28 Şubat 2012 Salı

TC, Suriye’de Güncelleniyor; Tuzağa Düşmeyin!

                                                                                                                                Mehmet Serhat Polatsoy
Sömürgecilerin yayılmacı ve ahlaktan yoksun politikaları, Yeni Suriye üzerinden “dış müdahaleyle” şekillendirilmeye çalışılıyor! Burada dış müdahale derken, salt askeri bir müdahaleden bahsetmemekle beraber, askeri bir müdahalenin olması durumunda da 1 milyona yakın insanın yaşanacak bölgesel ve uluslararası bir savaşta hayatlarını kaybetmeleri söz konusu olabilir, diyorum.
Suriye’nin bugün ki durumu, Mısır, Tunus ve Libya gibi değil. Burada, uluslararası güçlerin açıktan ve gözle görülür bir kapışma, mücadele ve müdahalesi var. Bu müdahalenin yansıması, zaten kendisini Suriye Ulusal Konsey’inin karakterinde ele veriyor.
İstanbul’da ilan edilen Suriye Ulusal Konseyinin, ABD, Türkiye, Katar ve Fransa’nın girişimleri sonucu kurulduğunu vurgulamakla birlikte, bu konsey ve üyelerinin Suriye halkı için devrimsel bir çıkış yapamayacağını belirtmek, sanırım bir önyargı olmayacaktır. Zira Sömürgecilerin olduğu her alanın halkları onursuzlaştırma olduğunu, sömürgecilerin diğer ülkelere müdahalelerinden de görebiliyoruz.
Suriye her ne kadar güçlü bir orduya sahip olmasa da, burada gözle görülür Rusya, Çin ve İran’ın çıkarları söz konusu olduğundan, ABD ve devletçiklerinin buraya herhangi bir müdahalesi söz konusu olduğunda, bu güçlerin savunmaları doğallığında devrede olacak ve Ortadoğu cehenneme dönebilecek!
Belki de dünya nüfusunun azaltılması teorisi, bir üçüncü dünya savaşıyla, Ortadoğu’da pratikleşecek!
Tam da burada, 13 yıldır tecrit altında olmasına rağmen dünya dengelerini dışarıdaki bir kimseden daha iyi okuyan, yorumlayan, öngörülerde bulunup tedbir geliştiren, dahası oluşturduğu sistem ve paradigma ile halklara yeni bir yaşam formu sunan Sayın Öcalan’ın yıllar öncesinden söylediği Ortadoğu Konfederalizmi’nin şuanda büyük bir ihtiyaç olduğunu görebilmekteyiz. Sayın Öcalan’ın halklara sunduğu bu çözüm şuanda gerçekleştirilebilseydi, Ortadoğu’nun hiçbir bölgesinde her hangi bir sorun yaşanmıyor olabilirdi! Böylesi bir insancıl çözüm, sömürgeciler tarafından kabul görmediği gibi, çözümü sunan Öcalan hem tecrit altında tutuluyor ve hem de Kürd halkı, askeri ve siyasi soykırım operasyonlarıyla teslim alınmaya çalışılıyor. Yetmiyor, sömürgeciler tarafından kurulan Suriye Ulusal Konsey sözcüsü Burhan Galyon ağzı ile özelde Batı, genelde de tüm Kürdistan parçalarına yansıyacak olan bir proje ile üzerinde oynanan oyunla kandırılmaya çalışılıyor.
Bu ağız, TC’nin kuruluş yıllarındaki Atatürk ağzından (!) başkası olmamakla birlikte, Batı’daki sömürgeci karakterinin nasıl şekilleneceğini de açığa çıkartıyor.
Hatırlanacağı üzere ABD Başkanı Obama aylar öncesinden; ABD’nin geleceği Ortadoğu’dadır, demişti. Obama bunu söylerken, Kürd, Kürdistan konum ve politikalarından bihaber değildi elbet. Dolayısıyla sömürgecilerin Kürd ve Kürdistan politikaları bilindiğinden, şekillenecek yeni Ortadoğu’da da sömürgeciye bağlı ve ABD’ye “gelecek vaat eden” bir Kürdistan olmalı ki, yüz yıllık yeni bir Ortadoğu iktidarlığı daha getirsin. Bu anlamda sömürgecilerin Güney Kürdistan yönetimi ve Sayın Barzani ile olan ilişkileri ve “yoğun baskısı” da bilindiğinden, yeni sürecin Kürtler açısından Güney eliyle yapılacağı da anlaşılıyor! 
