22 Kasım 2012 Perşembe

Müslümanlara Filistin için Kuantumik Öneri


İki milyar Müslüman on yıllardır Filistin için “dua” ediyorlar ama ne hikmetse Filistin halkı bir türlü özgürlüklerine kavuşamıyor.
Sizce neden?
Bu güne kadar bu soruyu soran oldu mu bilmiyorum ama ben soruyor ve cevabını yazı içinde aramayı amaçlıyorum.
Öncelikle “dua” kavramı ve İslam dinindeki uygulanışına bakacak olursak kaynaklarda Dua; “Bir çağrı, bir yakarış, bir istek, bir dilek ve küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya, arzdan, arzlılardan semalar ötesine bir yöneliş, bir niyaz ve bir iç dökme” olarak geçiyor.
İslam inanışına göre Dua: "Bir kimsenin kendisi veya başkası hakkında bir dileğine bir arzusuna kavuşması için Allah'a yalvarması" olurken bu Kuran-ı Kerim’in Mü’min sûresi 60.ayette: "Bana (halis kalb ile) dua ediniz. Duanızı kabul ederim." olarak geçer. Hani Allah; Siz benden salih amel ve temiz kalp ile isteyin; ben sizin dualarınızı kabul edeceğim, diyor ya…
Yukarıdaki ayette de görüldüğü üzere dualar; bireysel ve –bencilliği aştığı takdirde de- toplumsal olarak yapılıyor ve karşılığını bulabiliyor.
Kuantumik düşünce ekseninde Evrenin “İstek yasası”na göre: Bir bireyin isteklerinin evren tarafından karşılanması için kişinin tam olarak “ne istediğini bilmesi ve bunu ifade etmesi” gerekiyor. Yasaya göre isteklerin karşılık bulmaması; istenilenin “olmama korkusu” , “korkaklık ve samimiyetten yoksunluk” durumlarında doğal olarak ortaya çıkıyor. İstek yasasına göre “saf” olarak gerçekleşen tüm istemler gerçekleşirken, “bencilliği barındıran” istekler karşılanmıyor. Toplumsallığa bağlı bir birey eğer gerçekten bir şeyin olmasını istiyorsa, Evren bunu anlıyor ve “saf kalp” ile gelen istek ve dilekler ya “an” ya da kısa “zaman” diliminde evrende karşılığını buluyor.
Yani yeter ki hakikatli ol ve iste!
Atom altı parçacıklarda ortaya çıkan sonuç, ışık deneyi sonucunda fotonların dalga-parçacık haliyle seyir izlediğini ve zaten enerjiyle yüklü olduğunu biliyoruz. Bu enerjiler aynı zamanda insanda da var ve kullanmasını bildiğinde yetenek olarak ortaya çıkıyor. Buna göre “istek” olmadıkça yetenek devreye girmiyor. Tıpkı bir elektrik devresini çalıştırmak için yapılan tüm işlemlerin sonucunda (+) ve (-) kutupları gerektiği gibi bağlamadığında devrenin çalışamayacağı ya da devre başında yanlış bağlantılandırmadan kaynaklı eksik kalan işlem gibi sorun çıkıyor. Yani bir yanı eksik kalıyor.
Tam da burada milyarların aklını alacak soru ortaya çıkıyor!
Yoksa Müslümanlar, Filistin halkının kurtuluşunu istemiyor mu? Ya da bu kadar duaya rağmen Filistin halkı neden kurtuluşa eremiyor; eksik kalan yan nedir?
Felsefede Hakikate göre istek ve dua:  Herkes için, iyi, doğru, güzel, estetik, mutluluk ve özgürlük dileği, vicdanın samimi seslenişidir. Bu kadar kısa ve özdür.
İsteklerin bırakın Tanrı kuralına göre olmayışını, Evren ve Hakikate göre
Sen eğer dünyada tek Filistin ve Arakan’ın ezildiğini söyler ve Tanrı’ya dua edersen, Tanrı-Evren seni samimi bulmaz ve isteğini, “karşılanamayan istekler” sınıfına koyar ki binlerce yıl da geçse Filistin kurtulmaz. Bilinmeli ki Evren, bu tarz yanlı isteklerin konusunda seni samimi bulmuyor. Çünkü dünyada son yüzyılda herkesin, gördüğü, duyduğu ve bildiği bir gerçek var ki Kürt ve Kürdistan’a zulüm uygulandığıdır.
Hakikatte vicdan duygusu ve istek, Tanrı inancı ve dinlerin aksine; bir yakarış, yalvarış değil; samimi ve içten duygularınla olmasını istediğin ve samimiysen olacak bir şeydir.
