31 Temmuz 2011 Pazar

DTP Erdoğan Görüşmesini Anlamak


Acaba Tayyip Erdoğan DTP ile neden bir görüşme yaptı?
Gerçekten Kürt açılımına destek sunmak için mi?
Yoksa bu, yaz ayını geçirme planıyla beraber bir seçim yatırımı mı?
Şimdi eğer gerçekten Kürt açılımına destek için bir görüşme yaptıysa, o zaman neden Türkiye Başbakanı sıfatıyla yapmadı?
Öncelikle sorun diye adlandırılan “Kürt Halk Gerçekliği” ne yaklaşım bu kadar basit mi olmalı? Bu düşündürücü olduğu kadar kaygı vericidir.
İlk başlara dönersek, AKP 29 Mart yerel seçimlerinden güçlü çıkmak için tüm devlet olanaklarını seferber etti, ancak buna rağmen kaybetti.
Sonrasında KCK bir açıklama yaptı ve Kürt halkının bu başarısını kutlayarak barışa zemin aralamak için HPG’ye çatışmasızlık ortamı yaratması için çağrıda bulundu ve olumlu yanıt verildi.
Tüm bunlarla beraber Orgeneral İlker Başbuğ DTP’yi hedef gösteren açıklamalarda bulundu. Sonrasında büyük bir gözaltı furyası başladı ve DTP’nin tüm kadroları tek tek hapislere tıkıldı. Hem HPG’ye askeri operasyon hem de DTP’ye siyasi operasyon yapıldı. Amaç kazanılan seçimi ve yaratılan barış ortamını baltalamaya ve içini boşaltmaya dönüktü.
Tam bu sıralarda Cumhurbaşkanından Kürt açılımı ile ilgili sözde beyanatlar geldi. Süreç ondan sonra barış olacak mı olmayacak mı diye ta bu günlere kadar tartışılarak devam etti. Bu güne kadar Abdullah Öcalan’a karşı hakaretlerde bulunan insanlar bile süreç hakkındaki görüşlerini söylediler ve hiçbir hakarette bulunmadan çok güzel dil ile yaklaştılar.
Bir taraftan bunlar olurken öte taraftan, Diyarbakır da bir kadına yönelik polislerce halen aydınlatılmayan bir taciz olayı gerçekleşti. Şırnak ta iki DTP’li ile beraber hala failleri aydınlatılamayan 8 insanımız hunharca katledildi ve silahlardan çıkan mermilerin balistiğine dahası hangi silahtan çıkmış olduğuna bakılırsa bu iki kardeşimizi katledenler devletin silahıyla bunu yaptıkları ortaya çıkıyor
Şimdi buraya kadar süreci çok güzel bir şekilde yürüttüler.
Ve Tayyip Erdoğan DTP ile Başbakan değil de Genel Başkan sıfatıyla bir görüşmede bulundu.
Her ne kadar da bunları bu haliyle iyi gelişmeler olarak değerlendirmek gerekirse de, öyle çok fazla sevinmemek gerektiği bu tartışmaların arasında halkın deyimiyle ”arada kaynayan” tahriklerle ortadadır.
Daha önce kesin ve kes DTP ile görüşmem diyen Erdoğan ne değişti de böylesi bir görüşmede bulundu?
Aslında neden görüşme gerçekleştiği ortadadır.
Erdoğan Başbakan sıfatıyla görüşmedi ki, bu bile bunu anlamamıza yetiyor.
Şimdi bunu nasıl anlamak gerekir; Öncelikle sorunlara ciddi yaklaşmak gerektiği özellikle böylesi bir gerçekliği layıkıyla kavramak çok önemli bir durumdur. İstediği kadar konuşma olumlu geçsin, istediği kadar dilek ve temenniler aktarılsın, o görüşülen insan bir Başbakan değildir, sadece bir parti Genel Başkanıdır. Ancak bir parti genel başkanı ne yapabiliyorsa o da öyle yapacaktır. Ve yarın öbür gün seçim meydanlarında Kürtlere seslenerek e işte ben sizin vekillerinizle bu konuyu görüştüm ama bana izin vermediler diyecek.”” E tabi vermezler çünkü o bir genel başkan, Başbakan değil ki devletin sözü olsun””. Bu, bu kadar açık ve nettir. Tüm bu planların karşısında Kürt halkının bir itirazı olamayacaktır çünkü öyle planlar yürütülüyor ki, öyle oyunlar dönüyor ki, ancak 1990’lı yılları bilen ve gören kişiler bunları anlayabilir. Ancak sömürgecilerin planlarını çözebilenler bunları anlayabilir.
Biz şimdi her şeyi geçebiliriz, böl, parçala, yok et zihniyetini ve bunun sonucunda tarihi kaybettiklerini, en vahşi katliamları reva gördüklerini, her gün bombalar yağdırdıklarını coğrafyamızı çoraklaştırdıklarını daha türlü türlü işkence yöntemlerini bu halkın üzerinde denediklerini unutabiliriz diyoruz, ve biz yine de tüm bunlara karşı, kulaklarımızı tıkıyoruz, bunlar eskide kaldı affettik diyebiliyoruz.
Ancak geçmiştekileri anlamak mümkündür, peki gelecekte yapmaya çalışacaklarını nasıl anlayacağız ve sindireceğiz. Ben bunu anlayamıyorum, açık açık yok etmek için ellerinden gelen ne varsa yapıyorlar.
Nasıl mı?
Çok küçük bir kanıt vermek gerekirse, bir taraftan böyle tatlı sözler, hoş temenniler, evcilikler oynanırken diğer taraftan hiçte hoş olmayan gerçek olaylar cereyan ediyor.
Ne mi oluyor?
İran Türkiye sınırına 162 tane yeni karakol kurulup duvar örülüyor.
Türkiye-Federe Kürdistan sınırına 12 tane baraj yapılıyor.
Ne mi oluyor; Hakkâri’de insanların göç etmeleri için her gün kontra faaliyetler yapılıyor. HPG’li kıyafeti giymiş kişiler halktan haraç alıyor, tehdit ediyor.
Ne mi oluyor; Botan-Zagros’ta barajlar için yollar yapılıyor, coğrafyamızın karış karış her yerinde mevzi kazılıyor, ne kadar tepe varsa hepsi bir bir tutuluyor, her gün bölgeye askeri araç ve mühimmat taşınıyor, yani bu nasıl bir iyi niyet görüşmesidir anlaşılmış değilim.
Öyle korkunç bir tuzak var ki ne anlatabilirim ne de anlatmaya dilim varıyor.
Öyle bir savaş düşünüyorlar ki, bunları düşündüklerini bildikçe ben bu barış havasını solurken boğazım müthiş karıncalanıyor.
Tüm bunlara rağmen ben diyorum ki, tüm bu planlar 15 Ağustos yol haritasıyla bertaraf edilecektir. Onurlu bir barışa olan inancımla, umarım Türk Devleti bu yapmak istediği planlarından vazgeçer de sömürgecilerin daha fazla oyununa gelmez. Ve biz Türk ve Kürt halkı kardeşçe bir bin yıl daha beraberce yaşarız.
10.08.2009 tarihinde Günlük Gazetesinde yayınlanmıştır.

Türkiye Öcalan'ı Bekliyor


Dedik ya herkesin gözü kulağı Öcalan’da diye, gerçekten de öyle;

İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın hiçbir açık vermediği Kürt açılımı ile ilgili basın toplantısını dinledik. İçerikle ilgili zaten başta gerekeni söyledi. “Kesinlikle içerikle ilgili bir şey söylemeyeceğim ve onunla ilgili soru sormayın çünkü daha planlanmış bir çalışmamız yok”.(oysa bu halk 400 yıldır baskı ve zülüm altında direniyor)
“Ki zaten bu sorun öyle ha diyerek çözülecek bir sorun değil ve tarihlere takılı kalmamızın da bir nedeni yok. Eğer hemen çözülecek bir sorun olsaydı bizden önceki hükümetler çözerdi” deyip işin içinden sıyrılmasını iyi bildi ve sınırlı tuttu. Hiç bir açıklık getirmediği gibi rolünü çok iyi ezberlemişti. Ancak benim Beşir Atalay’ın o an ki ruh haliyle ilgili söyleyeceklerim olacak. Beşir Atalay konuşmalarının her anında titriyordu. El, göz ve mimik hareketleri ürkekliğin bir yansıması gibiydi. Yani herhalde her konuştuğu kelimenin sorumluluğunu alma cesareti yok gibiydi. Nitekim Başbakanın “söz ola başı kesile” deyişi her an kulaklarında gibiydi. Öncelikle neden bir planları yok onu anlamış değiliz.
Bir devletin ülkesinde yaşayan halkları için hiçbir yaşam planı olamaz mıydı? Yani 1923 ile başlayan bir halk gerçeklik sorununun farkında değiller miydi? Ve sorun diye adlandırdıkları bu halkın çözüm bulması acili yet arz eden isteklerini bilmiyorlar mıydı? (zaten Kürt halkı sorun değildir bir gerçekliktir)1921 anayasasını esas almaları gerektiğini ve verilen bir hakkın ellerinden alındığını ve bunun neticesinde sayısız isyana kalkıştıklarını ve her isyan sonrası on binlerin ölümüyle sonuçlandığını dahası bunların neden olduğunu bilmiyorlar mıydı ki, hiçbir planları olmasın.
Bal gibi Öcalan’ı bekliyorlar. İstedikleri kadar muhatap tanımayız desinler, istedikleri kadar bizim terör çizgimiz var desinler. Tüm dünyanın gözü kulağı İmralı’dayken, devletin zirvesinin de gözü ve kulağı oradadır. Çünkü onlarda biliyor muhatabın orası olduğunu.
Peki, neden biliyorlar dersiniz?
Eğer muhatap olarak görmeselerdi, dün Beşir Atalay devletin Kürt açılımını çerçevenin içine girerek daha şeffaf bir şekilde açıklayabilirdi. Ve Kürt açılımının içini doldururdu. Öcalan’ı muhatap alıyorlar çünkü Öcalan “ben bir yol haritası açıklayacağım ve ondan sonra Kürtlere karışmayacağım, onlar kendi yolunu bulur ben artık müdahil olmayacağım” dedi. Şimdi burada iki sonuç çıkıyor

Birincisi; eğer Beşir Atalay tam olarak açıklama yapsaydı, yani biz Kürt sorununu bu şekilde bitireceğiz deselerdi, Türkiye açısından erken doğum olacaktı ve devlet politikası iflas edecekti, çünkü baskıcı zihniyetin çözümü ancak baskıcı olurdu ve sonrasında çok ciddi bir savaş gelişirdi.

İkinci sonuç olarak PKK serbest kalacaktı ve kim bilir belki kendi kaderlerini tayin hakkı yoluna gideceklerdi. Hani her zaman dedikleri “Kürtlerin başka seçenekleri de var” sözü. Bu sözün ehemmiyetinin farkında olan T.C. yetkilileri bunu göze alamazdı. Ondan dolayı gerçek muhatap Öcalan’ın yol haritası bekleniyor.

Devletin bir planı yok mu dersiniz; elbette var hem de öyle bir plan ki, bunun ilk sinyalini Başbakan Erdoğan verdi, ne dedi bir hatırlayalım; biz teröristlerle masaya oturmayız ancak ve ancak cephede savaşırız onu da asker yapar, daha ne dedi, dedi ki; bir sorun varsa o sorunu biz kendi inisiyatifimizle çözeriz, yani bu ülkeye komünizm gelecekse, İslamiyet gelecekse, dahası Kürtlere hak verilecekse bunu biz yaparız kimseler karışmasının mantığı içerisindeler. Bu mantığın fikir babası İngilizlerdir ve sömürgeci mantıktır.
Çözümle ilgili ikinci sinyal Deniz Baykal’dan geldi ve ne dedi biliyor musunuz? Bu sorunun çözümünü bize bırakın dedi. Doğu ve Güneydoğu’daki çocuklarımıza en üst düzeyde iki nesil eğitim verelim bakın sorunun “S” si kalacak mı? Biz CHP olarak bu sorunu böyle çözelim diyoruz. Yani tam anlamıyla asimilasyon ve soykırım
Yine çözüm ile ilgili Devlet Bahçeli’nin sağ kolu olan Oktay Vural; Hala bildik şeyleri söylemekten geri durmuyor. Tüm dünyanın bildiği bir halkı hala Türk halkı diye nitelendirip, Kürt olan halk için bu Kürt asıllı Türk halkının hiçbir sorunu yoktur ancak ve ancak terör sorunu vardır diyebiliyor ve dağlarda tek bir militan bile bırakmayacağız demekten geri durmayıp azgınlaşıyor.
Şimdi devletin bir planı yok demek için biraz saf olmak gerekir, açık açık üç lider de savaş, asimilasyon ve yine savaş diyor, bunu anlamayacak kadar saf olmayalım.
Neden peki Beşir Atalay böyle bir açıklama yaptı; yani eğer devletin görüşü bu ise, yine devletin bir bakanı olan bu zat’ı muhterem neden bunu bu haliyle açıklama gereği duydu;
Çünkü İngiliz baba ve jandarması Amerika bunu böyle istiyordu. Nedeni ise Ortadoğu’ya hükmedebilmesi için Mezopotamya coğrafyası çıkarları için gerekliydi. Bir taraftan devleti oluşturan hükümetin baş aktörleri savaş, asimilasyon ve yine savaş derken diğer taraftan bir güç, bunun böyle yapılması gerektiğini söylüyordu, bu bile Türkiye cumhuriyetinin bağımsız olmadığını ve Türk halkının esir olduğunun kanıtıdır. Türkiye cumhuriyeti bağımsızlıklarının neden olmadığını düşüne dursun, bizde 15 ağustosu bekleyelim.

