31 Mayıs 2012 Perşembe

AKP’nin Ruhuna El-Fatiha; Erdoğan’ın Cenaze Namazı Kılınıyor!

Önceki yazımda “AKP’den büyük kaçış!” demiş ve liberaller ile muhafazakârların AKP gemisini terk ettiklerini; zira su alan bu geminin uzun süre ayakta kalamayacağını yazmıştım. Erdoğan’ın dün partisinin grup toplantısında yapmış olduğu açıklamalara bakılırsa kaçış, öyle böyle değil! Peki ya nasıl? Vallahi bu çevreler neredeyse selam dahi vermeme derecesine gelmişler! Onların birbirlerine verip ettiği selam ve kelamları bu saatten sonra bizleri ilgilendirmiyor/ilgilendirmemeli; zira Liberal ve muhafazakârlar ile Hükümetin zamanında verdiği ve ettikleri selam ve kelamların yüzünden Roboski gibi katliamların gerçekleştirildiğini de bildiğimizi, bilmelerini istiyoruz.
Ticaret ile ilgilenenler bilirler; Erdoğan’ın şu anki durumu “kendisini borç batağından kurtarmaya çalışan ve içinde olmuş olduğu durumu kendine yediremeyip el âleme rezil olmamak için bankalardan kredi talebinde bulunan, o da olmadıysa tefecilerden borç alıp tekerleğini döndürmek için çabalayan ve her eyleminde biraz daha batan bir esnafın durumuna benziyor. Esnaf ya çok açılmış ve mal-mülk-arsa alarak zamansız işler yapmıştır; ya da yine bir nedenden dolayı ödemeleri 1 ay aksamıştır ki işleri kötü gitmeye başlar.
Esnaf, çevresindeki diğer esnafların içinde olmuş olduğu borç batağını bilmesini ve dedikodu yaparak bu bilgilerin müşterilerine ulaşmasını istemez; çünkü müşteri (AKP tabanı) bunları duyduğu zaman ticaret yapan o esnafa iyi gözle bakmaz; ne toptancılar ürün verir, ne de müşteriler ürün almak için artık o mağazaya bir daha uğramazlar. Erdoğan biraz da bunu bildiği ve esnaf mantığıyla hükümeti yönettiği için kudurdukça kuduruyor. Değil 10 yıllık bir esnaf, eğer ekonomik durum gerçekten kötü ve bu durum çevrede de dillendiriliyorsa, 50 yıllık büyük ticaret esnafları dahi bu borç batağından dolayı yok olur giderler.
Esnaf biraz zorba ise, tuttuğu “kiralıklarla” kendinin durumunun kötü olduğunu diğer esnaf ve müşterilere anlatan kişileri tehdit eder, bezdirir ya da öldürtür; yok işinde gücünde ve silah zoru olmayan biriyse de, batmamak ve onları mahcup etme adına susar ve işine gücüne bakar; e dedikodular da ancak hakikatli iş yapmakla olur ve biter ki; göründüğü kadarıyla Erdoğan’ın tek hakikatli işi dahi yoktur.
Evet, Erdoğan bataktan kurtulmak için hamleler geliştiren bir esnafın, geliştirdiği her hamle sonucunda biraz daha battığı gibi, o da her konuştukça battıkça batıyor.
AKP Grup toplantısında konuşan Erdoğan yapmış olduğu ahlaktan yoksun değerlendirmelerle, bir kez daha içinde bulunmuş olduğu psikolojik ruh halinin travma olduğunu ve şizofrenik bir vakaya dönüştüğünü tüm Türkiye ve Kürdistan halkına göstermiş oldu. Bizler önceleri kendisini anlıyor ve anladığımız Erdoğan’ı her platform ve çevrede anlatmaya çalışıyorduk; ancak anlamayanlar ve anlamak istemeyenlere derdimizin Erdoğan’ın katliamcı yanını teşhir etmek olduğunu bir türlü kabullendiremiyorduk. Geç oldu ama nihayet anlaşıldı!
Hayır!   Niyeti kötü olmasa başımız üstünde yeri var. Ama yok! Erdoğan’ın niyetiyle piyasayı dolandırmaya çalışan, önce kendisini herkese iyi ve hoş gösterip, herkesin güvenini kazandıktan sonra da bütün paralarla kaçıp gitmeye çalışan üç kağıtçının niyeti aynı. Bir dolandırıcının niyeti üç kağıttır; zaten üç kâğıtçılık olmazsa, bunun gibi hokkabazlar da olmaz.
Erdoğan Roboski’de büyük bir açık verdi ama “ben nasıl böyle bir hataya düştüm” diyemediği gibi kendine de yediremeyerek; astığım astık, kestiğim kestik naralarıyla hakikati haykıran herkese oldukça küstah, alçak ve ahlaksızca saldırılarda bulunmaya başladı.
Esnafın açığı gibi, Roboski katliamından sonra Erdoğan ve partisinde de büyük bir “açık” oluştu. Bu açık öyle ne kredi ve tefecilerden alınacak borç ve ne de kiralık katil tutup çevresini temizlemekle kapanacağa benzemiyor. Erdoğan işin sonunun AKP’nin ruhuna el-fatiha olacağını biliyor bilmesine de, işin kendisine dayanması ve yok olmasından korkuyor. Birazda sonunun diğer diktatörler gibi son bulacağından çekiniyor. Şuanda öyle sağa sola saldırmasının tek nedeni kendisinin “cenaze namazının kılınmaması” içindir; ondan dolayı pek ‘değerli’ liberal ve muhafazakârlara çatıp susturmaya çalışıyor. Belki bu çevreler bir şekliyle susar veya susturulur ama Kürdistan’ın tamamının susmayacağı ve AKP’nin Kürdistan’da tabela partisi olacağı bugünlerden sonra daha da netleşmiştir.
30.05.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Utanmaz Liberal ve Muhafazakârlar AKP’den Kaçıyorlar!

Roboski katliamının getirdiği tartışmalardan kaynaklı iyice kan kaybeden Erdoğanlı AKP Devleti, bu kan kaybının daha fazla tabana yansımaması için ileriki günlerde bazı tedbirler geliştireceğe benziyor! AKP, çok değil birkaç haftaya kadar “Şahinleştirdiği” Bakanı İdris Naim Şahin’ine “ya elveda deyip yeni bir “İç işleri bakanı” ile hem Kürdistan ve Türkiye kamuoyunu aldatmaya devam edecek; ya da düşüşün getirdiği iktidara daha bir sarılma hırs ve psikolojisi ile Şahin’i görevinde tutup, gelen tüm tepkilere -tabanına rağmen- kulak tıkayarak, girişmiş olduğu siyasi soykırım ve askeri imha operasyonlarına “sivilleri” de ekleyerek Çilleri de aşacak olan bir yönelimle ve benzeri Dersim katliamında görülmüş katliamlara girişerek kan dökecek!
Daha doğrusu, oluk oluk kan mı dökülecek, yoksa yeni bir oyalama siyaseti mi geliştirilecek; işte burası açıkçası Pensilvanya’dan gelecek olan fetvaların boyutunda gizli kalarak bir yerde de belirsizleşiyor gibi!
Ancak ben şahsen AKP’nin bir parti ve hükümet olarak (ama mantık ve ideolojisi iktidarda kalarak) bitip gideceğini, büyük bir ihtimal olarak görüyorum. Diğer Türk hükümetleri nasıl Kürd ve Kürdistan hakikatinin önünde duramayıp toz duman olmuşlarsa, AKP’de Kürdistan’ın şaşmaz hakikati Kürt Özgürlük Hareketi mücadelesinin karşısında tutunamayacaktır. Nasıl atlılarıyla gelip Kürdistan’a yerleştilerse ayaklarıyla da gideceklerdir. AKP, Siwar hatin peya çun sözünün kendileri için söylendiğini çok kısa sürede elbet görecektir. Diğer taraftan AKP, Roboski katliamı ve sonrasında hem Erdoğan’ın ve hem de bakanlarının Kasımpaşa üslubundan kaynaklı da gidecektir. AKP burada, hem tabanı ve hem de onun politikalarını destekleyen liberal ve muhafazakâr kalemşorlarına göstermelik de olsa tatmin edici bir şeyler söylemesi gerekirken, o bunu yapmadığı gibi vermesi gereken insanlık sınavını da veremeyip, yüzüne gözüne bulaştırdı. Şimdi bu insanlık sınavı sözünden Erdoğan ve AKP sanki insan özelliği taşıyormuş gibi bir sonuç çıkmasın; çünkü sömürgeciden insan çıkmayacağını herkes biliyor!
Evet, AKP gitmesine gidecek de, bu gidişi kanlı mı olacak yoksa kansız mı; kanlı olacağı her halinden belli de kanın boyutu ne olacak? Roboski gibi katliamlar gelişecek mi? Açıkçası “iktidarı” elinden kaçırmak istemeyen bir hükümet ve “tekçi” bir akıldan her şey beklenir ki, bir Dersim ve Nazi vahşetinin izleri hale taze ve belleklerdedir.
***
Utanmazlar! Erdoğanlı AKP’yi yeni mi tanıdınız?
Gelelim Erdoğan ve AKP’nin bin bir türlü yüzünü gören ama buna rağmen tüm ahlaksız politikalarını desteklemekten çekinmeyen, sanki henüz tanımışlar gibi gözümüzün içine baka baka yalan söyleyen ve Hakikatin şaşmazlığı karşısında daha fazla duramayacağını anlayan Liberal ve Muhafazakâr yazar-çizerlere!
Bunların bugün ki “u” dönüşleri bir gerçeklik olduğu gibi, yaptıklarını teşhir etmek de bir o kadar hakikattendir.
Bu Liberal ve Muhafazakâr yazarçizerler zamanında, Özgür Basın geleneğinin yazarçizerlerine kulak tıkayanlardır; bunlar bir asker öldüğünde kıyameti koparan ama kimyasallarla katledilen gerilla şehadetlerinde ise ses dahi çıkarmayanlardır; bunlar KCK adı altındaki siyasi soykırım operasyonlarına destek sunanlardır. İşte bunlar; bugünlerde yanıldık diyenler; son 10 yılda Erdoğan ve AKP Devletine destek ve sahip çıkarak Kürd ve Kürdistan’ı ateş çemberi içerisine alıp anaları ağlatan ve gözyaşlarını akıtanlardır; bunlar kan akıtan Liberal ve sözde Müslüman Muhafazakârlardır. Şimdi her birisi ağız birliği yapmışçasına her platformda konuşuyor ve yeni tanımışlar gibi, bildiğimiz ve tanıdığımız Erdoğan ve AKP’yi yerden yere vuruyorlar; adeta bizler Erdoğan ve AKP’nin yüzünü yeni gördük, yanıldık diyorlar!
Şimdi düşünüyorum da; Acaba yanıldılar mı yoksa emir Pensilvanya’dan mı geldi? Yoksa Fetullah Gülen AKP’nin boynuna urgan mı geçirdi?  
Erdoğanlı AKP’nin insan siyasetinde olmadığını sonradan gören veya görmüş gibi yapan Liberal ve Muhafazakâr yazarların Erdoğan, Şahin ve AKP’ye karşı tutumları elbet iyidir, sonuçta hakikat mutlak haykırılmalıdır. Ancak sormak gerek bu yazarlara;
Roboski katliamını yapacak cesareti kendinde gören bu hükümete destek verirken sizin aklınız neredeydi, sizler dün neredeydiniz? Roboski katliamında yaşamını yitiren 34 candan sizler de sorumlu değil misiniz? O akan kanların her damlasında sizin hiç mi payınız ve günahınız yok? Sizler Erdoğan ve AKP’nin ruhsuz bir politika izlediğini şimdi mi anladınız yoksa bir yerlerden “bilgi” mi geldi? Ne oldu da pek çok sevdiğiniz Erdoğan ve AKP’den destek ve elinizi çektiniz? AKP düşüşte mi?
Evet, Sayın Öcalan’ın da öngörüsünde olduğu gibi AKP düşüşe geçiyor. Sayın Öcalan AKP’nin “düşeceğini” daha iki yıl önce söyleyerek bugünlere işaret etmişti. Hem AKP’nin düşüşünü ve düşüşüne onay verildiğini sadece bu çevre yazarlarının dillerinden anlayamayız; en önemli gösterge, Fetullah Gülen’in sağ kolu olarak bilinen Hüseyin Gülerce’nin kendi köşesinden Erdoğan ve AKP’ye olan uyarısıdır.
Gizli ajanda olan Ahmet Altan’dan birçok liberal ve muhafazakâr yazara kadar hepsi bir olmuş önce destekledikleri ve ne olduğu belli olmayan “açılım” politikalarıyla Kürdistan ve Türkiye halkını uyutan, kandıran, oyalayan ve katleden Erdoğan ve ekibini sahiplenirken, şimdi de utanmadan eleştirebiliyorlar. Sadece bunlar değil, en önemlisi Fetullah Gülen’in sağ kolu Hüseyin Gülerce. Sadece o da değil; Ali Bayramoğlu, Hilal Kaplan, Özlem Albayrak ve “özür açıklanmaz, özür dilenir” makalesiyle büyük ses getiren Ali Akel ve diğerleri şimdi el birliğiyle yok oluşa giden AKP treninin altında kalmamak için çaba sarf ediyorlar. AKP uçurum da ve bunlar da AKP ile aynı trende olan “B” takımları. Tabi ki AKP ile beraber düşmek istemezler.
O zaman şimdi avazımız çıktığı kadar bağırıp soralım ve bunlara; bizler aptal değiliz, diyerek haykıralım;
Ey kendine Liberal ve Muhafazakâr diyen sözde aydın ve yazarçizerler; biz Kürtler sizlerin deve kuşu politikası güttüğünüz gün, yıl ve şimdilerde gerçeği haykırıyor ve AKP Devletince zindanlara doluşturuluyorken, siz insan müsveddeleri,  gıkınızı dahi çıkarmadınız.
Sizler Kürdistan ve Kürt Özgürlük Hareketinin bir Hakikat ve Erdoğanlı AKP Devletinin bu “hakikat denizinde” boğulacağını bilemediniz mi?
Ey Utanmazlar! Sizler Erdoğan ve ekibini “gerillaları kimyasallarla katlettiklerin de tanımadınız da, şimdi mi tanıyorsunuz?
26.05.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