Bir yandan Filistin’e dua ederken diğer yandan gördüğün, duyduğun ve bildiğin halde Kürdistan’daki zulme sessiz kalman ve çoğu zaman da alkış tutman, evrenin “istek yasası” tarafından karşılanmıyor ve karşılanmaz da. Unutulmaması gereken, insanın nasıl bir canlılığı, sezgiselliği ve enerjisi varsa Evren’in de var ve evren tahmin edilemeyecek kadar zeki. Biz bireyler zekamızın %3 veya 4’ünü kullanırken Evren, ‘belirsizlikle birlikte’ bunun tamamını kullanıyor.
Birlik olmayan Filistin örgütleri ve dünyadaki bütün Müslümanların zihinlerinin temelinde hakikatten yoksunluk veya yöntem yanlışlığı, eksik yan yatıyor olmasaydı, iki milyar Müslümanın duası kabul görür ve çoktan Filistin kurtuluşa erer ve böylelikle geçen haftadan buyana İsrail ordusunun yaptığı bombardımanların sonucunda 120 Filistinli yaşamını yitirmezdi.
Düşünsenize Müslümanlar iki milyar ve Yahudiler sadece yedi-sekiz milyon. Siz bu kadar dua ediyorsunuz ve başarılı olamıyorsanız; bu sizin nicel değil nitel eksiklik ve yoksunluğunuzdandır.
Tüm insanlığın sığınacağı tek şey Bilimin son evresi Kuantumsal düzlemde bir hakikat ve Kuantumik düşünce bilinç devresidir. Ne kadar Kuantuma-Hakikate yakınlık o kadar insan olma, ne kadar hakikatten uzaklaşma, o kadar insanlıktan çıkma ve devreyi yakma demektir.
Dua, dilek, istek, Evren, Enerji veya Tanrı, adına ne derseniz deyin;
Müslümanlara ve her bir insana önerim;
Filistin halkı için dua ettiğiniz kadar Kürdistan halkı için de dua edin.
Yeter ki Kuantumik düşünce ekseninde Hakikatli olalım, saf ve temiz duygularla her bir insan ama herkes için isteyelim. Göreceğiz ki zulüm, Filistin ile birlikte Kürdistan ve diğer ezilen tüm halklarının üzerinden kalkacak ve halklar, kol kola girip daha yaşanılası bir dünya da özgürlük halayına duracaklar.

20 Kasım 2012 Salı

Öcalan’ın Asa’sı halklara barış getirsin


Musa’nın Asa’sı, Tevrat ve Mitolojik anlatımlarda geçer. Anlatımlara göre Musa öncülüğünde yola koyulan İsrailoğulları Kızıldeniz’e gelince Musa, arkalarından gelen Firavun ve Ordularını alt etmek için Asa’sını Kızıldenize vurur ve deniz ikiye ayrılarak halkıyla beraber yarıktan geçerler. Musa tekrar Asa’sını vurarak ayrık hale gelen denizi yeniden birleştirir ve Firavun ve orduları o denizde boğulup giderler; böylece bir halk katliamdan kurtulur...
İşte açlık grevlerinin 67.gününde Sayın Öcalan tarafından gelen çağrı halkların kardeşliği adına bir Asa gibi işlev görmüştür.
Şimdi isterseniz kısaca Öcalan’ın çağrısı neden asa görevi görüyor ve sonlandırılan açlık grevleri ile Türk devletine anlatılan hakikat neydi, ona bakalım.
Dikkat edilirse Türk devleti Pelsinvanya’dan Gülen Cemaati, AKP hükümeti, tüm basın yayın ağları ve Liberal yazarları ile dönemsel taktiklerle zaman zaman piyasaya sürdüğü ‘sözde’ Kürt aydını lakaplı Kürt asıllı Türk siyasetçilerinden oluşturduğu bir koro ile Öcalan gerçeğini manipüle etmek ve onu etkisiz-güçsüz göstermek için yıllardır türlü türlü pratiklere giriştiler. Burada anlatılmak istenen Öcalan, artık eskisi gibi halk ve hareket üzerinde etkili-güçlü değildir, olmaktaydı.
Belki kendilerince haklılardı(!). Önder Öcalan’ın Suriye’den çıkışı, sonrasında komplo ile esir alınma sürecinde onlarca Kürt genci bedenlerini yakarak ve bulundukları her alanı her saat bir ateş topuna dönüştürerek sisteme, Öcalan’ın tek önder olduğunu yaşamlarına son vererek haykırmış ve hatırlayacağınız üzere o zamanlarda ve devamında Öcalan; kimsenin bedenini yakmaması gerektiğini, belirtmiş ve bu tarz eylemler minimize olmuştu. Yani Öcalan, halk ve hareketi ile iletişimde olduğu her dönemde kanın akmaması için çağrılar yapmıştı.
