28 Temmuz 2012 Cumartesi

Urfa kapısı, AKP ve Cemaate kapanacak!

‘Urfalıyı nasıl bilirsiniz’ diye az biraz politize olmuş bir bireye sorsanız;
Urfalı mı?
Hıh..!
İşleri güçleri patlıcan-isot yemek; Urfalılardan hiçbir şey çıkmaz, diye cevap verir.
Evet, aslında görünürde öyle gibi! Görünenin nedenlerini uzun uzadıya sosyolojik ve psikolojik olarak açıklayarak sonuca gidebilir ve Urfa kişiliği ve hatta tek tek ilçelerinin kişilik yapısı üzerine ciltler dolusu kitaplar da yazılabilir. Ancak ben Urfa ve kişiliğini bu genel kabullere rağmen farklı yorumlayacağım ve diyeceğim ki Urfa’da git gide yoğunlaşan ve bir o kadar da gizliliğini koruyan hakikat temelli ve yakın süreçte sıçrayışa geçecek olan pozitif bir enerji var. Bu enerji bir volkan gibi; derinden geliyor! Bu enerjinin varlığı zaman zaman kendisini iyice hissettiriyor. Hiç beklenmedik zamanlarda ortaya çıkıyor, beklenen zamanlarda da sanki hiç öyle bir enerji yokmuş gibi sırra kadem basıyor.
Kısacası Urfa bir nevi “uyuyan hücre” gibidir.
Urfa halkının bir özelliği de zora ve baskıya gel(e )memesidir. Zor ve baskı ile tipik bir Urfalıya hiçbir şey yaptıramazsınız. Urfa’da bugüne kadar bir ideolojinin tuttuğu, yani ekilen ideolojilerin bırakın meyvelerini toplayabilmelerini, filizlendiği dahi görülmemiştir. Birey fikirsiz olur mu demeyin! İşte Urfa hiçbir fikri kabul etmiyordu!
Urfalının ideolojiden çok bireyi sevmesi gerekiyor; birey kişiliği hakikatliyse Urfalı, sevmediği ideolojiye mensup kişiyi bağrına basar.
Urfalı, muhafazakâr bir görüşteki birey için der ki; Namaz kılıyor, oruç tutuyor ama allah günahını affetsin, faizle para veriyor…
Yine Urfalı, Sol bir görüşteki birey için ise; bak ne namaz kılıyor ne oruç tutuyor ne de allaha inanıyor ama adam bizim Müslüman geçinenden daha dürüst, daha ahlaklı ve daha vicdanlı, diyor.
Yani Urfalı sevip benimsemediği bir ideoloji bile olsa eğer ideoloji yürütücüsü olan birey hakikatliyse, doğallığında “bireyden doğru” o ideolojiye bir sempati duyabiliyor. İşte bu sempati şimdilerde derinlerden çıkmaya hazırlanıyor!
Konumuz Urfa kişiliğine kısaca değinmekle beraber Fettullah Cemaati ve AKP’nin Urfa’da böylesine dal budaklandığı halde kısa sürede çekip gideceği üzerinedir.
Urfa halkı Sayın İbrahim Ayhan’ı çok sevdi. Ondandır ki 80 bin oy ile Sayın Ayhan vekil seçildi. Urfalı, AKP Hükümeti tarafından zindana atılan Ayhan’ın duruş ve ideolojisini bile bile o’na oy verdi ve mecliste görmek istedi. Ama olmadı! Ayhan, Urfa zindanında iki yılı aşkın bir süredir haksız yere tutuluyor; tıpkı diğer KCK tutuklularının haksız bir şekilde zindanda tutulduğu gibi.
Urfa halkı, oy verdiği vekillerinin cezaevinde olmasından hiç de hoşnut değil; tek eksik bu hoşnutsuzluğa rağmen halkın tepkisini dile getir(e)memesidir. Bu kadar oy alan bir insan için oy verenlerin tepkilerini gür bir şekilde dile getirmemeleri elbet ilginçtir! En son Sayın Ayhan’ın tartaklanarak, itile kakıla, hakaretler arasında, ayağında terliği ile tek bir kıyafet bile almadan ring aracıyla Adana’nın nemli havasını katlayarak solunmasına neden olan zindanın kapalı dört duvarı arasına koyulması Urfalıyı iyiden iyiye seslendirmişe benziyor. Bu haber Urfa ve Urfalıyı sarsmış ve daha bir kendine getirmişe benziyor. Bugünlerde hangi Urfalıyla konuşsam bu konuyu açıyorum; her birinin sanki ağız birliği yapmışçasına söyledikleri;
“Bu bize yapılmış büyük bir hakarettir; herkesin bir sabrı var, illa kendimizi yakalım mı? Herhalde artık Urfalı da eline taşı alıp AK-Parti’ye atacak”, diyorlar…
Sadece bu değil, Bakan Faruk Çelik’in Urfa’da kendi kadrosunu oluşturduğu… AKP’li vekil Seydi Eyüboğlu’na ait olan Dedaş Elektrik kurumuyla Urfa halkının sorunu ve Bakan Çelik’in işbirliği… vs.vs. Urfalı soruyor; Bu Bakan nereden başımıza geldi? diye. Bakan Çelik, yeni bir devleti devralmış gibi Urfa’nın bütün kurumlarında revizyona gitti. Urfa Urfa olalı böyle ayrımcılık görmedi. E Urfalı bunları unutur mu?
