26 Mart 2012 Pazartesi

Metropol Kürtleri Dikkat; Tehcir Başlayacak

Mehmet Serhat Polatsoy

Ölümler yaşanacak, katliam olacak, oluk oluk kan akacak dedim ve işaret ettiğim her yerdeki Kürt kanları sömürgecilerin soykırım provalarıyla oluk oluk aktı. Bana ister felaket tellalı, isterseniz de komplo teorisyeni deyin ama inanın sömürgecileri çok iyi tanımak sizleri de birer felaket tellalı ve komplo teorisyeni yapacaktır. Ortada böylesine bir tehlike varken, yine o kadar medyatik gazeteci ve yazarımız varken, hiçbir tanesi bu ve buna benzer konuları işlemiyor. Ya olmuşları ya da o an için olanları yazıp yazıp çiziyorlar. Bu bir yerde bu konulara dokunmayanlara eleştiridir de. Kürdistan halk önderi Sayın Abdullah Öcalan dışında kimseler, olabileceklere ilişkin yorumlar geliştirmiyor. Sadece Sayın Öcalan vardır ki, o da tecrit altındadır. Bir halk vardır ki o da tecrit altındadır. Öcalan’ın suskunluğu halkın çaresizliği ve suskunluğu değil mi?
Birey istediği kadar etkin ve yetkinleşsin, istediği kadar hakikat temelli felsefeyi içselleştirerek yaşamsallaştırmı-şım desin, yine de bir ayağı sistem içerisinde ve bireysel bazı kaygıları varsa, sömürgeci planlarını deşifre etmekten çekinir veya kaçınır. Ama ben ne çekiniyor ne de kaçınıyorum. Haklı bir eksiklik olarak görülen “esnekliği” bir türlü sömürgecilere karşı uygulayamıyorum. Kısacası yani ben, liberal çizo-vizo olamıyorum.
Birey her zaman yaşadığı en büyük acıyı, “son” olarak kabul eder. Tıpkı İnönü katliamından sıyrıldık ve hala ayaktayız; artık bize kimseler bir şey yapamaz demek ve strateji ile taktikleri bu eksik ve yetmezlikle sürdürmek gibi. Tıpkı, daha ne olsun artık bundan daha büyük bir katliam olur mu deyip, faili sömürgeci olan on binlerce vatan evladını toprağa ve asit kuyularına gönderdikten sonraki duyarsızlık ve rehavet gibi.
Kolonyalizm ve kolonyalistleri tanıdığımdan kaynaklı neler yapabileceklerini hakikat çerçevesinde işliyor ve harmanlamayı da bu temelli yazılara enjekte ediyorum. Ortaya çıkan sonuç Polatsoy daha önce söylemişti oluyor.
Peki, neden Tehcir veya Tehcir için gereken şartlar oluştu mu?
Evet, Tehcir için tüm şartlar oluşmuş görünüyor.
Çünkü Kürt halkı Öcalan önderlikli PKK hareketinin öncülüğünde başlattığı diriliş mücadelesini bütün baskı, gözaltı, tutuklama ve ölümlere rağmen sürdürüyor. Sömürgeciler Kürt halkına karşı bütün planlarını devreye koydu ancak, bu yöntemlerle başarılı olamadılar. Zira sömürgeci için başarı esastır. Kürtler bir taraftan eksik ve yetersiz direnişini sürdürürken, diğer taraftan da sömürgecinin Kapitalist Modernitesine karşı, halkların komünal, kollektif yaşamını sağlayan ve olması gereken bir yaşam formu sunan Demokratik Modernitesini örüyor. Hem başkaldırı ve hem de Kapitalist modernitenin Liberalist düşüncesine karşı Komünalist ahlaki-politik toplum inşaası sömürgeciye fazla gelmiş olacak ki, etkisiz ve sonuç alıcı olmayan eylemsellik nedeniyle Kürdün üzerine daha fazla gelme cesaretini gösteriyor.
Çok uzağa gitmeden sadece TC’nin son 90 yılını kısaca değerlendirecek olursak eğer sömürgeci; Koçgiri, Dersim, Zilan, Maraş, Çorum, on binlerce faili belliler, Sivas, Gazi ve son olarak Mazıdağı Zankırta (Bilge) köyünde hem Sünni Kürtlere, hem de Kızılbaş, Alevi Kürtlere karşı soykırım ve tehcir planlarını kusursuz bir şekilde işletti. Milyonlarca insan hem diasporaya, hem de TC’nin yozlaştıran, kültüründen uzaklaştıran, kendine yabancılaştıran metropollerine göçmek zorunda kaldılar.