Ancak gelinen son aşamada Kürt halkı ve gençlerine çağrı yapacak kimse yoktu; tarihe kara harflerle yazılacak günlerde gerilla ve halktan birçok kişi fedai eylemlilikler ve bedenlerini yakarak Öcalan’ın yasakladığı eylemleri devam ettiriyorlardı. Son olarak Zindandaki tüm tutukluların açlık grevine yatması ve bedenlerini günden güne eritmeleri 1998 ve 1999 yıllarındaki gibi bir dönemin yaşanmasına neden oldu. O günlerde dışarıda, bugünlerde de içeride tüm PKK ve PJAK’lı tutsaklar; Öcalan Önderimizdir dedi ve bireysel anlamda kendilerinden vazgeçtiler.
15 aya yakın bir süredir askıda kalan barış, açlık grevi eylemcilerinin 12 Eylül’de başlattığı eylemle tüm barış karşıtı güçlere karşı bir tokat niteliğindeydi. Eylemin amacı Öcalan’dı ve barış ancak Öcalan ile gelirdi. Eylem başladı ve 67. gününe geldi. Bir iki gün daha eylemlerin devam etmesi ölümleri getireceğinden belki de Kürt ve Türk halklarının kopuşu bir iç savaş ve yoğun teknik kullanılarak da katliamlarla derinleşecekti.
Yani kan akacaktı; oluk oluk kan…
Öcalan’ın müdahalesi barış Asa’sıdır.
67.günde Öcalan’ın çağrısıyla “ bıçak keser gibi” bitirilen eylemler, tek muhatap ve önderin Öcalan olduğunu gösterdiği kadar hem halkların kardeşliğine bir şans ve hem de iç savaş ihtimalini –şimdilik- olmamasını arzuladığımız belirsiz bir tarihe göndererek Kürdistan ve Türkiye’de yeni bir barış umudu sayfası aralanmasına neden oldu.
Yıl 1998-1999 bedenlerini yakarak şehadete ulaşan halk
Yıl 1998-99 Önder Öcalan
Yıl 2012 ve yine bedenlerini hiç gözünü kırpmadan ölüme yatıran halk
Yıl 2012 yine Önder Öcalan
Yani Kürt halkı ve Hareketi, Öcalan’a ne kadar ve hangi düzeyde bağlı olduğunu 13 yıl aradan sonra aynı kararlılık ile tekrar; kendileri için şaşmaz hakikatin Önder Öcalan olduğunu irade ve fedakârlıklarıyla bir kez daha göstermiş oldular.
Umarız Türk devleti, Kürt halk önderi Sayın Öcalan’ın etki ve gücü ile Asa örnek ve niteliğindeki bu ‘çağrı müdahalesini’ anlar da, çözümsüz politikalarından vazgeçerek bir an önce barışa el verir.
19.11.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

16 Kasım 2012 Cuma

Erdoğan PKK’yi tahrik ediyor


İki ayı aşkın süredir devam eden ve her an bir ölüm haberi gelmesi muhtemel açlık grevi eylemleri karşısında bırakın tek bir somut adım atmayı, aksine Türk devletinin Cumhurbaşkanı Gül ve başta Başbakan Erdoğan olmak üzere tüm AKP’li kurmaylar direnişçilerin eylemleri ve özgürlük hareketinin her insancıl ve yaşamsal adımını gerçeği ters yüz ederek, manipülasyon, oyalama, küçük görme, hakaret, tehdit ve tahrikten başka bir pratikle karşılamıyorlar.
Normal şartlarda bir insan; ‘bunca insani talepler karşısında bir devlet nasıl olurda bu denli, vurdumduymaz, umursamaz, ahlaksız ve pervasızlaşır’, diye sorular sorar. Cevabını bulamayınca da; ‘yoksa bu devleti yönetenler insan değil mi’, der. Ardından; yok yok, bunlar insan ama ‘yürek namına tek bir vicdan hücresi yok mu bunlarda’, diye yeni bir soruyla sistemde, bir hakikat kırıntısı aramaya çalışır. Belki bu ve buna benzer birçok soru sorulabilir ancak inanın cevap, bir ‘insan ya da vicdan’ sorgulamasında değil.