Göreceğiz ki Urfalılar, AKP’nin Urfa’daki saray yavrusu olan AKP İl Binasını taş yağmuruna tutacaklar. Urfa öyle olacak ki AKP Urfa’dan resmen kovulacak. Urfa öyle olacak ki AKP tek bir AKP’li yönetici bile bulamayacak. Urfalı öyle olacak ki AKP politikalarını yanlarında savunanlara sırt dönecek. AKP öyle olacak ki Urfa il teşkilatını kapatmak zorunda kalacak.
Hepimiz yakın zamanda AKP’nin Urfa’dan silinip atılacağını göreceğiz. AKP için Urfa halkı geri sayıma başlamıştır.
Derler ki Urfalı isottan başka bir şey bilmez; böyle diyenler yakın süreçte elbet yanıldıklarını görecekler.
Tarihi ve dini kitaplara konu olan ve dinlerin atası olarak kabul gören Hz. İbrahim, Şuayip, Eyüp ve Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın memleketi kutsal Urfa toprakları tüm Kürdistan’a can suyu oluyor/olacak ama kimse farkında değil.
Sayın Öcalan’ın da dediği gibi; Hazineler kaybedildiği yerde aranır.
Hazine olan Urfa, en olmadık zamanlarda tarihi çıkışını göstermiş ve önümüzdeki süreçte de gösterecektir. Buradan bir şey çıkmaz diyenlere inat ve AKP rejiminin bugüne dek görülmedik şekilde baskısına rağmen Urfa halkı, yoldaşlarının zorunlu olarak bıraktıkları bayrakları devralıyor ve kaldıkları yerden devam ediyor/edecekler. Sadece Urfa değil, ilçeleri de aynı direniş ve kararlılıkta baskı ve zindana rağmen yeni insanı yaratma adına, mücadelelerine devam ediyor/edecekler. Devletleşen AKP hükümeti, özgür kürdün nefes dahi almasına fırsat vermeyerek Urfa’nın tüm ilçelerindeki BDP teşkilat yöneticilerini zindanlara doldurmuş olmasına rağmen, yeni yeni yöneticiler hiçbir zaman eksik olmadı/olmuyor/olacağa da benzemiyor. Elbet Urfa ve halkının değişim ve sıçrayışına bir veri de yanı başındaki Batı Kürdistan’dan geliyor. Hazır halkta yoğunlaşan enerji, Batı Kürdistan’ın müjdesiyle birleşince de Urfalıyı kimse tutamaz! İleriki günlerde bunun meyveleri hem merkez ve hem de ilçelerden oldukça ciddi bir şekilde bırakın hissedilmeyi pratikte karşılık görecektir.
AKP ve Cemaat şuanda Urfa’da hiç olmadığı kadar büyümüş görünüyor! Görünüyor çünkü Urfa halkı için hiçbir ideoloji Kürt özgürlük hareketi kadar kanıksanmadı. Urfa’da bugüne dek hiçbir ideoloji yaşam sürememesine rağmen Özgürlük hareketi Urfa’da çalmadık kapı bırakmayarak Urfa halkının gizli hayranlığını kazandı. Urfa halkı içten içe sevgi, saygı ve hayranlık duyduğu Özgürlük hareketine gereken açık ve seçik desteği çok yakın bir süreçte verecektir; bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
Başta AKP ve Cemaatin daha sonra bütün Kürdistan ve Türkiye’nin haberi olsun ki;
Urfa’da “uyuyan hücreler” uyanışa geçiyor!
Çok yakın zamanda AKP ve Cemaat ilk, en çok örgütlendiği ve neredeyse her bir evi ‘sohbet’ odasına her bir anneyi ‘abla’, her bir babayı ‘abi’ her bir genci ‘mürit’, her bir iş adamını da ‘mütevelli’ ekibine katıp çevirdiği Urfa halkını kaybedecek; dolayısıyla ilk, en çok güvendiği Urfa’da düşüşe geçecek.
Demedi demeyin!
26.07.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

24 Temmuz 2012 Salı

Batı Kürdistan’da PKK’ye Tamil Tuzağı mı?

Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu yazı, bugüne kadar (küçük ve güneybatı olarak da bilinen) Batı Kürdistan üzerine yazılıp çizilen makale ve açıklamaların içeriğine hiç benzemiyor. Farklı bir bakış açısıyla yazılan bu yazıdan dolayı, biraz canınız sıkılabilir. Şimdiden siz okurlarımın canını sıktığımdan dolayı üzüntülerimi bildiriyorum. İki gün önce hazır olan bu yazı bazı nedenlerle geç yayınlandığı için de ayrıca okurlarımdan özür diliyorum.