25 Mayıs 2012 Cuma

Dikkat! AKP’nin Katliam Projesi Devrede

Devletleşen AKP’nin hem Cumhurbaşkanı ve Başbakan, hem de Bakanlarının son çıkışlarına bakılırsa önümüzdeki süreç oldukça kanlı geçeceğe benziyor!
Geçtiğimiz günlerde, ABD’de çıkan Wall Street Journal Gazetesi tarafından yayınlanan haberde 34 Kürt sivilin hedef alındığı Roboskî Katliamı’na ilişkin istihbaratın ABD’nin predatörleri tarafından verildiğinin duyurulması ardından, AKP Devletinin Başkomutanı ve Sultan’ı tarafından bir yandan halk tabanı ve gelecek seçimlere, diğer yandan da bölge ülkeleri ve PKK’ye dönük adeta; “bu istihbarat ve getirdiği zafer sadece bizimdir”, tarzından her yanı şaibe kokan bir açıklama geldi. Öte taraftan tescilli Kerestelik Odun olan İdris Naim Şahin’in sözleri üzerine Ömer Çelik’in; bu sözleri insani bulmuyorum tarzından çıkışlarına da bakmayın; bunların topu bir diğerinin aynıdır ve birbirlerinin açıklarını kapatmak için sıraya girmişlerdir; tıpkı Erdoğan’ın son noktayı koymasında olduğu gibi…
Ancak öyle görünüyor ki AKP Devlet yetkililerinden gelen bu açıklama, Kürt Özgürlük Hareketi ve bir kısım aydın ve yazar çevreleri tarafından, “olduğu gibi okunmuş”!
Maalesef ki ben, süreci ve geleceği bu kadar iyi niyetlice ne görüyor nede okuyamıyorum! Zira son günlerde bu yönlü yapılan süreç değerlendirmelerinde herhangi bir derinlik de yok! Demek istediğim AKP politikaları böyle göründüğü gibi ele alınmamalı. Yani “İstihbarat bizim ve Millidir” açıklamasına belirttiğim gibi tek başına; “AKP’nin seçim yatırımıdır” veya söylenen “Devlet katliamı kabullendi” veya “İtiraf etti” olarak bakıp değerlendiremeyiz.
AKP’nin beyin kıvrımlarında yatanın, meseleyi tek başına “milli istihbarat veya kaynak boyutuna indirgeyip, işin içinden çıkarız” ve sonrasında ise İ.Naim Şahin kötü, diğerleri iyi rahip hesabında olacağına da ihtimal vermiyorum. Bu bir yemdi ve bu yem şuanda yenilmişe benziyor! İşte ondan dolayı da bu yönlü “algıyla” yapılan değerlendirmelerin en başında; “Devlet katliamı itiraf eti veya katliam meşrulaştı” yorumları geliyor.
Ama bu değil!
Zaten amaç, halk ve Kürt özgürlük hareketinde böyle bir algı uyandırmaktır. Sonra öyle “kendi kazdıkları kuyuya kendileri düştü” deyip AKP’yi “boşluğa” şikâyet etmek de süreci tam olarak doğru yansıtmaz; onun için kimse yanılgıya kapılmasın derim. Eğer bunun üzerinden değerlendirmeler yapılır da gündem bu temelli oluşturulursa, AKP’nin asıl gizli politikalarının dikkat ve gözden kaçırılacağını unutmayalım.
Soru; Siz Wall Stret Journal’ın kendi başına mı bilgi sızdırdığını düşünüyorsunuz; eğer böyle bir düşünceniz yoksa niye oyuna gelip de yüzeysel değerlendirmelerde bulunuyorsunuz?
ABD, Wall Stret Journal aracılığıyla TC’nin aslında tek başına hiçbir şey olduğunu, istihbaratın bizim güçlerimiz tarafından verildiğini duyurması ardından TC tarafından gelen bu açıklama, ABD’yi boşa çıkarmak (!) ve onun üzerinden başarı elde etmenin dışında bir şey değildir. Ancak Erdoğan’ın beyin kıvrımlarında dolaşanlar öyle sadece Kasımpaşa siyaseti edası ve Bakanları aracılığıyla durumu sahiplenme falan da değil! Bu hem AKP tabanı ve direnen özgür Kürde ve hem de yine taban olarak gördüğü Ortadoğu’yla beraber, savaştığı PKK’ye ciddi bir mesajdır da.
Abdullah Gül, Erdoğan ve kurmaylarının açıklamalardan anlaşılan bir başka ayrıntı da; “ABD’de kimmiş, istihbarat benim devletimin kaynağından geldi” sözünde gizlidir. Burada, önümüzdeki planlamalarında olduğu anlaşılan “toplu gerilla ve sivil halk” katliamlarında bir başarı elde edeceğini düşündüğünden şimdiden; “AKP bir şey yapmadı ki, bütün istihbarat ABD’den geliyor” düşüncesinin önüne set koyarak, eğer başarabilirlerse bu zaferin ardından da Ortadoğu’da tek ve yenilmez Jandarma gücü olduklarını -sözüm ona PKK’yi darbelemiş olarak- ilan edecekler.
Roboski’de 34 sivil Kürdün katledilmesine neden olan Milli istihbarat veya kaynak denilen bilginin, ABD’den geldiğini bizler çok iyi biliyoruz. Fakat AKP tabanı bunu ya bilmiyor ya da çok umurunda değil! Zaten AKP’nin bugüne kadar yapmış olduğu tüm kirli işlere Sayın Selahattin Demirtaş’ın da vicdanlarına seslendiği AKP tabanı tarafından hiç mi hiç ses çıkarılmadı; böylelikle bu taban zindanlara doldurulan Kürt siyasi tutsakları ve katledilen gerillaların ölümüne de açıktan onay vermiş oldu. Böyle bir tabanı olan AKP elbette hızını alamayarak tehlikeli daha birçok işlere girişebilir!
Çok geriye gitmeden, büyük bir zevk ve mutlulukla Yavuz, Abdulmecit ve Abdulhamit’în yolundan giden ve bunu hiç çekinmeden her platformda dile getiren Erdoğan’ın hem Kürdistan hem de Türkiye’de pratiğe koyacağı oldukça tehlikeli planları var diye düşünüyorum!
Türk Başkomutanı Gül, Erdoğan ve kurmaylarının Roboski katliamı için Wall Street Journal Gazetesinde çıkan haberi yalanlamasının altında verdiği mesaj; “istihbarat ve güç” gösterisi ile beraber, yarınlarda PKK başkanlık konseyi ve HPG gerillaları ile halka yapabilecekleri katliamların işaretlerini içermiş olmasın?
Bir yandan Kürt Özgürlük hareketinin “temkinli” pratiklerine, diğer yandan da son 3 yıllık sömürgeci yönelim sürecine ve AKP’nin hazırlıklar ve sergilemiş olduğu –demokrasi açısından- negatif pratiklerine bakacak olursak, önümüzdeki sürece kaygılı bakmanın ve bu temelde değerlendirmelerde bulunmanın daha doğru olacağı düşüncesiyle;
Birçoklarına da “komplo teorisi” gibi gelebilecek olan önümüzdeki süreçle ilgili görebildiğim kadarıyla –eğer durdurulmazsa- AKP Devletinin icra edebileceği arasında yer alan planlardan bazılarını şöyle sıralayacağım;
1: Devam eden siyasi soykırım operasyonlarına hiç ara vermeden hem Belediye Başkanlık seçimi hem de Milletvekilliği seçimlerine kadar dışarıda parti çalışmalarını yürütebilecek, halkla bütünleşebilecek tek bir Kürt dahi bırakmayarak tutuklu sayısını en az 20 bine çıkartmak,
2: AKP’ye bir “dur” diyen çıkmayıp da planları başarılı bir şekilde işlerse Kürt Özgürlük hareketinin legal alanı boşaltılacak ve yerine oldukça tehlikeli sonuçlar doğurabilecek olan Kürt Hamas’ı getirilecek. Mustazaf derneklerinin Anayasa tarafından kapatılmasıyla bu dernek Kürdistan’da mağdur gibi gösterilecek. Ardından bu dernek yeni kurulan ve liderliğini Sıtkı Zilan’ın yaptığı Kürdistani İslami Parti ile birlikte çalışma yürüterek Kürt halkının yüreğini parçalama operasyonlarına girişecek; yani mevcut BDP’nin oyları üzerine oynayıp aynı Hamas’ın FKÖ’yü tanımayıp yöneticilerini katlettikleri gibi yeni örgüt etrafında şekillenebilecek bir Kontra ekibinin de kurulması olasılığı yüksek bir ihtimal gibi görünüyor. Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın sözünü ettiği Kürt Hamas’ı bu olsa gerek! Hatırlanacağı üzere Hamas kurulduktan sonra FKÖ’lü yöneticilere rahat uyku yoktu; çünkü Hamas militanları her gün FKÖ’nün bir kuruluşuna baskın düzenleyip FKÖ’lü yöneticileri bürolarının camından aşağı atıp öldürüyorlardı.
3: Bir taraftan Kürt Hamas’ı tamamen BDP’nin veya HDK etrafında örgütlenecek yeni Partinin Kürdistan’daki faaliyet alanını daraltırken, diğer taraftan da Fetullah Gülen cemaati ruhuyla AKP de Kürdistan’a özel yasalarla şeriatı getirecek; aynı İran’da olduğu gibi Devlet’e karşı gelenler Allah’a karşı gelmiş gibi gösterilip; bunlar Zerdüşt’tür, bunların dini imanı yoktur denilip göstermelik mahkemelerde yargılanarak idam cezası ile cezalandırılacaklar. Hem de bunu Kur’an ve Hz. Muhammed’e rağmen yapacaklar; bunlar bir kere halkı uyutmuş ve halkın gerçekleri bilmesini istemiyorlar. Bunlar Zerdüşt peygamber ve Zerdüştlerin ehl-i kitap olduğunu söyleyen Kur’an ve Hz. Muhammed’i de tanımayarak böyle bir yola girişecekler.
4: Sadece Kuzey Kürdistan dağlarında değil, Batı’da PYD güçlerine, Doğu’da PJAK’a ve Güney Kürdistan’da da Kandil ve diğer kamplara dönük nokta operasyonlarının da olacağı büyük operasyonlar yapılacak,
5: Gerilla alanlarına yapılacak operasyonlarda hedef gözetmeksizin sivil halka da yönelim olacak,
6: Bu yönelim; sivil ve gerilla ayrımı yapamıyoruz’un da ötesine geçerek, dünya kamuoyuna göstermelik olarak önce sivil halka; Yaşadığınız yerlerde ‘teröristler’ barınmakta ve biz görevimizi sizden dolayı icra edemiyoruz, lütfen operasyon bölgelerinden çıkın, tarzında sahte çağrılar yapacaklar. Büyük bir ihtimalle bu operasyonların sadece başlangıcında Türk ve Yabancı basın da operasyon bölgesine alınarak, yapılan sahte çağrılar bütün dünya kamuoyuna servis edilecek. Sonra Ordu; ya halkın çıkmasını beklemeden toplu katliama girişecek, ya halk çıktıktan sonra gerillaların bulunduğu bütün alanları insansızlaştırmak kaydıyla kimyasala tabi tutacak. Bu saldırılar Roboski’yi aratacak ve boyutu da Dersim katliamından farklı olmayacaktır.
Yukarıda da belirttiğim gibi; eğer AKP’ye bir “dur” diyen çıkmazsa ve Erdoğan ister Başbakanlık isterse de Başkanlık koltuğunda oturup bugün ki aklıyla Türkiye ve Kürdistan’ı yönetmeye kalkarsa, işte o zaman kaygılarımın gerçekleşmemesi için hiçbir neden yoktur. Umarım Türkiye ve Kürdistanlı demokrasi güçleri AKP’nin bu gidişine bir “dur” der ve kanlı boğazlaşmalar yaşanmaz. Çünkü AKP pratikleri karşısında HPG ve TAK’ın dışında “hiçbir yere bağlı olmayan inisiyatifli güçler” de Türkiye ve Kürdistan’da hem Kürt işbirlikçilerine yönelik ve hem de AKP Devletinin kadrolarına yönelik eylemler gerçekleştirerek sürece müdahil olabilirler. Umudumuz kansız bir çözümün hem Türkiye ve hem de Kürdistan’da gelişmesidir.
25.05.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