Ben onurlu barışa olan hasretliğim ile Öcalan’ın yol haritasını büyük bir umut ve heyecan ile bekleyenlerdenim.

03.08.2009 tarihinde sitelerde yayınlanmıştır.

Kürtler Sadaka İstemiyor


Diyorlar ki Kürt vatandaşlarımızın kendilerini daha iyi hissedebilecekleri bazı bireysel adımlar atılabiliriz, kimseler karışmasın biz muhatap tanımayız.
Kürt halkının kendini iyi hissetmesi için gereken adımlar Kürtlerin istekleri doğrultusunda mı atılacak, yoksa egemen sistemin istekleri doğrultusunda mı?
Yani şimdi egemenler mi Kürtlerin hissiyatını anlayacak. Buna onlar mı karar verecek?

Diyelim ki buna siz egemenler karar verdiniz. Bizim kendimizi iyi hissetmemiz için nasıl adımlar atacaksınız?
Bireysel mi? Yani bir bütün olarak Kürt toplumunun değil, sadece tek tek mi? Yani demek bu bireyselliği bile anayasaya koymayacaksınız?
İstediğiniz zaman uygulayacaksınız istediğiniz zaman uygulamayacaksınız.
Şimdiye kadar atılan adımlar da ne kadar cevap oldu bu bireysellik?
Mesela TRT 6 açıldı, orada Kürtçe konuşulurken ve hiçbir sıkıntı olmazken, Belediye Başkanlarımız, Milletvekillerimiz konuştuğu zaman neden anında soruşturmalık oldular?
Ya da cezaevlerinde Kürtçe konuşmak serbest denildi, daha sonra neden keyfi uygulamaya geçildi?
Yani bu tarz bir keyfiyetle mi kendimizi iyi hissedeceğiz?
Bir Kürt mü kendisini iyi hissetmesi için gerekenleri yapar yoksa bir Türk mü Kürtlerin kendilerini nasıl iyi hissedebileceklerini bilir?

 “ Bir halk için en kötü şey, tarihlerinin başka halklar tarafından yazılmasıdır”. En kötüsü bu tarihin; kanla, gözyaşıyla, açlıkla, hakaretle, zulümle, küfürle, en vahşi savaşı reva görerek yazılmasıdır.
Kürtlerin kendilerini iyi hissetmeleri için mesela; Cezaevinde bulunan Kürt mücadelesinin evlatlarını serbest bırakacak mısınız?
Kültürümüze saygı duyup, dilimizi geliştirmemiz için anadilde eğitim yapacak mısınız?
Yüzyıllardır Kürtlük denince akla gelen renklerimiz sarı, kırmızı, yeşilli puşi takmamıza izin verecek misiniz?
Çocuklarımızın adını kimliğe anadilimizle yazacak mısınız?
Bütün il, ilçe, belde, köy isimlerimizi tekrardan bize verecek misiniz?
17 bin faili belli cinayetin sorumlularını cezalandırıp açıklayacak mısınız?
Dersim ve Zilan katliamında hamile kadınların karınlarını süngüyle deşerek öldürülen bebeklerin cenaze namazlarını kılacak mısınız?
Kimi sevip kime sayın diyeceğimize saygı duyacak mısınız?
Artık adımıza, çapulcu, anarşist, ekşiya, terörist diyecek misiniz?
İbadethanelerimizde kendi dilimizle dua edebilecek miyiz?
Tarihimizi sular altında bırakacak mısınız?
Ormanlarımızı, dağlarımızı artık yakıp bombalayacak mısınız?
Köylerimize istediğimiz zaman girip çıkabilecek miyiz?
Yakılan yıkılan köylerimizi onarıp, halkımızın elinden alınmış toprakları geri verecek misiniz?
Metropollerde açlığa terk edilen halkımızın ihtiyaçları karşılanarak köye dönüşleri sağlanacak mı?
Metropollerde çeteleştirilen, madde bağımlısı yapılan ve kötü yola düşürülen gençlerimizi topluma kazandıracak mısınız?
Metropollerde köle gibi çalıştırdığınız gençlerimizin emeklerinin hakkını verecek misiniz?
Sürgünlere yolladığınız halkımızı ve ülkesini terk etmek zorunda kalan dahası vatandaşlıktan çıkarılan halkımızı geri döndürecek misiniz?
Bölgemizde var olan barajlardan halkımıza düşen payı verecek misiniz, susuz yer kalacak mı?
Asfaltlanmayan köy yolu kalacak mı?
Bir halkın değerleri olan, sular altında bırakılan kültürel mirasımız olan tarihimizi, açığa çıkaracak mısınız?
Kürt ulusal mücadelesi yolunda yok edilen halkımızın evlatlarının, tahrip edilen mezar taşları yapılacak mı?
İlimizin, ilçemizin, köyümüzün, dahası evimizin önünde panzerler ile polisleri, jandarmaları kaldıracak mısınız?
Meralarımızda koyunlarımızı istediğimiz saatte istediğimiz yerde otlatabilecek miyiz?
Kameralarla evimizi gözetlemeyi, telefonlarımızı dinlemeyi bırakacak mısınız? Yasaklanan türkülerimizi, kitaplarımızı serbest bırakacak mısınız?
Soykırıma uğratılan dilimizi, kültürümüzü, sosyal yaşantımız ve ekonomimizi anayasal güvence altına alacak mısınız?
1921 anayasasında kabul gören muhtariyet(özerklik) hakkımızı geri verecek misiniz?

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yapılan katliamlardan, sürgünlerden dolayı
Sizler tüm bunlardan dolayı Kürt halkından özür dileyecek misiniz?
Siz Kürtlere bunları verecek misiniz? Eğer verecekseniz buyurun bu sorunu siz çözün ve muhatapsız çözün……………………!

29.07.2009 tarihinde sitelerde yayınlanmıştır.

Barajlara Duvarlara ve İsrail'e Hayır


Sömürgeciler Kürt Sorunu’nu Kendi Bildikleri Gibi Çözmek İstiyorlar...
Türkiye’nin, Bölgenin ve genel de ise, Dünyanın gündeminde olan Kürt sorununa bir çözüm modeli aranmakla beraber süren tartışmalar halen güncelliğini korumaktadır.
1639 yılından beri süren bu sorun egemenlerin baskı ve sindirmeleri nedeniyle hiçbir zaman gündeme gelmemiştir. Ancak eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in PKK hareketi için, bu 29.isyandır dediği oluşum ortaya çıktıktan sonra hem dünya hem de Türkiye’nin gündeminin baş sıralarını tam 31 yıldır koruyor.
1993 ten bu yana sürdürülen barış çabaları ne yazık ki Türkiye tarafından olumlu bir yanıt görmemekte. En son PKK tarafından 15 Temmuza kadar uzatılan eylemsizlik süreci bir sefer daha uzatılmış ve dünya barış günü olan 1 Eylül tarihine kadar tekrardan uzatılmıştır. Bu tarihe kadar hiçbir gelişme olmaması durumunda eylemsizlik karanının son bulacağını duyurmuşlardır. Ve Abdullah Öcalan’ın Ağustos ayının ortalarında açıklayacağı yol haritasını dikkatle beklediklerini ve bu yol haritasına şimdiden imza attıklarını duyurup, kardeş kavgasının son bulması için tüm Türkiye demokrasi çevrelerini bu yol haritasını izlemeye çağırmışlardır.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Cumhurbaşkanı, yakında iyi şeyler olacak dedi ve ülke gündemi birden değişiverdi. Tartışmalar birden başladı ve bitti.
Başlatan taraf sömürgeciler, bitiren taraf yine sömürgeciler oldu.
Öncelikle Türkiye’nin bunu tartışmasını istedi ve nasıl sonuçlar çıkacağını görüp bekledi, ancak tartışmalar bir barışa doğru giderken bu sonlandırıldı. Şimdi sıra geldi kendi planlarını devreye koymaya. Çünkü İngiliz, ABD ve İsrail’in çıkarları söz konusuydu.
Bir çözüm ama nasıl bir çözüm?
Kürt özgürlük mücadelesinin yürütücülerine karşı bir tasfiye mi?
Yoksa gerçek onurlu bir barışla mı, bu sorun çözülecek?
Ben tamda bu noktada kendi görüşlerimi belirtmek istiyorum;
İngiltere bölgedeki çıkarlarını korumak ve kollamak için, eğer Kürtlere bir hak verilecekse dahi bunu kendisi yapacak. Yani aynı Osmanlıları yönettiği gibi bu hak vereceği Kürtleri de bir yönetme yoluna gitmeyi düşünüyor.
O zaman nasıl bir çözüm diye sorduğum sorunun il ki, yani tasfiye gündeme gelecek. Peki, bu tasfiye nasıl gerçekleştirilecek, bununla ilgili ortaya bir plan koydular. Bu plan, Abdullah Öcalan’ı ve PKK’nin Başkanlık Konseyi Üyelerini yurt dışına, Avrupa veya Afrika’ya sürgüne gönderme planı. Ve bunun sonrasında dağdaki PKK’lileri önderliksiz kılma planı.
Önderliksiz kalan PKK’liler ya teslim olacak ya da direnecek. Teslim olan gelip hapislere konulacak, direnenlere de büyük bir saldırı yapılacak.
Bir başka ihtimal ise Zor ile sürgüne gönderemeyecekleri Öcalan’ı ya ortadan kaldırarak hareketi önderliksiz bırakacak, yine aynı şekliyle başkanlık konseyini de kandile sıkıştırıp vurmayı deneyecekler. Aynı Tamil gibi.
Peki, bunu nasıl yapacaklar. Yani bu planlarını nasıl devreye koyacaklar. Dağlardaki direnenleri nasıl etkisiz hale getirmeyi düşünüyorlar.
1: Suriye sınırını İsrail’e teslim edecekler, yani sınır kontrolü İsrail’de olacak
2: Türkiye’nin Kuzey Irak(Federe Kürdistan) ile olan sınırına ve İran’ın bir bölümüne 12 tane baraj yapacaklar. Geliş geçişler bu barajlarla önlenecek, yani su ile etrafları çevrilecek.
3: İran Türkiye ile olan sınırına aynı Çin Seddi gibi bir duvar örecek.
4: Ermenistan ve Azerbaycan ile olan görüşmelerden de buna benzer bir sonuç çıkacağı kesindir. Çünkü orada da Dağlık Karabağ var, belki oralardan girebilirler diye düşünüyorlar.
Şimdi bunlar bir bir birleştirildiğinde tamamıyla Kürdistan Coğrafyası’nın bu sınırlar ile ikinci bir Lozan’ı gerçekleştirilecek ve sınırlardaki ticaret, akrabaların birbirleriyle olan bağları kesilecek. İşte hükümetin “biz oraya ekonomik ve kültürel açılımlar yapıyoruz dediği şey tam olarak budur.
Burada anlaşılmayan şey, oradaki halkın ekonomisini bitiriyorsunuz, sosyal kültürel bağlarını kesiyorsunuz ve böylelikle nasıl bir kalkınma sağlıyorsunuz bu anlaşılmış değildir.
Bunlar bir bütün olarak düşünüldüğünde, sömürgecilerin planları da bir bir devreye girmiş oluyor.
Suriye sınırı İsrail’in elinde olacak.
Kuzey Irak(Güney Kürdistan) sınırına barajlar inşa edilecek.
İran sınırına duvar örülecek.
Eeeee ne olacak, Kürdistan Coğrafyası bir bütün olarak İsrail’in, suyun ve duvarın engeline takılacak, ne vadiler kalacak ne ormanlar kalacak, ne insanlar kalacak. Köyleri su altında bırakacaklar, o bölgeyi tamamen insansızlaştıracaklar.
Bu şekilde PKK’lileri Kandil Dağına sıkıştırıp vurmayı deneyecekler.
Sonra da barış diyecekler, yani sormuş olduğum sorunun ikinci şıkkının tersi olacak.
Çözüm olsa bile onursuz olacak, kimliksiz olacak, yani Kürtlere ne isterlerse onu yapacaklar.
Ben bir Kürt olarak ne Coğrafyamın parçalanmasına izin veririm ne de halk buna seyirci kalır.
Siz sömürgecilerin oyunlarına alet olan zavallı ülkeler, on beş bin yıldır bu topraklarda yaşam süren, her türlü zorluğa başı dik karşı çıkan, zorbalıkların sonucunda başkaldıran ve tüm bunların neticesinde ulusal bilinç ile bileylenen bir halkı ne suyla engelleyebilirsiniz, ne duvarla, nede katil İsrail’le. O kuracağınız barajların sularıyla boğulursunuz, o ördüğünüz duvarlara çarpılıp geri dönersiniz, İsrail kozunu da birden karşınızda bulursunuz.
Bu halkın bir tek ferdi bile sizin oyunlarınızı alt etmeye gücü yetecektir.
Bunlar tamamen sömürgecilerin Kürt planıdır. Kürt sorununu bu şekilde çözmenin planlarını yapıyorlar. Bu planlar geçmişle kıyaslandığında çok büyük bir tehlike gibi görünse de, Kürt halkı bu planların devreye girmemesi için her türlü hak arama yoluna giderek demokratik meşru eylemliliklerini devreye koyacaktır.
Barajlara, Duvarlara ve İsrail’e hayır mitingleri düzenlenmesi çok acil olarak gerekmektedir.
Bırakın da özgür bir ülkede Kürt ve Türk halkı kardeşçe yaşasın.

22.07.2009 tarihinde sitelerde yayınlanmıştır.