*
Kürtler Batı Kürdistan’da yüzyıllık esaret zincirlerini tek tek parçalıyor ve baskıcı Baas’ın zulüm kalelerini birer birer yıkıyorlar. Halk büyük bir sevinç içerisinde kutlamalar yapıyor ve her Kürt şehrinde inançlı Kürt kadınları tilililer ve gowendlerle özgürlük yoluna kızıl güller döşüyorlar. Elde silahlarla genç kadınlarımız da Batı Kürdistan’ın geleceğinin kendilerinden sorulduğunu dik duruşlarıyla bütün dünyaya ilan ediyorlar. Gençler Baas rejiminin tüm karakol ve devlet binalarına demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü paradigma inancıyla giriyor ve göndere Kürt halk önderi Abdullah Öcalan, Sarı-Kırmızı-Yeşil, Konfederalizm, Federal Kürdistan, PYD ve PKK bayraklarını çekiyorlar. Kobani, Afrin, Cinderês ve Derika Hemko ile devam eden yönetime el koyma devrim harekâtı ileriki günlerde diğer Kürt şehirlerine de sıçrayacak gibi görünüyor.
Buraya kadar sevinç çığlıkları atmak ve tek tek direniş kaleleri yaratıp tüm Kürt örgütlerinin bayraklarını çekmek normal ve elbet Kürdün doğal bir hakkı. Ancak zafer sarhoşluğu ve rehavet duygusuna kapılmak için, henüz çok erken diye düşünüyorum. Kaldı ki statünü kazandıktan sonra dahi tek bir anlık rehavete yer olmamalı.
Erken dedik! Çünkü sömürgeci güç gözlemlerde bulunuyor. Ne olacak ne bitecek diye bekliyor. Belki de bugüne gelinmesini hazırlayan da ta kendileridir! Tek Kürdistan değil bütün dünya sömürgeci için bir deney alanı. Doğallığında deneklerin içinde her aldığı her ‘alan’ da o’nun yeni yeni evrenleri oluyor! Hal böyleyken süreci oldukça iyi analiz edip yine iyi yorumlamamamız gerektiği düşüncesindeyim.
Sizin de dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama Rusya, Suriye’nin genelinde yaşanan olaylara ilişkin açıklamanın ötesinde bir pratik sergilemiyor. Bunun yanı sıra Rusya, bir Kürt siyasetçisini Türkiye’ye teslim ediyor. Derken Türk Başbakanı Erdoğan Rusya’ya ziyarette bulunuyor. Biri Akdeniz’e açılan tek kapısı olan ve Suriye’ye dış müdahaleyi ‘sözde’ kabul etmeyen Rusya ile görünürde ‘bıraksalar’ bugün Suriye’yi başta Batı Kürdistan üzerinden işgal edecek olan Türkiye arasında yaşanan bu Kürt pazarlığı da, acaba neyin nesi oluyor? Hatırlarsanız eğer Suriye’de olayların patlak vermeye başladığı anda da 3 PKK gerillası Suriye tarafından Türkiye’ye teslim edilmişti.
Sormadan edemiyor insan; acaba Suriye üzerine Rusya ve Türkiye dolayısıyla ABD, en son Erdoğan’ın ziyaretiyle bir anlaşma mı imzaladılar? Sorunun cevabı ve içeriğini yazının devamında aramaya devam edeceğim.
Batı Kürdistan’ın dün ve bugününü doğru okumak ve yarının tahlilini de yine hakikat temelli yapmak her bir aydınım diyenin sorumluluğundadır. Batı Kürdistan ile ilgili bir tespit yapılmak isteniyorsa bu, “bir yazıyı okuyup içerik analizi yapmak” gibi olmamalı ve “süreç olduğu gibi kabul edilerek söz söylenmemeli”. Bunun yerine, derinlemesine okumalar ve hakikat süzgeciyle yaşanabileceklere bakmak ve dolayısıyla çıkacak olan sonuç temelinde bir yorumlamaya gitmek daha yerinde ve anlamlı olacaktır. Tabi belirsizlik ilkesini de elden bırakmamak şartı ile!
Buradan direniş olmasın anlamı çıkmamalı; elbette son deme dek direniş yaşanmalı ve son tahlilde de varoluş anlamını bulmuş olmalı. Ama hesaplı kitaplı tabi! Fakat bakıyorum; en değme yazarlarımız dahi süreci ya (benim de istediğim) “tek ve istenilen yön, yani Kürt halkının özgürlüğünden” ya da (bir aydına yakışmayan) “yüzeysel değerlendirmelerle” okuyor ve geçiştiriyorlar.
Tüm yazılan, çizilen ve yorumlananlar “olan” üzerinedir. Yani bir yerde “düz çizgisel bir hat” izleniyor. Hiçbir yorumda öngörü ya da sezgisellik yok; “belirsizlik” desen, adından söz eden dahi yok. Varsa yoksa ele geçirilen şehirler! Peki ya sonrası? Ne olacak sonra? Sömürgecilerin ne gibi planları olabilir? Bunlar neden yazılıp çizilmiyor? İhtimaller neden tek bir “kelimeye” sığdırılıyor? Çok cömert olan yazarlarımız da sadece tek “bir cümlelerini” ayırıyorlar ihtimallere.
Şimdi bunları yazıyoruz diye sakın kimse; neden hep moral bozucu ve olmuşuz şeyler yazıyorsun, demesin sakın. Unutmayalım ki “gerçek ne kadar acı ise, hakikat de bir o kadar yanlışa karşı öldürücüdür”!