24 Mayıs 2012 Perşembe

Erdoğan Zerdüştlüğü karalarken Kuran-ı Kerim ise Sahip Çıkıyor

İktidara geldikleri günden bu güne her fırsatta Kürt halkı ile PKK’nin arasını açmaya/ayırmaya çalışan ve Kürt özgürlük hareketini ellerinden geldiğince zor duruma düşürmek, sıkıştırmak ve farklı bir misyon yüklemek için bin bir çaba harcayan AKP Devletinin yetkilileri yürüttükleri Zerdüştlük karalama kampanyası ile ilgili açıklamalarıyla bu defa büyük bir kayaya çarptılar; o kaya ki hiçbir Müslüman’ın karşı çıkamayacağı ve İslam aleminin kitabı olan Kuran’ı Kerim ve Hz. Muhammed’den başkası değil.
Öncelikle belirtmeliyim ki makaleye konu olan Zerdüşt ve Zerdüştiliği ne İslam’a yamama gibi bir derdim var, ne böyle bir amacım ne de inancım. Çünkü Zerdüştlük dini İslam öncesi bir din olmakla birlikte, İslam’ın dahi bu dinden etkilendiği iddiaları birçok tarihçi ve felsefeci tarafından dile getirilmektedir. Diğer bir iddiada bir sahabe olarak kaynaklara geçen Selman-i Pak’ın aslında Hz. Muhammed’e yol göstericiliği yaptığıdır.
Burada sadece Müslüman olduklarını iddia edenlerin kitapları Kuran-ı Kerim ve Peygamberleri Hz. Muhammed’e rağmen karalamaya çalıştıkları Zerdüştlük ile ilgili bilinen ama saklanan, Türkiye ve Kürdistan halkına duyurulmayan, sadece okuyup araştıranlarca bilinen bir ayrıntıyı paylaşmak istiyorum. Bu ayrıntının paylaşımıyla da aslında ne Fetullah Gülen’in ne de Recep Tayyip Erdoğan’ın “hakiki Müslüman ve Kur’an ve Hz. Muhammed’in” yolundan gitmediklerini göstermek istiyorum. Zira Hz. Muhammed bir hadisinde; “Yahudiler yetmiş bir (71) fırkaya ayrıldılar, biri hariç diğerlerin hepsi cehenneme girer. Hıristiyanlar yetmiş iki (72) fırkaya ayrıldılar, biri hariç diğerlerin hepsi cehenneme girer. Benim ümmetim de yetmiş üç (73) fırkaya ayrılacak, biri hariç hepsi cehennem girer. Cennete giden fırka hakkında sorulduğunda ise Hz. Muhammed: “Onlar benim ve Ashâbımın yolundan gidenlerdir” diyerek cevap vermiştir”. (Ebu Davud, Sünnet, 1; Tirmizî, İman,18; İbn Mace,Fiten, 17; İbn Hanbel, 2/332).
Buradan da anlaşılıyor ki Kur’an ve Hz. Muhammedi yalanlayan Fetullah Gülen ve Erdoğan ikili ve zümresi “Hz. Muhammed ve sahabelerinin yolundan gitmeyenler” sınıfına giriyor.
Evet yanlış okumuyorsunuz; Kuran-ı Kerim Erdoğan ve günlük gıdasını aldığı Fetullah Gülen gibi Zerdüştlüğü ve Zerdüşt peygamberi karalamıyor; aksine sahip çıkıyor.
Soru; Gülen ve Erdoğan Allah ve Kuran’ı Kerim ve Hz. Muhammedi tanımıyorlar mı?
Öyle görünüyor ki Fetulah Gülen ve Türk Başbakanı R.T.Erdoğan Müslüman aleminin kitabı Kuran-ı Kerim ve peygamberi olan Hz. Muhammedi tanımadığı gibi kabul de etmiyorlar; çünkü bu adamlar farklı bir şey söylüyor Kuran-ı Kerim ve Hz. Muhammed ise Zerdüştlük ve Zerdüşt Peygamber hakkında daha farklı şeyler söylüyor.
İslam alimleri, Dinler tarihçileri ve batılı bilim adamları tek tanrılı Din’e adını veren Zerdüştü hem bir peygamber hem de filozof olarak kabul ederler.
Bakın Din’e adını veren Zerdüşt peygamber ve Zerdüştler ile ilgili hem Kur’an-ı Kerim, Hz. Muhammed ve Hz. Ali hem de TC’nin Diyanet İşleri Başkanlığı ne söylüyor;
Öncelikle belirtmeliyiz ki Kur’an Arapçadan kaynaklı, Zerdüştleri Mecûs olarak ifade etmektedir. Zerdüştlük Kur’an-ı Kerim’e Mecûs olarak geçtiğinden ayetlerde ya “ateşe tapanlar ya da Mecûsiler” olarak geçiyor.
Öncelikle Kur’an-ı Kerim’in Hz. Muhammed öncesinde gelen peygamberlerin varlığına işaret ettiği 3 ayete göz atalım, sonrasında da açık ve seçik olarak Zerdüştlük ile ilgili ayetlere bakalım.
Kur’an-ı Kerim diyor ki; "Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir." (Al-i İmran Suresi, 1) Yine bir başka ayette; "Buna rağmen daha önceki toplumlara da nice peygamberler göndermiştik." Zuhruf Suresi, 6) “Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de o memleketlerin halkındandı, onlar da kendilerine vahiy verdiğimiz birtakım erkeklerden başkası değillerdi”. (Yusuf/109)
Bu ve buna benzer Kuran-ı Kerimde birçok ayet olmasına rağmen sadece 3 ayet konumuz açısından yeterlidir diye düşünüyorum. Dolayısıyla bu ayetlerde bahsi geçen “önceki peygamberler” sadece Kur’an da ismi geçen kitap ehl-i veya olmayan peygamberler değil, rivayet edilen 124 bin peygamberlerden başkası değildir. Bu 124 bin peygamber içerisinde de Zerdüşt peygamber vardır ki bunu ben değil bütün “din tarihçileri, İslam alimleri ve bilim adamları” söylüyor.
Kur’an-ı Kerim’de bir ayette Zerdüştlüğün önemi şu şekilde anlatılmaktadır. Hacc suresinde yer alan o ayette; "İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ves sâbiîne ven nasârâ vel mecûse vellezîne eşrekû innallâhe yafsılu beynehum yevmel kıyâmeh, innallâhe alâ kulli şey’in şehîd." "Mümin olanlar, Yahudi olanlar, Sâbiîler, Hıristiyanlar, Mecûsîler (yani Zerdüştler) ve “müşrik olanlara” gelince, muhakkak ki Allah, bunlar arasında kıyamet gününde (ayrı ayrı) hükmünü verir. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilendir."
Burada Kur'an-ı Kerim Zerdüştlüğü, Mekke ve Medine'de bulunan dini guruplar içerisindeki müşriklerden istisna ederek; Yahudilik, Hıristiyanlık ve Sabii'lik gibi "Samî/Semavi/İlahî" dinler arasında saymaktadır. Bu da bize tek başına bu dinin tevhidi yönlerinin olduğu ve diğer yönleri ile de sıralanan dinlerle ilgili benzerliklerinin bulunduğunu açıkça göstermektedir; zira bu konuda bütün İslam alimleri de hem fikirdir. Hem aklı başında her bir kişi İslam alimlerine gerek bile kalmadan Kur’an-ı Kerim’in açık ve seçik olan ayetlerini anlayabilirler; zaten bu konuda Kuran’ın kesin hükmü vardır ki bir ayette; Biz bu kitabı sizin anlayacağınız dil de gönderdik ki yoruma ihtiyaç kalmasın, denir.
Hz. Muhammed, Zerdüşt peygamber ve Zerdüştlükle ilgili bir hadisinde; “Onlara da Ehl-i Kitab gibi davranın.” demiştir.
Hz. Ali “cizye” konusunda Mecûsi/Zerdüştlerle ilgili; Şüphesiz Mecûsîler bir ümmet idiler. Okudukları bir kitapları vardı, diyor. Burada Hz. Ali açıkça Mecûsîlerin de “ehl-i kitap” olduklarını ifade ediyor.
Hz. Ali bir başka yerde; “Mecûsîlerin ne üzere olduklarını iyi biliyorum. Onların da uyguladıkları bir şeriat ve inandıkları bir kitap var. Bu yüzden onlara da “Ehl-i Kitab” gibi davranacağım.”diyerek Zerdüştlerin değer ve önemine atıfta bulunmuştur.
Eş-Şafii’de Mecûsîleri “ehl-i kitap” olarak ifade eder ve ekler ki; Hz. Muhammed de Mecûsîlerden “ehl-i kitap” olduklarından dolayı “cizye” almıştır.
Firdevsi Zerdüştler hakkında; “Onlar ateşe taparlardı demeyin. Aksine Tek ve Kahhâr olan Allah'a taparlardı.” diye söylemiştir. Ebu Reyhan el-Bîrûnî Firdevsî ile aynı dönemde yaşamış bir tarihçi idi. Ebu Reyhan ise el-Asâru'l-bâkıye adlı eserinde Zerdüştlük ile mecûsîlik arasında ayrım yapma ihtiyacını duymuştur. İşrâk felsefesinin şeyhi Şihâbuddîn de Hikmetu'l-işrâk adlı kitabın­da Zerdüşt'ün bir peygamber olduğunu yazmıştır.
Hz. Muhammedin Zerdüşti inancında olanlara dönük yakınlığını gösteren tek ve yeter bir kişi vardır ki; O da Selman-i Pak’tır. Bu kişi kaynaklara Selman-i Farisi olarak geçmiştir; ancak bilinen asıl ismi Selman-ı Pak ve dini Zerdüşt milliyeti ise Kürt’tür. İslam alimleri bu kişi için; Hz. Muhammed’in can yoldaşı ve en kıymetli sahabelerindendir, diye söz ederler. Bir Kürt ve aynı zamanda Zerdüşt inancından olan Selman-i Pak Hz. Muhammed tarafından İslam Devletinin danışmanı olarak tayin edilmiş ve Hz. Muhammedin ölümüne kadar onun yanından hiç ayrılmamıştır. Hz. Muhammed bir hadisinde Selman-i Pak’ı cennetle müjdelediği üç kişi arasına alarak;  “Selman bizdendir. Benim ehli beytimdendir.” Büyük Sahabi temizler temizi, pak… Cennet üç kişiye açıktır; bunlardan biri Selman, diğeri Ali ve sonuncusu da, Ammar”dır, demiştir.
TC Başbakanlık Diyanet İşleri Başkanlığı sitesinde ise Zerdüştlük ile ilgili, aynen şu ifadelere yer verilmektedir; Milâdî VII. yüzyılda Hz. Muhammed, İslâm vahyini tebliğe başladığında yeryüzünde ateizm, putperestlik, politeizm (şirk), yıldızlara tapma da dâhil birçok din ve inanç şekilleri mevcuttu. Bu dinlerden Mecûsîlik, Brahmanlık, Budizm, Sâbiîlik, Yahudilik ve Hıristiyanlık en önemlileri olarak ve hatta bir dereceye kadar vahiy dinleri olmaları yönüyle o günün Mekkeliler'i tarafından kolaylıkla kabul edilebilir dinlerdi. Fakat yeni bir din gönderilmiştir. Çünkü bütün bu dinler, zaman içinde orijinal ve aslına uygun şekillerini kaybetmiş, zaman ve mekâna bağlı olarak çeşitli değişikliklere uğramışlar, ayrıca kendilerinden sonra gelecek ve şartları daha da iyileştirip mükemmelleştirecek bir şahsı ve onun mesajını müjdelemişlerdir. Mecûsîlik en eski dinlerden biriydi ve Zerdüşt'ün getirdiği dinin bozulmuş şekline verilen addı. Zerdüşt tek Allah yani Ahura Mazda inancını tebliğ etmiş, O'nun seçtiği kimselere ilâhî vahyin geleceğine, meleklere ve ölüm sonrası hayata imanı emretmişti. Zend-Avesta'da (Yaşt, 13, XXVIII, 129) putları kıracak olan Soeşyant adlı birinin geleceği bildirilmektedir.
Makaleye birçok İslam âlimi, Niche gibi felsefeciler, bilim adamları ve din tarihçilerinin isimleriyle birlikte görüşlerini eklemek mümkün iken amacım burada bir dini anlatmak olmadığı için bunlara gerek duymadım; çünkü bu bir isimle olacak olan farklı bir makale konusudur. Burada Zerdüştlüğün aslında kısaca Kuran-ı Kerim ve Hz. Muhammed tarafından tanındığını ve buna rağmen Zerdüştlüğe saldıranların da İslam’a göre doğal olarak küfür ehlinden olduklarını belirtmek yetecektir düşüncesiyle bir soru ile makaleye son vermek istiyorum. Evet, Kur’ana göre Zerdüştlüğe dil uzatanlar Küfür ehli kimselerdir.
Sonuç olarak soru;
Kuran-ı Kerim, Hz. Muhammed, Hz. Ali, bütün “din tarihçileri, İslam âlimleri, bilim adamları, Felsefeciler ve TC’nin Diyanet İşleri Başkanlığının hem fikir olduğu Zerdüştlük ve Zerdüşt peygamber bir din ve Hz. Muhammed öncesi olarak kabul görülüyor da, neden Fetullah Gülen ve TC’nin Başbakanı Erdoğan Zerdüştlüğü karalamaya çalışıyorlar? Yoksa bunlar Müslüman âlemini aptal mı sanıyorlar?
24.05.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