Polisin Tecavüz Yetkisi


HER TÜRLÜ YETKİ İLE DONATILAN KAHRAMAN POLİSLER ŞİMDİ DE TECAVÜZ YETKİSİNİ ALMIŞLAR
Süreç bizleri nerelere kadar götürecek bilmem ama bir bilinen gerçek var, çok ama çok kötü olacak.
Süreç faşizme evirilmeden Kürtler ve Türkler bir ağızdan demokrasi mitingi yapmalı. Yoksa on yıllar boyu sürecek olan kardeş kavgasının başlamasına sona doğru yaklaşılıyor.
Bir tarafta savaşın son bulması ve artık silahla gerçek bir çözümün olmayacağını, halkların kardeşçe yaşamasını çatışmasızlık süreciyle gösteren ve bu bağlamda barışa şans tanıyan PKK güçleri,
Diğer tarafta, 86 yıldır her türlü zulüm, baskı, jenosit e tabi tutulan kültürel soykırımdan geçirilen ve bunları unutabileceğini söyleyen, affetmesini bilen, bunun bir fırsat olduğunu dile getiren ve özgürlüğü yakalamanın bir adım berisinde olan mazlum Kürt halkı,
Bir tarafta da, çatışmasızlık sürecine karşılık barışa şans tanımayan ve her türlü savaş tekniğiyle dağlarımıza bombalar yağdıran, ormanlarımızı yakıp kül eden, köylerimize giriş çıkışı yasaklayan, özgür kadınlarımıza tecavüzü reva gören, siyasal legal temsilcilerimizi terörist diye hapislere tıkan tekçi devlet zihniyetinin sahibi, AKP-Gülen hükümeti
Diğer tarafta, Kürt halkının özgürlüğünün, Türk halkının da özgürlüğü olduğunu anlamayan zavallı Türk halkı…
Her türlü gelişmeler karşısında başını kuma sokan zavallı Türk halkı.
Ülke ekonomisini çökertenler karşısında, ülkenin tüm para kaynaklarını dağı taşı bombalamaya harcayanlara ses çıkarmayan sağlam gönderip, ölü alan zavallı Türk halkı.
Bu savaşı bitirin demesi gerekirken bir oğlum daha olsa onu da feda ederim diyen zavallı Türk halkı.
Türk halkının bu sorumsuzluğu daha nereye kadar sürecek bilinmezdir ama gerçek olan şey şudur ki, Kürtlerin özgürlüğünün ardında yatan gerçekler, başta Türk halkının esaretinin son bulması sonrasında tüm Ortadoğu halklarının özgürlüğüne kavuşmasıdır.
Kürt halkının bugünlerde gündeminde olan Kürt kadınına tecavüz provokasyonu
Diyarbakır da bir eve zorla giren ve evdeki kadına, bölgede kültür-sanat çalışması yürüten Kürt kadınına tecavüz eden polislerin bu hayvani içgüdüsel arzularının boyutları nerelere kadar ulaşacak ve bununla Kürt halkına ne gibi bir mesaj verilmek isteniyor?

Acaba bu münferit bir olay mı yoksa planlanmış bir provokasyon mu?
Varsayalım bu münferit bir olaydır ve tamamen o polislerin ferdi eylemleridir.
Şimdi aynı şekliyle bir Kürt genci bir polis eşine bu tarz bir münferit olayda bulunsa ne olur?
Yada varsayalım bu bir provokasyondur, şimdi eğer bu bir provokasyon ise, siz nasıl böyle ahlaksızca bir planı devreye sokuyorsunuz?
Kürt halkını bu şekilde provoke mi etmek istiyorsunuz?
Kürt halkını Türk halkı ile karşı karşıya getirmenin yeni bir versiyonu mu bu?
Şimdi bölgemizde bu tarz olaylar olduğu zaman ya o aile bireyleri bulundukları yeri terk ederler, dahası eşleri ve kızları o mahallede oturamaz olur, çünkü aynı şey olacak korkusuyla evlerine hapsolurlar ta ki bedelini ödeyinceye kadar. Türkiye de ve bölgemizde yaşayan Türkler, sizler daha ne zamana kadar başınızı kuma gömüp ses çıkarmayacaksınız, yoksa sizlerde eve hapsolmak mı istiyorsunuz?
Veya o tecavüz eden polisler, sizler nasıl o oturduğunuz mahalleden geçeceksiniz?
Ya da eşleriniz dahası kızlarınız bu tarz bir münferit olaya kurban gittiklerinde nasıl bir özür de bulunacaksınız?
Tüm halklar namusuna düşkündür, hele hele Kürt halkı gibi özgürlüğe susamış, yüzyıllardır tüm hakları elinden alınmış, insan bile sayılmayan bir halk böylesi bir ahlaksızca olay karşısında yapacağı her türlü demokratik eylem haklı ve meşrudur.
Şimdi gelelim olayın diğer yüzüne, bir tarafta tecavüz yetkisi alan polisler ellerini kollarını sallaya salya meydanlarda dolaşacak, diğer tarafta bu olayı okurlarına duyurmaya çalışan Azadiya Welat gazetesinin manşetini neden göstererek bir toplatma kararı ile durduracaklar.
Bu ülkenin savcıları bu ülkenin mülki amirleri düpedüz suça ortak olmuyorlar mı?
Kürtçe bir gazete olan günlük Azadiya Welat gazetesinde bu olayı “Tecawız”diye teşhir eden bir başlığa bile tahammül etmeyen bir tekçi zihniyet karşısında Kürt halkının nasıl sessiz kalmasını beklersiniz?
Kürt halkının bu olay karşısında sessiz kalmamasını, her türlü demokratik eylemlerini yapabileceklerini ve bu kişiliksiz insan postuna bürünmüş hayvanların bir an önce cezalarının bulması için, her gün gerekirse sokakta olmaları gerektiğini söylemek istiyorum.
Aslında burada sorumlu olan asıl kişiler Diyarbakır Emniyet Müdürü ve Diyarbakır Vali’sidir. Sorumlu olmalarındaki neden ise, kendi bölgelerinde böyle bir olay gerçekleştiğinden dolayıdır. Onların bir basın toplantısıyla bunu açıklaması ve sorumluları cezalandırması dahası bu kişilerin bulundukları makamdan ayrılmaları insan olmanın gereğidir.
Ayrıca bu alçak saldırıdan dolayı Kürt halkından özür dilenmesi gerekmektedir. 
Bu tecavüz olayı ile aslında anlatılmak istenen, bakın işte biz sizin bütün değerlerinize saldırıyoruz, ormanlarınızı yakıyoruz, kültürel mirasınız olan tarihinizi sular altında bırakıyoruz, tecavüz ediyoruz, burada büyük bir provokasyon ile beraber böylesine bir gerçeklik yatmaktadır.
Benim evime zor ile geleceksin ve üstelik polis olduğunu söyleyeceksin, sonra tecavüz edeceksin.
Burada aslında gerçek sorumluların açığa çıkartılması gerekiyor.
İrdelenmesi gereken bir başka husus ta, bu alçakça saldırının bir diğer nedeni vardır, o da kendini özgürleştirmek isteyen namusu özgürlüğünde arayan kadınlarımıza ve namusumuz özgürlüğümüzdür diyen gerçekliğe bir dur demenin senaryolarıdır.
Namusu özgürlükte bulan bir anlayışın sahiplerine bunlar yapılmaktadır. Kadının Kürt toplumundaki öneminin giderek artması, bu egemen güçlerin çıkarlarını zedeleyeceğinden bu hayvansal içgüdüleriyle bu tarz olaylara başvurmalarındaki amaç, hem Kürtlerin tamamına hem de yaşadığımız toplumun tüm sosyal, kültürel ve ahlaki değerlerine bir darbe vurmak içindir. Bu zihniyetlerin çoktan tarih sahnesinden silinmesi gerekirken, bu tarz vahşi politikalar da ısrar etmenin ne kadar zararlı sonuçlar açacağı da aşikârdır.
Bir ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı eğer çıkıp bu olayı lanetlemiyorlarsa birinci derecede sorumlular onlardır. Çünkü Susmak kabullenmektir. Aksi takdirde aklımıza hemen şu soru gelecek, yoksa Sayın Cumhurbaşkanımızın dediği,”Kürt Sorununda İyi Şeyler Olacak” diye bahsettiği, iyi şeylerden birisi mi bu?
Kimse Kürt halkına gidin vurun, kırın, yağmalayın, aynısını yapın diyemez. Bunu demek ve yapmak o kişiliklerle aynı yerde olduğunu gösterir. Ama dökülün sokağa ve sorumluları açığa çıkarmak için demokratik eylemlerinizi gösterin ve Emniyet Müdürü ve Vali, çıkıp özür dileyene kadar eylemlerinizi demokratik çizgide sürdürün
Benim yazacaklarım ancak bu kadardır, halkın yapacağı da ancak ve ancak sokaklarda demokratik eylemlilikleriyle direnmektir. Ta ki asıl sorumlular cezalandırılıncaya dek. Yoksa süreç çok ama çok kötüleşecek. Kürt halkı eğer tepkisini tam olarak ortaya koymazsa bu ve buna benzer olaylar ile daha çok karşılaşacağız.
16.07.2009 tarihinde sitelerde yayınlanmıştır.

Son 400 yılın kısa ve öz değerlendirmesi

Dünya tek devlet tarafından yönetilir, o da İngiltere. Dünyanın jandarmalık görevi tek
Ülkenindir, o da Amerika. Dünyadaki Hıristiyan dinini koruma görevi Avrupa’ya verilmiştir. Dünyadaki Yahudi dinini korumalığını ise, başlı başına İsrail yapmaktadır.
Dünya’daki İslamiyet dininin tek kumandanı Mısır’dı. Yani İslamiyet Mısır eliyle bir koruma altındaydı. Ta ki o meşhur “Davos” zirvesine kadar. O tarihten sonra artık bu görevi Mısır’dan aldılar ve ülkemiz Türkiye’ye verdiler. İngilizler artık Dünya İslamiyet’ini Mısır eliyle kontrol edemiyorlardı. İngilizler bu görevi Mısır’dan alırken, tabi ki Amerika’ya sordular, Amerika, sen bilirsin dedi, tabi ki Avrupa’ya sordular, onlarda sen en iyisini bilirsin dediler, İsrail’e sorduklarında da hay hay neden olmasın dediler. Zaten Türkiye bizim dışımızda hareket edemez, Biz ne dersek onu yapıyor. Önlerine koyduğumuz her türlü anlaşmayı imzalıyorlar, e isterlerse bir imzalamasınlar. Yoksa her türlü teknolojik desteği keseriz ve Kürtlere saldıramazlar. Sonuç itibari ile tüm dünyanın isteği ile bu görev Mısır’dan alınıp laik olan Türkiye’ye verildi.
Tabi şimdi diyeceksiniz yahu sen ne diyorsun, senin dediklerin komplo teorisinin dışında hiçbir şey değil. Elbet bunları diyen olacak. Biraz tarih bilgisi olanlar, tarihten dersler çıkararak, benim bu dediklerime onay vereceklerdir.
İngilizlerin dünyada ki hâkimiyeti, yakın tarihe baktığımız zaman taa 1500’lü yıllardan bu güne geliyor. Yani dünyanın sahipliği görevini taa o zamandan beri çok başarılı bir şekilde yürütüyor. Yani Osmanlı’dan bu yana tüm planlarını hem dünyada hem de Ortadoğu’da sürdürmektedir.

bu yazım bütünüyle Mezopotamya, Ortadoğu üzerinde oynanan oyunları ve kutsal
toprakların sınırı içinde bulunan Kürdistan coğrafyasının parçalanma nedenlerini
kapsayacak bir yazı ve onun dışında, Türkiye eliyle İslamiyet’e bir şekil verilmesi
planları üzerine olacak.

     SÖMÜRGECİLERİN ÜLKELERİ VE HALKLARI ESİR ALMA TAKTİĞİ

Şimdi, İngilizler sömürgeleştirmek istediği ülkelere önce din adamları yollarlar. Yani sömürgeleştirmek istediği ülkelerin halkını önce din ile uyuturlar. Bu uyutma en az 30 yıldır. Bir ülkenin halkı eğer bir dine inanıyorsa, İngilizler o dine mensup papaz, hoca, vs.din adamlarını bölgeye yerleştirirler. O ülkede bunların rahat hareket etmesi için din adına her türlü okul, medrese, okuma salonları vs. açarlar ve planlarının ilkini başarmış olurlar.
Daha sonra halkı kandırmaları üzerine bir kişi seçilir ve bu kişi öyle bir psikolojiye sahiptir ki, öyle bir eğitimden geçmiştir ki, her türlü oyunu, tiyatro yu, sinemayı iyi oynayabilendir.
Sırası geldiğinde sahibine bile kan kusan bir halk kurtarıcısı olur çıkarlar. Sırası geldiğinde de el etek öperler. Bir defa o kandırılan halk o kişiye inanmıştır. Artık o kişi ne isterse onu yapacaktır. Bırakın ülkeyi, eğer o kişi müritlerine babanıza karşı çıkın der ise, o müritlerin yapmayacağı hiçbir şey yoktur.


Hem din vardır, hem de o kişinin iyi oyun oynaması sonucunda müritlerin bu oyuna düşmeleri vardır. Artık din tamamıyla sömürgeleşecek olan ülkenin gündemindedir. Ve bir sonuç olarak ortaya çıkmayacaktır elbette.
Bu oyunları oynamanın tek nedeni, istediği zaman o ülkeyi rahat bir şekilde kumanda ya basar gibi düğmeye bastığı an halkı hareketlendirme yoluna gidecek ve istediğini yaptıracaktır. Tabiri caiz ise ”istediği gibi at koşturacaktır”.
Din adına her türlü işi yapabilirler ama bir ideoloji adına yapamazlar, bir yerde mutlaka tıkanır. İdeoloji bilimsel sosyalizm ise bunu yapamayacaklarının farkında olacaklardır ki, her zaman sosyalizmi de kendi tekellerinde tutmayı amaçladılar.
Sovyet Rusya’daki reel sosyalizmi nasıl ellerinde tutup kapitalizmi vahşileştirmeyi başarmışlarsa, bilimsel sosyalizmin de önüne geçmişlerdir. Halkı düşüncesiz kılmışlardır.