Birincisi Soykırım, ikincisi ise Tehcir’di.
Bu soykırım ve tehcir bütün TC hükümetleri döneminde bir bir uygulandı. Şimdi öyle çok uzatmadan son 30 yılı birkaç başlık halinde geçmek istiyorum.
Kürtler, 12 Eylül darbesinden sağ çıktı ve hala ayaktalar diye rehavete kapılarak Çiller soykırım ve tehcirine maruz kaldılar. Sandılar ki 12 Eylülden daha başka büyük bir zulüm yok. Sandılar ki böylesine bir irade kırma, onursuzlaştırma ve korku duvarları inşaası yok. Kürtler yanılgıya düştüklerini, Çiller’li soykırım ve tehcir yıllarında anladılar ama on binlerce Kürt çoktan katliamlardan geçirilmiş ve sürgün edilmişti bile.
Peki, sonra ne oldu?
Kürtler bir daha rehavete kapıldı; sömürgecilerin insanlaştıklarını sandılar. Oysa hakikat öyle miydi? Sömürgeci insanlaşabilir miydi? Hümanizm ile sömürgecilik hiç yan yana durabilir mi? Sömürgeci rehavete kapılan ve sonuç alıcı eylemselliklerle düşmanının şah damarına inerek direnişini kurtuluş temelli örmekte zorlanan bir halkı hiç tanır mı?
Maalesef aynı hata tekrar etti ve Kürtler, Kolonyalistlerin temsilcisi Çiller zulmünden sonra ayakta kaldık, dedi. İyi de kaldık da ne oldu? Sömürgecide satılık, düzenbaz, laf cambazı, usturalı pamuk ağzı ile Ortadoğu’nun liderliğine oynayıp bir model haline getirilebilecek başka kimseler yok muydu? Var işte!
Kadın da olsa, çocuk da olsa, güvenlik güçlerimiz gerekeni yapacaktır diyen bir Erdoğan’ı gördük. E gördük de ne oldu? Bir taraftan böyle diyen, diğer taraftan sahtekârlığıyla bizi oyalayan ve kandıranın tuzağına düştük.
Sandık ki Erdoğan insanlaşacak; sandık ki İnönü ve Çiller’leri bir daha görmeyeceğiz. Sonuçta gördük işte. Peki, gördük de ne oldu? Yine sandık ki BM ve AB, yardımımıza koşacak. E peki, bunlar değil mi, Sri Lanka’nın Tamil soykırımına sessiz kalan, bunlar değil mi, eline silah dahi değmemiş ve hiçbir Türk yasalarına uymayan adına illegal denilen işlere girişmemiş olanların evlerine sabahın erken saatlerinde baskın düzenleyenlere karşı sessiz kalan. Peki, dolayısıyla bunlar değil mi “onlarca gerillayı” kimyasal silahlarla yakıp kül eden, Kürt halkı değil mi 90’ların ölüm her an ensede ve 2000’li yılların kelepçe her an bilekte ruh haliyle dengesizleşen, bunlar değil mi Roboski’de 35 çocuğumuzu katleden.
Kim kaldı geriye, bizden başka Kürdü savunacak güç?
Tüm bunlara rağmen hala hümanizm mi diyeceğiz?
O zaman Tehcir’e de hazır olacağız!
Sömürgecilerin Kürdü tehcire uğratacağına hala inanmıyor muyuz? Bizce sömürgeci için şartlar olgunlaşmamış mı?
Öyleyse kendimize tekrar tekrar yaşanmış birkaç olay gösterelim ve hatırlayalım;
Öncelikle Erdoğan’ın İnönü ve Çiller’den daha soykırımcı olduğunu kabul edeceğiz.
Sömürgeciler bir halkı yok etmek için önce katleder ve nüfuslarını azaltırlar. Sonra katliamdan arda kalanları ülkelerinin dışına, ya başka ülkelere, ya da kendi kültürlerinin egemenliğindeki başka şehirlere dağıtırlar. Bunlar tıpkı dağıtılan “Kürtmanç”, “Bedevi” ve “Türkmen’ler” gibi zor şartlar altında yaşar ve Kürd, Arap ve Türklerin cezalandırdığı muhalifler olarak tüm zorluklara karşı ya direnirler ya da dayanamayıp “üst tabaka kültür” altında erir giderler. Erimese de seslerini çıkartacak halleri kalmaz. Sonra doğallığında Asimile olurlar. Tıpkı yakın tarih sömürgeciliğinin Sıdıka Avar tipolojisinde Türkleştirilen Dersimin kız ve oğulları gibi yitip giderler.