18 Mayıs 2012 Cuma

HAKİ KARER şahsında Mayıs ayı Şehitleri ve Bağlılık Yeminim

HAKİ KARER; Ezen ulus içindeki Sosyal-Şovenizm ve ezilen ulus içindeki "dar görüşlü ilkel milliyetçiliğin" yenilgiye uğratılmasında büyük bir emek sahibi ve Apocu felsefenin Kürdistan'ın tamamında yaygınlaşıp kök salmasında proletarya-enternasyonalizminin yılmaz savunucusu olarak Apocu hareket içerisinde mücadele yürütüp şehitler kervanına katılan bir kadro olmuştur. O, tanımadığı ve bilmediği Kürdistan ülkesi ve halkının özgürlüğü için mücadele yürüten ve bu mücadele sonunda da Şehitler kervanına katılan bir özgürlük fedaisidir. Onun bu tavrı günümüz Kürdistan Özgürlük Hareketinin hümanist karakterinde oldukça belirleyici olmuştur. Haki Karer büyük bir devrimci ve Özgür Kürdistan aşığı bir sıra neferiydi. Bilinmeli ki O’nun mücadelesi mücadelemiz, andı andımız, ülküsü mücadelemizde cevap bularak zaferle taçlandırılacaktır. Sömürgeci tezgâhlarında üretilip geliştirilerek günümüze uyarlanan "İlkel Milliyetçi" katliamcı zihin ile Bağımsızlık ve Kürdistan adıyla kendilerini perdeleyerek faaliyet yürütüp Kürdistan parçalarındaki halkı birbirine düşman etmeye çalışan Güney ile Kuzey, Doğu ile Batı Kürdistan arasında çelişki yaratarak ayrılık koymaya çalışan güruhların bundan şüphesi olmasın ki günümüz Haki Karer’leriyle Kürdistan özgürleşecek ve katliamcı mantık Kürdistan’ın tüm parçalarından def edilecektir.
Yine biliniyor ki Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin yoldaşlar, sömürgecilerin Kürt halkını parça içinde yeni parçalamalara sevk etmeye, Kürt partileri arasında çelişki yaratarak çatıştırmaya ve ulusal parçalanma politikalarının önüne geçip Kürd ve Kürdistan’ın Özgürleşmesinin önünde engel olan tüm çevrelere karşı amansız mücadele yürütmüşlerdir. O’nlar günümüz “ulusal birlik konferansının” temellerini atan devrimcilerdir.
Yine Halil Çavgun yoldaş, sömürgecilerin denetiminde onların anlayışlarını hiç çekinmeden her platformda Apocu’lara saldırarak dile getiren “işbirlikçi-hain-feodal” çeteler tarafından katledilmiştir.
Tarih yine tekerrür edecek gibi görünüyor ve görüyoruz ki son günlerde yapmış olduğum “şartsız, koşulsuz acilen toplanılması gereken Ulusal Konferans çağrılarına” yine bu “işbirlikçi-hain ve ajan çete” ve çevrelerinden oldukça sert açıklamalarla karşılık geliyor ve beni, yapmış olduğum çağrının içini boşaltarak hakaret ve tehditlerle susturmaya çalışıyorlar. Bilinmeli ki M.S.Polatsoy bir “Halil Çavgun yoldaş” gibi şehitler kervanına katılmaya hazırdır.
Bilinmesini isterim ki ben; Hakikattin dışında hiç bir şeyi tanımıyorum. Onun için hiç ama hiç korkmuyorum. Cennet derdimin olmadığı gibi, Cehennem korkum da yoktur. İşte bu nedenden dolayı yazdıkça yazıyor ve dokunulmayan konuları hiç bir güçten çekinmeyerek işliyorum. Bu noktada ortaya çıkan durum cesaret oluyor; hâlbuki ben sadece ve sadece iyi, doğru, güzel, estetik ve mutluluğun adresi Hakikatin peşinden gidiyorum...(Mehmet Serhat Polatsoy) Unutulmasın ki bir Çavgun düşer, bin Çavgunlar şimdi olduğu gibi her bir ölümle beraber yaşamı yeniden yaratır, doğar ve mücadele bayrağını düşenin elinden alarak zaferi taçlandırma adına soluk soluğa devrime koşarlar.
Şehitler partisi olan PKK'nin Mayıs ayı şehitleri olan Haki Karer, Halil Çavgun, (Dörtler) Ferhat, Necmi, Eşref, Mahmut, Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin ile birlikte yine Türkiye Devriminin öncü güçleri İbrahim Kaypakkaya ve Denizlerin anılarına bağlı kalarak mücadele yürüteceğimin sözünü veriyor ve;
Kahrolsun Uluslararası Sömürgecilik
Kahrolsun TC, İran, Irak ve Suriye işgalci devletleri
Kahrolsun ABD ve İngiliz Emperyalizmi
Kahrolsun her türden gericilik, işbirlikçilik ve ilkel milliyetçilik
Kahrolsun kendilerini Bağımsızlık, Kürdistan ve Bayrak adı altında perdeleyerek faaliyet yürüten ve Kürdistan parçaları arasına ayrılık koyarak parça içinde yeni parçalanmalara yol açmaya çalışan sömürgecilerin meşru ve gayri meşru çocukları
Kahrolsun Kapitalist Modernite
Yaşasın Halkların eşitlikçi ve özgürlükçü birlikteliği
Yaşasın Kuzey, Güney, Doğu ve Batı Kürdistan’ın hakikatli örgütleri ve mücadele birliği
Yaşasın Kürdistan Özgürlük Hareketi
Yaşasın demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü paradigma
Yaşasın Demokratik Modernite
Yaşasın Kürdistan Ulusal Önderi Sayın Abdullah Öcalan, diyorum.
18.05.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

15 Mayıs 2012 Salı

Devlet İstemezsen Darılırım; Hakikat bize mi kalmış?

Derler ki “Gerçek acı”dır; ben de diyorum ki evet doğru gerçek acıdır ama “ya Hakikat”! Gerçek acıdır ama Hakikat, kendini her türden bilmezliğe yatıranı öldürür! M.S.Polatsoy
Hakikat, kendini yoz yaşama yatırmış, kulağı sağır, dili lal, gözleri kör eylenmiş ve her türlü aydınlanmaya karşı kendini bilmezliğe yatıran ve bunda ısrar eden tüm onurlu yaşam yiyicilerine karşı, eşi görülmemiş bir meşru savunma silahıdır.(M.S.Polatsoy) Dolayısıyla silik, bitik, verimsiz, heyecansız, sorgulamadan uzak, kendi halk gerçekliğinin farkında olmayan, değerlerine yabancılaşmış, burnundan kıl dahi aldırmayan tiplere karşı öldürücüdür. O ölüm ki ardından yeni insanı yaratır, o ölüm ki iyilik, doğruluk, güzellik, estetik ve mutluluğun onurlu yaşamlarını yaratır. İnsanlar hakikate gelemiyor; gerçeği biliyor ama hakikati yaşamsallaştıramıyor. Tıpkı Kürt sorunu benim sorunumdur diyen Erdoğan'ın, Kürt halkının anayasal haklarını tanımayıp hakikati yaşamsallaştıramadığı gibi. Kürt sorunu benim sorunumdur demek bir gerçek, ona anayasal haklarını tanımak ve yaşamsallaştırmak ise Hakikattir. Ama sömürgeciler bu hakikate gelemiyor...
Diğer taraftan insanlar Hakikatten ürküyorlar. İnsanlar, sömürgeciliğin ona dayattığı kötülüklerden arınıp Hakikatin Tanrısallığına erişmek istemiyorlar. Beyinler dumura uğramış; liberalizm diyor da başka bir şey diyemiyorlar. Bizlere siz; hayalperestsiniz diyorlar; siz bir ütopyanın peşinden koşuyorsunuz diyorlar; siz reel-politik sürecin farkında değil polyannacılık oynuyorsunuz diyorlar... Bilmiyorlar ki mevcut süreç Hakikat değil; görmüyorlar ki toplumsal gerçekliğimiz sömürgecilerin gözlemsel deney ve hem fiziksel, hem de bilimsel etkinlikleriyle oluşturulmuş ve bize asıl yaşamın bu olduğu yutturulmuş!