Ha yıkıldı ha yıkılacak denilen Suriye’nin son demine geldiğimiz bu günlerde, Suriye Ulusal Konseyi’nin denetiminde şekillenen görüşme, toplantı ve planlamalar da bizlere gösteriyor ki, Yeni Suriye = 1923 Türkiye’si oluyor. Tek farkı, o yıllarda bir Kürd bölgesel yönetiminin olmayışıdır.
Sömürgecilerin tek hedefi, Kürd halkının birliğini parçalamak ve dönemindeki Kürd işbirlikçilerinin yerine, Güney Kürdistan yönetimini koymaktır.
Sayın Barzani’nin bu tuzağa düşmeyip Kürd ulusal birliğini hedefleyici girişim ve ilişkiler içerisine girmesi gerektiği de elzem ve ayrıca vurgulanması gereken bir konudur.
Bu anlamda taşları yerli yerine oturtacak olursak eğer, Burhan Galyon’un dün yaptığı açıklama ile Atatürk’ün 1921 Anayasasına yansıyan sözleri birbiriyle örtüşüyor.
İstanbul’da ilan edilen Suriye Ulusal Konseyinin, ABD, Türkiye, Katar ve Fransa’nın girişimleri sonucu kurulduğunu bile bile bu oluşumun sözlerine kanmak ve bu oluşum ile beraber hareket etmek tarihi tekerrür ettirmekten başka bir anlam ifade etmeyeceği gibi ihanetin belirgin halidir de. Zaten PYD’nin de böylesi içi boş sözlere kanıp Batı Kürdistan halkını bu güçlerle birlik olmaya zorlaması da, beklenemezdi ki beklenen açıklamayı Sayın Salih Müslim yaptı. Galyon’un sözlerine kanmadıklarını ve kendi sistemlerini oturtmaya çalıştıklarını yatığı açıklamayla dile getirdi.
Sömürgecilerin, hem Suriye, hem de diğer Kürdistan parçalarında Kürd ve Kürdistan gerçekliğine nasıl yaklaştıklarını biliyoruz. Öyleyse Suriye Ulusal Konsey oluşumu ve icraatlarından, Kürd gerçekliğini tanıyıcı bir girişim ve pratik beklemenin de -mevcut durumda- bir rüyadan ibaret olacağını şimdiden kestirmemiz gerekiyor.
Göründüğü kadarıyla Burhan Galyon, Kürtleri oyalamak için Konsey’in başına getirilmiş bir kukla.
Konsey’den ayrılan yirmi kişilik grup ise, öyle görünüyor ki Galyon’un eksik bıraktığı yerleri dolduracak ve Suriye’yi işgale hazırlayacak.
Suriye’yi işgal girişimleri sonuç verirse eğer, şimdiden görebildiğim kadarıyla;
“ya Suriye Ulusal Konsey merkezli “siyasi karakterli” bir Hükümet, ya da Suriye Ulusal Çalışma Grubu merkezli “askeri karakterli” bir geçici hükümet kurulacak. Yok, eğer Rusya, Çin ve İran’da dâhil olursa Ortadoğu uzun süreli bir cehennem hayatı yaşayacak.
Şuanda böylesi bir savaşı kestirmek güç olmakla beraber, sömürgecilerin çıkarları gereği diğer devletlere sus payı verebilmeleri de imkân dâhilindedir.
ABD merkezli yeniden şekillendirilmeye çalışılan Ortadoğu coğrafyasında mevcut haliyle Suriye’nin öyle veya böyle ayakta kalması bu saatten sonra düşünülemez. Bundan kaynaklı Sömürgeci ve işbirlikçi çevre devletlerin yardımıyla oluşturulan iktidar mantığıyla olan bir yönetim de halklara ne özgürlük ne de insanca bir yaşam getirir. Hem Konsey ve Çalışma Grubunun sömürgeci karakterde olması hem de devletçiklerin sömürge olması nedeniyle söylenen söz ve vaatler, sömürgeci çıkarlarına ters düşmeyecektir.