Öyle tümden olumsuz olmayalım ama tümden de kimse ne kendini ne de halkı kandırmasın! Kürdistanı sağlam temeller üzerine oturtmak istiyorsak olabilecekleri de söylemek ve ona göre tedbir almak gerek; Sömürgecilerin karanlığa çevirdiği Kürdistan’da bir ateş yakıp aydınlığa evirmek ve ışık olmak istiyorsak, tüm ihtimalleri söyleyip ufuk açıcı olmak durumundayız.
Pek tabi süreci, öyle güllük gülistanlıkmış gibi yutturmak, yüzeysel değerlendirmelerde bulunmak, halkı tozpembe hayallere daldırmak ve kendimiz de polyannacılık oynamak ve bu tarz yazılar döşemek yerine hakikatli işlere imza atabiliriz. Birçok yazar ve aydınımız yeteri kadar bu tarz işlere imza atıyorlarken, benim de buna benzer bir yazı döşemem gereksiz diye düşünüyor ve sorgulamalarla birlikte olabilecekleri sıralamak istiyorum.
Buna göre;
Suriye Kürtlerinin birleşimi gibi PKK ve Güney yönetimi neden birleşip en azından halkı savunma amaçlı birlik kurmadılar? Buna PKK mi yoksa Güney yönetimi mi karşı çıktı? Bilinmeli ki Batı Kürdistan halkı arkasında bir güç olmadan istenilen özgürlüğe kavuşamayacağı gibi dört parçanın birliği olmadan girişilen pratikler de sömürgecilere hizmet etmekten başka bir işe yaramaz!
Göründüğü kadarıyla ellerinde silah olanların büyük bir bölümü halktan oluşuyor! Öyle çok da savaş taktikleri konusunda bilgili ve tecrübeli değiller. Yani arkalarında bir güç yok gibi.
O zaman sormak gerek; neden Güney Kürdistan yönetimi resmi olarak Batı’ya asker göndermiyor? Engel mi var? Varsa o engel nedir? Yoksa o zaman bu halk diğer örgütlere ve sömürgeci teknolojilerine yem mi edilecek? Yok öyle değilse, peki nasıl direnecek? Arkasında bir güç olmasa direnebilir mi? Güç derken öyle ABD desteğinden falan değil, yukarıda da değindiğim gibi ya Güney ya da PKK’den, yani öz Kürt güçlerinden bahsediyorum. Sonuçta Güney’in bir statüsü var değil mi? Girmek istese girer ve halk ile peşmergeler sırt sırta vererek bir sonuca ulaşabilirler. Mevcut süreçte PKK’de oraya giremeyeceğine “o düz alanda üstlenemeyeceğine” ve Türkiye ve NATO’ya kendisini yem edici bir pratiğe girmeyecek kadar tecrübeli ve sezgili olduğuna göre halk, nasıl kendisini arkasında bir güç olmadan koruyacak? Hem de böylesine coğrafi yapısı gerilla mücadelesine elverişli olmayan bir saha da. Öyleyse PKK şartlardan kaynaklı Batı’ya “resmi” anlamda giremese de Peşmergeler çok rahatlıkla halkını korumak için girebilir, değil mi? İyi de o zaman neden girmiyorlar? Beklenen nedir? Bu sadece bir sorudur; belki girmesi şuan için sakıncalıdır, bu işin farklı bir boyutu!
O zaman daha somut olarak “belli aralıklarla” neler yaşanabilir diye bir bakalım;
Şimdi halk birer birer askersiz olan devlet kurumlarını ele geçirdi ve Kürt şehirlerinin tamamı, kurulan Kürt Yüksek Heyeti iradesiyle de ele geçirilmeye çalışılacak.
Sonra!
Sonrasında ele geçirilen şehirlerde Özgür Suriye Ordusu ve “belki” Esad askerleriyle çatışmalar başlayacak. Batı Kürdistan şehirlerinin Coğrafi yapısı öyle diğer parçalardaki şehirler gibi korunaklı olmadığı ve teknolojik üstünlükten dolayı Kürtlerden can kayıpları yaşanacak.
Sonra belli bir süre PKK’nin kısmen ve Güney Kürdistan’ın resmi olarak devreye girmesiyle olaylar durulacak.
Bu arada PKK doğallığında, Kuzey Kürdistan mücadelesiyle birlikte süreç içinde zorda kalması muhtemel olan Batı Kürdistan’da da mücadeleye destek sunmaya başlayacak; dolayısıyla güçlerinin bir bölümü şartlardan ve zorunluluktan kaynaklı halkı koruma adına Batı’ya kaydırılacak.
Ardından öncekilerden daha sert çatışmalar başlayacak.
Stratejik öneme sahip birkaç Kürt şehrinde eş zamanlı katliamlar düzenlenecek.
Sonra PKK ve Güney Kürdistan yönetimi Batı Kürdistan halkına, yanlarında olduğu hissini hem manevi ve hem de pratik anlamda verecek ve birkaç ay bu sahiplenme duygusuyla süreç devam edecek.