O zaman önce, bir katliam olduğunu da zihnimize kazıyalım.
Peki, katliam ve sürgün oldu mu?
Evet. 90’lı yıllarda katliam ve sürgünü Kürdistan’da en ince ayrıntısına kadar yaşadık. Peki sonra? Kürd halkı tekrar direndi ve tekrar örgütlülüğünü sağlamayı başardı. Ardından, Çiller’in kontraları gibi Erdoğan’ın polisleri sahnelendi. Her sabah “evime baskın yiyebilirim” psikolojisiyle yatmaktan deliye döndük.
Ancak bu defa baskı ve zulüm, Kürdün sürüldüğü metropollerde de başladı. Kürd ile baş edemeyen sömürgeci, sürdüğü Kürdü elindeki teknoloji ile eliyle koymuş gibi buldu ve çürüten zindanlara yerleştirdi. 12 Eylül zindanındaki uygulamaların bir benzeri Erdoğan’ın cezaevlerinde uygulamaya alındı.
Temsilcisi ve siyasetçisi zindanda olan Kürde yeni temsilci ve siyasetçiler gerekiyordu.
Yeni temsilci, siyasetçi ve ‘aydın’ Metiner, Fırat, Miroğlu, Kızılkaya ve nihayetinde Güçlü ile Burkay’lar olurken, alt tabaka boşluğunu dolduracak olanlar da “irşat timleri” oldu. Neredeyse Kürdistan’ın her evi bir Gülen yuvasına döndü. Fettullah Gülen istihbarat örgütü her bir Kürdistanlı ile ilişkilendi ve hiç olmadığı kadar Zaman gazetesi Kürdistan’da dağıtıldı.
Fettullah Gülen = Sıdıka Avar
Sıdıka Avar, sömürgecinin Kemalist’i olurken,
Fettullah Gülen, yine sömürgecinin Yeşil karakterli Kontra ve Ilımlı İslam’ı oldu.
Gülen yuvalarında işlenen tek bir konu var; o da İyi Kürt ve kötü Kürt.
Zamanında iyi Kürt, sisteme tabi olan ve üst tabakayı oluşturan iktidar yanlısı proto-Kürt, Arap ve Türk olurken, Kötü Kürt ise, Kürtmanç, Bedevi ve Türkmen oldu. Öyleyse bu muhaliflere yaşam şansı yok. Tıpkı Muaviye ile Ali’nin “Hekem” olayı sonrası bölünmelere uğrayan Ali’cilerden Rafizilerin, insan yerine koyulmadıkları gibi. Bunlar o zaman da, günümüzde de, iktidarı elinin tersiyle iten Kürdleri “yabani ot” ilan etmişler bir kere. Bu yabani otlara karşı sürdürülen “süne” mücadelesi, hem fiziksel (yani katliam), hem de kimyasal (yani asimilasyon) olarak devam etmektedir.
Dostlar, tehlike çok büyük.
Katlettiler, zindana attılar, tecavüz ettiler, sürdü ve yaktılar, olmadı. Son kozları olan İslam adı altında parçalama, kendine yabancılaştırma ve yozlaştırma deşifre olup teşhir edilince de yapacakları tek bir şey kaldı, o da Tehcir eşliğinde büyük katliam, yani Soykırım. Siz, 2 yıl önce Manisa Selendi’deki Roman halkına karşı gerçekleştirilen Tehcir’in “öylesine bir olay” olduğunu mu sanıyorsunuz? Siz, kırk yıllık mücadele yürüten ve büyük oranda Sri Lanka ile anlaşmaya yakın olan Tamil ve halkının katliamını, “olabilir, savaştır, yanlış yaptılar ve yenildiler”, diye mi yorumluyorsunuz? Sizler son Roboski katliamını nasıl okuyor ve yorumluyorsunuz?
Ben 3 yıl önce Tehcir Senaryoları dedim, şimdi de Tehcir olacak diyorum. Öyle olabilir veya ihtimal dâhilindedir vs. tarzından halkı oyalayıcı kelimeler kullanmıyorum. Direkt, cak ve cek eklerini kullanıyor ve Kürd halkı Ermeni halkından daha büyük bir tehcir ve soykırıma uğrayacak diyorum. Neden düz çizgisel bir hat çiziyorsun denilebilir. Hani, nerde kaldı senin “belirslizlik ilkesi” anlayışın, denilebilir.
Şimdiden böyle söyleyeceklere karşı diyebileceğim şey; ikinci doğa denilen toplumsal doğa sömürgecilerce şekillendiriliyor; bağımsız ve doğallığında işleyen bir toplum yok. Bu olmadığı gibi doğallığında işleyen Doğa da yok. Sen direniş geliştirmezsen, 90’lı yıllarda yaşanan göç gibi yine Kolonyalistler tarafından icra edilen Van Depremi sonrası büyük bir göç yersin.