Kürd ve Kürdistan adına gerekli tedbirler hem PKK, PYD ve hem de Güney Kürdistan yönetimince alınmazsa, Kürt halkı nasıl TC tarafından oyalanmış ve Cumhuriyet ilanı ile yok sayılmışlarsa, şimdi de “sözde” Özgür Suriye ilanı sonrası ne Kürd ve Kürdistan’ın bir statüsü olacak ne de Güney Kürdistan bağımsız olacaktır.
Her ne kadar da 1920’lerin Türkiye’si bölgesel çıkarlar açısından tam olarak günümüzü yansıtmasa da Kürd ve Kürdistan için durum TC’nin kuruluşundan farksızdır. Galyon tarafından verilen vaatler, AKP’nin dilinden farksız ve Atatürk’ün vaatleriyle de bire birdir.
Sonuç olarak Suriye’nin durumunun netleşmesi öncesi Kürd Ulusal Kongresinin yapılması ve birlik olunması gerekmekle birlikte bu kongrenin hakikatli sonucu, Kürd ve Kürdistan’ın statüsünü de belirleyecektir. Buna göre Kürd örgütlerinin sömürgecilerden etkilenmemesi, onların ahlaksız politikalarına ortak olmaması, kişisel çıkarlarını bir yana bırakıp, mazlum Kürd halkının çıkarlarını esas alarak bir an önce Kürd Ulusal Kongresi etrafında kenetlenmesi, PKK, PYD, KDP, YNK ve ulusal birlikten yana olan diğer tüm Kürd örgütlerinin tarihi anlaşmaya varması elzemdir.
Aksi takdirde sömürgeciler Suriye işgali sonrası, Güney’den doğru bağımlı bir Kürdistan ve daha bir yitik, silik ve mücadeleden tamamıyla koparılmış onursuz bir Kürd halkı yaratacaktır.
28.02.2012

16 Şubat 2012 Perşembe

ABD'NİN KÜRDİSTANI, İHANETİN RESMİDİR


Sayın Yazar Selda H.Aksoy'un "KÜRD MEDYASINDA KAFA KARIŞIKLIĞI" başlığıyla kaleme aldığı ve yazarı olduğu internet sitesinde "bugün" yayınlanan bu yazısını -kendisinin de bilgisi dâhilinde- "ABD'nin Kürdistanı, İhanetin Resmidir" olarak değiştirip sayfamda paylaşarak siz değerli okurlarıma sunmaktan onur ve mutluluk duyuyorum. Yazı, ABD ve çevrelerine tokat niteliğinde olup, sömürgeciliğin PKK'ye karşı olan tüm planlarını teşhir edici nitelikte ve olgunluktadır.
Selda H. Aksoy
Geçtiğimiz Ocak ayında Almanya'nın Köln kentinde yapılan Kürt Medya Konferansı'nın sonuç bildirgesinde dikkatimi çeken en önemli hususlardan biri: Kürt halkına karşı ihanetin faşizme en büyük zemin olduğu vurgulanmış ve dünya genelinde tecrit edilmiş, insanlığın yüzkarası sayılıp lanetlenen faşizm gibi ihanetin de lanetlenmesi gerektiği vurgulanmıştır denmekteydi. Bu konferans Güney Kürdistan'da yapılan Kürt Basın Konferansı'nın akabinde toplanmıştı. Bana göre birçok eksikliği içinde barındırmasına rağmen yine de önemli bir adımdır, Kürt medyası açısından. Gel gelelim, sonuç bildirgeleri ne derse desin ahali bildiğini okumaktan geri durmayacaktır.
Son haftalarda Kürt medyasında daha çok yaygınlaşarak tartışılan sağ-sol meselesini hayretler içerisinde izlemekteyim. Şu ana kadar tartışmalara katılmayışımın nedeni meselenin varacağı noktayı merak etmemdir. Görülüyor ki; dünya devrimci hareketinin ve bunun şu an en önemli dinamiklerinden biri olan Kürt Özgürlük Hareketi'nin canı ve kanıyla elde ettiği değerler; zindan-tecrit-işkence- kaybedilme- işsizlik- açlık ve sömürüyle karşı karşıya kalarak yarattıkları mücadele hiçe sayılarak veya bir çırpıda tepelenerek bir ABD, dolayısıyla emperyalizm âşıklığıdır almış başını gidiyor.