Hakikatli yaşamlarımızı zehr eden sömürgeci sisteme karşı hala uyanışa geçemeyecek miyiz?
Derler ki Kürt halkının bir devleti olsun ve bağımsız olsun... Bağımsız olsun tamam, iyi güzel hoş da devleti oluşturan mantık yapısı hangi aşamalardan geçtikten sonra kendi olgunluğuna erişiyor, biliyor muyuz? Hakikat diyor ki bir devlet için, iktidar hırsı gerek, iktidar hırsının oluşması için ise milliyetçilik/ırkçılık gerek, milliyetçiliğin oluşabilmesi için de ezilmişlik gerek..! Bu sıralama sömürgeci sistemden kaynaklı yaşanılandır. Hakikat sıralamasına göre ise önce bir halkın ezilmesi gerekir ki öfkelensin; kin beslesin. Sonra lokal ise lokal genel ise genel milliyetçiliğe evirilsin ki ezilmişliğini sonlandıracak ve sonra kendisi de ezecek bir iktidara kavuşsun!
Ancak henüz kendi sosyal, siyasal, kültürel ve tarihsel hakikatinden habersiz ve dilsel anlamda da eğitimsiz bir nesil için de olduğunun farkında değildir; buna rağmen “ben milliyetçiyim” der. Oysa hakikat der ki; bir halkın milliyetçilik yapabilmesi için en az iki nesil kendi anadilinde eğitim görmesi gerek… En az iki nesil kendi dilinde eğitim görmeyen bir halk milliyetçilik yapamaz, yok illa ben milliyetçiyim diyen de, milliyetçi olmaz en ilkelinden bir milliyetçi olur ki günümüz katliamcı mantıktan daha tehlikelidir...
Diğer taraftan ilkel milliyetçi mantıkla istenilen ve aslında perdelenmiş Bağımsız olamayacak Devlete götüren süreci de şöyle sıralayabiliriz; Ezilmişlik, İlkel Milliyetçilik, İktidar, Devlet, Modern Milliyetçilik…
Şimdi sormak gerek; İktidar, Devlet ve Kapitalist Modernitenin Milliyetçilik üçlüsünden nasıl bir Bağımsız Devlet olur?
Hakikat bunu söylerken, birileri evet doğru milliyetçilik iyi değil ama bu bizim hakkımız, diyorlar. Hem iyi değil tehlikeli ve hem de hak; bu nasıl bir çelişki? Sonra; Evet devlet iktidarcıdır, tekçidir, tetikçidir biliyoruz; bu kaygılar yerindedir ama devletsiz olmuyor be arkadaş, diyorlar. Hem devletin korkunç yüzünü biliyorlar hem de bizim bir devletimiz olmalı diyorlar!
Bazıları da hızını alamıyor; PKK komutanlarından Sayın heval Cuma’ya; Sen neden devlet istemiyorsun, bırak on yılların birikimi olan ideolojini, bırak paradigmanı, bırak felsefeni diyerek gülünç duruma düştükleri yetmezmiş gibi hakikatsiz ve hadsiz hesaplar sormaya kalkıyorlar. Adeta; Devlet istemezsen darılırım! Hakikat bize mi kalmış? diyerek böylelikle “saf”larını da açıktan netleştirmiş oluyorlar; pek saf olmayan halleriyle! Öyle ya günümüzde saflar, açıktan netleştirilmeli!
Sorsanız bu tiplere hem devletin iktidarcı yapısını ve tekçi karakterini biliyorsunuz, hem de devlet istiyorsunuz; Neden? Cevap; Hele bir devlet kurulsun, elbet sonra Kürd halkı doğrusunu bulur! Yahu devlet doğrusu değil ki, kurulduktan sonra doğruyu bulsun. Kurulan sistem baştan hatalıdır; neden illa yüzyıllardır denenmiş ve çözüm olamamış aynı hataları istiyoruz?
Bu tiplere “ya peki hakikat” denildiğin de; Hakikat bize mi kaldı diyorlar; biz kendimizi kurtaramamışız Ortadoğu halklarını birleştirmek bize mi kaldı; biz melek miyiz; vallahi değiliz… Sonra yine sorsanız her birine; iyilik ve doğruluklarından yakınlarından bile geçilmez; bedel verdik de verdik diye tuttururlar; yok bilmem onlarca yılımı verdim… Yahu güzel bedel verdin de, şimdi ne yapıyorsun, nerede bedel veriyorsun diyor sorsan, benim verdiğim bedeli mi sorguluyorsun, bedel sorgulanır mı derler; Onlar; Şimdi ne yapıyorsun sorusuna müthiş kızarlar; Üstüne üstlük “yeter, yoruldum” derler; her kesin bir kapasitesi var derler… Sonra yahu madem yoruldun o zaman nedir hesap soruyorsun, niye Kürdistan Özgürlük hareketinin işine karışıyorsun; yorulduysan yerinde otur, yok yorulmadıysan da “ ben uzun yıllar yapacağımı yaptım deme; bırak Hareket ne yaptığını ve yapacağını çok iyi biliyor; bunca yıldır sana ve senin gibi oturduğu yerden ahkam kesenlere mi sordu?
Sonra, işin bedel kısmına baksak, Kürdistan’da yaşayıp da şimdi Özgürlük hareketinde yer alsın almasın, bedel vermeyen tek bir Kürd ve Kürdistanlı dahi yoktur; kundaktaki bebeğinden yüz yaşındaki yaşlısına kadar… Varsa birileri bana, şu kişi bedel vermemiştir desin… Diyemez ki… Her bir Kürdistanlı, kendisini satmışından tutun da, şimdi evinde oturanına, roman yazanından, bencil, bireysel yoz yaşama düşmüşünden dahi olsa, muhakkak önceden bedel vermiştir, değil mi? Oysa biliyoruz ki en güzel romanlar özgürlük dağlarında yazılır! İnsanın gidip oradan biraz felsefi gıda alması gerekirken, böyle kapitalist modernitenin diliyle roman yazmak niye!
Bunlar gerçeği biliyorlar, zorlandıklarında dile getiriyorlar ama yaşamsallaştıramadıkları gibi Hakikate de gelemiyorlar… Bunlar gerçekçi ve hakikatli değiller, bunlar şekilci ve tiyatro oyuncularıdırlar; bunlar kötülüklerden arınmak istemeyen zavallı insancıktırlar. Bu tipler burnundan kıl dahi aldırmayan Roma kölelerinden kat be kat köle, kölenin kölesi hakikati tanımayanlardır. Bunlar her tarafta ulusallıktan bahseder ama yapılan “Ulusal Kongre Çağrıcıları Girişiminde” yer alamayacak, bir ses vermeyecek kadar sahtekârdırlar. Bunlar sömürgeciliğin Kürd ve Kürdistan tarihinde karanlık sayfalarda yer alan Beko Evanlardan farksız kötülük tanrılarıyla eş insancıktırlar, bunlar kötülükten iyiliğe evirilmek istemeyip insanlığı elinin tersiyle iten kusursuzlaşmanın mümkünse sonsuz uzağından geçmek isteyen inançsızlardır. Bunlar tüm negatiflikleriyle sömürgecilerin ekmeğine yağ süren ve tanrısallığa gelemeyenlerdir. Tanrısallık olarak kullanılan kavramın hatasızlığa erişmiş “dervişler” olduğunu bile bile… İster havari, ister sahabe ve bunlar tüm adanmışlıklara ve “Derviş’liğe” gelemeyip yüz çevirenlerdir. Tüm Kürdistan halkına Hakikatli uzun ömürler diliyorum; siz siz olun gerçeği bilip böbürlenmeyin; Zira Hakikat, Gerçek'liğin bir üst aşamasıdır. Hakikati içselleştirip yaşamsallaştıran tüm yüreklere selam olsun...
15.05.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