Biraz tarih bilgisi olanlar, hemen açsınlar dünya tarihini ve İngilizlerin Osmanlı üzerinde ki uygulamış olduğu din oyunlarına bir baksınlar. Sadece yapacağınız, elinize alacağınız kitabı tarafsız okumak olacak. Çünkü tarafsız olduğunuz zaman ancak gerçekleri görürsünüz. Siz ancak özgür düşündüğünüz zaman bilimsel baktığınız zaman olaylara müdahale şansınız daha da artar. Aksi takdirde girmiş olduğunuz saplantılardan kurtulamaz ve bağlı olduğunuz o zincirlerinizden hiçbir zaman kurtulamazsınız.

Bu anlatılanları bir ders olarak aldığınız zaman belki de bunların içerisinden onlarca kitap konusu çıkacaktır. İyi bir okuma gözü size her şeyi tüm çıplaklığıyla anlatacaktır.

Gelelim üzerinde durduğum ve anlatmaya çalıştığım noktaya,

SÖMÜRGECİLERİN, KÜRTLERİ VE İSLAMİYETİ ILIMLILAŞTIRMA ve BUNUN SONUCUNDA PASİF DURUMA DÜŞÜRME PLANLARI

Şimdi İngilizlerin yapmak istediği iki can alıcı konu var.
Birincisi tüm İslam âlemini ilgilendiriyor, ikincisi ise bu güne kadar devletleşmesine izin verilmeyen her zaman parçalara ayrılan, diledikleri zaman yönetim verilen diledikleri zaman o bölgelerden sürülen mazlum Kürt halkını.

Birincisi Müslümanların farkında olmadığı, İslamiyet’i ellerinde tutma, İslamiyet’e yön verme, yeni bir şekil verme planı, yani biz Müslümanların o her zaman dediği, İncil, Zebur, Tevrat değiştirilmiş ve günümüze uyarlanmış ve kendi hayat şartlarına göre şekillendirilmiş bir kitaptır deriz ve her zaman onları kâfir ilan ederiz. Hatta daha da ileri giderek, kuranı kerime uymayan, kuranı kerimin ayetlerine uymayan ters olan bir şekliyle, onların hepsi cehennemliktir deriz. Ve aslında Bu yanlışlıkla biz kuranı günümüze uyarlamış sayılırız.

İşte incili günümüze uyarlayanlar şimdi de kuranı günümüze uyarlamanın peşindeler. Ve İslam’ın katı kuralları dedikleri şeyleri tamamıyla alt üst etmenin arayışı içerisindeler. İslam’ı ellerinde tutmanın kendileri için hayati öneme sahip olduğunu kavramış durumdalar ki, hemen dinlerin ilk geliştiği Ortadoğu bölgesine ve tüm zenginliklerin olduğu bir bölgeye el attılar.



İlk dinin çıkış yerinde Din’e bir şekil verme savaşına girdiler. Hem teknolojinin gelişmesi açısından hem, İslamiyet’i ellerinde bulundurmaları, hem de yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahip olma projesi ile yola başladılar.

Bunun tohumunu taa Osmanlı imparatorluğu sürecinde attılar. Çünkü kendi dinlerine şekil veren bir topluluk, yine kendi çıkarları için başka toplulukların dinine hayli hayli şekil verir. Ve bunun önünde kim durursa, bağladıkları ve jandarmalık görevi verdikleri ülkeleri hemen devreye koyup, o başkaldıran ve çıkarlarına ters düşen toplulukları hemen başlarını keser veya filizlenmelerine izin vermezler.
Çünkü bunlar kendilerine ihanet edip kendi dinlerini değiştirmişlerdir, nasıl olurda başka dinlere, hem de dünyanın hâkimi oldukları bir süreçte müdahale edip şekillendirmezler.

TÜRKİYE’YE ORTADOĞUNUN JANDARMALIK GÖREVİNİN VERİLMESİ VE BUNUN SONUCUNDA KÜRTLERİN VE İSLAMİYETİN PASİF DURUMA DÜŞÜRÜLMESİ

Şimdi her yeri anlamak mümkün ama bizim yaşadığımız ülkeye hem de laik dedikleri bir ülkeye bunu yaptırmaları ve bu görevi vermeleri biraz can alıcıdır. Can alıcı olmasının dışında bizim ülkenin coğrafi ve kozmopolit oluşu, yani ülke nüfusuna baktığımız zaman ülkede 72 halktan söz ediyorlar.

Yani bu 72 halkın da bir den fazla dine bağlı oldukları ortadaysa bu görevi vermelerinin nedeni ortaya çıkıyor. Türkiye Harita’sındaki komşulara baktığımız zaman ülkenin kuzeyi Rum, Yunan Hıristiyan. Kuzeydoğuya baktığımız zaman Ermeni Hıristiyan. Kuzey batıya baktığımız zaman yine Hıristiyan. Ve ülkenin yine kuzey doğusu İran, güneyi ve güneydoğusu Suriye ve Irak ve öbür komşulardan ilerlendiği zaman Avrupa kapısı açılıyor, bu tarafa geldiğimiz zaman ise Ortadoğu kapısı açılıyor.

Yani bir tarafa açılan kapı İslamiyet, diğer tarafa açılan kapı Hıristiyanlık ve arada kalan kısmı Yahudilik.

BİR TARAFI İSLAMİYETE, DİĞER TARAFI HIRİSTİYANLIĞA AÇILAN ÜLKENİN, MISIR’DAN ALDIĞI YENİ ROL

Ta ki “Davos” zirvesine kadar İslamiyet’in babası durumunda ve İngilizlerin istediği şekliyle yön verme konumunda olan Ülke Mısır’dı. Mısır o tarihten sonra bu görevinden düşürüldü. Çünkü bir tarafta İsrail ile yaptığı anlaşmalar, değer tarafta, tüm Müslüman olan devletlerin arasında ki sıkışmışlığı bu görevi daha fazla sürdürmesini engelliyordu.

Ve de İngilizlerin çıkarlarına ters düşecekti. Ondan dolayıdır ki, her iki kapıya da yön vermesi için Türkiye seçildi.
Zamanında bölgeye tamamen hâkim olan Osmanlı’ya verilen görev, şimdide Türkiye’ye verildi. Ve bunu ise günümüz tarihine bakarak inceleyebiliriz. Çok uzağa gitmeden ülkemizde bu görevi layıkıyla en güzel yapacak olan kişilere ve kişiliklere bakalım.





Geçmişte, iki görüş vardı, milli görüş geleneğinden gelenlerin ikiye ayrılması ve Said-i Kürdi’nin talebelerinin ikiye ayrılması. Bir taraf HZ. Muhammed’in Müslümanlığını
Devam ettirdiklerini söyleyen Erbakancılar, diğer taraf, İngilizlerin ve Amerika’nın her dediğini yapan ve boyun eğen Abdullah gül, Tayyip Erdoğan tarafı.
Bir taraf, Said-i Kürdi’nin Risaleyi Nur Külliyatları’nın arkasında gidenler, yani yine HZ. Muhammed’in Müslümanlığını devam ettirdiklerini söyleyenler, diğer taraf, Said-i Kürdi’nin kitaplarını Osmanlıcadan Türkçeye çevirirken, tahrifata uğratan ve her türlü yalanı dolanı içerisine katanlar, yani özet olarak bunların babası Fettullah Gülen Cemaati.

FETTULLAH GÜLEN CEMAATİ EŞİTTİR SÖMÜRGECİ-EMPERYALİST, SİYONİST CEMAAT

Şimdi Fettullah Gülen Cemaati ile Abdullah Gül ve Tayyip tarafına baktığımız zaman, ikisi de halk tabanı olarak büyük bir kitleye sahipler ve ikisinin de çıkarları ortak. İkisi de İngilizlere ve Amerikalılara hizmet ediyorlar. Yani İngilizlerin bölge üzerindeki çıkarlarının şimdiki temsilcisidirler. Birisi siyaset ile halkı kandırma yoluna giderken, bir diğeri ona zemin sunarak ideolojik anlamda halkı örgütlüyorlar. İkisinin de mantığı ve zihniyeti birbirinin aynıdır. Geçmişte de Fettullah’la işbirliği yapsınlar diye bu ülkeye Erbakan koalisyonu geldi, ama milli görüşçüler arasında bir ayrım olduğundan dolayı bu hiç başlamadan bitti.
İkisi çok farklı kutuplarda olduğu için bunu başaramadılar, yani bu plan aslında çok önceleri Türkiye’ye verilmişti ama Erbakan ile Fettullah anlaşamadığı için, bu görevi mecburiyetten dolayı ertelediler. Eğer birliktelikleri olsaydı, bugün Kürt ulusal mücadelesi bu konumda olmazdı ve çoktan biterdi.

SÖMÜRGECİLERİN UŞAĞI VE PLANLARININ UYGULAYICISI FETTULLAH GÜLEN CEMAATİ

Fettullah Gülen, zavallı halkı din ile kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirirken, Tayyip ve Abdullah ta, siyaset ile yine zavallı olan bu halkı aslında düşman oldukları bir zihniyete peşkeş çektiriyorlar. Ama bunun farkında değiller. Varsa da yoksa da, hoca efendi veya Tayyip baba, çünkü bir kere bu görev verilmişti onlara. Bir kere her türlü finansman la destekleniyorlar.
Halkı kandırmak ve biraz da din ile boyayarak bu zavallıları kendilerine bağlamasını iyi bildiler. Artık halk hazır duruma gelmiş görünüyor. Yani kıvamına geldi gibi görünüyor. Artık tarih sahnesinde Fettullah’ın da görevi başlayacak.

Ve bu görev ile Türkiye eliyle Müslümanlığı ellerinde tutacaklar.

Ben giriş olarak siz bilen veya bilmeyen zavallı veya uyanık halkıma bir uyarıda bulunmak istiyorum. Nasıl İncil değiştirilip günümüze uyarlanmışsa, Kuran-ı Kerim’de aynı şekilde değiştirilip günümüze uyarlanacaktır. Bunu da Türkiye’de Tayyip ve ekibi ile Fettullah Gülen Cemaati yapacaktır. Tarih bile verebilirim size, benim tahmin ettiğim tarih,2025 yılıdır. Müslümanlık ile körü körüne Fettullah ve Tayyip’e bağlanan zavallılar bilsinler ki,2025 yılı İslamiyet açısından bir duraklama olacaktır. Bunu okuyanlardan ricam bu politikaları o zavallılara anlatmanızdır.

SÖMÜRGECİLERE UŞAKLIK EDENLERİN GÖREVİ, BİR TARAFTAN HALKI DİN YOLUYLA ÖRGÜTLEMEK, DİĞER TARAFTAN SİYASİ YÖNDEN BİLİNÇLENDİRMEK, BU GÖREV FETTULAH GÜLEN, ABDULLAH GÜL VE TAYYİP’E VERİLMİŞTİR.

Hem İngiltere’nin Mezopotamya ve Kürdistan coğrafyasındaki çıkarları hem de İslamiyet’e bir yön vermek için, Fettullah ve Tayyip çetesi iş başına getirilmiştir.

Şimdi gelelim İngilizlerin Kürtleri nasıl ve neden parçalara böldüğüne.
İngilizler ilk bölge çıkarları zedelenmesin diye, yine kendi elinde olan Osmanlı’ya bir müdahalede bulunmuştur. Bu müdahalenin amacı bellidir. Çünkü Osmanlı artık içine yerleştirilen ajanlarla baş edememiştir. Ve parçalanmanın eşiğine gelmiştir. E bu da İngilizlerin hoşuna gitmeyecektir. Ya kendisinin onayı olmadan paramparça olacaktır, ya da kendi çıkarları bozulmasın diye bir 300 yıl daha iki parça halinde bölgeye hükmedecektir.
Hem Osmanlının hâkimiyetinde ki topraklar hem de şimdi Türkiye ve Mezopotamya’nın üzerinde bulunduğu topraklar İngilizlerin iştahını kabartmaktadır. Ondan dolayı da iştah kabartan toprakların asıl sahipleri üzerinden planlarını uygulamaya geçirmiştir. Artık asıl savaş Kürtlerle başlamıştır.