Uzun bir süredir Kürt basını ve medyası içerisinde var olmaya ve mevzi elde etmeye çalışan gerici-sağ ve liberal çevrelerin palazlanmaya çalıştığını gözlemlemekle beraber, daha solda duran çevrelerin sol geleneği bu denli hırpalaması ve itmesi anlaşılamayacak derecede üzücüdür. Kürt medyasında furya halinde başlatılan ve Rojeva Kürdistan'ın yazarlarından ve okurlarından önemli bir bölümünün de katıldığı bu sağ-sol tartışması neye hizmet ediyor, ben de birçokları gibi anlamakta güçlük çekiyorum.
Bu tartışmalardan çıkarsadığım sonuç ise: neredeyse devrimci - sol gelenekten gelmenin, Kürt davasına ihanetle eşdeğer tutulacak veya horlanacak bir hal almış olmasıdır. Liberalizmi, ABD işbirlikçiliğini, Ortadoğu'ya emperyal müdahaleyi savunmak Kürt davasına bağlılık ve Kürtlerin tek kurtuluş yolu olarak savunulurken, bunlara karşı çıkmak ise, eski değerleri savunmak ve Sovyetlerde yaşanan kısa pratiğin (tüm kazanımlarına rağmen) bedelini Kürt ve Türk devrimcilerine ödetmek olarak algılanıyor. Bu noktada insan şunu düşünmeden edemiyor: Kürt davasına sahip çıkmak için insanın sağ, liberal veya faşist gelenekten mi gelmesi gerekiyor?
Bu da yetmiyor, savunulması gereken toplumsal proje olarak milliyetçiliğin en üst sınırında seyreden ulus devlet projesinin tek seçenek olduğu dayatması yapılıyor. Bir taraftan Devrimci sol gelenekler her şeyi devrim sonrasına havale ettiler diye solu eleştirirken, diğer taraftan 'Kürtler hele bir devletlerini kursun diğer sorunları sonra çözeriz' gibi ucubeliğinin sınırı belli olmayan söylemlerle, Kürt özgürlük hareketinin bu güne kadar yarattığı değerler de altüst edilmeye çalışılıyor veya doğru anlaşılamıyor.
Kürtler neden Ortadoğu'da farklı bir halktır? Neden mazlum bir halktır, neden daha demokrattırlar, neden kendi öz güçlerine ve kardeş emekçi-devrimci güçlerle dayanışmaya güvenmek zorundadırlar bunu düşünmeden yapılan tespit ve öneriler havada asılı kalıyor.  Neyse ki, Kürt hareketinin önder kadroları, dağdaki gerillaları ve hatta Kürdistan'da her gün zulme maruz kalan ve evlatlarından sonra ölmek gibi bir cezaya çarptırılan ana-babalar eminim ki çok önceden bunu görmüş ve tespit etmişler ki; bu tartışmanın afakiliğine kapılmak yerine doğru bir hatta mücadele etmeye devam ediyorlar. Oysa aydın ve yazarlarımız meselelerin etrafında dolanarak ve halkların haklı ve meşru gücünü küçümseyerek veya hiçe sayarak, ABD öncülüğünde bir Kürdistan kurma hevesiyle halüsinasyonlar görmeye devam ediyorlar.
Öncelikle bu alanda yaşanan kafa karışıklığına biraz açıklık getirmek için Kürt gerçeğine ve davasının seyrine bakalım. Bu yazıda bir ulus devlet projesi temelinde Kürt ulusuna önerilen seçeneğe karşı çıkarken, birçoklarının idealistlikle- solculukla suçladıkları ve ama Kürt özgürlük hareketinin de amaçladığı ulus devleti aşan projeden bahsetmek istiyorum. 
Birincisi, Kürtler Ortadoğu'daki diğer halkların çoğundan farklılıkları olan bir halktır. Kürtlerin köklü devlet geleneğinin olmaması onları hiyerarşik ve hegemonik devlet ilişkisinden azade kılmıştır. Bu elbette Kürtlerin bir devleti olmasın ya da Kürtler kendi kendini yönetmesin manasında bir sonuç çıkarmayı gerektirmez. Ama Kürtler bu güne kadar bir başka ulusu sömürmemiş, ezmemiş ve asimile etmeye çalışmamışlardır. En azından bunu elinde devlet aygıtı var olarak yapmamışlardır. Bu da Kürtlerin mazlum ve haklı mücadelesinin en önemli nedenlerinden biri olmuştur. Bugün kendi kendimizi yönetmek arzusundaysak, bunu ille de ulus devletle mi yapmak gerekiyor? Bu iyi düşünülmesi ve karar verilmesi gereken hayati bir konudur.