14 Mayıs 2012 Pazartesi

TC’nin Taşeronlarından Polatsoy’a Tehdit

NEWROZ.com sitesinden Mehmet Serhat Polatsoy’a Tehdit!
Biz bunlara Taşeron diyoruz çünkü bir parçasından eser dahi kalmayan ve geriye dört parçası kalmış Kürdistan’ın bir Örgütünün yanında diğerinin ise her yönüyle tam karşısında olmak Kürdistan’i değil; ya ulusal bilinçten yoksunluğun vermiş olduğu bir ruh hali ile büyük bir yanlışa girme, ya da sömürgecilerin planları doğrultusunda Kürdi örgütleri bölme görevi nedeniyle açıktan yürütülen taşeronluk faaliyetleridir, diyoruz.
Öncelikle “Newroz.com ve ilgili yazarını” hem Kemalist karakterli ve hem de Yeşil-Kontra karakterli Faşist Türk Devlet sisteminden ayırmadığımızı belirtmek isteriz. Burada vereceğimiz cevap zaten Newroz.com ve Hozan Bawer şahsında ABD ve TC sömürgeciliğinedir. Bizim nazarımızda onlar, Kürd ve Kürdistan’ın katili ve belası ABD ve TC’nin taşeron sitesidirler. Yazıyı okuyanlar karşımızda ABD ve TC’nin olduğunu lütfen gözden kaçırmasınlar.
Newroz.com’un ‘onurlu ve yiğit yazarı’ “kimliksiz” Hozan Bawer adlı saldırgan bir yazısında yine PKK Önderliği, KCK, HPG, Mehmet Serhat Polatsoy ve BDP milletvekillerine saldırıda bulunmuş ve direk olarak Polatsoy’u tehdit etmiştir. Bu site ve yazarın saldırı ve tehdidi ilk değildir. Daha önceleri de hem isim vermeden, dolaylı ve direk isim vererek de açıktan saldırılarda bulunmuşlardı. Polatsoy’u TEHDİT eden yazar; İşin PKK, KCK, HPG, BDP ve Polatsoy boyutunun birbirinden ayrı ele alınamayacağını zaten yazısında belirtmiş. Bu “kimliksiz yazar ve newroz.com” sitesi her fırsatta Uluslararası bir komployla esir alınıp İmralı tek kişilik zindanına hapsedilen ve son 9 aydır kendisinden bir haber alınamayan Kürdistan halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’a, Felsefesine, PKK, KCK HPG, PYD, PÇDK, PJAK, BDP ve bununla birlikte Uluslararası Sömürgeci güçlere karşı gerçek kimliğiyle her türlü tehlikeyi göze alarak düşüncelerini Kürdistan kamuoyuyla paylaşan yazarlara karşı oldukça düşündürücü ve bir o kadar alçakça olan saldırılarını gerçekleştirmekte ve çıtayı yükselterek de dün gibi TEHDİT’ler savurmaktadırlar.
KCK sistemini ahlaksız ağzıyla yorumlayarak kirletmeye çalışan bu satılmış kişilik aynı Türk medyasındaki gibi Polatsoy’un “Hasip Kaplan üzerinde Öcalan’ı Vurmak” başlıklı yazısını çarpıtarak Polatsoy’un aslında farklı bir nedenden ötürü söylediği “hatırlatmayı” böl-parçala-kopyala-yer değiştir ve yapıştır” yöntemiyle yazısında süslemek kaydıyla ve insanlarda bir algı sapmasına yol açacak şekliyle yayınlamıştır. İsimsiz kahramanımız olan Hozan Bawer adlı ruhsuz “Teslim olmanın statüsü yok” adlı son yazısında şu ifadelere yer vermiştir;
Polatsoy KCK ve Hasip Kaplanı politik bir dille sorgulayan kitlelere Külhanbeyi tehditlerini savurarak KCK´nin Hasip Kaplanın şahsında, Bağimsızlıkçı Kürdler tarafından hedef alındıgını ifade etmiş ve yaptığı açıklamada: “Bu çevreler kesinlikle HPG’nin dünkü uyarısını dikkate almalıdırlar! Dünyanın neresinde olursa olsunlar, uyarıdaki “muhatap çevrelerin” gidebileceği hiç bir yer yoktur“ demisti. HPG´yi Kürd halkina yöneltip, TC ile ilişkilerin ve pazarlıkların selametinin garantisi olarak kullanmak çabasında olan bu zihniyet, bu zavallılık, bu düşkünlük, bu bınkevır sevdalısı zat birşeyi unuttu galiba.. Oda, Kürdlerin çok Dogu Perinçek´ler, cok Yalçın Küçük´ler gördügü ve hiçbirine taviz vermediğidir. “Cok yüksek telden atanlarin sonunun hicte iyi olmadığını” ve kendisininde aynı sona düşmemesi için “”susmasını”” samimiyetle temenni ederim...
Gördüğünüz gibi bu “taşeron sitenin yine taşeron olan satılmış kişiliği” aslında nerelerden beslendiğini açıkça ortaya koyuyor. Açıkça Polatsoy’a; ya SUSACAKSIN, ya da; ya ölümü, ya da zindanı tadacaksın, diyor… TC’nin politikalarını ABD ile giriştiği kirli birlikteliği ve Sömürgeciliğin Ortadoğu ve Kürdistan planlarını sert bir üslupla deşifre ve teşhir eden bir Kürdistanlıya SUS diyenin de ancak TC ve onun Kontra ekibinden geleceğini bizim gibi herkes bilmektedir. Dolayısıyla bu site ve zat TC’nin bir taşeron ve elemanı olduğunu hiç çekinmeden dile getirmiş oluyor.
Bu utanmaz Polatsoy’u, (MED TV kayıtlarında da mevcuttur) PKK Önderliğinin de açıkladığı gibi; Yalçın bey, bizler kimlerin neden yanımızda olduğunu ve gerçek kimliklerini, kime hizmet ettiklerini çok iyi biliyoruz… dediği ve deşifre ve teşhir ettiği Yalçın Küçük’e ve Doğu Perinçek’e benzeterek ve çıtayı daha da yükseltip bununla da yetinmeyerek bu zat Polatsoy’u; ya zindana ya da toprağın altına göndermenin telaşına düşmüş ve “susması” için tehditlerde bulunmuştur.
Kürdistan’ın en büyük örgütlü gücü PKK ve Önderliğine ağza alınmayacak hakaretler ve küfürler düzen bu zat utanmadan Kürdistan’ı o ahlaktan yoksun ağzına alarak devamla;
Kurdistan davasının H. Kaplan, M.S. Polatsoy, A. Tugluk ve S. Sakık´a bırakılmayacak kadar önemli, hassas ve hayati olduğunu her gün anlatacağız…diyor.
Eğer samimilerse bu söze diyeceğimiz hiç bir şey olamaz; tabi ki tek başına yukarıda sıralanan arkadaşlar Kürdistan davasına hizmet edemezler, her bir Kürdistanlının da en az onlar kadar davaya sahip çıkması gerekmektedir. Evet Kürdistan tek başına kimseye bırakılmayacak kadar önemli, hassas, ve hayatidir. Doğrudur ama biz, Özgürlük hareketine saldıran bir Site ve yazarının hangi Kürdistan davası ve hassaslığından bahsettiğini anlamakta zorluk çekiyoruz. Buradan Newroz.com sitesi ve ‘onurlu ve yiğit yazarı’ “kimliksiz” Hozan Bawer adlı saldırgana söyleyebileceğimiz tek şey, Polatsoy; Daha dün “Kürdistan Ulusal Konferansı” için “Kürdistanlı Yurtseverlere Ulusal Çağrı” başlığıyla bir yazı yazdı. Eğer çok samimiyseniz gidin “Ulusal Konferans Çağrıcıları Girişimi” altında ister sanal isterse de reel de birleşin ve eğer sizler gerçekten de Kemalizme, Yeşil-Kontra temsilcisi AKP’ye, dolayısıyla TC ve ABD’nin Kürd ve Kürdistan üzerine olan tüm katliamcı politikalarına karşıysanız, ne duruyorsunuz, gidin birleşin veya birlikte hareket edin. Yok eğer amacınız Kürd yazar ve örgütlerini çatıştırmak, Kürd yazarlarını bir yerlerle ilişkilendirip tahlil, çözümleme, analiz ve sömürgecilerin planlarını deşifre eden Kürd yazarlarını boşa çıkartmak ve Kuzey ile Güney arasında ve PKK ile KDP arasında ve Peşmerge ile Gerilla güçleri arasına nifak sokmak ve çatıştırmaksa kusura bakmayın siz, çoktan deşifre olmuşsunuz zaten. Çok samimi ve dürüstseniz böyle saldırı ve tehditle değil, gidin Kuzey Kürdistan’a beraberce TC, Yalçın Küçük, Doğu Perincek, AKP ve Fetullah Gülen cemaat ve zihniyetlerine karşı mücadele verin, savaşın. Eğer çok samimiyseniz buyurun Polatsoy açık kimliğiyle Urfa’dan çağrı yapıyor; gidin onunla iletişime geçin de ne kadar dürüst ve samimi olduğunuzu görelim. Eğer gerçekten samimiyseniz ve “Polatsoy’a da güvenmiyorsanız” o zaman bir yere gitmenize gerek yok; aynı Polatsoy gibi yapın ve açık seçik çıkın meydana da “Newroz.com ve Hozan Bawer” biziz, biz; TC ve ABD’nin katliamcı Kürd ve Kürdistan politikalarına karşıyız, bizler Sayın Öcalan ve Sayın Barzani’nin ortak hareket etmesini ve dört parça Kürdistanı bu önderlerin hakikatli pratikleriyle birleştireceğine ve özgürleştireceğine inanıyoruz; onun için çağrı yapıyoruz, bir an önce koşulsuz olarak “Ulusal Konferansı” gerçekleştirin, deyin. Ey Kürtler birleşin deyin. Polatsoy açık seçik kimliğiyle bunları diyorken; sizler neden demeyesiniz ki?
Yok TC bir puşi takanı bile on yıllarca zindana atıyor Ceylanları paramparça ediyor da Polatsoy’a niye karışmıyor, diyorsanız, e vallahi onu da TC’ye sormak gerek. Herhalde Polatsoy’un gidip TC savcısına; “gelin beni tutuklayın” diyecek hali yoktur; ya da ne bilelim, gidip Kontranın silahının altına yatıp “hadi beni öldürün”, niye öldürmüyorsunuz, bakın bir takım alçaklar, neden Polatsoy’u da zindana atmıyorlar, öldürmüyorlar diye sanalda beni konuşuyorlar, diyecek hali de yok herhalde. Kim bilir belki henüz zamanı gelmemiştir; kim bilir belki Polatsoy’a daha büyük acılar çektireceklerdir. Ne Polatsoy ne bir başkası bunları bilemez ki!
Ama anladığımız kadarıyla sizler önümüzdeki süreçte Polatsoy’a ne olacağını çok iyi biliyorsunuz!
Onun dışında, “yok bizim derdimiz gerçekten de Özgür Kürdistan davasına bağlılık değil; bizim derdimiz Öcalan, PKK, KCK, HPG, PJAK, PYD, PÇDK, DTK, BDP milletvekilleri ve Polatsoy’dur” diyorsanız; o zaman kusura kalmayın, niceleri geldi geçti de Kürdistan Özgürlük Hareketi PKK ve felsefesini yok edemedi; sizler de bırakın yok etmeyi inanın dün olduğu gibi bugün ve yarınlarda da yanına bile yaklaşamayacaksınız; çünkü Öcalan’lar henüz ölmedi ve milyonlara ulaşan kitlenin içselleştirip yaşamsallaştırdığı Hakikat felsefesiyle de ölmeye niyetleri yok, bilesiniz. Yine bilesiniz ki; Kürdistan Özgürlük Hareketi, Önderliği ve felsefesinden tek damla dahi su içmiş olan tek bir Kürdistanlı dahi kalsa bu diyarda, bu mücadele hep sürecek, ayakta olacak ve işgalcilerle işgalci zihniyetlere karşı savaştığı müddetçe siz ve sizin gibilerin tehditleri yine “demokratik, ekolojik cinsiyet özgürlükçü paradigma” temelinde “yazı yazan ideolojik havari, sahabe ve dervişlerle felsefe yürütücülerine” kar etmeyecektir. Bizler kendi aramızda bir birimizi eleştirebilir ve çok sert tartışmalara da girebiliriz ama ne bir Apocunun Sayın Barzani’yi ne de bir Güney’linin Apocuları göz ardı edeceğini hiç ama hiç kimse aklının ucundan dahi geçirmesin; hayaldir. Ne yaparsanız yapın Kuzey ile Güney arasına, Peşmerge ile Gerilla arasına giremeyecek ve Özgürlüğün önünde duramayacaksınız. Kürdistan Özgürlük hareketi ayakta kaldığı müddetçe bilesiniz ki sizin kazanma şansızın kocaman bir “sıfır”dır.
14.05.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Kürdistanlı Yurtseverlere Ulusal Çağrı!

