dolayısıyla sistemin yöneldiği Kürd siyasetçi ve gerillalar, yani siyasi ve askeri operasyonların son hız devam ettirilmesi, tahrikin yanında çılgınlığın gelmiş olduğu son aşamadır.
Fetullah Gülen’in Pelsinvanya’dan ilettiği talimatlar doğrultusunda Türk-İslam çizgisiyle basın ahlak ve anlayışına komplo ve tezgahlarla yeni bir boyut katan Zaman ve güdümlü diğer medya kuruluşları da, asparagas, yalan ve menşei ABD ve sömürgeci kokan haberleriyle mevcut ortamı tahrik edici ve halkları birbirine kırdırmak isteyici haberlere imza atıp, gelişebilecek kaos ortamına planlı benzin taşımaktadırlar.
Erdoğan’ın en son, Sayın Öcalan’ı kastederek, "İmralı’dakinin işi bitmiştir" şeklinde sarf ettiği sözleri, "Kasımpaşa ağzı" gibi basit geçiştirmelerle açıklamak, yine işgalcilerin planlarını perdelemek ve bilmeden planlarına ortak olmak anlamına gelecektir. Erdoğan arkasına yer Tanrısı İngiltere’yi almasaydı, böylesine hakaret edemez ve ahmakça bir açıklamayı yapamazdı.
Dikkat edilirse, onca tutuklama ve gerilla şahadetlerine rağmen HPG, etkin ve aktif savunma pozisyonuna girmemiş, dahası misilleme eylemlerini gerektiği düzeyde sergileyememiş veya bilerek sergilememiştir. HPG’nin aktif savunmadaki bu yetersiz görünen tutum ve durumu ve BDP’nin etkin ve sonuç alıcı olmada pek yeterli olmayan sivil itaatsizlik eylemleri dahi, sömürgecileri adeta çılgına çevirmeye yetmiştir. Normal şartlarda gerillanın eylemsizlik pozisyonunda olması barışın tesisi için fırsat olarak değerlendirilmesi gerekirken, TC’nin aksi tutumu barış yerine savaşı dayatmakta ve sömürgeci istemin bu yönlü olduğu gözlemlenebilmektedir.
Sistemin bu çılgın halini anlamak ve buna göre bir yorum geliştirmek gerekirse; Gerillanın, TC’nin tüm tahrik edici yönelimlerine karşı, sert bir şekilde eylemlerini Türk metropollerine sıçratması ve isyan tarzında bir savaşı başlatması demek, AKP iktidarının sömürgeci planlarının başarılı bir şekilde sürdürülmesi demek olacaktı, tarzında bir yaklaşım, herhalde abartılı olmayacaktır. Sömürgeci işgalci güçlerin amaçladığı; Bizler siyasi ve askeri operasyonlar yapıp Kürt halkına yöneldikçe, gerillada bize yönelecek ve böylelikle savaş yeni bir boyut kazanacak ve biz istediğimiz şekilde PKK’ye yöneleceğiz.
Tamil kaplanlarına karşı gerçekleştirilen yönelimin HPG gerillalarına karşı olması her ne kadar da coğrafi şartlardan dolayı mümkün gibi görünmese de, karşıdaki bu güçlerin sömürgeci ve işgalci olduğunu unutmamak gerekir. Fetullahlı ve Erdoğan’lı tekçi zihniyetin her türlü tuzağına düşüp direniş yerine de isyanı başlatmak, bir NATO müdahalesine bile açık hale gelmeye yetecektir. Çünkü sömürgeci ve işgalci sistem Kürt halkını "Yabani ot" kendisini de "Kültürel Bitki" ilan ediyor. Nasıl çiftçiler ektikleri tohumların filizlenmesiyle aynı anda yeşeren "toprağın asıl sahibi otlara" karşı her türden zirai müdahale geliştiriyorlarsa TC sistemi de yüzyıldır bu tarz müdahalelerde bulunuyor ve bu mantıkla gidildiği sürece de toprağı toptan kimyasallayarak o alanı ekilemez yani yaşamsız kılıp mücadelesine devam edecektir. Bu temelde Kürdistan özgürlük hareketinin Sömürgeci zihniyetli Erdoğan iktidarının tahriklerine gelmemesi ancak diğer taraftan da Kürt halkının yaşam alanlarını her türden özgürleştirmesi için yerinde ve zamanında pratiğini geliştirip tepkisini koyabilmesi hayati önemdedir.