İkincisi, Kürtler çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü bir halktır. Kürtlerin dil konusunda Kürtçenin dört lehçesini de konuşmaları ve aynı zamanda da Arapça, Farsça, Türkçe, İbranice konuşmaları ve iletişimi tüm bu dillerde kurabilmeleri (dayatmayla ve zorla öğrenilmiş diller olsalar bile) bugün Kürtlerin zenginliğidir. Kürtçe üzerindeki tüm yasaklar kalktığı, Kürtçe konuşulabildiği, kullanılabildiği sürece bu dillerin var olması, Kürtler açısından bir sorun teşkil etmeyecektir. Sorun bu dillerin var olması değil, Kürtçenin yasak edilmesi ve yok edilmeye çalışılmasıdır. Bu nedenle Kürtler dört lehçe konuştukları ve coğrafyalarında Süryanice, Ermenice vb. diller de konuşulduğu için; Türkler, Farsiler veya Araplar gibi tek dilli olma hevesinden ziyade kendi dillerini özgürleştirirken, birlikte yaşadıkları toplumların dillerine de aynı eşit mesafede yaklaşarak Kürdistanı özgürleştirme gayretindedirler. Meseleye bu açıdan bakmakta fayda vardır. Ulus olmanın ayaklarından biri dil olmasına rağmen dilde tektipleştirme, Kürtler açısından mümkün ve de doğru değildir. O halde milliyetçiliğin ulus devletle bizlere dayattığı dil bütünlüğü konusundaki tek tipleştirmeye, Kürtlerin sığamadığı iyi anlaşılmak zorundadır. Bu alanda Kürtlerin farklılığını aynı zamanda da zenginliğini görmek gerekir.
Kürt toplumu inanç bakımından da Türk-Fars ve Arap toplumundan ayrışır. Kürtlerin inançları da tek tip değildir ve tektipleştirilmesi de zor ve baskı araçları kullanılmadan imkânsız ve de gereksizdir. Ulus olmak için bu tektipleştirme ille de gerekli midir diye soracak olursak bunun cevabı da elbette hayırdır. Kürtlerin Hristiyan’ı, Yahova Şahidi, Müslümanı, Yahudisi, Alevisi, Ezidisi, Ateisti... vardır.  Bu hem kendi içimizde ve hem de bir arada yaşadığımız topluluklarla- karşıtımıza benzemeyi reddederek- daha insani, daha eşit, daha adil ve daha özgür bir gelecek kurmayı bizlere dayatan bir olgudur. Birbirimizin veya başkalarının inancına, diline, farklılığına tahammül etmeyi içselleştirerek daha özgür bir gelecek kurulabilir. Bu bahsedilen toplum projesi ulus devletle bağdaşan bir olgu değildir, ulus devlet projesine ve sözleşmesine de aykırı ama onu aşan bir projedir. Böyle bir toplumsal akit, Kürdistan'ın özgürleşmesini isteyenler açısından olmazsa olmaz bir zorunluluktur.
Üçüncüsü, Kürdistan coğrafyası tarih boyunca emperyalistlerin iştahını kabartan bir zenginlikler hazinesidir. Petrolden, içme suyuna, bor madeninden islenmemiş diğer yeraltı zenginliklerine kadar dünyanın ihtiyacı olan tüm zenginlikler Kürt topraklarında mevcuttur. Bunun da ötesinde Kürdistan tam bir medeniyetler beşiğidir. Semavi dinlerin kutsal toprak saydıkları (yukarı Mezopotamya- Harran-Urfa'dan başlayan ve Kudüs'e kadar uzanan üç hilal olarak da adlandırılan bölgeler) ve üzerinde Haçlı seferlerine tutuştukları toprakların önemli bir bölümü Kürtlere aittir. Bu olgu kendi başına emperyalistlerle Kürtlerin -Kürt ulus devleti olsa bile- her daim kavga etmesini gerektiren önemli bir realitedir.