Anlaşıldığı kadarıyla tek cevap ve dert; insanlığı insanlıktan el çektirmek…
Amaç herkesin de hem fikir olduğu eskinin ‘yenidünya düzeni’ ve yeninin ‘büyük Ortadoğu projesine giden yolda tahrik siyaset izlemek. Bunu yaparken de mümkünse bütün insani değerlerden arınmak. Tek çaba bu yönlü hazırlıkların tamamlanması ve başarıya ulaştırılmasına dönük ‘mekanik’ programlarla kodlanmış bir deri ve bir kemikten yaratılmış insan görünüşlü robotlarla sürecin sürdürülmesi isteği. Bunun için de insanlığa mümkünse insani düşünüşler namına tek bir soru dahi sordurtmamak. Bundan sonra aslında anlıyoruz ki hedef, 2023, 2071 ve 2453 sloganlarının anlam bulduğu her şeyin kapısının Kapitalist Moderniteye açılıyor olmasıdır. İşte bunun için diller lal, gözler kör, kulaklar sağır ve kalpler mühürlü. Ondandır ki insaniyet namına sisteme karşı tek bir duruş dahi tahammülsüzlükle karşılanıyor. Evet, bundan dolayıdır ki tüm insani talepler bir anda rafa kaldırılıyor. İnsanlık neredeyse “savaş mı olacak ne oluyorsa olsun da” mantığıyla sıkılmış ve sıkışmış durumda. Kürt ve Türk halkı hiçbir şeyi yapamamanın psikolojisiyle öyle görünüyor ki patlama noktasında ve boğazlaşmak için tek bir bahane arıyorlar. Bunun için geriye tek bir şey kalıyor; o da kıvılcım!
O kıvılcım bir iç savaşla mı yoksa yeni yeni katliamlarla mı olacak belirsiz ama amacın PKK’yi tahrik edip, bir erken doğuma ve gücünü bölerek de dört koldan saldırma amaçlı olduğu tartışmasızdır.
ABD ve İngiltere’nin askeri ve düşünsel anlamda Ortadoğu ve genel anlamıyla dünya dengesini ellerinde tutmak için engel olarak gördüğü PKK’nin mutlaka marjinalleştirilmesi gerekiyor. Öyle ki bunun için Suriye’de ÖSO’ya destek vererek yetinmeyen ve çareyi Kutup Ayılarının altına yatmakta arayan bir ülke ve mantıktan bahsediyoruz.
Öyle bir mantıkla karşı karşıya olmasaydık 66. gününde olan açlık grevleriyle ilgili, Kürdistan ve Türkiye’de ki tüm insani çevrelerden yapılan insani baskılar dikkate alınır, Sayın Öcalan özgürlüğüne kavuşur, Anadilde eğitimin anayasal düzenlemesi sağlanır ve açlık grevleri bitirilerek tek bir kandamlası dahi akmadan yaşanan açmaz ve çıkmaza, hakikatli bir çözüm bulunurdu...
Evet, dışta başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batılı ülkeler ve TC, içte de iradesini Kapitalist moderniteye tümden teslim etmiş ve kendini ‘sözde’ bağımsıllık ve Sunni-İslam kılıfıyla perdelemiş bazı yerel işbirlikçi Kürtler Rojeva’daki kazanımları da baltalamaya ve Rojeva halkını da ÖSO ile beraber savaşmaya itici politikalara yatarak iyiden iyiye PKK’yi tahrik ediyorlar.
Bakalım PKK bu tahriklere daha fazla ne kadar insani cevaplar vererek mevcut durumunu kontrollü bir savaş ile koruyarak devam edecek. Ve bakalım süreç yeni Osmanlı sultanlığına oynayan Erdoğan’ın fantezilerinin doruğa ulaştığı ultra faşist yönetimli bir Türkiye’yle mi yoksa halkların desteğiyle topyekûn direnişin sonunda kaybeden bir Erdoğan ve kazanan bölge halklarıyla Özgür bir Kürdistan ile mi sonuçlanacak, bekleyip hep beraber göreceğiz.

Ölüm oruçları, Said-i Kurdî ve Fettullah Gülen


PKK ve PJAK’lı tutsakların hakikat adına giriştikleri ve iki hak talep ile 66.gününe girerek ölüm orucuna evirilen “süresiz-dönüşümsüz özgürlük” eylemleri, AKP’nin gerçeği ters yüz eden tüm çırpınışlarına rağmen günden güne Kürdistan ve Türkiye gündemindeki yakıcılığını artırmaktadır.
Özgür tutsakların taleplerinin kabul edilmesi için –geç de olsa- geçtiğimiz günlerde Usta yazar Yaşar Kemal ve Vedat Türkali’nin çağrısıyla toplanan aydın, yazar, sanatçı ve akademisyenlerden oluşan vicdan sahipleri, ‘her an ölüm haberi gelebilecek’ zindanlara dikkat çekmek amacıyla hem Başbakan Erdoğan’a hem de dünya insanlığına “insan olun, vicdana gelin” çağrısı yaptılar.