Ardından bölge ve sömürgeci güçlerin şimdiki gibi bir ikinci Kürdistan’a tahammül göstermeme durumları olacak ve ondan dolayı kaotik süreç yaşanarak işler iyice sarpa saracak. Devamında Güney Kürdistan yönetimi işin içinden çıkamayacağını ve Batı Kürdistan halkını koruyamayacağını pratiklerde gösterecek. Tabi bunun anlamı ileride de göreceksiniz ki; PKK bizi dinlemiyor olacak! Bu nokta çok önemli ve ileride göreceğiz!
Ardından mı?
İşte en ilginç olanı burası ya!
Geçen süre zarfında yaşanan pratiklerden dolayı PKK’nin üssü buraya kaydırılması amaçlanacak.
PKK Kandil’den çıkarılıp Batı Kürdistan’da saha verilerek sonrasında Tamil-vari yönelimle vurulmaya çalışılacak. Halkın arasına karışmış gerillalar olacağından sömürgeciler Tamil gerillalarını katletmek için kullandığı taktikleri buralarda da deneyecek ve gerilla ile halk sömürgecilerin hedefinde olacak. Gerillaların olduğu ve ele geçirilen şehirlerde belki Halepçe’den büyük katliamlar yapılacak. Hani Kandil ile başaramadıklarını Batı Kürdistan ile yapmaya çalışacaklar. Yerleşim merkezlerinin olduğu farklı ve düz bir coğrafya! Tabi PKK hareketi bu oyuna gelir mi; açıkçası hiç sanmıyorum! Fakat tüm ihtimalleri göz önünde bulundurarak sömürgecilerin planlarını teşhir etmemiz gerektiğinden yazılması gereken ve yapılması gereken uyarıları yapmak boynumuzun borcudur.
İşte sömürgecilerin Batı Kürdistan halkını daha bir sindirme ve PKK’yi yok etme planları bunlar! Nerden mi biliyorum? İnanın ben sömürgecileri çok iyi tanıyorum. (belirsizliği de göz önünde bulundurarak) Hakikat şaşmaz diyor ve biliyorum işte diyorum.
Buna rağmen; henüz ortada somut hiçbir şey yokken zafer sarhoşluğunda olan ve rehavet ile kendiniz ile beraber halkı da uykuya daldırmaya çalışan siz süreci yüzeysel değerlendirenler; sizler hala zafer sarhoşluğunda ve içinde olduğunuz rehavet uykusundan uyanmayacak mısınız?
Bir köşeye not edin; Eğer Güney ve Kuzey Kürdistan tez elden Kürdistan Ulusal Konferansını toplamaz ve askeri, diplomatik ve siyasal temelde güçlerini belli yönlerde birleştirmezse çok değil 2 yıl sonra sömürgecilerin amacının yukarıdakiler olduğu net bir şekilde görülecektir. Demem o ki sadece Batı Kürdistan örgütlerinin birleşimi yetmiyor; dört parça Kürdistan örgütleri birleşmeli ve söylenecekse dost ve düşmana ortak kararlarla söz söylemeli ve olacaksa da ortak kararlarla pratikte bulunulmalıdır, diyorum.
Demedi demeyin!
23.07.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Amed Kalesi ve kardeşlik

                                             Özgür Gündem Gazetesi / Yazar: Mehmet Serhat Polatsoy
-/- AKP polisinin düşmanca tutumu beraberinde, Kürt halkında bir kırılma ve kopuşu getiriyor. Kırılan sadece Sayın Buldan’ın ayağı olmadığı gibi bir kez daha onuru kırılan ve ruhen kopuşu yaşayan Kürt halkının ta kendisidir. -/-
En son dün Amed’de AKP Hükümetinin yasakçı zihniyetini ve seçmen seçilmiş diye ayırt etmeden Polisin halk, belediye başkanı ve vekillerine olan düşmanca yönelimini gördük. Düşmanca diyorum çünkü halk ve seçilmişlere bu denli pervasızca yönelimin başka bir adı olamaz. Bu yasak ve saldırıyı yapanlar Vali ve Emniyet teşkilatı. Bu vali ve polisler de Türk devletine bağlı. Türk devletinin yürütücüsü de Erdoğan’dan başkası değilken Başbakan ve AKP zihniyetinden demokrasi çıkmayacağı önceden bilinmeliydi. Bir sinekten ne kadar yağ çıkarsa AKP’den de o kadar demokrasi olacağı anlaşılmalıydı. Bu anlamda ona inanmak ve güvenmenin de ona hizmetten öteye bir şey ifade etmeyeceği de görülmüştür umarım!
Dikkat çekmek istediğim şey; AKP polisinin düşmanca tutumunun beraberinde, Kürt halkında bir kırılma ve kopuşu getirdiği gerçeğidir. Kırılan sadece Sayın Buldan’ın ayağı olmadığı gibi bir kez daha onuru kırılan ve ruhen kopuşu yaşayan Kürt halkının ta kendisidir. Bir kez daha diyorum çünkü bu kez, son deme benziyor gibi.
Ayrıca Kürt halkı diyor ve genelliyorum! Çünkü AKP polisinin yönelimi salt BDP’ye oy veren Kürtlerde değil, bir bütünen Kürt halkının tamamında bir düşünme ve kırılmayı meydana getirmiştir.