Kürtleri sadece dindar, geri, feodal gören anlayışlara göre sınıfsal mücadele veya emperyalistlere karşı halkların özgürlük mücadelesi, Kürtler için lüks ve hatta terk edilmesi gereken bir şeydir. Tam da bu bakış açısından dolayı bazı “aydınlarımız”  ABD ve dünya emperyalistlerinin neden Kürt sorunu konusunda üç maymunu oynadığını açıklayamamakta sorunu 'kendimizi onlara iyi anlatamamak veya ABD ve diğer emperyal güçlerle yeteri kadar dost olamamak' temelinde Kürtlerin gücünü ve ileri mücadelesini de aşağılayan bir tarzda ele almaktadırlar. Bunun bir üst aşaması olarak da 'emperyalistlere ne kadar yakın durursak, haklarımızı o kadar kolay elde ederiz' yanlışına düşülmekte veya bu “çözüm” bilinçli olarak servis edilmektedir.
Oysa Kürt hareketi, Dünya devrimci geleneğinden aldığı mirasla bu olguyu aşmış ve mücadele tam da emperyalizme ve faşizme karşı verilen bir hatta seyretmektedir. Kürtlerin özgürleşmesi faşizmden ve emperyalist dayatmalardan kurtulmasından başka nedir ki? Kürtlerin kendi kendilerini yönetmeleri için gerekli olan koşullar ancak emperyalistlerle ve faşist ulus devletlerle mücadele edilerek kotarılacak bir şeydir, başka türlüsünü beklemek hayaldir.
Şöyle de denebilir: Kürtler kendi coğrafyalarında özgürleşirken aynı zamanda Ortadoğu halklarını da özgürleştirmektedirler. Özgürleşme; baskıcı-egemen faşist sistemlere karşı verilen bir mücadeledir ve bunu solda durarak yapmaktan başka şansınız da yoktur. Bugün emperyalizme karşı savunulacak soldan başka ve daha özgürlükçü bir alternatif olmadığına göre, sol değerlere saldırmak olsa olsa sorunun kaynağı ve baş müsebbibi olan güçlere yaranmaktan ve mücadeleye zarar vermekten başka bir işe yaramayacaktır.
Bugün liberal “aydınlarımızın” canla başla savundukları batılı değerler de dâhil olmak üzere insanlık adına kazanılan tüm hak ve hürriyetler emperyalizm ve faşizme karşı solun, emekçilerin kazandığı değerlerdir. Hitler bile açıktan faşizmi savunarak iş başına gelemediği için sol değerleri (neo-sosyalizm) savunarak yani toplumda belli bir refah düzeyi vaad ederek gelmiş ve sonra da faşizmi yukardan aşağıya inşa etmiştir. Yani takkiye yapmak zorunda kalmıştır.
Sorunun kaynağı olan emperyalistler, bölüşüm savaşlarında Kürtleri dört parçaya bölmüş ve bu faşist ulus devletleri Kürtlerin başına bela etmişlerdir. O günden bu güne Kürtler açısından değişen tek şey, Kürtlerin yükselttikleri haklı ve meşru mücadeleleri olmuştur. Dünya emperyal devletlerinin Kürt sorunu konusundaki bakış açısını değiştirecek olan da bu mücadeleden başka bir şey değildir.
Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı diğer tüm uluslar gibi elbette vardır. Bu tespit bile başlı başına sol bir değerdir ve sahiplenilmeyi gerektirir. Bu konuda DTK'nın aldığı Demokratik Özerklik projesi, ulus devlet talebinden daha ileri ve daha demokratik bir taleptir. Dileyen ulus devlet talebini de savunabilir ama gelinen aşamada, birleşik ve bağımsız Kürdistan'ı savunuyorum diye Kürt özgürlük hareketini geriye çekmeye ve emperyalizme ve faşizme yedeklemeye kimsenin hakkı yoktur, olmamalıdır. Ulus devletin reddi aynı zamanda Türk-Arap ve Fars ulus devletlerinin de parçalanması demektir. Ulus devletin reddiyle Kürt özgürlük hareketi- sırf kabadayılık veya bir böbürlenme olarak değil, bir gerçeklik olarak - kendini Ortadoğu halklarını da özgürlüğe kavuşturacak bir itici güç ve lokomotif olarak görmektedir ve buna konuda da haklıdır.