Çözüm; direnişten geçiyor. Kimse, Kürtler zaten direniyor ve direndiği için zindandadır, demesin! Direnen Kürt, ne zindan da ne de toprak altında olmaz. Olsa olsa Özgür Kürdistan’da hakikatli yurttaş olarak yaşam sürerler. Sönük ve parçalı bulutlu direniş, sömürgeciye imkan sağlıyor, bir halkı yok edebilmek için umut sunuyor, cesaret veriyor. Sömürgecinin cesaretini kırmak, soykırım ve tehcirin önüne geçmektir. Bu cesaret, radikal kararlar almak ve eski tarzdan vazgeçip sistemin anladığı ve sana yöneldiği şekliyle cevap vermek demektir. Artık bundan sonrası Kürd halkının temsilcilerine kalmıştır.
Dünya insanlığını tekelinde tutmak isteyen sömürgeciler nasıl Laz, Rum, Gürcü, Çerkes, Azeri ve dağıtılmış “bölge Arap’larını” büyük oranda kendine yabancılaştırmış ve özünden uzaklaştırarak başka bir ırka büründürmüşse ve Süryaniler nasıl yok edilmiş ve geriye kalan az bir kısmı diasporaya göç etmek zorunda kalmışlarsa, nasıl Ermeni ve ekonomik krizle boğuşan koskoca Yunan’lılara bir devletçik vererek susturmuşlarsa, tüm bu halkları tarih sahnesinden silen Kolonyalistler, Kürtleri de silmek isteyeceklerdir. Sömürgeciler; Ya bana bağlı olacaksın diyor, ya da seni silerim diyor. Bunun karşısında sonuç alıcı eylemsellikler ile durmazsan, sürece yayılan savaş, ya seni yozlaştırır ve doğallığında eriyip gidersin, ya da erimesen de büyük bir tehcir ve soykırımdan geçirilirsin. Kimseler; “Kürt halkı metropollerde Türkler ile birlikte yaşıyor, bu tehcir nasıl olacak” demesin sakın. Erdoğan’ın polisleri nasıl evlere baskın yapıp binlerce insanı zindanlara atabilecek istihbarata sahipse, aynı şekilde faşistler de örgütlenebilir ve istihbaratın elindeki Kürdün ev ve iş bilgileri bu katil örgütlü yapıya verilebilir.
Bu yüzyılda böyle şeyler olmaz demeyin sakın. Nasıl bugün Kızılbaşların evleri Adıyaman, Malatya ve Antep’te tek tek işaretleniyorsa, işte Kürdün tamamının da tüm bilgileri Türk istihbaratın da mevcuttur. Böyle şeyler olmaz demeyin, sessiz kalmayın ki, yarın aynı işaretlenmeler sizin de kapınızda olmasın. Olmaz denilen her şey Kürdün başına gelmiş ve gelmeye de devam etmektedir. Gördüğümüz acıdan daha büyük acılar olduğunu unutmayalım. Hele hele karşımızda sömürgeci varsa ve sonuç alıcı eylemselliklerle direnmiyorsak…
Benden sadece uyarması! İster, “sen Tehcir olacağını nerden biliyorsun”, deyin, ister “saçmalıyorsun” deyin, isterse de “sen çok karamsarsın ve halkı da karamsarlığa itiyorsun” deyin. Hani derler ya “gerçek acıdır”, Evet, gerçek acıdır ama hakikat, öldürür. Yitip gittikten sonra hakikati anlamışsın nedir, anlamamışsın nedir.
Eğer kapsamlı bir direniş gelişmez ve sömürgeci kaleleri yavaş yavaş hedeflenmezse, Newroz’da Kürd halkının yılmadığını gören sömürgeci, son vuruş için “yeni dönem” Tehcir ve Soykırımını deneyecek. Ben ne komplo teorisyeni ne de kahin değilim, sadece olabilecekleri “görüyorum” o kadar.
Nasıl İnönü ve Çiller gelip geçmişse, ya Erdoğan ile bu olacak ya da Erdoğan’dan sonra gelen sömürgeci uşağı eliyle...  Sonuç alıcı tarz gelişmezse, Sömürgeci, Kürdü toptan teslim almayana dek, durmayacaktır.
Özellikle Türk Metropollerinde yaşayan Kürtler dikkat etsin, eğer PKK gerekli dönemsel stratejik hamleler ile hakikatli taktiksel sıçrayışları başaramaz ve halk örgütlenemezse yakın bir zamanda Tehcir başlayacak. Demedi demeyin.