Bir kısım Liberal yazar ve yandaş basın dışında yine, Kürdistan ve Türkiye’de ki Siyasi partiler, İnsan hakları kuruluşları, İnanç örgütleri, Barolar ve Sivil Toplum Örgütleri de AKP hükümetinin 66.gününe giren ölüm orucu eylemlerine olan duyarsızlığı için –yetersiz olsa da- ellerinden geleni yapmaya ve taleplerin bir an önce kabul görüp –ölüm olmadan- direnişçilerin eylemlerini sonlandırması için mücadelelerini yürütüyorlar.
Kürt halkı ve dostları da meydanlarda serhıldan ruhuyla ayakta ve halkın demokratik-meşru eylemlerine adeta düşmanca yaklaşan AKP polislerinin cop, gaz ve gerçek mermileriyle ölümleri pahasına siperden sipere mücadele ediyorlar.
Yine transatlantiğin öte tarafındaki Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) sekreterliğinden Ivan Marquez, açlık grevlerinin ülke gündeminde olduğu bir zamanda PKK’ye gönderdiği videolu mesajda: “Bizim için transatlantiğin diğer tarafında bulunan Fırat ve Dicle etrafında, Mezopotamya’da direnen bir halk ile direkt ilişkiler geliştirmek büyük bir onurdur. En meşru bir tarzda, çoğunluğunun yaşadığı Türkiye’de ve bölgede, demokratik mücadelesini yürüten, sorunun çözümüne barışçıl ve diplomatik bir çözüm için çabalayan Kürt halkının dağlardaki temsil gücünün yanındayız. Kürt halkının siyasi statüsünün tanınması, yani bir halkın varlığının tanınmasının bölgenin demokratikleşmesi ve istikrara kavuşmasını sağlayacağı kesindir. Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılmasını talep ediyoruz. Bize göre, artık bütün duyarlı çevrelerin de kabul ettiği gibi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü, aynı zamanda Türkiye’de demokrasinin ve Kürdistan’da barışın gerçekleşmesini sağlayacaktır” diyerek Kürt halkına desteklerini iletti.
Bir taraftan vicdan sahipleri tüm duyarlılıklarıyla Kürt evlatlarının gerçekleştirdiği hakikat eylemini destekliyorlarken, diğer taraftan Sayın Öcalan’ın sağlık-güvenlik ve özgürlüğü ile Anadilde eğitim talepleriyle başlatılan açlık grevleri bugün 66.gününde ve tüm vicdanlı kesimler ayaktayken adeta bütün dünya –oyalamanın dışında- sağır, dilsiz, kör ve kalpleri mühürlü olarak sessizliklerini korumaya devam ediyorlar.
Öte taraftan da İslam adına hareket ettiğini söyleyen ve Müslümanlığa yeni bir şekil vererek Pelsinvanya’dan Türk hükümetine emirler yağdıran ve bunu da İslam, Müslümanlık ve sözde Said-i Kurdî talebeliği adına yapan Fettullah Gülen’in eylemcilere dönük “ölüm fermanları” var.
Gülen, geçtiğimiz günlerde Kuran’dan bir ayet vererek, eylemcilere müdahale edilmesi gerektiğini savundu ve ölüm fermanı için fetva verdi.
Oysa biliyoruz ki Gülen’in, “referans alıyorum, üstadımdır”, dediği Said-i Kurdî, Gülen gibi düşünmüyor ve eylemcilerin taleplerini kendi –Kürdistan’ın en büyük âlimi- döneminde en çok savunanlardan birisi olarak ve bundan dolayı da hem Abdulhamit’ten ve hem de Atatürk’ten sürgün ve cezalar alan ve üstüne üstlük tımarhaneye yatırılan bir Kürt olarak tanınıyor.
Said-i Kurdi II. Abdulhamit’e yazdığı mektupta şunları belirtmiştir:
“Biz Kürt milleti olarak Kürdistan’ın Özerkliğini istiyoruz. Kürdistan’da Kürtçe eğitim halkımız için şart. Okullarda eğitimi Kürtçe bilen Kürt öğretmenler yapacak, Arapça mecburi ikinci dil, Türkçe ise ek dil olarak öğretilecektir.”
Said-i Kurdî’nin mektubunu okuyan Abdulhamit, “bu akıl sağlığından şüphe duyduğum kişi derhal tutuklanmalı der ve Said-i Kurdî tutuklanarak bir yıl boyunca Tımarhaneye kapatılır.