SÖMÜRGECİLERİN PLANLARI ÇERÇEVESİNDE KÜRTLERİN KURBANLIK KOYUN OLMASI
Yıl 1639 İngilizler Osmanlı topraklarını ikiye bölmüşlerdir. İkiye bölünen yer tam olarak Kürdistan coğrafyasıdır. Yani Kürt halkı bu tarihten sonra parçalanma sürecine girmiştir. Bir taraf bugün ki İran’da kalmıştır, diğer taraf ise Osmanlıda. Ellerinde bulunan özerk yapıları lağvedilmiştir. Ellerinde bulunan haklarının alındığı yetmezmiş gibi, asimilasyon ve Jenosit ve yok sayma, taa o tarihlerden günümüze gelmiştir.
Kürtler bunu içlerine sindiremeyip, tarih kayıtlarında yer almayan isyanlar çıkarmışlardır.
Ta ki kendilerine gelene kadar, tarih 1700’lerin ortaları, Kürtler tekrardan Mirlik, Beylik ve bölgesel yönetim ile kendilerini idame ettiriyorlarken, tam da uyanmışlarken, bir parçası Osmanlı tarafında kalan kısmına yönelik ikinci bir kez İngilizlerin Osmanlı’ya dayatmasıyla görevleri ellerinden alınmıştır. Her türlü hakları yok sayılmış ve köleleştirme yoluna kadar gitmişlerdir. Asimilasyon, sürgün, katliam, her türlü yok etme aracı devreye girmiştir.
Zaten 1806’lardan 1889’lara kadar 20 ye yakın isyan gelişmiştir. Bu isyanlarla Kürtler her türlü yıldırma politikalarına maruz kalmışlardır. Tarihlerinde de savaşçı olan bir halk tüm tarih kitaplarında da adı savaşan halk, savaşçı halk, dağın halkı, diye geçen Kürtler, kendilerine yakışacak şekilde isyanlarıyla, egemenlere daha ölmedik diyebilmişlerdir.
  
SÖMÜRGECİLER HİÇBİR ZAMAN KÜRTLERİN UYANIŞINA İZİN VERMEZLER
Hem dünyanın hem de İngiltere’nin gözü bu bölgededir. Tarih 1900’lere yaklaşırken Kürtler Osmanlı’nın elinde yaşantılarına Osmanlı’nın görevlendirdikleri padişahlar tarafından yönetilip devam ettirdiler. Ve hiçbir şekilde Kürtlük adına bir şey düşünmemeleri için, taa o dönemlerde bile Kürtleri “Kadiri Tarikatı”na yönlendirmeye çalıştılar.
Yani ulusal bilincin gelişmemesi için, Kürtlerin kutsal saydıkları ve öbür halklara göre daha inançlı yaşadıkları dini, onlara karşı kullandılar. Siz Müslümansınız, sizin şunla bunla orayla burayla, şu düşünceyle bu düşünceyle bir işiniz olmaz dediler ve Kürtleri din ile bağlamaya çalıştılar. Ve büyük oranda da planlarını yürüttüler.

ATATÜRK’ÜN, KÜRTLERİ KURTULUŞ SAVAŞINA DAHİL ETMEK İÇİN PLANLADIĞI OYUNLAR
1.Dünya savaşının çıkmasıyla birlikte,tekrar kendilerine gelmeye çalışan Kürt halkı,1639 yılındaki felaketten daha büyük bir felakete maruz kalacaklarını bilmemişlerdir ki, ondan dolayı Atatürk ün sizlere de hak vereceğiz, sizi bu baskılardan kurtaracağız kendi kendinizi yöneteceksiniz demesine karşılık Kürtler canla başla hem din bağıyla bağlı olan hem de 1000 yıldır kardeş gibi yaşayan Türk halkına yardım etmiştir. Ve kurtuluş savaşını beraberce kazanmışlardır.
Nerden bileceklerdi ki bu savaşın sonucunda, bunca emeklerinin sonucunda, Kürdistan coğrafyası 5 e bölünecek. Bilseler di acaba bir halk kendi coğrafyasını hem de binlerce yıldır yaşadıkları toprakları başkalarına peşkeş çeker miydiler? 
Yıl 1923 ve Kürdistan coğrafyası 5 parçaya bölünüyor. Kürtler bir kez daha tarih sahnesinde silinmeye çalışılıyor. Hem de bu sefer 2 devletle değil, hem 5 devlet hem de Lozan’a katılan devletlerle uğraşmak zorunda kalacak. Hiç bir şekilde görülmemiştir ki bir halk bu kadar devlete karşı hala dimdik ayaktadır ve dillerini kültürlerini tarihlerini unutmamıştır. Bu kadar zulme bu kadar bölünmüşlük ile parçalanmışlığa rağmen varlar ve onurlarıyla bugün bile ayaktalar.
Şimdi Kürtler nasıl bu oyuna düştüler kısaca onu anlatayım:
Kurtuluş savaşı başlamadan önce Atatürk tek tek tüm Kürt beylerinin, şeylerinin rızasını almak ve onları savaşa katmak için kimilerini ayağına çağırarak kimilerinin de direkt yanına giderek onlarla konuştu ve her türlü hakkınızı vereceğiz diyerek onları bu savaşa dâhil etti.
E o zaman da Kürtlerin bunu kabul etmelerinden başka bir çareleri yoktu. Çünkü ne devlettiler ne de bir sahipleri vardı. Savaşa girildikten sonra, Kürtleri tam anlamıyla kendilerine bağlamak adıyla ve kandırmak adına bir adım attılar ve 1921 anayasasıyla, muhalif olan Kürtleri de mücadelenin içerisine çektiler.
Çünkü 1921 anayasası Kürtlere birçok hak veriyordu ve bu savaş için, bu kandırmalar için bu şarttı. Kürtler bu anayasayla biraz oh diyip kendilerinin sayıldıklarını zannettiler. Ta ki savaş bitene ve Lozan anlaşması olana dek.
Lozan Kürtlerin tüm hayallerini suya düşürdü.Provakasyonun dışında Kürtlerin muhalif olan kesimi tekrar harekete geçti ve isyanlara başladılar.
  
ATATÜRK’ÜN ULUSAL BİLİNCE SAHİP KÜRTLERİ OYALAMA TAKTİKLERİ
Bu arada bunu fark eden Atatürk tekrar Kürtlerle görüşmelere başladı ve onlara 1921 anayasasında haklarınızı güvenceye aldık, siz merak etmeyin, biz kendi aramızda bu sorunu halledeceğiz dedi.
Ve Kürtler kısa zaman da olsa buna boyun eğdiler.
Fakat ulusal bilince sahip Kürtler bunun bu haliyle sonlanmayacağını ve daha büyük tehlikelerin kapıda olduğunu biliyorlardı. Nitekim olan da oldu, cumhuriyet 1923’te kuruldu ve Kürtlük namına tek bir söz bile söylenmedi. Atatürk’ün Kürtlere vermiş olduğu tek bir söz bile cumhuriyet ilanında dile getirilmedi.
Aksine Kürt diye bir şey olmadığını, bu ülkenin tek bayrağı, tek dili ve tek ırkı olduğunu söyledi. Ve Kürtler bir kez daha hayal kırıklığıyla köşelerine çekildiler. Dahası 1921 anayasası ile Kürtlere verilen haklar 1924 anayasasıyla ellerinden alındı. Tamamen bir paçavra kâğıdı gibi bir köşeye itildiler.

KÜRTLER İSTEYEREK GİRMİŞ OLDUKLARI SAVAŞIN DİYETİNİ ÇOK AĞIR ÖDEDİLER
Ama bu böyle sürmeyecekti. Kürtler günümüze gelene kadar, birçok isyanlarda bulundular ve bu isyanların sonucunda “Dersim isyanı” nda binlerce Kürt en ağır ölümlere reva görüldü. Munzur deresi adeta kan dersine dönüştü. Her türlü vahşi ölüm tekniği bu dönemde Kürtlere yaşatıldı.
Aslında Hitler faşizmi bile, Türkiye’den ders alarak, katliamlarını geliştirdi.
Her bir parçadaki Kürt artık, hem Türk, hem Fars, hem, Arap hem de Ermeni’ydi. Artık Kürt diye bir şeyin olmadığı her devlet tarafından kendi halklarına anlatıldı. O yetmezmiş gibi her devlet kendi ülkesindeki Kürtlere, işte sen benim dağlı Türkümsün, sen benim dağlı Arap’ım, Ermenim, Farsımsın dediler ve bu yalanlara bizleri bile inandırmaya çalıştılar.
Ve Kürtler bu halklarla birlikte eşit olmayan hayat şartlarıyla yaşamak zorunda bırakıldılar. Hem de kendi coğrafyalarında bunlar oldu. Sahibi oldukları coğrafyanın birer köleleri durumuna geldiler. En kötüsü tarihlerinin başka halklar tarafından yazılması oldu. Ve ellerinde hiçbir hakları yokken yaşam savaşı verdiler.
Bunca zulümden bunca katliamlardan geçen halk,30 a yakın isyandan çıkan halk, biraz daha ulusal bilince sahip oldu. Bu 1970’lere kadar bu şekilde gitti.1968’lerde Türkiye’de bir sol hareketi gelişti. Dünya sol hareketinin yankıları Türkiye’de de ses buldu ve çatışmalar tamamıyla, solcular, demokratlar ve Kürtler ile Türkiye cumhuriyeti arasında oldu.
Yani denildiği gibi, sağ sol kavgası yoktu. O sağ sol kavgaları denilen olaylarda, tek bir taraf vardı, o da sosyalistler. Hem devlet, hem sağcılar, hem de İslamcılar bir olup sosyalistlere karşı, savaş yürüttüler. Tabi bu olaylar sonrasında, hem İslamcılardan hem de sağcılardan, göstermelik olarak birkaç kişi cezaevlerine atıldı.
  
GELİŞEN SOL HAREKET İÇERİSİNDE KÜRTLERİN DÜŞÜNMELERİNE İZİN VERMEDİLER
Bu 1968’ler ile başlayan ve 1980 ile sona eren sağ sol denilen çatışmaların arasında, Kürtler kendilerine bir yol çizmişlerdi. Kendi küllerinde doğan tek bir halk vardır o da Kürt halkıdır. Yavaş yavaş hem ulusal bilince kavuşan halk, birde sosyalizm ile birleştiği an müthiş bir örgütlülük ve örgütte bağ kaçınılmaz oldu.
Yani Kürdün Müslüman’ından korkmazlar, ama Kürdün sosyalist ve komünistinden çok korkarlar.
Çünkü tek başına sınıfsal mücadele ne bir halkı nede genel olarak bir toplumu başarıya götürmez. Ancak, hem sınıfsal, hem ulusal olduğu zaman işte o zaman korkulması geren bir mücadele karşısında bulur kendilerini egemen güçler.
Ondan dolayıdır ki, ulusal bilince sahip Kürtleri bu sağ sol kavga içerisinde kendi kimliklerine sarılmaları için izin vermeyeceklerdi. Ve de vermediler.
Bu ülkenin bir mantığı var, eğer bu ülkeye komünizm gelecekse, onu biz getiririz, yine bu ülkeye İslamiyet gelecekse onu da biz getiririz in mantığı içerisindeler.
Bunun sonucunda Kürtlerin kendi başına hareket etmesini engellemek adına, Kürtlere ille bir örgütlülük yaratmak istiyorlarsa, E o zaman, bu örgütlülük içerisine istihbarat ajanları koymak gerekirdi diye düşünüyorlardı. Ve egemen sistem o dönemlerde kurulan tüm Kürt derneklerinin başına ve ya örgütlülüğü sağlayan biriminin yani söz söyleme gücünü, kendi ajanlarına verdi.
Ve böylece sosyalizm ile gelişen bir bilinci, kendi öz ulusal bilinçleriyle kuvvetlendirmelerine izin vermediler.
Aynı İngilizlerin Osmanlıyı idare ettiği gibi burada da yine İngilizler eliyle Türkiye o dernekleri idare edecek ve kendi istediği gibi yön verecekti. Ki kısmen de öyle oldu. Yani Kürtlerin başına bela olan İngilizler, taa 1639 yılından bu yana nasıl Kürtlerin birlik olmasına engel olmuşlarsa 1980’lere kadar da aynı yöntem ile engellemeye çalıştılar.
O zaman da İngilizler başka devletleri kullanarak Osmanlıyı ellerinin altına aldılar. Şimdide yine başka devletleri kullanarak Türkiye’yi esir almaya çalışıyorlar.

TÜRKİYENİN BAĞIMSIZLIĞI SADECE BİR BUÇUK YILDIR, ATATÜRK SADECE BİR BUÇUK YIL TÜRKLERİ VE TÜRKİYEYİ BAĞIMSIZ KILMIŞTIR
Tabi bu esir alma süreci 1925 yılından beri süregelen bir şeydir. Türkiye cumhuriyeti sadece 1,5 yıl bağımsızlığını koruyabilmiştir. Ancak 1925 yılından sonra tamamen bu İngilizlerin eline geçmiştir. Her türlü anlaşmalarla Türkiye’nin bağımsızlığı elinden alınmıştır.
Kürtler kendi başlarına hiçbir zaman bırakılmamıştır. Hele hele böylesi bir süreçte, yani sosyalizm ve ulusal bilincin beraber işlenmesi durumunda, artık Kürtlerle hiçbir devletin baş edemeyeceğini anlamış olacaklardı ki, hep bilindik tarzlarıyla bunu bertaraf etme yoluna girdiler veya etmeye çalıştılar.
Bazen kemikleşmiş insanlar deriz. İşte bu kemikleşmişlik özgür insan tipinden dolayıdır. Bir insan özgür olduğu zaman ancak halkını özgürleştirebilir. O örgütün veya derneğin başındaki insanlar özgür değillerse hiçbir şekilde halkım dediği insanları özgür kılamazlar. 
Ondan dolayıdır ki, Atatürk kendisi özgür olamadığı için Türk halkını da özgür kılamamıştır. Ve halen Türk halkı esir durumdadır. Bu esaretin bitmesi de imkânsızdır. O zaman da aynı yapıyı Kürtler üzerinde uygulamaya soktular. İçlerine yerleştirilen ajan ve işbirlikçilerden dolayı o dönemlerdeki Kürt hareketi ancak ve ancak egemenlerin yönlendirmeleriyle yapmış olduğu şeylerin dışında kendi öz güçlerine dayanarak bir arpa tanesi kadar yol alamamışlardır.