1 Haziran 2011 Çarşamba

Tahrik Sürecinde Değişim Şart!

M.Serhat Polatsoy; Son yaşanan gerilla şahadetlerine ve AKP hükümetinin imhada ısrar eden pratik tutumlarına bakıldığı zaman görülecektir ki;


 29.isyan “mevcut direniş halinden” koparılıp, tekrar canlandırılmak ve süreklileştirilmek isteniyor. Yani hem halkın büyük bir bölümü hem de sömürgeci sistem PKK’nin isyan kararını bildirmesini bekliyor.
Topyekûn isyan kararıyla halk kontrolsüz bir şekilde ayaklanacak, iç savaş çıkacak ve bunun sonucunda her yer ateş topuna dönüşüp, ardından sömürgeci işgalci sistemin bugüne kadar yaptığı işgalci müdahale gelişecek. Türk devletinin, İngiltere, ABD ve Fransa’dan devraldığı sömürgeci deneyimlerin isyanları bastırmada oldukça yeterli olduğunu, hepimiz biliyoruz.

Son yüzyılda Kürdistan üzerinde en büyük parçaya hâkim olma özelliğiyle de ilgili olarak Türk devleti, sömürgeci devlet olma yolunda yürümek isteyen diğer devletlere de model teşkil eder bir düzeydedir.

Son süreçte yaşanan gelişmeler ışığında, “son ve büyük” bir savaşın yaşanılmaması için biz yazarçizerler ne yapmalıyız?  Öncelikle zihnimiz dünü ve süreci derinlemesine analiz etmeli, dilimiz ise her zamankinden çok, barışa hizmet etmelidir.

PKK’nin pratik anlamdaki ilk isyan denemesi olan Hilvan-Siverek direnişinin stratejik ve taktiksel getiri ve götürüsü ortadayken, bilmemiz gerekir ki tekrardan bu ve buna benzer bir ayağa kalkışın düşünülmesi veya istenilmesi, tam da sömürgecilerin istediği tarz olur. Açıkçası tahribatları oldukça büyük ve ardından gelecek yıkımında kaçınılmaz olduğunu bilerek düşünmek ve yazmak, sanırım yerinde olacaktır.

Eğer sistem bugün hiç olmadığı kadar Kürt özgürlük hareketine yöneliyor ve halkta PKK’ye karşı bir tepki yaratmak istiyorsa, bunun tek nedeni PKK hareketinin sistemin yönlendirme alanının dışında olmasıdır. Sistemin BDP ve gerillaya yönelik tutuklama ile katliamları da gösteriyor ki PKK, ciddi anlamda tahrik ediliyor ve sistemin istediği çizgiye çekilmeye çalışılıyor. Buradaki amaç; halkın tepkisi doğrultusunda gerillanın hareketlenmesi ve halkın istediklerini yerine getirmesidir!

 Şuanda halkın büyük bir bölümünün ve sömürgeci sistemin isteğine gelince;

Halk, yaşanan şahadetlerden dolayı PKK’den intikam almasını istiyor. Haklı da. Sayın Öcalan’ın dediği gibi; Kandil neden gerillayı tutuyor? Diğer taraftan sistem de, PKK’den kontrolsüz savaşa girmesini. Böylelikle halk bir yerde sahipsiz olmadığını anlayacak, sistem de isyana kalkana geçmişteki gibi yönelip, Kürdistansız bir Ortadoğu yaratma yolunda engelsiz bir şekilde ulaşacak.

Halk, bu intikamın nasıl alınacağı konusuna karışmıyor; çünkü bilmiyor. Yeter ki intikam alınsın diyor. Ancak sistem bu isyanı nasıl bastıracağını çok iyi biliyor. Kürt halkı ve duyarlı birçok düşünür, yazarçizer, yaşanan şahadetlerden kaynaklı, haklı olarak “intikam alınmalı” diyor. Bu ani intikam çıkışlarının geçmişte yarattığı tahribatlar bilinmesine rağmen, biz köşe yazarları zaman zaman “hesap sorulmalı” minvalinden olan yazılarımızı “ artık her şey bitti, isyan başlasın”a kadar vardırıyoruz. Bizler bile (en azından az biraz okuyanlar) zaman zaman PKK’yi isyana kalkması yönünde tahrik ediyor, ona taktik veriyor ve birer komutan edasıyla yazıp çiziyoruz. Kendimizi birer komutan ilan ettiğimiz yetmediği gibi pratik sahada yer alan komutanlara da ihanete varacak anlamında her türlü söylem içerisine giriyoruz. Herhalde utanılmasa, “sen kalk biz gelelim” denilecek bir pozisyona gelmişiz, haberimiz yok. Elbet komutanların; biz görevimizi yürütemiyoruz, öyleyse siz gelin, diyeceklerini düşünmüyorum. Ancak gün olur onlar da “hadi gelin” deseler, acaba kaçımız rahat yaşamlarını bırakıp hakiki bir ölümü göze alıp gidecek!