Said-i Kurdi daha sonra neden tımarhaneye kapatıldığını bakın hangi sözler ile açıklar;
“Cesaret, sadakat ve diyanetin unvanı olan tabii Kürtlükle iftihar ediyorum. Nasıl ki zaman-ı İstibdad’da bu tabii Kürtlük için tımarhaneye düştüm. “Ey Kürtler! Tımarhaneyi kabul ettim, Kürtlüğü lekedar etmemek için irade-i padişahı ve maaş ve ihsan-ı şahaneyi kabul etmedim.”
Said-i Kurdi daha sonra çıkardıkları gazete ve dergilerde Kürtçe yazılar yazmaya başlar ve –Fettullah Gülen’in tahrif ettiği- Mele Se’id imzalı bir yazısında aynen şöyle der;
“Ey gelî Kurdan! Îttifaqe quwwet, ittihade de heyat, di biratîye de se’adet, huqûmete de selamet heye...”
Said-i Kurdî ilk “Kürtçe anadilde eğitim” isteyen bir kimse olmakla birlikte Osmanlı’da ilk Kürtçe yazı yazan da kendisidir.
Said-i Kurdî o dönem, “Kürtler için ne gereklidir?” başlıklı bir yazı yazmış ve yazısında:
“Kürtlerin kaderini garantileyecek şu iki fikirden başka hiçbir şey bulamıyorum: 1- Ulusal birlik. 2- Dini bilim ile birlikte asgari uygarlık düzeyine ulaşmak için teknik sanatları öğrenmek ve ileri götürmek. 3- Kürdistan’ın özgürleşmesi için büyük bir askeri gücün oluşturulması gerekir, demiş ve daha o zamanlar “öz savunmanın” olmazsa olmaz olduğuna dikkat çekerek Kürdistan’a da “adem-i merkeziyetçiliği” önermiştir.
Said-i Kurdî yine Kürt halkına yapmış olduğu bir çağrıda;
“Ey Asuriler ve Keyanilerin cihangirlik zamanında pişdar kahraman askerleri olan aslan Kürtler. Beş yüz senedir yattınız yeter. Artık uyanınız sabahtır...”demiş ve Kürt halkının yattığı uykudan bir an evvel uyanması gerektiği önemine dikkat çekmiştir. Buna karşılık Fettulah Gülen ne mi yapmıştır? Sözü olduğu gibi değiştirerek;  “Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin ahfâdı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim! Beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız sabahtır...” şeklinde tahrifata uğratmıştır.
Said-i Kurdi’nin talebesiyiz diye “hizmet” adı altında Kapitalist modernite için istihbarat faaliyeti yürüten cemaatin lideri Fettullah Gülen, bir “ilham-ı ilahi” olan Risale-i Nur Külliyatlarını Osmanlı’dan Türkçeye çevirirken tahrifatlara uğratmış ve kitaplarda defalarca geçen Kürdistan kelimesi “vilayeti şark”, “Kürdistan dağları” ifadesi “şark dağları”, “Kürt” kelimesi “şarklılar”, “Kürt halkı” ifadesini ise “şark halkı” olarak, değiştirerek Said-i Kürdînin Kürd ve Kürdistan yanını “okyanusa gömmek” istemiştir.
Fettullah Gülen, insanlığa ihanet ve inanç sömürüsü olarak tarihe geçen bu pratikleri yetmezmiş gibi şimdi de kalmış kendi Üstadım dediği Said-i Kurdî’nin tüm Kürd ve Kürdistan emeklerini hiçe atıcı sözler sarf etmiştir. Gülen, 66. gününe giren PKK ve PJAK’lı tutsakların hakikat eylemleri için aşağılayıcı ve alay edici bir üslupla;
“Onlar, "cübb" diye cehenneme düşecekler. Onlar, Hak katındaki değerlerini kaybetmiş ve çöplüğe atılacak hale gelmişlerdir. "Canlı bombaları o işten vazgeçirmek lazım. Ölüm orucuna niyet edenleri o işten vazgeçirmek lazım”, demiştir.
Sonra Gülen öyle bir söz etti ki adeta kendi insanlığını kanıtlama gereksinimi duydu. İnsan olanların neden “biz insanız” dediği sosyolojik, psikolojik nedenleri olan bir soru olmakla birlikte bu bilim dalı, psikanalize girdiğinden biz sadece hakikat eylemcileriyle dalga geçen sözüne yer vereceğiz. Gülen; "Herkes kendi karakterinin gereğini yapar.. ama neylersin, insanız. Ölene üzülürüz. O türlü levsiyat düşüncelerine sapanlar hakkında akıbetleri adına endişe duyarız, çünkü insanız! diyerek sözün sonuna mecburiyetten dolayı “ünlem” işaretinin koyulması gerektiğini ifade edici bir söz eyledi.