1980 DARBESİ, TAMAMEN GELİŞEN VE UYANIŞA GEÇEN KÜRT ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİN ELEMANLARINA VE DİREKT OLARAK KÜRTLERE KARŞI YAPILDI
Hiç kimse 1980 darbesinin kimlere karşı yapıldığının bilincinde değildir.1980 darbesi tamamıyla gelişen Kürt Ulusal Mücadelesine karşı yapılan Amerika destekli bir darbedir.
Tamamıyla dünya görüşü sol, sosyalist ve ulusal bilince sahip uyanan Kürt halkının direncini kırmaya yönelik bir darbedir. Dediğim gibi, Kürdün, Müslüman’ından korkmazlar, ama Kürdün, hem sosyalist hem de ulusal bilinç ile çelikleşmiş halinden çok korkarlar.
Kürtler bu darbe ile o uyanmışlıklarını o her şeyin farkında olmuşluklarının diyetini çok ağır bedeller vererek aldılar. Bilimsel sosyalizmin ve Ulasal bilincin kök saldığı özgürlük mücadelesi yürütücüsü ve savunucusunun her bireyinde, aynı ahlak ve kararlılıkla kendilerini davalarına adayarak mücadelelerini zaferle taçlandırmaları kaçınılmaz olacaktı. Ancak bu müdahale olmasa idi mutlak kaçınılmaz bir sonuç olabilirdi.
Sömürgecilerin bir başka planları ve ahlak sınırlarını aşacak düzeydeki uygulamalarından bir tanesi de bir örgütün başındaki önder durumunda olan kişiyi kadın ile esir almaktı. Sömürgeciler, önce düşmanlarını var güçleriyle etkisizleştirmek için vururlar.

SÖMÜRGECİLER DÜŞMANLARINI AHLAK SINIRLARINI ZORLAYACAK BİR BİÇİMLE VURMAYI HEDEFLEMİŞLERDİR
Önce askeri olarak bir vuruş şekli vardır. Daha sonra eğer baş edemezler ise, o mücadeleyi yürüten öndere bir kadın gönderirler ve o kadına âşık olmasını sağlarlar. Cinsel olarak o önderi esir almaya çalışırlar. Tarihe de bakıldığı zaman her mücadele sahibine bir kadın göndermişlerdir. Ve bu şekilde gelişen karşı duruşu engellemiş ve bertaraf ederek o surunu bitirmişlerdir.
Geçmişteki, direnişlere baktığımız zaman birçok mücadelenin sonucu tamamen o önder konumdaki kişinin zaafları ile bağlantılı olarak sonuçsuz ve yenilgili olarak sonlanmıştır. Ama egemenlerin burada yanıldıkları nokta şudur, sömürgeciler taktiklerini en güzel şekliyle oynarlar. Fakat her zaman bu taktikleri tutmayabilir.
Gelişen Kürt özgürlük mücadelesinin içerisine de aynı mantıklarla kadın, para, şöhret, ün, unvan gibi aletler yerleştirdiler. Ama bu gelişen mücadelede yerini bulamadı. Ve bu düşünce ilk girdiği andan beri tavsiye oldu.
Çünkü artık Kürtler eski Kürt değildi. Hem bilimsel sosyalizm hem de ulusal bilince sahip kemikleşmiş bir güç vardı. Ve öyle bir güç ki, kendisi özgür olan bir güç. Özgürlüğü ilk kendisinde başlatan tamamen bağımsız olan bir güç. O güç önce kendisini özgürleştirdi, daha sonra halkını özgürleştirmenin yoluna girdi.

HANGİ SAVAŞ ALETİYLE SALDIRI OLURSA OLSUN, İSTERSE EN AĞIR İŞKENCE YÖNTEMLERİYLE OLSUN, HİÇ BİR ZAMAN ÖZGÜR BİR BİREY MÜCADELESİNİ BIRAKMAZ, ÖZGÜR İNSAN, ZAFERİ ÇOKTAN KAZANMIŞ İNSANDIR
Yine sömürgeci emperyalistlerin şu hususu gözden kaçırdıkları kanısındayım;
“özgürlüğü yaşamak için mücadele eden yılmaz savaşçılar, günün koşullarına göre taktiksel dönüşümlerle düşmanlarını alt etmeye çalışırlar. Bu dönüşümler, önemli oranda, kişiliklerindeki değişimi anlama yönündedir. Hangi koşulda olurlarsa olsunlar, ister dağda, ister ovada, ister özgürlük bahçesinde, ister zulüm zindanlarında mutlaka ve mutlaka kendilerindeki değişimleri görerek mücadelelerine bu doğrultuda yön verirler,”Değişimleri Zihinsel Olarak Başaramayan, Hiçbir Zaman Kendini Özgür Kılamaz. Ve Mücadelelere Karanlıktan Başka bir Seçenek Bırakmaz”.Tarihte görülmemiştir ki, davasına bağlı bir savaşçıyı herhangi bir şeyle esir alasın. Ne servet, ne şöhret, nede kadın, hangisini koyarsan koy önüne, o yinede özgürlük ha özgürlük diyecek. Gelirse servet, şereflice gelecek, gelirse şöhret onurlu gelecek, gelirse aşklar saygılı olacak. Hiç bir devrimciye aşk uzak değildir. Devrimcinin aşk tarifi de farklıdır. Ama önce onur dedikleri yüce davaları gelir. Gerisi Teferruattır.
İşte bundan dolayı, sömürgeciler Kürtlere karşı uyguladıkları, ilk oyun olan askeri saldırının başarısızlığı ve ikinci oyunları olan kadın la Mücadele önderini esir alma girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlandığını görünce, artık süreci bu anlamda kaybettiklerini anlamışlardır.

ULUSAL BİLİNÇ İLE BİLEYLENEN BEYİN, BİLİMSEL SOSYALİZM İLE BİRLEŞİNCE ZAFER KAÇINILMAZ OLUR
Artık Kürtler her türlü zorluk karşısında ilerleyerek, sosyalizm ve ulusal bilinç ile çelikleşmeye ve mücadele sonucunu zaferle taçlandırmaya doğru yol almaktadır.
Kürt halkının özgürleşmesi demek, İngilizlerin bölge üzerinde uygulayacağı planların tamamıyla suya düşmesi demektir. Bu neden den dolayı her türlü sindirme, asimilasyon, din, kaos, ihanet, ajan yapılandırması içerisine girerek mücadeleye bu şekilde darbe vurma peşine girdiler.
Önce tüm mücadele elemanlarını tek tek hapislere attılar ve burada her türlü vahşi ve şeytani yöntem kullanarak, bunlara çözülmeyi ve ihaneti dayattılar. Çözülme ve ihanet kemikleşen bireylerde olmayınca, bunların arasına zaten önce ihanet içerisinde olan ajan faaliyet yürütmek adına işbirlikçiler gönderdiler. Ve bunlara karşı mücadele elemanları çok güçlü düzeyde karşılık verip bunların bu ihanetini bu haliyle bertaraf etiler.
Ve birçokları da bu onursuzluğu kendilerine reva görenleri protesto ve onurlarını korumak adına fedai eylemler içerisine girip, kendilerini özgürlüklerine adadılar ve özgürleştiler.
Özgürlük mücadelesinin cezaevi ayağını çökerttiklerinin sanan egemenler, bu sorunu da böylece bitirdiklerini sandılar ve dışarıda örgütlenen bir silahlı güçten habersiz bir şekilde zafer çığlıkları atmaya başladılar.
Çok geç fark etmelerine rağmen, hemen dağa ajan gönderdiler ve daha açığa çıkmayan, birçok komutan ve gerillayı kendi yöntemleri ile etkisiz hale getirdiler. Sürecin yavaş yavaş özgürlük mücadelesinin lehine sonuçlandığını gören egemenler, azgın bir ayı misali halka saldırmaya başladılar.
Ve yaklaşık 50 bine yakın insanı, tarih sahnesinden sildiler, katlettiler. Her türlü katliamı Halepçe gibi örneklerle Kürtlere reva gördüler.

İLKEL MİLLİYETÇİLİK İLE ULUSAL BİLİNCİ VURMA HEDEFLERİ
Süreç öyle bir Kürt halkının çıkarlarına doğru çevriliyordu ki, tam da o zamanda aynı 1970’lerde olduğu gibi bir yapı ortaya koydular. Ulusal bilince sahip Kürtlere oynadıkları ajan faaliyet oyununu şimdide, gelişen ilerleyen Kürt özgürlük mücadelesine karşı yaptılar. Ve 1990’ların başında kukla bir Kürt yapısı, başka bir devlette ortaya koydular. Tamamen kendi ellerinin altında, tamamen kendilerine bağlı bir devletçik yaratmanın ve bununla mücadelenin önüne çıkmaya çalıştılar.
Yine aynı Osmanlı yönetimini yönettikleri gibi yarattıkları bu küçük devletçiği de yönetmeye başladılar. Ve gelecekte, işte bak Kürt halkının gerçek savunucuları bunlardır, görüşülse görüşülse bunlarla görüşülür sizler terörist siniz diyeceklerdi. Ve nitekim de öyle oldu.
Yaklaşık 16 yıldır tek taraflı olarak yapılan ateşkesler her zaman sabote edildi. Kürt özgürlük mücadelesinin içerisindeki ajan örgütlenmeyi kullanarak bir plan dâhilinde ilk ateşkesi sabote ettikleri gibi şimdi de Ergenekon’la gün yüzüne çıkan birçok olayı o zaman ateşkesleri sabote etmek için yaptıkları ortaya çıktı.
Özgürlük mücadelesinde komutan düzeyindeki, kişileri kendi planları dâhilinde oyun oynayarak esir aldılar. Tabi bunlar özgürleşmemiş insanlardı. Özgürlüğünü kazanmış kişilikleri asla hiçbir şekilde teslim alamazlardı.

FETTULLAH GÜLEN CEMAATİ’Nİ ANLAMAK VE ÇÖZÜMLEMEK, HEM EMPERYALİSTLERİN PLANLARINI SUYA DÜŞÜRMEKTİR, HEMDE ÖZGÜRLÜĞÜ YAKALAMAK DEMEKTİR
Bu arada 1980 darbesiyle Fettullah Gülen Cemaati tohumu attılar toprağa.
Din adına her türlü destek sunularak, medreseler, okuma salonları, imam hatipler ülkenin her karışına açıldı. Ve örgütlü bir şekil vermek için gizli bir önder yani ideolojik olarak bir önder seçtiler.
Bunu da tarikat üzerinden cemaat üzerinden şekillendirdiler. Diyanet işleri başkanlığı ile yapamadıklarını bu yolla yapmak istediler ve kısa bir zamanda çok büyük bir halk kitlesine sahip oldular. Medreselerde, okuma salonlarında siyasetçi yetiştirdiler ve bu siyasetçileri Amerikalara İngilterelere gönderip eğitim verdiler.
Gelişen Kürt özgürlük mücadelesinin önüne çıkartmak için gün belirlediler. Mücadelenin ilk çıkışından bu yana hep, Kürt özgürlük mücadelesinin bir komünist örgütlenme olduğunu ve ülkemizde din adına hiçbir şey bırakmayacaklarını söylediler. Bu söylemleri büyük oranda tuttu, çünkü yeni gelişen bir hareketti ve halkın büyük bir çoğunluğu henüz ulusal bilince kavuşmamıştı.
Yani halk mazlum olduğunun farkında bile değildi.
Devlet destekli her türlü din oyununu bu halkın üzerinde gerçekleştirdiler. Ve %90 ı Müslüman olan bir halkı da ancak bu şekilde uyutabilirlerdi. O halkın bilmediği bir bilinci iyi kullandılar ve halka din yönünde egemen oldular.
Nasıl şimdi kredilerle tüm halkı esir almışlarsa, aynı şekliyle halkın din duygularıyla oynayarak insanları esir aldılar.
Çünkü “Mazlum Olan Bir Halkın Dini’nin Sorulmadığı Gibi, Olmayacağını da Bu Halk Bilemedi. Özgür olmayan hiçbir birey Müslümanlığı tam anlamıyla yaşayamaz. Çünkü o özgür değildir. Onun beyni mühürlenmiştir. Özgür olmayan kimsenin Müslümanlığı kendisine fayda getirmez.
Bu arada sömürgecilerin planları din yönünde iyiden iyiye başarılı bir şekilde sürüyordu. Hem Kürt halkının hem de ülkede yaşayan Türk halkını bu şekilde büyük oranda esir almayı başardılar. Hem Fettullah Gülen Cemaati ile hem de başka başka cemaatlerle halkları uyuttular. Ve hiçbir şey düşünmelerine izin vermediler.

İSLAMİYETİ, YİNE MÜSLÜMANMIŞ GİBİ GÖRÜNEN FETTULLAH GÜLEN CEMAATİ ELİYLE ILIMLILAŞTIRIP, TÖRPÜLÜYECEKLER
Şimdi burada çok can alıcı bir durum da var, ne Kürt halkı ne bölge halkı ne Ortadoğu ve nede tüm İslam âlemi, yakında ortaya çıkacak bir tehlikenin farkında bile değiller. Bu öyle bir tehlike ki, İslamiyet adına hiçbir şey bırakmayacaklar ortada ve bunu Türkiye eliyle yapacaklar.
Şimdi biz tekrar konumuza devam edelim,
Halkın büyük bir kesimini din yoluyla esir aldılar ve siyasetlerinin içerisine dâhil ettiler. Artık bölgede, seçimlerde bile halkın karşısına direkt devleti koyup, dine eğilim yapmaları yönünde baskı uyguladılar.
İngilizler Kürtlerin birleşmemesi için ellerinden gelen tüm olanakları kullanıyor ve var olan Kürt mücadelesinin önünü şimdi din ile kesmek istiyorlar.
Son seçimlere baktığımız zaman bölgemizde Kürt halkının desteklediği parti olan DTP çok büyük bir başarı elde etmiştir. Neredeyse bölgede DTP’li olmayan belediye bırakmamıştır.