26.03.2012

12 Mart 2012 Pazartesi

PKK’ye Düşmanlık TC’ye Hizmettir!

                                                                                                            12.03.2012 Mehmet Serhat Polatsoy
Şimdi yeminli PKK düşmanları, sömürgeciye göbekten bağlı işbirlikçi ve iktidarın artıklarından nemalanmak için bin bir takla atan zavallı ‘beyaz Kürtler’, eminim bana çok kızacaklardır.
Çok kereler yazılarımda belirtmişimdir; birilerinin planları suya düşecek, kalbi kırılacak veya huzursuz olacak diye, gördüklerimi ve bildiklerimi” yazmadan yapamam. Bu benim Kürdistan halkına olan onur ve namus borcumdur, diye.
Hal böyleyken, böylesi bir süreçte biraz ufuk açıcı, biraz da yapılan değerlendirmelerin hangi temelde olması gerektiği açısından, çok ince bir ayrıntıyı paylaşma gereği duydum.
Bırakın devlet, örgüt ve kurumları, bu oluşumlar içinde yer alan her bir bireyin bile farklı farklı düşüncelere sahip olduğunu son bilimsel veriler bizlere ispatlamaktadır. Buna göre “aynı anda iki farklı yerde olma, dalga parçacık ikilemi ve doğadaki her bir canlı ile kainattaki her bir yıldız, galaksi ve sistemlerin bir birleriyle simbiyotik etkileşim ve uyum içerisinde olduklarını bilmekteyiz. “Bilim ve mantıktan doğru” yaptığım bu hakikate göre “kısaca”: her bir bireyin özgür ve bir o kadar da bağımsız olabileceği hakikatiyle karşı karşıya olduğumuzdan, ilgili yazıyı okuyan her bir bireyin de bu hakikat çerçevesinde algılaması, görünür olan “olağan üstü” koşulların varlığını da göz ardı etmemesi ve buna göre bir değerlendirme yapması ve mevcut sürece bu temelde yorumda bulunması gerekmektedir.
Ben ne BDP’de üye, ne DTK’da delege, ne KCK ve PKK’de kadro ne de HPG’de gerilla değilim. Tüm bu oluşumlarda olmamakla birlikte, Kürd ve Kürdistan davasına hizmet ettiklerini düşünüyor ve sömürgecilerin yoğun yönelimlerinden kaynaklı düşülen bütün eksik, yetersizlik ve zaman zaman sürece cevap olamamalarından kaynaklı pasifliklerine rağmen, canı gönülden desteklediğimi de belirtmek istiyorum.
Genel anlamıyla Kürdistan özgürlük hareketine olan inancım, onu eleştirmemin önüne geçmediği -ki birçok yazımda bazı eksiklik ve yetmezliklerini yapıcı-hakikat temelli belirtiğim- gibi, gelişen bu durumum da, ona karşı geliştirilen açık düşmanlıklara yorum getirebilmemi meşru kılmaktadır, diye düşünüyorum.
*
Her bir Kürd ve Kürdistanlı bireyin Kürdistan özgürlük hareketine katılım sağlaması gerektiği gibi eleştirebilmesi de hakikattendir. Ancak eleştirilerin birlik ve bütünlük çerçevesinde yapıcı olması ve düşmana hizmet edici söylem ve pratiklerden kaçınılması da başlıca esaslardandır. Tüm Kürdistanlı birey, kurum, oluşum ve örgütlerinin bu esası ilke edinmeleri elzemdir.
‘Eleştiri’, öyle son zamanlarda sömürgecilerin belli kurumlarından sahaya sürülen satılık zavallı “beyaz Kürtlerin” yaptığı temelde bir “saldırı” değil, Kürd ve Kürdistan davasına hizmet edici olmalıdır. Bunlar PKK’ye saldırmanın priminde ve acaba Türk sömürgeciliğinden ne kapabilirim’in derdindedirler. Bunlar PKK’ye saldırarak ve bu saldırıyı da bir eleştiri gibi yutturmaya çalışarak, diğer samimi, saf ve temiz duygularla eleştirenlerin de algısında sapma yaratıyor ve onların da saldırmalarına zemin hazırlıyor ve PKK’yi bu yol ile sıkıştıracaklarını sanıyorlar. Bu saldırı olayı özünde sömürgeci oyunu olmakla beraber, bu şahsiyetlerin açıktan PKK’ye olan yönelimleri de Kürd ve Kürdistan’a düşmanlık, TC’ye ise hizmet anlamına geliyor. Buna göre; Yok, PKK eleştiriye gelmiyor, yok PKK farklılık kabul etmiyor gibi yorumlar, hakikatten oldukça uzak değerlendirmelerdir.
