PKK ve PJAK’lı tutsakların
12 Eylül gününden bu yana girdikleri ‘süresiz-dönüşümsüz özgürlük’ diye
nitelendirdiğim açlık grevi eylemleri bugün 43.gününde ve cezaevlerinden her an
ölüm haberleri gelebilir.
Kendine insanım diyen her
bir birey eminim ki en az benim kadar her an korku ile kalpleri çarpıyor ve
sanki ‘az sonra, baba, anne ve kardeş’lerinden birinin ölüm haberini duyacakmış
gibi çaresiz bir hastalıkla pençeleşen yataktaki yakınının bu dünyadaki
fiziksel ayrılışına tanıklık edecek günü bekliyor.
Bir taraftan elini taşın
altına koyanlarımız, belki zavallılıklarımızdan olsa gerek içten içe feryat
ediyor ve neden bedenimizi de yatırmadık kayalıkların altına da,
yoldaşlarımızın daha fazla yakınında duramadık, onlara yeteri kadar ses
olamadık diye kendi kendilerine kızarken, diğer taraftan her an ölüm haberi
gelebilecek olan zindanlara karşı gözünü kör, kulağını sağır ve dillerini lal
eylemiş AKP hükümeti ve işbirlikçi beyaz Kürt kesimler, evlerinde rahat bir
şekilde ve sanki hiçbir şey olmamış gibi neredeyse sevinç çığlıkları atacak
haldeler. Tıpkı 12.Eylül.1980 darbesiyle Amed zindanında direnişle yeni bir
tarih yazan Mazlum, Kemal, Hayri ve Dörtlerin şehadetlerini bir yenilgi gibi
karşılayıp alkış tutanlar gibi.
Lenin: Yanılgı yılları,
yenilgi yıllarıdır, demişti.
Faşist Kemalist
diktatörlük, Kürt özgürlük hareketi karşısında yanılıp yenildiklerini çok
sonraları anlayacak ve şaşkına dönecekti. Öyle de oldu. Yanıldı ve yenildiler
ama yine de ‘yenilen güreşçi güreşe doymazmış’ deyimindeki gibi milyonların
özgürlük hareketini bastırmak için arkalarına NATO ve ABD’nin gücünü alarak
tekrar tekrar vurmaya başladı ve acı, kan, gözyaşı ile insanlıktan tam 30 yıl çaldılar.
Ne yaptılarsa olmadı, hangi
yöntemleri denedilerse, deney sonuçsuz kaldı ve sömürgecilik, Kürdistan özgürlük
hareketi kadrolarının direnci karşısında başarısız kaldı. Otuz yıllık
mücadelede yanılıp yenildiklerini yine kabul etmediler ve saldırdıkça
saldırdılar.
Başbakan Erdoğan, bir
‘itirafçı’nın öfkesi gibi saldırdıkça saldırıyor ve bugün, bütün Kürdistan ve Türkiye
halklarına ihanet ediyor.
PKK hareketinin çıkışından
bu yana Türkiyeyi yöneten onlarca hükümet ve sözcüleri adlarını tarihe, utançla
anılacak bir şekilde yazdırdılar ve yenilip hükümetler çöplüğündeki yerlerini
aldılar.
Şimdi AKP hükümetinin
Başbakanı Erdoğan’da yenildiğini kabul etmiyor ve saldırdıkça saldırıyor. O
saldırdıkça Kürt halkı hakikat aşkıyla daha bir bileyleniyor ve bunun
karşısında AKP Devleti de en hain ve işbirlikçisinden bir itirafçı gibi
insanlığa vurdukça vuruyor. Erdoğan bugün kandan beslenen bir vampir gibi Kürt
halkının kanıyla iktidarda kalıyor. O her kan içtikçe yeni hayatların doğuş
gerçekleştireceğini ve milyonların daha bir hakikat aşkıyla Özgürlük hareketine
katılım sağlayacağını kestiremiyor. Bir itirafçı veya yaratıktan daha başka ne
beklenebilir ki!
Sadece Türk devlet
erkanı, AKP Hükümeti ve işbirlikçi Kürt
kesimi değil ki kalpleri mühürlenen! Kendine aydın, demokrat ve devrimci
sanatçıyım diyenlerimiz de öyle pek ortalıkta yoklar. Olanlar da ancak kendi
seslerini duyuyorlar. Ancak kendi seslerini duyanlar nasıl zindan
direnişçilerinin seslerine ses katacaklar ki! Şimdi kendisini böylesine
sessizliğe mahkum etmiş bir aydın çevresi varken birer zombiye dönmüş ve
gözleri kör, kulakları sağır ve dilleri lal eylenmiş Türk toplum yığınına ne
denebilir ki?
Hiç!
Kürt halkı büyük bir
hakarete uğruyor ve neredeyse tüm insanlık üç maymunları oynuyor.
Her haber bülteninde gerilla
şehadetleri duymamak için TV ve de basını takip etmekten çekinen analarımız,
şimdi de zindanlardan gelebilecek acı haberler karşısında paramparça duygularla
‘evlatsız geçmeyen dakikalarla’ günlerini geçiriyorlar!
Bugün DİHA’ya düşen bir
haberde, Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi'nde personel olduğunu söyleyen bir
şahsın, 12 Eylül'den beri açlık grevinde
olan Gazeteci Tayyip Temel ve arkadaşlarının durumuna ilişkin tanıklık edip;
Tayyip Temel ve arkadaşlarının durumları gittikçe kötüleşiyor ve hiç bir
tedaviyi de kabul etmiyorlar. Lütfen bu duruma sessiz kalmayın, sesiz
kalırsanız Tayip Temel ve diğer arkadaşları her an ölebilirler, açıklaması
karşısında, aslında zindan direnişçilerinin “tüm insanlık için”
süresiz-dönüşümsüz özgürlük eylemlerini devam ettirdikleri daha bir netliğe
kavuşmuş ve sömürgeci sisteme yanıldıklarını, 30 yıl sonra bu onurlu
savaşlarıyla bir kez daha hatırlatmış oldular.
Bilge insanın dediği gibi onlar
şimdi tam da, “Savaşan özgürleşir, özgürleşen güzelleşir, güzelleşen de sevilir”
sözünde anlam buluyor ve demir parmaklıklar arasından direniş ve insanlığa taş
duvarları çatlatan filizlenmiş özgürlük fideleri gönderiyorlar; dışarıdaki
aslında tutsak olan biz zihinleri allak bullak olanlarımıza.
Onlar şimdi sömürgeci
sistemin alayını şaşkına çevirmiş özgürlük halayı çekiyorlar.
Zulme sessiz kalmak,
insanlık suçudur.
Onurluysan susma; vakit
daralıyorken, bir ses de sen ver.