Ruhen kopuş yaşanıyor
Kırılmanın varlığı zaten Türk devletinin Kürtler üzerinde topyekûn uyguladığı hukuktan anlaşılıyordu. Bu son saldırıyla iyice derinleşen kırılma, bir yarık oluşturdu ve paramparçalanmışlık hissiyatını orta yere tüm hakikatiyle koyarak uykudaki Kürtleri de uyandırmış oldu. Bir yerde AKP’ye oy veren Kürtlerin de düşünmesine, “bizler oy vererek meğer kardeşlerimizin katledilmesine, en küçük hak talebinde bile şiddetle karşılanmalarına oy vermişiz, demelerine neden oldu.
Aslında Kürt halkının ezici çoğunluğu son otuz yıldır Türk ırk devletiyle ruhen kopuşu yaşamıştı. Onlar açısında Türk devletinin anlam ve önemi yeterince kavranmıştı. Acı, gözyaşı ve ölümler bunu onlara çok acı bir şekilde göstermişti. Geriye AKP’ye oy veren Kürtler kalmıştı ve onlar da bu son saldırıyla birlikte bir “kırılmayı” yaşadılar. Muhafazakâr Kürtler artık Erdoğan’ın bir Müslüman ve ümmet anlayışını savunan bir ‘sorumlu’ olduğundan çok “büyük yaralar açan” ‘sorunlu bir kişilik’ olduğunu kavrayabildiler. Bu kavrayıştır ki psikolojik, sosyolojik, bireysel ve toplumsal kırılmayı tetikledi. Amed Valiliğinin yasak kararını değerlendiren Ensarioğlu’nun haykırışı da aslında biraz bu yöndeydi. Ensarioğlu ‘yasak olmamalı’ derken aslında partisine; Ey AKP, sen bu yasakları uyguladıkça benim gibi düşünen Kürtler de senden kopacak, senden kopuşu yetmediği gibi Türk halkıyla da birlikte bir yaşamı istemeyecek, demeye getiriyordu.
Kürt kadınına yönelme
AKP polisinin Sayın Buldan’ı direkt hedefine alıp yaralamasının anlamı bizce malumdur. AKP’nin bu pratiği Kürt özgürlük mücadelesinin yarattığı direnen Kürt kadınının uyanış ve kurtuluşunu sekteye uğratma amacı taşımaktadır. Kürt kadını bu niyetin başarıya ulaşmayacağını on yıllardır gösterdikleri demokratik mücadele ve direnişle ispatlamışlardır. Bir de ruhen kopuş ve kırılma olayına muhafazakâr cepheden bakmak gerekirse, AKP’ye oy veren Kürtlerin gördükleri manzarayı; En ilkel çatışma ve savaşlarda dahi kadına el kalkmaz ilkesini dahi görmeyen, değerli alt üst eden, buldozer gibi insaniyetliğin üzerinden geçen AKP zihniyeti, Kürt özgürlük mücadelesi şahsında şahlanan uyanışa geçen kadına el uzatmış ve böylelikle acizliğini, aslında tükenmişliğini bir kez daha ortaya koymuştur, diye yorumlayabiliriz.
14 Temmuz halk serhıldanında bir kez daha görüldü ki Amed, dün olduğu gibi bugün de bir kaledir. Amed halkı erkeği ve kadınıyla, çocuğu ve yaşlısıyla kalelerinin kolay kolay yıkılamayacağını Türk devletine 14 Temmuz direnişiyle bir kez daha gösterdiler. Bu anlamda Amed halkının 14 Temmuz direnişinin devrimci bir karakter taşıdığını söyleyebilir ve AKP’ye oy veren Kürtlerle bütün Kürdistan ve Türkiye’deki her kültür ve inançtaki Kürdün de artık bu kırılmayla beraber Türk halkıyla birlikte yaşam ve kardeşlik söylemlerinin boşa çıkacağını ve böyle giderse de rahatlıkla pratikte bir karşılık bulamayacağı tespitini yapabiliriz.
18.07.2012
Mehmet Serhat Polatsoy
18.07.2012 tarihli Özgür Gündem Gazetesi 13.sayfa

13 Temmuz 2012 Cuma

Urfa Cezaevinden İsyan Mektubu Var

Urfa Cezaevinden İsyan Mektubu Var
Urfa cezaevinden gönderilen bu mektup BDP Parti Meclis Üyesi Sayın Mahmut Çelik tarafından kaleme alınmış ve duyarlı herkese gönderilmesini rica etmiş. Sayın Çelik ayrıca bu mektubun Mehmet Serhat Polatsoy’a ulaştırılması gerektiğini ve sorumluluğunu yerine getirmesini de belirtmiş. Yakından tanıdığım Mahmut Çelik arkadaşımın bu ricasını bir görev biliyor ve mektubunu olduğu gibi yayınlıyorum.