Sömürgeciliğin, Kürdistan özgürlük hareketi PKK’nin can ve baş ile yürüttüğü mücadele sonunda elde ettiği kazanımlarına karşı böylesi saldırıya geçtiği bir süreçte, bir kısım beyaz Kürtlerin sahaya sürülmeleri hayra alamet olmadığı gibi sonları da hüsrandır. Çünkü bunlar özgür Kürt toplumu tarafından kabul görmediği gibi kaale dahi alınmıyorlar. Bu saldırılarda ısrar ile Kürdistan özgürlük hareketinin daha fazla karşısında durmanın TC’ye hizmet olması kadar, Kürde ihanet olacağı da göz ve dikkatlerden kaçmamalıdır. Dikkat etmemiz gereken bir diğer ayrıntı da; PKK’ye eleştiri yapanları hain ve işbirlikçi diye yaftalamak “hakikatten” olmadığı gibi, düşmanlık ve saldırıyı da “eleştiri” ile karıştırmak da bir o kadar hakikatten uzaktır.
Buna göre son zamanlarda koro halinde PKK’ye ve Kürdistan halk önderi Sayın Abdullah Öcalan’a dil uzatanlar eleştiri değil, direkt olarak düşmanlık yapıyorlar demek, sanırım yanlış olmayacaktır. Bir Kürd, örgüt, kurum veya oluşumun sömürgecilerin politikalarına alet olup Özgürlük hareketi karşısında durması ne kadar alçaklık ve düşürülmüşlüğün en yalınından dışa vurumu ise, bir o kadar da düşmanlıktır.
Zira düşman ve Kürd ulusal birliği önünde durup düşmanlaşan zihniyetler, Kürdistan özgürlük hareketinden her zaman gereken karşılığı almıştır. Bunun kaçarı olmadığı gibi, düşmana yerinde ve zamanında bir yönelim de hakikattendir.
DEDİK YA, eleştiri ayrıdır, saldırı ayrıdır. Kürdün özgürlüğü ve Kürdistan’ın Bağımsızlığını istemek ve bunun için hem siyasi, hem askeri, hem kültürel, hem de ekonomik mücadele yürütmek ayrıdır, Kürdistan ve Bağımsızlık adı altında ‘eleştiriyorum’ diye “saldırmak ve düşmanlık” yapmak apayrıdır.
Bugün dört parça Kürdistan’ın birliği için Ulusal Konferans çağrısı yapan ve bunun için teorik ve pratik öneri sunan PKK hareketine bırakın direkt saldırmayı, Kürd birliğine karşı her hangi bir zedeleyici tutum, tavır, üslup ve pratik içerisine girmek dahi TC’ye açıktan hizmet anlamına gelecektir.
Bugün PKK hareketi, sadece Kuzey Kürdistan için savaş veren bir örgüt değil, aynı zamanda Doğu, Batı ve kurtarıldığı sanılan Güney Kürdistan için de mücadele yürütüyor. PKK’yi salt Kuzey’den ibaret sananlar, PKK’nin, tüm parça Kürdistan’ındaki Kürdün fedai ordusu ve düşünsel yaratıcısı olduğunu unutmasınlar.
Konumuzla ilgisi açısından; her ne kadar da belli çevreler PYD’nin Esad yönetimine destek verdiğini iddia etseler de, herhalde Batı Kürdistan halkının gerçekliğini (zaman kazanmak açısından olsa bile) kabul edip hakikati devreye koyan bir yönetime siyaseten (şimdilik) ses çıkarmamak, ABD’nin yanında açıktan yer almaktan, ona yedeklenmekten, onun elçiliğini yapmaktan ve onurlu Kürdistan’ın önünde engel olucu pratik sergileyerek “bağımlı bir Kürdistan inşa etmek isteyen” zihniyetlerden daha iyidir, diye düşünüyorum!  Ayrıca bugün Qamışlo’da halkın üzerine ateş açanların da amaçlarının PYD etkisinde olan Kürtleri ABD denetimindeki isyana katmak olduğu açıkça ortada ve sırıtmaktadır.