ŞİMDİKİ HALİYLE HEM KÜRTLERİN HEMDE İSLAMİYETİN DÜŞMANI, FETTULLAH GÜLEN CEMAATİ VE AKP’DİR
Her türlü oyun ve planları devreye koymalarına rağmen başarı Kürt halkının olmuştur. Seçimlerde bölgemizde sadece AKP ve DTP karşı karşıya gelmiştir, başka bir tek bile partinin adı geçmemiştir. Tabi buna AKP dersek tamamıyla doğru bir yaklaşım olmaz.
Bir tarafta özgürlüğünü kazanmaya çalışan mazlum Kürt halkı, diğer tarafta el birliğiyle Kürtlerin kuyusunu kazan devletler. Tüm dünya Kürtlere karşı AKP’yi destekledi, ama sonuç alamadılar.
Şimdi, seçimler öncesi tüm dünya PKK’nin tavsiyesini konuşuyordu.
Herkes ağzını açmış seçim sonucunu bekliyordu. PKK’nin tavsiyesine nerden başlayacaklarını kestiremiyorlardı. Eğer DTP seçimleri kaybetseydi, PKK’ye karşı tek askeri olarak müdahale edeceklerdi. Çünkü hem DTP hem de PKK halk tabanlarının aynı olduğunu her fırsatta dile getiriyor zaten.
DTP seçimlerden başarılı çıktı ve askeri seçenek kısa bir zaman da olsa rafa kaldırıldı. Yani yoğun bir askeri seçeneği devreye koymadılar. Çünkü ilk yapılması gereken, halk tabanını örgütleyen ve uyandıran kesimleri ve kişileri tavsiye etmekti. Bu tasfiye süreci hemen seçim ertesinde çok hızlı bir şekilde devreye girdi ve DTP’nin tüm üyeleri tüm çalışanlarına karşı bir büyük operasyon geliştirildi.
Tamamıyla halk ile desteğini koparma girişimiyle yapılan bir operasyon dur bu. Şimdiye kadar 500 e yakın kişi cezaevlerine atılmış ve bir o kadar da sorgulanma aşamasında ve baskın yapılma aşamasındadır.

KÜRT ULUSAL MÜCADELESİNİ TÜMDEN YOK ETME GİRİŞİMLERİ
Bununla beraber iradeyi kırmaya dönük olarak, gerilla güçlerine bir operasyon geliştirildi. Ve her geçen gün daha da büyüyerek devam eden bir operasyonlar zinciri oldu. Tabi bunu bu haliyle kabul etmenin tamamen saflık olduğunu belirtmek istiyorum. Seçimler öncesi PKK tarafından bir çatışmasızlık ortamı sağlandı. Ve seçimler sürecince hiçbir şekilde eylem yapmayacaklarını duyurdular.
DTP’nin seçimlerden zaferle çıkmasını da değerlendirmek için barışa zemin sunacağı düşüncesiyle bu çatışmasızlık ortamına bir tarih koydular ve 1 Haziran 2009 a kadar bu süreyi uzatıp, yine gelinen tarihte,15 temmuz a kadar tekrar bir uzatma kararı aldılar. Her türlü provokasyona açık bir durum yaratıldı. Egemenler her türlü ortamı bozmak için eylemlerde ve kışkırtmalarda bulundular. Ve bu aynen devam etmektedir.
Bir taraftan Kürt konferansı yapmak için toplantılar düzenlenmekte diğer taraftan yine Kürt olan PKK’yi konferansa davet etmeme içerisindeler. Kürt halkının tek temsilcisi Barzani Talabani ve ne yazık ki Fettullah Gülen’dir, diyerek tüm dünyaya Kürt sorununun çözülmesi için bu kişilerle görüşmeler olacak diyorlar.
Bir taraftan DTP ye düzenlenen baskınlar sonucu yöneticilerin hapislere gönderilmesi, diğer taraftan PKK’ye askeri müdahale ile operasyon yapılması ve bunu da kendi halklarına Fettullah eliyle yayın organları eliyle meşru gibi göstermesi var.
Son günlerde medyada çıkan karalama haberlerinin tüm hazırlayıcıları Fettullah Gülen Cemaati yayın organlarıdır.

KÜRTLERİN SON OTUZ BEŞ YILDIR ELDE ETTİĞİ KAZANIMLARI, SÖMÜRGECİLERİN SEÇTİĞİ MUHATAPLARLA YOK ETME GİRİŞİMLERİ
Bunlar bu gücü ve bu desteği ancak ve ancak İngiltere ve Amerika’dan icazet aldıktan sonra yaptılar. Hem siyasal, hem askeri hem de dini kullanarak bir bastırma girişiminde bulunuyorlar.
Kürt ulusal mücadelesini her türlü etkisizleştirmek için türlü türlü yöntemler kullanarak pasifize etmeye çalışıyorlar.400 yıldır Kürtler üzerinde oynanan oyunlar bir bir teşhir ediliyor. Artık Kürt ulusal mücadelesinin önüne engel çıkartıp kendi çıkarlarını tehlikeye atmaktan çekinen İngiltere, yeni yeni planlar devreye koyarak emellerine ulaşmanın yollarını arıyor.
Şimdi günümüzde İngiltere’nin hem bölge üzerindeki hem de hem Kürt halkı üzerindeki, hem de genel anlamda İslam âlemi üzerindeki planının uygulayıcılarını devreye koyma zamanı geldi.
İngiltere’nin politikalarına bire bir uyan Amerikancı-Siyonist beslemesi Fettullah Gülen Cemaati ve onun medyası son günlerde, Kürt ulusal mücadelesinin yanında olan ve ona destek sunan kişileri ve kurumları karalayıcı bir propaganda içerisine girdiler. Bunlar tek elden yapılıyor, yani bunlara bu ortamı yaratan tamamıyla, başta, İngiltere, Amerika Avrupa ve İsrail’dir.

İNGİLTERE, AMERİKA, İSRAİL, AVRUPA VE BİR BÜTÜN OLARAK DÜNYA KÜRTLERİN KARŞISINDADIR
Türkiye’de istedikleri gibi at koşturmak niyetinde olduklarından seçilmiş olan bir kişiye yani Fettullah’a her türlü açık desteği sunuyorlar. Bu sunulan propaganda tamamıyla “beyaz bir propoganda” olup siyasal soykırım hedefliyor.
Tüm halkı din ile uyutan cemaat, şimdi bu uyuttukları halka ne söylerlerse halk onların dediğini yapacak gözüyle bakıyor ve arkalarından gideceğini biliyor. Çünkü bir defa halkı uyutmuşlardır Ve de Müslüman olan bir cemaat önderinin yayın organlarında çıkan her türlü habere doğrudur gözüyle bakacaklardır.
İşte halkın dediği bu, yahu bunlar doğru söylüyor, bunlar Müslüman, Müslümanlar hiç yalan söylerler mi? Diye veryansın ediyorlar.
Artık halk tabanı her türlü yönlendirmeye açıktır. Her türlü yalan dolan la Kürt özgürlük mücadelesine darbe vurmak adına, kendi yapmış oldukları eroin ticareti ve bunun gibi bütün kirli ilişkiler yumağına hareketi sokmak ve halkı buna inandırmak için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar.

ULUSAL MÜCADELEYİ KARALAMAK ADINA HER TÜRLÜ KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARINI KULLANIYORLAR
Kendi TV’lerinde sanki üzülüyorlarmış gibi, yapılan operasyonları anlatan ve PKK ile TSK’nin çatışmasını konu alan dizilerle halka kendi planlarını aşılamaya çalışıyorlar. Benim diyen onurluyum diyen birisi zaten bunların bu direktiflerini dikkate almazlar. Ama uyuyan bir halk olursa ve bu dizilerde mazlum taraf terörist, terörist taraf ise mazlum gösterilse bile halk uyanmaz. Çünkü uyumuştur bir kere. Kürtleri her zaman iğrenç yaratıklar olarak ve aşağılık bir halk olarak gösterenleri bile görmezden gelecek kadar gözleri mühürlenmiş, vicdanları esir alınmış bir halk. 
Tüm dünya genelinde baş gösteren ekonomik krizin faturasını bile işçilere kesen bir zihniyet ve bunların sonucunda başkaldırmaya eyleme, greve geçmeye hazırlanan işçi direnişini bile pasifize etmeye dönük kendi TV’lerinde hükümeti hoş göstermek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Fettulahçı medyanın ilkel sofu akıllığının ürünü ilkel demagoji ve yalanlarını tüm hızıyla kabullendirmeye çalışıyorlar.

ERGENEKON İKİ KAFALIDIR, BİRİNCİ ERGENEKON, AVRASYACI KESİM, İKİNCİSİ AMERİKAN, ERGENEKON, DERİN DEVLETİN BİR BAŞKA ADIDIR
Günümüzde medya da izlediğiniz gibi bir Ergenekon tavsiyesi vardır ve sanıldığı gibi gerçek bir tasfiye değildir.Bunların iki kafalı yapısının içinde de ayrıca iki kafa daha vardır yani özetleyecek olursak klik içine kliktirler.
Tamamen kendi Ergenekonlarını yaratmanın ve var olanı korumanın peşindeler. Ki bu da hem var olan hem de yeni yapılanmayı kurmanın planları içerisindeler. Tasfiye edilen Ergenekon “Ergenekon’un Avrasyacı” kesimidir.
Asıl yapılanma ”Amerikancı Ergenekon’dur. Bu yapıya kesinlikle müdahale etmediler, aksine Avrasyacı kesimin boşluğunu doldurarak daha sağlam bir yapıya büründürdüler. Bu yapının mimarı tamamıyla İngilizler ve Amerikalılardır.
Öyle denildiği gibi de, yapılanmanın adı Ergenekon değildir. Tamamıyla “derin devletin” kendisidir. Nasıl,”Kürt Halk Gerçekliği”nin adını değiştirip “Kürt Sorunu” yaptılarsa, derin devletin de adını değiştirip, Ergenekon yaptılar.

TÜRK HALKI BAĞIMSIZ OLMADIĞI GİBİ ZAVALLI BİR HALKTIR
Böylelikle devleti masum gösterdiler. Tek amaç zavallı Türk halkını kandırmaktır. Çünkü bu yapılanma bu haliyle derin devlet adıyla çıksaydı, Türk halkı uyuduğu uykudan bir nebze de olsa uyanacaktı. Daha sonra nasıl anlatacaklardı, bu yapılan katliamları ve oyunları, sonra hangi yüzle Türk halkına biz bağımsız bir Türkiye’yiz diyeceklerdi. Elbette diyemezlerdi.
İngilizler yine bu işten de kendilerini kurtardılar. Devletin üzerinde ki töhmeti kaldırmak kendi çıkarlarını devam ettirmek anlamına geldiği için bunu yaptılar. Yoksa ne İngiltere ne Amerika, ne İsrail nede Avrupa Türkiye aşığı değil, tek dertleri bölgenin doğal zenginlikleri ve İslamiyet’in rötuşlanması. Başka bir dertleri yoktur.

DÜNYA GENELİNDEKİ KRİZİN FATURASINI EMEKÇİ HALK YIĞINLARINA VE ONLARIN AİLELERİNE KESİYORLAR
Yine böylesi bir ekonomik krizden en çok zarar görenler para babaları ve tüccarlar olacaktır. Aynı şekilde işsiz kalan işçiler ve bunun sonucunda yıkılan milyonlarca aileler. Bu krizi kendi lehlerine döndürmek isteyen egemenler, sömürgeciler, o ülkenin devletini kullanıp, baş kaldıran işçi ve emekçilere yöneleceklerdir. Her türlü baskı ve yıldırma politikasıyla onları esir alacaklardır.
Zaten ellerinde Fettullah Gülen var ve onu değerlendirmesini iyi bileceklerdi. Hali hazırda olan medyayla şimdiden yaptıkları propaganda da gösteriyor ki, işçi ve emekçi kesimlere yönelik bir savaş ilan etmiş bulunuyorlar.

Bakın, şu bir saptamadır;
AKP iktidarının ve onun üzerinden emperyalist-Siyonist bölgesel egemenliklerin bugün ki aşamada en çok korktukları emekçi kitlelerin başkaldırılarıdır. Çünkü küresel kriz ve onun en çok yansıyacağı geri ülkelerde emperyalist-kapitalist sistemin bütün dikişleri patlamaktadır.
Çünkü dikişleri sağlam atılmamıştır ve önümüzde ki günlerde de çok daha fazlasıyla patlayacaktır. Tarihin önemli bir kavşağında, özellikle bu bölgede ki egemen yapının emek ve demokrasi güçlerince sarsılmasını en başta uluslar arası emperyalizm ve sömürgecilik istemeyecektir.
İşte bu yüzden AKP iktidarı uluslar arası sistemden aldığı ya da alacağı izne ya da icazete güvenerek, sadece Kürt ulusal mücadelesi ve devrimci örgütlere değil, ekonomik demokratik işçi eyleminin, sendikaların ve öncü kadrolarının da üzerine en şiddetli bir biçimde yürüyeceğini Fettullahçı medyanın bu kampanyası aracılığıyla şimdiden ilan etmektedir.
Bu kampanyanın bugünlere denk gelmesi hiç de tesadüfî değildir.
Özellikle yerel seçimler nedeniyle iktidarın uygulamaktan çekindiği tüm emek ve halk düşmanı önlem ve uygulamalar seçimler sonrasında halkın üzerine bir yağmur gibi yağdırılacak ve buna direnen halk kitleleri en azgın sistem terörüyle sindirilmek isteneceklerdir.
Akp iktidarı bu saldırılara yerel ve uluslar arası kamuoyu ve özellikle orta sınıflar nezninde meşruiyeti, direnişleri ve direnenleri “Ergenekon”la bağlantılandırarak sağlamaya çalışacaktır.