Dün olduğu gibi bugünde canımız, Kürdistan topraklarımız bombalandı. Dün olduğu gibi bugün de canımız yandı ve sesimiz çıkmadığı sürece ve ulusal bilinç etrafında birleşmediğimiz müddetçe yarınlarda da, daha çok canımız yanacağı benziyor.
Kürdistan topraklarının Güney parçası bombalandı ve yine esas sesleri bugün daha yüksek çıkması gereken herkes sessiz.
Kürdistani aşk ve kaygıların barındığı masumiyetin sitemi ile sormak istiyorum; Güney Kürdistan toprakları bombalanırken Güney Kürdistan yönetimi ne yapıyor acaba? Sizler bombalanan topraklarda ot yeşermediğini ve toprağın yaşam damarlarının bir bir kuruduğunu bilmiyor musunuz? Kürdistan toprakları daha ne zamana kadar bombalanacak; var mı bir bileniniz? Bombaların isabet ettiği bölgelerde on yıllarca ekin ekilemeyeceğini ve o bölgenin bundan kaynaklı insansızlaşacağını bilmiyor musunuz? Ne bir bitki ne de canlı hayat bulamıyor kimyasalların değdiği yerde. Güney Kürdistan'ın ekolojisi bombalanıp nefessiz bırakılırken, Güney Kürdistan yönetimi ne yapıyor? Neden acaba bu kadar sessiz ve hissiz?
Biliyoruz düşman, Güney yönetimi üzerinde ciddi bir baskı kurmuş durumda. Adeta hareket etmesine dahi izin vermiyor! Bundan olsa gerek ki Güney yönetiminin TC’ye karşı yaptığı en sert açıklama PKK'ye; Silahları bırak'ın dışına çıkamıyor. İyi de bu hareket alanı, hakikatli söz ile eylemde bulunma ve ulusal pratik neden sömürgeci izne bağlı kalıyor; neden halkımızla birleşemiyoruz? Biliyoruz Güney Kürdistan, sömürgecilerin kuklası haline getirilmeye çalışılıyor. Biliyoruz Güney Kürdistan, TC'nin arka bahçesi konumuna çekilmeye çalışıyor. Biliyoruz Güney yönetimi ve Sayın Barzani PKK'yle karşı karşıya getirilmeye çalışılıyor. Biliyoruz işgalciler peşmergeler ile gerillaların savaşması ve bırakuji olması için tüm imkanlarını seferber ediyorlar. Biliyoruz Güney Kürdistan ve diğer parça halkları birbirine düşman edilmeye çalışılıyor. Biliyoruz hem reel ve hem de sanal da Güney, Kuzey, Doğu ve Batı parça halkları birbirine kırdırılmaya çalışılıyor. Biliyoruz sömürgeciler Güney’in “bağımsızlık” Kuzey ve diğer parçaların Özerklik özlem ve istemleri dolayısıyla çelişki yaratıp parça halklarını düşmanlaştırmaya çalışıyor. Biliyoruz işgalciler darmadağın edilmiş parça halk ve yönetimlerinin farklı ideolojilerinden kaynaklı olan farklılığı kullanıp çelişki yaratarak “Ulusal Konferans”ın toplanmasını geciktiriyor veya izin vermiyorlar. Biliyoruz kolonyalistler en küçük bir ihtimali bile değerlendirip o açıktan girerek Kürdün dört yakasının kavuşmasına engel oluyorlar.
Evet sömürgeciler tüm bunlara engel oluyor ama ya peki bizler; bizler niye bu kadar duygusuz, ruhsuz ve hissizleşmiş; bizler neden bir şeyler yapmıyoruz?
Buradan Kürdistan yurtseverlerine bir çağrıda bulunuyorum; gelin tüm bunlara izin vermeyelim. Bu günden sonra birliğimizi daha bir pekiştirelim. Sömürgeci, Kürd halkını birbirinden daha bir koparmak için ustaca oynunu oynarken; gelin o zaman bizler de sömürgecilere hakikat dersi verelim ve hiçbir parçanın bir birinden ayrı gayrısı olmadığını “Ulusal Konferans” çağrıcıları olarak dile getirelim. Evet bizler “Ulusal Konferans Çağrıcıları” olarak; Eğer Güney, bir Devlet ve Bağımsızlık istiyorsa da Kuzey ve diğer parçalara danışsın, Kuzey Özerklik veya Demokratik Konfederalizm istiyorsa da hem Güney’e hem de diğer parça Kürdistan örgütlerine danışsın, diyelim. Öyle iki de bir ertelenen değil, en kısa zamanda PKK, KDP, YNK, PYD ve diğer partilerin koşulsuz ön şartsız “Ulusal Konferans” amacıyla gerçekleştirecekleri geniş katılımlı bir toplantı için onlara hem reel de hem de sanal da baskı kuralım.
Evet biz Kürdistanlı yurtseverler olarak (öyle TC ve ABD’ye yedeklenerek değil) açıktan Özgür Kürdistan için mücadele yürüten tüm örgütlere Ulusal Konferansı bir an önce toplama ve gerçekleştirmeleri için baskı kuralım. Sömürgecilerin daha fazla bizi kullanmasına izin vermeyelim. Ulusal konferans için PKK’nin silah bırakmasına gerek yok, PKK’ye silah bırakması konusunda baskı yapmak işgalci kolonyalistlere hizmet etmektir, silah Kürtlerin güvencesidir, diyelim. Nedensiz veya nedenli bir şekilde sürekli ertelenen Kürdistan ulusal konferansında ABD ve TC’nin gözlemci veya temsilcilerine de gerek yok; Kürdistani bir kongreye Kürdistan ülkesini darmadağın etmiş ABD ve TC sömürgeci ülkelerini davet etmek demek onlara hizmet olacaktır, diyelim. Gelin tüm Kürdistan yurtseverleri bu temelde tüm Kürdistani örgütlere çağrı yapalım ve tez elden tüm farklılıklarımızı da hoş görerek birleşmenin adımlarını atalım.
Milliyetçiyim diyeninden, bilimsel sosyalizmi savunanına, Müslüman olanından Kızılbaşına,Êzidisinden Alevi ve Zerdüştüne kadar her bir aydın ve yazarımız gelin bu temelde samimiyetimizi ortaya koyalım. Gelin dürüst olalım; sömürgecilere karşı paramparça edilmiş Kürdistan vatanımızı savunalım; gelin Kürt örgütlerini birleştirmek için çaba sarf edelim. Gelin sanal âlemde ki her bir Kürdistani internet sitesi, grup ve sayfalardaki Yurtsever Admin, Editör ve Yazarları, gelin yarınki ilk manşet ve yazılarımızı bu konuya ayıralım.
Yazı konumuz ve sayfa manşetimiz “Kürdistan Ulusal Kongre Çağrıcıları” olsun.
Madem sınırlara saygımız yok; o zaman gelin dört parça Kürdistan’ın tüm savunma güçleri birleşsin, diyelim; Savaşacaksa ya Gerilla ve Peşmerge güçleri aynı siperlerde ortak düşmana karşı savaşsın ya da tüm Kürt örgütleri aynı noktada buluşsun ve siyaset yapsın, politika geliştirsin, diplomasi atağına geçsin, diyelim. Öyle ideolojik düşüncelerden kaynaklı bir birimize düşman kesilmeyelim. Biraz aklı selim olmak ve tahammül yeterlidir. Gelin tüm önyargıları kaldıralım. Özgür Kürdistan’dan sonra birbirimizi doyasıya yiyelim, tartışalım gerekirse Hakikat ve insanca yaşam için kavgalar edelim. Ama şimdi değil; şimdi kavga sırası değil. Ne olur düşmanı daha fazla güldürmeyelim.
Milliyetçi olmak isteyen Özgür bir Kürdistan’da olsun ama ırk değil “İnsan milliyetçisi” olsun. Bizi katleden bir mantığa bürünmekle değil, o mantığın tam karşısında yer alarak ancak onu boşa çıkarabiliriz; yoksa onun yedeği olmaktan kurtulamayız, demeliyiz. Zira Sömürgecileri tanımayanlar önce sömürülür-sömürgeleşir ve ardından da sürüngenleşirler. Sömürülen halk sömürenine benzeyip aynılaşır; aynılaşanlar ise zaten çoktan sömürgecilikte ortaklaşmışlardır.
Kurtuluş olana dek Kürdistan’da mevcut partilerin dışında tek bir partinin dahi kurulmasına ve faaliyet yürütmesine izin vermeyelim, diyelim. Her parçada bir ve tüm Kürdistan’da “tek çatı” oluşturmalı ve Kürdistan’a hakikat aşkıyla bağlı tüm kişilik ve örgütler o çatı altında düşmana cevap olmalıdırlar. Ekleyelim ve diyelim ki; Her ağızdan bir ses çıkması mevcut durumda çoğulculuk değil düşmana hizmettir. Gelin biz de tekleşelim ama amaç ulusal bilinç, birlik ve beraberlik olsun. Oluşturulacak bu çatının dışında tek söz dahi söylenmesin, diyelim. Düşman safında yer almış ve teşhir olmuş ve deşifre olmuş tüm hain ve işbirlikçi takımında yer alanlar da “öz eleştirilerini” verip çatıya gelmeleri yönünde çağrı yapılmalı. Çatıya gelmeyeni de direk düşman safında kabul etmeli. Kürdistan homojen değil heterojen bir toplumdur; Kürdistan’ı ne tek başına Sünni Müslümanlığa ne de diğer inançların herhangi birine terk ve teslim edemeyiz. Zira Nesnel koşulları göz önünde bulundurmadan sübjektif dayatmalara gidilirse, sonrasında niteliksel olan dönüşümlerin diyalektik olarak geri döneceğini kati olarak bilmemiz gerekir. Özellikle Kürdistan’da yaşayan dilleri ve inançları faklı haklara kendi dil ve inançlarını özgürce yaşayacağı alanlar için birleşmeli ve tez elden “Ulusal Kürdistan Konferansı” için ilgililere çağrıda bulunmalıyız.
Müslüman’ı, Hıristiyan’ı, Yahudi’si, Zerdüştü, Alevisi, Êzidisi, Kızılbaşı ve diğer inançlar ve ideolojisiyle büyük bir toplum olduğumuzu tüm sömürgeci güçlere göstermek için birleşmeliyiz. Dün ve bugün olduğu gibi yarınlarda da Kürdistan’ın bombalanmaması için birleşmeliyiz. Hem kendimize hem de düşmana ÊDÎ BESE diyebilmeliyiz. İnanın biz Kürdlerin Kürdistan Ulusal Konferansı’nı toparlamak ve tüm Kürt örgütlerini bu konferans çatısı altında bütünleştirmekten başka hiç bir şansımız yoktur.
Kendisine devrimci, demokrat, muhafazakâr, sosyalist, komünist, ilerici, yurtsever, yazar, akademisyen ve aydınım diyenlerimiz, dürüst ve samimi olalım ve hem elimizi taşın altına ve hem de gerekirse bedenimizi kayalıkların altına yatırıp Özgür bir Kürdistan için mücadeleye başlayalım.
Ben varım; eğer sizler de varsanız tez elden iletişime geçip Özgür Kürdistan çalışmalarına başlayalım.
12.05.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