ABD ile her türlü onursuz ilişkiyi diplomasi, siyaset ve politika olarak Kürdistanlılara yutturmak ve bu ilişkiyi olmazsa olmaz gibi dayatmak, aynı zamanda “büyük sömürgeci gücü”, “küçük sömürgeci Esad’a yeğlemek sonucunda görülüyor ki tam destek ABD politikaları hem Kürdistan, hem de Ortadoğu bölgesinde sorunsuz bir şekilde işletiliyor. Bir taraftan Esad zihniyetini yıkmak ne kadar hakikat ise, diğer taraftan Esad’a sömürgecilik dersi vermiş “ABD’den doğru” bir Suriye inşa etmek ve buna yardımcı olmak da, bir o kadar Kürd ve Kürdistan’a düşmanlıktır. Bu düşüncelerim belki yarınlarda değişebilir ancak, şuanda görünen köy kılavuz istemiyor.
PKK’ye dönecek olursak; PKK, dört parça Kürdistan’da örgütlenmiş, askeri, diplomatik, siyasi ve ideolojik olarak donanımlı, dünya sömürgeciliğiyle savaş halinde olan ve aynı zamanda “Kürdistan’ın özgürlüğü için özgür Kürdü yaratma mücadelesi yürüten” güçlü bir harekettir. PKK, Kapitalist Modernitenin ideolojisi Liberalizmin bencil-bireysel, tekçi- tekelci ve iktidarcı devlet anlayış ve yaşamına karşı Demokratik Modernitenin, Ahlaki-Politik toplum paradigmasıyla, çoğulcu, eşitlikçi, özgür, kollektif, komünal bilinci esas alan ve yeni insanı inşa etmek isteyen ve aslında tüm dünya insanlığına da bir yaşam formu sunan ideolojik ve askeri bir harekettir. Böylesine bir hareketin karşısına yalan, dolan, iftira ve alçaklıkla çıkmak sömürgeciden bağımsız olmayacağı gibi, doğal olarak TC ve ABD’ye hizmet kadar, Kürd ve Kürdistan’a da ihanettir.
DEDİM YA, ben ne BDP, ne DTK, ne KCK ile PKK ve ne de HPG ile herhangi bir organik bağ içerisinde değilim. ‘Keşke’leri sevmemekle beraber, şimdi, “keşke olsaydım ve bazı kararlar almada etkim olsaydı”, diyorum.
Kürt halkı yüzyıllardır ve hatta bin yıldır olağan üstü zamanlar yaşıyor ve özgür değil. Kürdün zihni sömürgeciler tarafından kadüke uğratılmış durumda. Kürd, özgür olmadığı gibi, zaman zaman; “benim ne PKK’ye ne KDP’ye ve ne de diğer Kürd örgütlerine ihtiyacım yok, diyor. Bunu demesi dahi özgürlüğe susamışlığını ortaya koyduğu gibi, bu hareketler tarafından böyle düşünmeye cesaret ettiğini de bilemediğini gösteriyor. Böyle düşünen Kürd, bir yerde özgürleşmeyi de en fazla isteyen Kürd olduğu gibi, bu düşünceden bağımsız ve tamamıyla sömürgeciye uşaklık eden Kürd, zihni dumura uğramış ve gidişatı da sömürgeciye doğru olan Kürdün, en tehlikelisi oluyor. Bunlar, özgürlüğe gelmedikleri gibi, yeminli PKK düşmanlığı yapmak ve TC ile ABD’ye hizmeti de onur saymaktadırlar.
BİTMEK tükenmek bilmeyen zaman olağan üstü oldu muydu, alınması ve alınan kararlar da doğallığında, olağanüstü olmalı ki düşman ile baş edebilesin.
Elbet her bir bireyin farklı farklı görüşleri olacağı gibi, her bir Kürdistan’i örgütün de kendine has farklı görüşleri olabilir. Kendine has derken, onurlu ve en asgari yaşamsal bir formda olması gerekir, diyorum. Öyle dar, çıkarcı ve benmerkezci bir anlayış kabul edilemeyeceği gibi,  bunda diretmek de Kürd ve Kürdistan davasına da hizmet etmeyecektir. Farklılık ve onur’a katılımcılık esas alınırsa, bunun adı elbette çoğulculuk olur. Ancak onursuzluğu onur addedenler, bu çoğulculuğun içerisinde yer alamaz, almamalı ve alınmamalıdırlar, diye düşünüyorum. Bu düşünce, farklılıklara tahammülsüzlük olmadığı gibi, Birliğin arasına sızabilecek sömürgeci zihniyetleri de baştan etkisiz kılacaktır! Zira mevcut hal savaş hali ve Kürd ulusal birliği şarttır.