Urfa Cezaevi / Mahmut Çelik:
Bildiğiniz gibi Urfa E tipi kapalı cezaevinde yıllardan beri kangrenleşen ve çözüme kavuşturulmayan keyfi ve hukuk dışı uygulamamlar süre gelmektedir. Tutuklu ve hükümlüler adete esir muamelesine tabi tutulmuş ve ne yazık ki tutuklu ve hükümlülerin sesine kimse kulak vermediği için bunun bir sonucu olarak insanlar isyan eder duruma gelmiş ve canlarını ortaya koyarak çeşitli eylemlere vesile olunmuştur.
2010 yılında Erkan Gümüştaş bu keyfi uygulamalara karşı isyan edip bedenini ateşe vermişti. Yine 2011 yılında C-18 odasında kalan siyasi tutsaklar canlarını hiçe sayarak bu uygulamaları protesto etmek için odayı ateşe vermişlerdi. Başta Adalet Bakanlığı ve sorumlu kurumlar bu olaylara ciddiyetle yaklaşıp cezaevi şartlarını düzelteceğini, çözümü tutuklu ve hükümlüleri sürgün etmekte bulmuş ve yüzeysel yaklaşılmıştır.
Her gün uygulamalarını daha da ağırlaştırıp çekilmez hale getiren cezaevi yönetimi tüm görüşme talep ve önerilerimize rağmen birinci müdür Akif Bakal ve infaz kurumu Baş memuru Ali Çakal çeteci bir mantıkla uygulamalarını ağırlaştırarak devam ettirmiştir. İnsan onurunu rencide eden ve yaşamı çekilmez hale getiren bu uygulamalar sonucunda C-15 odasında bulunan 13 gencecik tutsak seslerini duyurabilmek amacıyla koğuşu ateşe vermek suretiyle bir eylem gerçekleştirilmiş ve ne yazık ki canlarından olmuşlardır.
Verilen bütün bedellere rağmen başta Adalet Bakanlığı ve Hükümet sözcüleri olmak üzere buradaki uygulamaları görüp faillerini açığa çıkartmaktan ziyade olayı örtbas edip geçiştirmeye çalışmış ve gerçeği çarpıtmışlardır. Bunun sonucunda cezaevinde olaylar çıkmış ve yıllardır süregelen sorunların ısrarla çözülmemesine tepki gösterilmiştir ve faillerin açığa alınıp yargılanması istenmiştir. Ama her ne hikmetse olaydan birinci derecede sorumlu olan birinci müdür Akif Bakal ve infaz koruma Baş Memuru Ali Çakmak sorumluluklarından dolayı soruşturulmak yerine ikisi de Samsun'a ve aynı cezaevine terfi edilircesine aynı şekilde görevlendirilmeye gidilmiştir. Her ne hikmetse yerlerine göreve gelen birinci ve ikinci müdürler eski müdür olan Akif Bakal'ın köylüsü ve arkadaşıdır. Yeni gelen birinci ve ikinci müdür geçmiş uygulamalardan daha beter uygulamaları sürdürmektedirler.
Gelir gelmez cezaevindeki kadın tutsakları kaba bir şekilde zor uygulayarak yerlerde sürükleyerek şahsi eşyalarını bile almalarına izin vermeden sürgün edilmişlerdir. olayın üzerinden bir aya yakın bir süre geçmesine rağmen başta cezaevinin birinci müdürü olmak üzere cezaevi yönetimi taleplerimize kulak vermemekte ve keyfi uygulamalarına devam etmektedir.
Buna karşın 9 gündür ortaya koyduğumuz demokratik eylemliklerimizi sorunlarımız çözülmediği takdirde arttırarak devam ettireceğiz. Bu anlamda cezaevinde var olan gergin atmosfer her an istenilmeyen olaylara zemin sunmaktadır. Bu nedenle duyarlılık sahibi bütün şahsiyet ve kurumların sorunlarımıza kulak vermesini istiyor ve kamuoyuyla paylaşmasını bekliyoruz.
(SELAM VE SAYGILARIMIZLA URFA CEZAEVİNDE BULUNAN SİYASİ TUTSAKLAR)
Yukarıda da okuduğunuz üzere durum oldukça ciddi. Bunun yanında bir de arkadaşların birebir olan görüşmesinde vermiş oldukları mesajlar var ve aciliyet arz etmektedir.
Arkadaşlar; Sayın Milletvekili İbrahim Ayhan’ın tahliye talebinin reddedilmesinden sonra cezaevi yönetimince baskılar, daha da arttırıldı. Bu artan baskılar neticesinde bizler de eylemliliklerimizi arttırmış bulunmaktayız. Pazar günü, yani 15 Temmuz 2012 tarihinde “olağan üstü” durumların yaşanacağı ve sürgünlerin olabileceği ihtimalini tüm Kürdistan ve Türkiye kamuoyuna duyuruyoruz, demektedirler.
Yine anlaşılacağı üzere 15 Temmuz’da cezaevi yönetiminin baskılarından kaynaklı yeni ölümlerin yaşanabileceği sinyali Zindan direnişçileri tarafından aktarılmış bulunuyor.
Bu durum karşısında vicdan sahibi herkesin sesini yükseltmesi ve gözleri Urfa cezaevine döndürmeleri gerekmektedir.
13.07.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Ey Komutan, ‘senin de zamanın gelecek’!