Günlük, günü birlik değerlendirmeler sonucunda duygusallığa kapılarak yazılan ve düşünülen tüm yazılar, mevcut hakikat arayışını baltaladığı gibi, tüm kazanımları da boşa çıkarıyor. Bu tutumların oldukça tehlikeli olduğunu ve Sayın Öcalan’ın öğretisi ile onurlu yaşam arayışını tehlikeye attığımızı da anlamayacak ve anlamsızlaştıracak tehlikeli boyutlara gelindiğini göz ardı ediyoruz. Yani Sayın Öcalan’ın omuzlarındaki bir yük de, biz yazarçizerler oluyoruz.

Kürt halk gerçekliğine yüzeysel bazı yaklaşımlar, (her ne kadar dünü biliyoruz görüntüsü çiziyor olsak da) büyük oranda halkın duygusal ve aydınların düşünsel olarak eksik ve derinlemesine yetersiz analizde kaldığı yanlışlar oluyor.

Bu yanlışlardan kaynaklı isyan istemlerinin, beraberinde büyük yok oluşları da getireceğini anlamalıyız ve tez elden “zihin ve dil değişimine” gitmeliyiz.

Sömürgeci, isyan ve bastırmak ister ise, bizler de PKK’yi isyana teşvik etmemeli ve sömürgeci tuzağa düşmemeliyiz. İsyana karşı direnişin olması gerektiğini birçok köşe yazarı arkadaş gibi bende söylüyorum. İsyan yerine direnişin esas alınması demek, parça parça her alanda aktif hale gelmek ve demokratik halk serhıldanlarıyla sistemi paramparça etmek demektir. Bahsedilen Devrimci halk savaşının da isyan değil, direniş temelinde olması gerekmektedir. Yoksa sistem, ilk isyan acemiciliğine yönlendirmeyle canlandırmak istediği ve her yanı bir anda yakacak olan bu isyanı bastırmak için, gelişmiş istihbarat ağları ile yoğun teknik kullanarak özgürlük hareketinin ve halkın boğazını sıkarak ya onursuzlaştıracak, ya yok edecektir. Kürd halkının içinde bulunduğu tüm süreçler her anı ile çok tehlikeli tuzakları barındırıyordu. Fakat bu süreçlerin en tehlikelisi, yani mevcut “var olma ile yok olma” süreci gerçek anlamda dönüm noktasıdır. Bu anlamda her bir yurtsever Kürd bireyinin sürece göre davranıp konumlanması ve yüzeysel analizlerden kaçmasıyla pratik ve düşünsel sahada olması aciliyet arz etmektedir.

Gerilla şahadetleri ve bitmek tükenmek bilmeyen tutuklanmalardan kaynaklı Kürd halkının çığlığı ve bazı aydınlarımızın son süreçte PKK’ye (haklı) yüklenmeleri, “Komutanlar görevlerini yerine getirmiyor” tarzında çıkışları da Sayın Öcalan’ın açıklamalarından bağımsız değil ve anlamlıdır. Elbet herkes görevini yerine getirecek ve sürece denk düşmeyecektir.
Nasıl Kürt siyasetçi ve aydınları sürece uygun hareket etmeli ve dilleri ile pratiklerini yerinde ve zamanında kullanmalılarsa, aynı şekilde PKK’de yerinde ve zamanında görevini layıkıyla yerine getirmelidir. Bu anlamda her türlü bedeli göze almış, siyasetçi, aydın ve halkın kaygıları ile yoğun eleştirileri PKK yetkililerince olgunlukla karşılanmalı ve sürece göre gereği yerine getirilerek Kürt halkının özgürlüğü onurluca taçlandırılmalıdır.

31.05.2011