Hakikat aşkına!
Böylesine ölümlerin yaklaştığı, her an iç savaşın çıkacağı bir zamanda ve ülke kaos halindeyken, İslam ve Müslümanlığa hizmet adına yola çıktığını iddia ederek “ölüm fermanları” veren Fettullah Gülen hiç mi “ahlak-ı aliye ve “ilham-ı ilahi” den ders almamıştır?
Bilmelidirler ki Said-i Kurdî bugün yaşasaydı, o da PKK ve PJAK’lı tutsaklar gibi direnir ve ölüm orucuna yatardı.

7 Kasım 2012 Çarşamba

Miroğlu kendini vurdurtacak!


Kürdistan baştan başa Türk sömürgeciliğinin postalları altında kasıp kavrulurken, milyonların önderi Sayın Öcalan 14 yıldır en ağırından tecrit ve izolasyona tabi tutulurken, BDP’li vekil, yönetici ve üyeleri yüzer yüzer zindanlara doluşturulurken, halkın öz evlatları dağ başlarında birer birer şehadete ulaşırken, ormanlarımız olan ciğerlerimiz cayır cayır yandırılarak halka kimyasallar solutulurken, işgalci askerler katledilmiş gerilla cesetleri önünde hatıra fotoğrafları çektirirken ve bugün 57.gününe giren ölüm oruçlarıyla Kürdistanın yiğit evlatları bir bir bedenlerini Kürt ve Kürdistan için eritirken, Miroğlu kendi kendisini vurdurmanın peşinde.
Paramparça edilen Kürdistanın Kuzey parça örgütü tasfiye edilmeye ve halkı sindirilmeye çalışılırken, Batı Kürdistan, işbirlikçi Kürtler ve TC’nin işgali ile düşürülmeye çalışılırken, Doğu Kürdistan halkı her an bir idam ve sonumuz ne olacak diye tetikte beklerken, Güney Kürdistan işgale yenik düşmüş ve esirleşerek diğer parça Kürtlerini nasıl ve hangi yöntemlerle peşkeş çekecek diye beklenirken, Kürt asıllı Miroğlu ille de kendisini vurdurmak istiyor.
Türk devletinin Kürt asıllı Türk siyasetçisi ve son yılların da ‘cesaretli mi cesaretli’  ‘AK Kürt aydını’ Miroğlu hakkında, öyle psikanaliz ve bu yönlü değerlendirme yapacak değilim ama pek tabi Miroğlu kişiliğinin sosyolojik gen haritasını çıkarabilirim. Öyle bunun için de uzun cümleler ve bir biri ardı sıra paragraflar döşemeye niyetim yok. Onu açıklamak için tek cümle yeterlidir deyip arkama bile bakmayarak Miroğlu; Sömürgeci işgalci sistemin katlede katlede gerçekleştirdiği Kürt toplumsal gerçekliğinin bir sonucu ve belli bir bilgi birimi de olduğundan dolayı bu kişi; sömürgecilerin gayri meşru çocuğu veya şizofrenik bir vakâdır der işin içinden de çıkarım.
Sırf dikkat çekmek için her an sızım sızım ağlayan bir çocuk ve gündem olabilmek için de ahlaksızlaşan, kendisi de bir Kürt olmasına karşın tüm Kürdistani değerleri ayaklar altına alan, diğer bazı sözde Kürt aydınları ve yeminli PKK düşmanlarının dahi kendisinden haz almadığı Miroğlu, birilerine çağrıda bulunuyor ve ille de gelin beni vurun diyor!
AK Kürt aydını Miroğlu, gündem olma hırsı yüzünden Kürt halkı ve değerlerine saldırdıkça saldırıyor.
“Bu kadar saldırmama rağmen neden bir İdris Naim Şahin ve Rasim Ozan Kütahyalı kadar medyatik”  olamadım diye de hayıflanıyor. PKK’ye; sen bir katilsin, beni de öldüreceksin diyecek kadar zıvanadan çıkıyor.
Miroğlu önce halka ve sonra da PKK ve Öcalan’a saldırarak PKK’yi tahrik etmeye başladı.
Tutmadı.
Bu defa PKK beni vuracak diye halüsinasyonlarla bezeli ecel terleri dökerek ağladı. O da tutmadı ve PKK yine vurmadı. Sonra belki Kemalistler vurur diyerek Ergenekon şöyle böyle dedi. O da olmadı, Ergenekoncular da vurmadı. Hangi yana saldırdıysa tutmadı, kimse Miroğlu’nu hesaba bile almadı.