BU, işin görünen ve doğal zamanlarda olması gerektiği şartlarıdır. Fakat Kürdün mevcut hali olağanüstü olduğundan, ortaya çıkan kimi farklılıklar da görmezden gelinebilir ki mevcut hal, savaş halidir. Dolayısıyla bu farklılıklar ve düşünceler olağanüstü durumlarda görülemiyor olabilir ki, olağan üstü durumların yaşandığı ne kadar hakikatse, farklılığın böylesi zamanlarda görünememesi de bir o kadar hakikattir. Mücadele sahasında var olan Kürdistan’i örgütlerin birleşmemesi, ortak hareket etmemesi ve dolayısıyla birden çok örgütün oluşu, çok sessilik olmakla birlikte sürece ters düşmektedir. Bir birlik çatısı olmadan böylesi seslerin çokluğu olsa olsa mevcut süreçte Kürd ve Kürdistan’a değil, direkt sömürgeciye hizmettir. Öyleyse birliğe acilen gelmek kadar, birlik önünde duran tüm yapılara müdahale de kaçınılmaz olmalıdır. Henüz Kürdistan özgür değilken, bırakın özgürlüğü henüz varlığını koruma savaşımı veriyorken, öyle farklı seslerin çıkması böylesi olağan üstü durumlarda çoğulculuk değil, maalesef TC’ye hizmet anlamına geliyor!
Şuanda Kürdistan’ın tüm parçalarında Kürd ulusal birliğinin acilen sağlanması gerekiyor. Sağlanan birlik, Kürdistan’i tüm kararları almada yetkili olup yekvücut halinde duruş sergilemeli. Bu birliğin oluşumu öyle ABD, TC, İran ve Suriye’ye yedeklenmeyle olmamalı. Birlik oluşumu sonrası ortaklaşa kararlar alınacağından zaten hiçbir örgüt veya oluşum hiçbir sömürgeci güce yedeklenemez ve ayrılığa düşemez.
YOK eğer bu birlik sağlanmasa da, özellikle Kuzey, Batı ve Doğu Kürdistan’da en büyük doğal birlik olan PKK hareketinin dışındaki tüm farklılıklar (geçici bir süre) Kürdistan olağan hale gelene kadar görülmemelidir, diye düşünüyorum. Altını özellikle çiziyor ve “Birlik sağlanmazsa” diyorum.
Kürdistan özgür değilken ve herhangi bir birlik oluşamıyor ve çatı altında birleşilemiyorsa, mevcut durumda hiçbir farklılık kendini dayatmamalıdır. Bu dayatma Kürd ve Kürdistan’a hizmet değil Kuzey ise TC’ye diğer parçalar ise yine TC ve ABD’ye hizmet anlamında yorumlanıp, bu çevrelere geliştirilecek tavır ve tutumlar da, düşmana karşı sergilenen ve uygulanan pratikle eşdeğer olmalıdır, diye düşünüyorum.
Öyle tahmin ediyorum ki bugüne kadar PKK’ye eleştiri adı altında saldırıya geçen çevrelere dokunulmuyorsa, bunun tek sebebi PKK ve ondan etkilenenlerin ideolojik çizgisi ve doğallığında hümanist yapısından ileri geliyor. Ancak çok zorlamamak da gerekiyor!
Son olarak;
Henüz özgürlüğünü elde edememişlerin bir birlerinden bir farkı olması, farklı düşünce, eylem ve pratik güçlerinin bulunması, son süreçteki yoğun tartışmalardan da anlaşılacağı üzere ve mevcut savaş hali sürecinden kaynaklı ve üstüne üstlük “Birliğe” gelinmiyorsa da, çok anlam bulmuyor. Bunun için zaman geçmeden Kürd ulusal birliği temelinde bir çatı kurmak ve var olan Kürd ve Kürdistan’ın tüm düşmanlarına karşı “bu birlik haliyle” duruş sergilemek gerekmektedir. Mevcut süreçte artık Kürdün bir saniye bile beklemesi düşünülemez. Bölük pörçük ve parçalı bulutlu duruşlar, Kürdistan mücadelesine bir fayda sağlamadığı gibi zarar veriyor ve dolayısıyla birliğe ve çatıya gelmeyen, direten ve engel olan her kişi, kurum, örgüt ve oluşumlar da farklılık değil, düşmanlık yapıyor olarak algılanır, dahası, doğallığında düşmana hizmet ederler.
Buna göre, dört parça Kürdistan’ın özgürlük, onur ve çıkarının dışında her ne nedenden olursa olsun, Kürdistan Ulusal birliğine gelmeyip PKK’ye düşmanlık yapanlar TC ve ABD’ye hizmet ettiği gibi, Kürd ve Kürdistan davasına da ihanet ediyor olarak görülmelidirler.
12.03.2012
Mehmet Serhat Polatsoy