YÜRÜTÜLEN KAMPANYA, SÖMÜRGECİLERİN AĞZINDAN KAN DAMLATIYOR, SÖYLENİLEN TEK BİR HARF BİLE, EN KANLI KATLİAMLARIN OLACAĞININ HABERCİSİDİR
Şimdi bunlar dan da anlaşılacağı üzere İngilizler bir kez daha günümüz literatürüne uyan bir benzetmeyle “beyaz kampanya” ile halkın tüm kazanımlarını bertaraf etme yoluna girmiş ve tekrardan devrimci demokrat olan örgütleri karalama adına ve yalnızlaştırma adına Fettullahçı medyayı kullanarak bunlar komünisttir deyip işin için den çıkmayı ve planlarına aynen kaldıkları yerden devam etmeyi uygun görmüşlerdir.
Bir Amerikancı-Siyonist örgütlenme olan Fettullah gülen cemaatine bakacak olursak, Fettullahçı örgütlenmenin bütün Davos tiluatına karşın Siyonist beslemesi ve işbirlikçisi olduğu, olayları ortalama bir nesnellikle izleyebilen herkesin malumudur.
Onların Siyonist beslemesi ve işbirlikçisi oldukları sadece İsrail’le her türlü anlaşmanın bunlar tarafından imzalanmasından, Gazze saldırısı sırasında Venezüella’sı, Ürdünü karşı tavır alırlarken onların ısrarla bu anlaşmaları yürürlükte tutmalarından, Tgrt’nin Fox olmasından, vb. gibi nedenlerden belli değildir.
Bu işbirliğinin netleşmesi Kürt özgürlük mücadelesinin her türlü yapısına ve gelişen emekçi yığınları bastırmaya dönük eylemlerinden de anlaşılmaktadır. Kürt ulusal mücadelesinin Fettullah ve İngiltere, Fettullah ve Amerika, Fettullah ve İsrail işbirliğini teşhir edici konuşmaları olduğu zamanda, bunu nasıl kendi tabanı olan saf İslam inançlı kitlelere duyurmadan veya onlar duyduğunda da nasıl anlatacaklarının bilemiyor olacaklar ki, her türlü yayın organı ile saldırıyorlar.

BU VE BUNUN GİBİ YAZILAR BİRÇOK YERDE YAZILIP ÇİZİLEBİLİR, ANCAK ANLAMADIKTAN SONRA OKUYUP OKUMAMANIZ ÇOK DA ÖNEMLİ DEĞİL. GÜN GEÇMEDEN, KENDİNİZİ KAYBETMEDEN, ARAŞTIRIN VE OKUYUN
Bunun gibi birçok yazı yazılabilir. Belki kitaba bile dönüştürülebilir.
Şimdi sayın pek değerli halkım, söyler misiniz bana siz bunların nasıl olduğunu ve bu kadar rahat hareket edebildiklerini neye bağlıyorsunuz?
Ortada İslamiyet dururken ve İslami kurallar dururken, her türlü Müslümanlığın gereğini kuranı kerim anlatıyorken, bunlar bu gelişim gücünü bu para kaynağını nerden alıyor. Ve bu tabanı nasıl hatta kimin sayesinde yaratıyor.
Şimdi benim bu yazımda anlatmak istediklerime gelecek olursak, ben hayatım boyunca, özgürlük peşinde koşan ve özgürlüğü yakalamanın sancısı içersinde olan bir bireyim. Ben önce kendimi özgür kılmak için mücadele ettim ve kısmen de olsa kendimin özgür bir insan olduğunu biliyorum. Özgür bir insan ancak olaylara bağımsız bakabilir ve bağımsız düşünerek birçok saptama ve tespit yapar ve bunların sonucunda çözümlemeler ortaya çıkar.

BAŞLIKLAR HALİNDE BELİRLEYECEK OLURSAK
1: İngilizler Osmanlı’yı olduğu gibi Türkiye’yi de esir aldılar

2: İngilizlerin esir almasının tek nedeni insanlığın ilk yaşam bulduğu topraklar olan Mezopotamya ve bununla beraber Ortadoğu’daki yer altı ve yerüstü kaynaklar.

3: Buralarda isim önemli değil, yani bu ülkelerin yerinde başka ülkeler olsaydı yine İngiltere ve dünyanın gözü, bu ülkeleri ele geçirmek olacaktı.

4: Gelecekte zorunlu bir demokrasiye sahip Türkiye olacak.

5: Türkiye’de iki tip derin devlet yapılanması var, birincisi Avrasyacı kesim, yani laik kesim, ikincisi, Amerikancı kesim yani İslami kesim,bunlarda klik içinde klik tirler.

6: Türkiye ye Ortadoğu’nun jandarması görevi verilecek

7: Bu arada İsrail i başka şeylerle meşgul edecekler

8:İsrail i bölge üzerinde bir hâkim olarak bırakmazlar. Çünkü İsrail büyük ölçüde kendi çıkarlarına hizmet ediyor ve dine dayalı, yani Siyonizme dayalı politika yapıyor, Politikalarının büyük bir çoğunluğu para ve kan üzerinedir. Yani buradan da bu sonuç çıkabilir, aslında İsrail parayı din olarak görüyor, ya da tam tersi

9:Türkiye’nin direkt 4 ülke ile bağlantısı var ve bu ülkelerin nüfusunun çoğunluğu hep azınlıklardan oluşuyor. Türkiye’nin bu görevi ile sömürgecilerin istedikleri, yani tüm Ortadoğu halklarına müdahalesi gerçekleşecek, yani tüm halkları ellerinde tutacaklar.

10: Bu bile Türkiye’nin seçilmiş bir ülke olduğunun kanıtıdır. İngiltere’nin bölge üzerinde uygulamak istediği planların hepsini Türkiye eliyle gerçekleştirecek. Osmanlının Osmanlı adıyla bölgeye hükmetmesi gibi, Türkiye de bu isimle bölgeye hükmedecek. Osmanlıyı yöneten güçler Türkiye’yi de yönetecek. Avrasyacı kesimin tavsiyesinin nedeni budur.

11:İngilizlerin Kürt politikası şimdilik iflas etmiş görünüyor.400 yıllık baskının neticesi, Kürtlerde bilinçlenmeye yol açtı ve ulusal bilinç gelişti. Bundan dolayı gelecekteki ve halen uygulamaya sokmadıkları planlarının tehlikeye girmemesi için, İngiltere nasıl Kürtleri parçalara bölmüşse, yine aynı şekilde birleştirme yoluna gidecektir. Bunu Kürtleri sevdiği için mi yapıyor, hayır, bunun tek nedeni kendi çıkarları. Tabi bunları yaparken esir alma tekniğini kullanacaklar, örnek; Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimi.

12:Türkiye ye bu jandarmalık görevinin verilmesi, sadece sömürgecilerin maddi çıkarları, askeri çıkarları vs. gibi nedenlerden oluşmuyor. Yani tek başına bunlar değil. Esas amaçları yine Türkiye eliyle İslamiyet’i (tabiri caizse) törpülemek olacak. Bunun tarihini de 2025 yılı olarak veriyorum. Bu bir tespittir.

13: Dünyanın Ortadoğu bölgesinde Fettullah Gülen Cemaatini kullanarak, tüm Müslüman ülkeleri kendilerine bağlayacaklar. Çünkü değil Ortadoğu’nun, tüm dünyanın her ülkesinde bu cemaatin okulları var. Ve halkı öyle bir inandırmışlar ki, halk ne deseler onu yapıyor.

14: Ev ekonomisinin hayat kaynağı kadınlarımızı, mikro kredilerle kendilerine bağlayacaklar, ticarete sokup, ondan sonra içinden çıkılmayacak bir hal aldıracaklar. Ve daha sonra sizi kurtaracağız deyip, bize destek çıkın diyecekler.
15: Tipik sofi kurnazlığıyla ilkel demogoji yapanlar, Kürt halkına ilkel milliyetçiliği dayatacaklar.

Kürtlerin Yapması Gereken Temel Görevler,

1: Kesinlikle ve kesinlikle ilkel milliyetçilikten yana olmayın, aksi takdirde bir 400 yıl daha beklersiniz

2: Kesinlikle ve kesinlikle kadınlarımızı aşağılamayın, aksi takdirde bir 400 yıl daha beklersiniz

3: Eğer din diyorsanız, eğer İslamiyet diyorsanız, eğer Müslümanlığı yaşamak istiyorsanız, kuranı kerim okuyun, başka hiçbir tarikata bağlı olmayın ve olanlarla dostluk geliştirmeyin aksine bu yazılanları o saf ve zavallı insanlara anlatın.

4: Eğer bir halkı özgürleştirmek istiyorsanız, yani sizler Kürt halkının özgürleşmesini istiyorsanız, önce kendinizi özgürleştirin. Kendisi özgür olmayan hiçbir kimse başkasını özgürleştiremez. Başkalarına akıl vereceğinize önce kendinize akıl verin. Sorunları çözmek istiyorsanız, önce o sorunun kaynağına inin, bakın gerçekte ortada bir sorun yoktur, asıl sorun sizin beyin gücünüzü çalıştırmamanızdır. Baktınız olmuyorsa sorunları çözümsüzleştirmeden bırakın, çünkü o zaman ortaya çıkan sorun daha da büyüyor, sonuç olarak bir anlamama doğuyor.

5: Sizlerin yapmış olduğu tek yanlış şey, anlamama sorunudur. Siz anlamadığınız için yanlış yorumluyorsunuz, yanlış yorumladığınızda ortaya öyle bir ihanet çıkıyor ki, anlatamam. Yani düşman diye gördüklerinizden daha düşmanca bir yaklaşım içerisinde oluyorsunuz. Elbette bilerek yapılan bir şey değil. Onun için kendinizi geliştirip güzelleştirin, hem siz güzelleşin hem de çevreniz güzelleşsin.

6: Bir mücadele içerisindesiniz ve bu mücadele özgürlük mücadelesi, siz kendiniz gibi yine köle olan kadınlarla seviyesiz yine sırf kölelik kalsın diye bir ilişkilenme içerisine giriyorsunuz. Kadın hakları diyip, kendinizi fizik olarak güzelleştiriyorsunuz ve kadınların karşısına geçip onları cezp etmeye çalışıyorsunuz. Aynı şekilde kadınların da yaklaşımı öyledir. Eğer bunu aşmazsanız hiçbir şekilde başarıya ulaşamazsınız, ancak ve ancak mücadelenize karanlık dolu günler sunarsınız.

7: En büyük aşkınız kendiniz olacaksınız. Kendinize âşık olmayan hiçbir birey hiçbir şekilde aşkı tadamaz. Bu aşk tanımı çok farklıdır. Kendine aşk, halkına aşktır. Halkına âşık olmayı başaramayan hiçbir toplum başarıyı elde edemez.
8: En büyük eksikliklerden biriside, çoğunuzun yaşama olan bağlılıklarının olmaması. Yaşama bağlılık olsaydı, özgürlüğe olan inancınız artardı ve mücadeleyi çoktan bitirmiş olurdunuz.

9: Yine din peşinde koşanlar, Müslümanlığı yaşamak isteyenler, ben Müslüman’ım ben dinimi yaşamak istiyorum kime ne diyenler, evet haklısınız ama siz özgür olamamışsınız ki, özgür olmayan bir toplum nasıl olurda dinini yaşayabilir. Siz namaza dururken acaba özgürmüsünüz. Yani dinin gerçek gereği bu mu? Şunu unutmayın ki, özgürlüğü elinden alınmış bir halkın, dini de elinden alınmıştır. Ve yine özgürlüğü için mücadele vermeyen bir halkın Müslümanlığı kendisine fayda getirmez. Yani siz eğer özgürlüğün kendiliğinden geleceğini bekliyorsanız yanılıyorsunuz ve aynı temmuz sıcağında kar yağmasını beklemek gibi olacağını unutmayın

10: Yok eğer yine buna rağmen ben dini mi yaşayacağım, din önümde engel değildir diyorsanız, o zaman da şunu unutmayın, taraflı bir inanç her türlü siyasetin karşısındadır, tarafsız beyin ise, her türlü eyleme açıktır.

11: Onun dışında,yok ben mücadelede eskiyim,yok ben en iyisini bilirim ben buyum ben şuyum,işte sizin kaybettiğiniz bir nokta da budur.Kendini üstün görme anlayışı,,kendisini dev aynasında görenler,önce üstünlük tasladıkları insanla beraber aynanın karşısına geçsinler.Bu şunun gibidir,gözleriyle ateş saçanlar önce kendi yangınlarını söndürsünler.

Okuyun okuyun okuyun, okuyun ve öz savunca güçlerinizi oluşturun, karşınızda hiç kimse konuşamasın, herkesi bu öz savunma gücünüzle susturmasını bilin, tarih bilim teknoloji tarihi, kendinizi bilimle bileyin, bilimsel olun ve doğru yaklaşın.

Ve son olarak, değişimleri zihinsel olarak başaramayan, hiçbir zaman kendini özgür kılamaz

BİZ SAVAŞ İÇİN YAŞAYANLARDAN DEĞİL, YAŞAM İÇİN SAVAŞANLARDANIZ
YAŞAMASINI DA SAVAŞMASINI DA İYİ BİLİN!..
03.07.2009 tarihinde sitelerde yayınlanmıştır.