10 Mayıs 2012 Perşembe

Yüreğimin ŞENGAL’ine… Vasiyetimdir!

Nedenini hiçbir zaman anlayamadığım ve çözemediğim duygular kaplıyor yüreğimi
Ne zaman hüzünlü ve düşünceli olsam, işte tam da o anda, ŞENGAL geliyor aklıma
Öylece dalıp gidiyorum
Aynı anda iki ayrı yerde olmak bu olmalı
Bedenim kendi evreninde soluk alırken, zihnim rüyalar alemine çoktan çıkmış oluyor ŞENGAL yollarına
Öylece yürüyorum rüyalar evreninin sürek yollarında
Ne gözümü kapatıp hayallere dalıyorum, ne de fiziğimi yollara vuruyorum
Fizik yerinde ve ben, ŞENGAL yollarına düşüyorum
Bir yandan fiziğin soluk aldığın evrenindeyken, diğer yandan yüreğin, ŞENGAL’de
ŞENGAL’e olan seyahatim öyle uzun da geçmiyor zihinsel yürüyüşlerde
Tarifi imkansız zaman diliminde ŞENGAL’deyim işte
Toprağını öpüyor ve kokluyorum LALEŞ havasını
Ama bir tanrının varlığına inandığımdan değil öpüşüm ŞENGAL topraklarını
Sadece hasretim ona…
Yıllar yılı özlemlerim var nedenini bilmediğim!
ŞENGAL’in Laleş’i bir simgedir bende
Ne zaman girsek hararetli Kürd ve Kürdistan’ın alevli özgürlük tartışmalarına
İşte tam da o anda çıkıyorum ŞENGAL yollarına
Kürd halkı özgürlüğüne kavuşacak mı sorularının Cegerxwin tadıyla tükendiği yerde düşüyor aklıma ŞENGAL’in belirsizliği
Tamam diyorum; hadi Doğu, Batı, Kuzey ve Güney kavuştu özgürlüğüne
Peki ŞENGAL..!
Ne olacak ŞENGAL halkı?
İnançlarını özgürce yaşayabilecekler mi?
Katliamsız ÇarşemaSor’ları olacak mı?
ŞENGAL’de özgürleşecek mi?
Yakın zamanda gitmek istiyorum ŞENGAL’e
Nedendir bilmem ama çocukluğumdan beri özlüyorum o toprakları
ŞENGAL’den geldiğimizi söyler büyüklerimiz
Önce Qubin’e yerleşmiş ve belli bir süre sonra Wêranşar üzeri Pirsûs’a geçmişiz
ŞENGAL ve Qubin’deyken Êzidi inancındaymışız
Ne olmuşsa Pirsûs’ta olmuş ve Müslüman olmuşuz
Şimdi bizi herkes Müslüman biliyor
Oysa biz ŞENGAL’li ve Êzidi’ydik
Şimdi sorsalar ne olmak isterdin diye,
Ben anlamam din ve hocalardan, bildiğim tek bir şey var o da HAKİKAT’tir; bir ona yanarım bir ona taparım
Birde ŞENGAL’e..!
ŞENGAL benim hakikatimdir
Yakın zamanda ya ŞENGAL’e gidip toprağına yüzüm süreceğim; ya da ŞENGAL gelip mezarıma toprak olacak
İşte o zaman her iki “ben” de özgürleşmiş olacağız,
Biri sistem içinde kalan ve katliamlardan geçirilmiş Kürtlüğüm diğeri horlanmış ve yine katliamlardan geçirilerek insan yerine dahi koyulmayan ŞENGAL’im işte o zaman özgürleşecek diye düşünüyorum
Vasiyetimdir!
Ya beni ŞENGAL’e gömün ya da atalarımızın yaşadığı, geçtiği ve konakladığı ŞENGAL, Qubin, Wêranşar ve Pirsûs’tan toprak örtün yine Pirsûs’un Şerwan köyündeki mezarlıkta, Annemin yanına gömün beni
Ax ŞENGAL ax!
Bilesin ki sen özgür olmadan, bir bütün Kürt halkı da özgürleşemeyecek
Özgürlük ilk zihinilerde başlayacağına göre bitecek bendeki bu özlem ve hasretlik
Sen özgür olmadan hiçbir Kürd ben özgürüm diyemeyecek
Sen özgür olmadan dört parça Kürdistan özgürleşemeyecek
Kürdistan’ın tamamı ve ŞENGAL’im de dalgalanmadan bütün doğmalardan arınmış Önder Apo’nun felsefesiyle yoğrulan bayrak ve Hakikat bilinci, ne kimse ben özgür oldum desin ne de İnsan’ım!
Yalnız olduğum anlar ben, hep ŞENGAL’deyim
Vasiyetimdir!
Toprağım ŞENGAL’den olsun…

08.05.2012
Mehmet Serhat Polatsoy