Basından da izlenildiği üzere Şırnak İl Jandarma Alay Komutanı Osman Aslan, Roboski katliamında başta kardeşi olmak üzere 11 akrabasını kaybeden Ferhat Encü’ye; ‘Ferhat ben seni biliyorum. Sen başkalarının güdümüyle hareket ediyorsun, senin de zamanın gelecek’ diyerek tehdit etti.
34 can yetmemiş olacak ki hedefe Ferhat’ı da koydular. Yer, zaman ve mekân, kaçış yok; artık koordinatlar verildi!
Maksat Kürdistan’daki ölüm yaşı ortalama standardı tutturulsun! Hani Türkiye’de ortalama ölüm yaşı 70 ve Kürdistan’da 35 ya, maksat istatistiki kurumların gönlü kalmasın!
Bir eksik bir fazla demeyerek hedef gösteriyorlar ve Ferhat’ı da katlederek sayıyı, İnsan hakları kuruluşlarının raporlarına yansıyan Kürdistan’daki ölüm yaşına denk getirmeye çalışıyorlar. Bu tehdidi de hiç çekinmeden bütün Kürdistan ve Türkiye halklarının gözlerinin içine baka baka yapıyorlar.
Sanırım olaya ilişkin kaydedilen videoyu herkes izlemiştir. Bugün Özgür Gündem gazetesinin manşetten verdiği videoya ait görüntülerden olan kare, oldukça ilgi çekiciydi.  Fotoğraf karesinde Ferhat’ı tehdit eden Alay komutanı ‘Osman’ın yanında duran ve göğsünü şişirerek Ferhat’a bakan “mavi bereli” bir asker vardı. Bu asker kendine oldukça güvenen, emin ve dünyaları ben yarattım edasıyla Ferhat’a bakıyordu. Ferhat’a; Kürdistan’ın kendisinin olduğu havasını yaratıp korku salarak, adeta;
“postallarımın değdiği her toprak parçası benimdir, sen burada bir yabancısın, öyleyse bir yabancı gibi el pençe divan durmayı bileceksin Türk ordusunun karşısında” diyordu.
Herhalde bu komutan ve asker Kürt halkını ya tanımıyor, ya da tanımamazlıktan geliyorlar. Bu emir erleri artık korkuyla Kürtleri sindiremeyeceklerini, idrak edemiyor olmalılar. Yediden yetmişe her Kürt bireyi artık “o komutan ve ‘mavi bereli’ askerin bakışını” tanımış ve aynı kararlılıkla bakarak göz göze gelen postal sahiplerini yıldırmayı bilmiştir.
Ne demişti ‘şanlı’ Türk komutanı; ‘Ferhat, senin de zamanın gelecek’!
Hakikate şükür; sıra ve zaman hep bizlerde! Evelallah biz direnişçi Kürtler birinciliği kimseye kaptırmayız!
Gözyaşı desen bizde; acı ve keder desen, oooo bu artık bizde bir özellik; hiiiç eksik olmadı ki!
Bakın Hasan Hüseyin Korkmazgil ne güzel söylemiş;
‘Kanadık toprak olduk. Çekildik bayrak olduk. Döküldük yaprak olduk. Geldik bugüne.
Ekmeği bol eyledik. Acıyı bal eyledik. Sıratı yol eyledik. Geldik bugüne.
Ekilir ekin geliriz. Ezilir un geliriz. Bir gider bin geliriz. Beni vurmak kurtuluş mu?’
Ferhat’ın zamanı gelecekmiş! Oysa Ferhatlar ne zamanlar gördü de yine de aman dilemedi postal sahipleri zalimlerden. Ferhatlar nice Koçgiri, Dersim, Zilan, Malatya, Çorum, Sivas, Gazi ve Roboskilerden geçti de geldi bu güne.
Bırakın bireysel anlamda tehdidi, artık Kürt halkı ve Özgürlük hareketi Soykırım tehditlerine dahi boyun eğmiyor; çocuk, genç, yaşlı, kadın-erkek demeden direniyor da direniyorlar, işgalci ve sömürgeci sisteme karşı.
Kürtler artık sizlerin, tecrit, sürgün ve de ölüm tehditlerinize gülüp geçiyor; çünkü Kürtler
Tecridi zevk (!), Sürgünü tatil (!) ve Ölümü de şehitlik olarak kabul ediyorlar da, çatlatıyorlar sömürgeci sistemi ta en derin inlerinde.
Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve komünal yaşam zihni desen, Kürtlerde.
Ey komutan ve zihindaşları, sizler de olan ne peki?
Sürgün etmek sizde, zindanlara tıkmak sizde, tek tek olmadı toplu katliamlara imza atmak siz de.
Öyle ya! ‘Gün ve zaman bizim’ diyorsunuz!
Peki Ey ‘Komutan ve mavi bereli asker’, katliamcı AKP hükümetinin son bulacağını, yarınlarda sıranın size de gelebileceğini, tarihin ve halkların sizleri yargılayabileceğini ve zaman ile gün’ün de mazlumdan yana dönebileceği ihtimalini hiç göz önünde bulundurmuyor musunuz?
10.07.2012
Mehmet Serhat Polatsoy