Şimdi dönmüş yine belasını arıyor. Geçenlerde Miroğlu; “adam öldürmenin Türkiye'de bir tek grubun tekelinde olduğunu, onun da PKK olduğunu, söyledi ve şimdi kalkıyor; KCK’yi Ergenekon kurdur, diyor.
Miroğlu ille de kendisini karanlık odaklara vurduracak. İnsan sormuyor değil; amaç vurdurup gündem değilse o zaman Miroğlu şizofrenik bir vaka mı?
Şimdi bir düşünün; Sizin bir düşmanınız var ve onun ölümü yerli veya yersiz çıkarlarınıza denk düşecek. Düşmanınız her yerde sizin isminizi değil de başka bir ismi zikredip, bu kişi herkesi öldürüyor, beni de öldürecek, desin. Hakikat aşkına siz olsanız ne yaparsınız; hazır isminiz zikredilmiyorken ve ihale ismi zikredilene kalacakken, kalkıp düşmanınıza yönelmez misiniz?
Nasıl olsa hazırda PKK ve Ergenekon var! Miroğlu’nun ölümünden medet umanlar yok mu? Bu işi birilerine yıkarak bundan çıkar sağlayacak hiç mi güç yok?
Var.
İşte Miroğlu’da var olduğunu bile bile böyle kendini vurdurtmak istiyor. Çünkü sen sadece bir çevreye saldırmıyorsun ki, senin saldırdığın çevreler bütün AKP’nin hedefindeki çevrelerdir. Dolayısıyla senin birden çok düşmanın olabilir, değil mi?
Miroğlu bu şekilde yaparak vurulacağını ve belki de öleceğini biliyor. Yani bile bile lades diyor. Ama ihaleyi de kontrolde tutmak ve mümkünse ayaklardan vurulup felç kalmak istiyor!
Bilerek ve isteyerek kendini kurşunların hedefine atıyor. Cesaretli ve ondan dolayı böyle davranıyor desek, direnen Kürt halkı bu cesaretin nerelerde sergileneceğini bugün dahi 57.gününe giren eylemleriyle gösteriyor. Hasta desek, olsa olsa bunun adı şizofrendir, deriz. Geriye tek bir şık kalıyor, o da gündem olmak. Miroğlu herhalde AKP’nin yeni dönem strateji ve taktiklerinin altına yatarak en azından Rasim Ozan Kütahyalı gibi o TV benim bu TV senin gündemde olayım ve TV programları yaparak ömrümün geri kalan kısmını bu şekilde tamamlayayım istiyor.
Hâlbuki Miroğlu’nun gündem olabilmesi için yapacağı daha mantıklı, halkının yanında durmakla ‘tehlikeli’ olsa da daha “onurlu” işler var. Halkının yanında durması onun gündem olması ve onurluca yaşaması demekken neden illa kendini vurdurmak ister, anlamış değilim.
Bugün en azılısından bir Türk ırkçısı dahi PKK’nin yazar-çizerlere dokunmadığını, en konuşturulmaması gerekenlere bile karışmadığını, buna tenezzül etmeyeceğini, PKK’de söz değil, yeri ve sırası geldiğinde eylemin olduğunu, hele hele tahriklere gelmeyecek kadar deneyim ve tecrübe sahibi olduğunu iyi biliyor olmasına rağmen, senin bu yırtınman ve önce “PKK beni vuracak, ardından da dün KCK’yi Ergenekon kurdu” diyerek gerçeği ters yüz etme çabaların nedendir?
Erdoğan bile ağzına alamazken sen, kimin –zihinsel- oğlu olduğu belli olmayan Miroğlu, nasıl olurda Kürtlere; “Türkiye'de şehit cenazelerine tanık ola ola büyüyen bir Türk kuşağı var” hatırlatmasında bulunarak tehdide yönelirsin?
Sana önerim git belanı başkasından bul, o tepene kadar bataklığa, çirkefe bulaşmış “pis” adını Kürt halkının değerleriyle birlikte andırmaya çalışma. İlle de gündem olmak istiyorsan, halüsinasyonlar görmeyi, çamur atıp lekelemeye çalışmayı bir yana bırak.
Yapma!
Şimdi yanlışta da olsan sen, bir Kürt evladısın. Sömürgecilerin oğlu olmaktan çık ve Kürdistanın yiğit oğlu olmaya çalış. Unutma ki bu halk, her şeye rağmen seni bağrına basacaktır.