Bir taraftan Kemal Burkay'ın AKP faşizmine yedeklenmesi karşısında haklı olarak hiddete kapılan aydın ve yazarlarımızın, diğer taraftan ABD işbirlikçiliği ve öncülüğünde bir Kürdistan kurmayı düşlemeleri büyük bir handikaptır. Kemal Burkay, iki binli yıllarda beş yıl arayla Londra'da yaptığı iki panelde de 'Ortadoğu'da dengeler değişiyor, ABD ve müttefikleri Ortadoğu'ya girsinler, bu bizim hayrımıza olur. Düşmanımın düşmanı dostumdur' derken bu şahane tespitini de 'tavşan-avcı ve ayı meseliyle' örneklendirmişti. Elbette her iki panelde de Burkay'ın düşüncelerine karşı çıkmış ve Kürtlerin tavşan olmadıklarını savunurken,  tüfeği elinde bulunduran avcının ayıyı vurduktan sonra tavşana da yönelebileceğinin altını çizmiştik. Başka halkların acıları ve ölümleri üzerine kurulacak bir Kürdistan düşümüzün olmadığını, en azından amacımızın bu olmadığını savunmak sanırım o günlerde de yanlış değildi, bugün de yanlış değildir. Aksini düşünen aydınlarımızın, Kürt Özgürlük Hareketinin seyrini ve geldiği aşamayı tam olarak kavramadıklarını düşünmek sanırım yanlış olmayacaktır.
Selda H.Aksoy
selda1@live.co.uk

13 Şubat 2012 Pazartesi

AKP Devletinin Son Kozu; KCK-MİT İttifakı!

Tartışması yürütülen MİT olayı ve KCK bağlantılandırılmasıyla ilgili, kimisi Cemaat-AKP kapışması, kimisi, AKP-Devlet kapışması, kimisi de AKP, kendi içinde çatışıyor, diyor. AKP’ye operasyon yapıldığı da yine yapılan yorumlar arasında var. Ancak ne sanıldığı gibi Cemaat-AKP kapışması, ne AKP-Devlet kapışması ve de AKP, kendi içinde çatışmıyor.
Sömürgecilerin psikolojik odalarında hazırlanan AKP modelli Türk devletini devralan Tayyip Erdoğan, hiçbir hata yapmamalıydı ki hem Erdoğan ismi sağlam ve “sözde” hiçbir suça bulaşmamış olarak kalsın, hem de Erdoğan ve AKP ile yoluna devam edebilsin. Zira AKP ve Erdoğan -en azından 2023'e dek sürebilecek- bir modelin adıydı.
Dikkat ederseniz Hükümetin, Kürd tarafıyla “direkt” katıldığı hiçbir toplantı ve resmi temas olmamıştır.
Ya Ergenekoncu diye şuanda cezaevinde olan komutanlar, ya TSK, ya da MİT mensupları.
Herkes AKP’yi “devlet değil”, bir hükümet olarak kabul ettiğinden, yapılan görüşmeler de normal olarak karşılandı.
Erdoğan’ın böylesi bir tuzağı, hiç kimsenin aklına gelmedi.
Erdoğan ve AKP ismi, hiçbir şekilde lekelenmemeliydi ki, her seçimde, oyları bir kat daha artsın ve bu model isim ve simgelerle sorunsuz bir şekilde yoluna devam edebilsin.
Leke diyorum çünkü Erdoğan ve AKP, PKK ile ilişkilenen her kesimi suçlayıp kendisini pir-u pak gösteriyor. İlişkilendiren kendisi ve vakti zamanı geldiğinde de hem ilişkilendirdiği kurumları ele geçirmek adına hem de bir halkın özgürlük hareketini lekelemek adına deşifre ve teşhir eden yine kendisi.
İşte birçoklarımızın anlayamadığı ve işin içerisinden çıkamadığı formül, sömürgecinin Erdoğan model oyununda gizlidir.
Bu oyun, temiz kalmanın diğer bir yöntemidir. Bir taraftan PKK’yi oyala veya kandır, diğer taraftan PKK ile görüşme. Sonra planlarını işletmek adına görüştürdüklerini de, “yeni devleti” tam olarak ele geçirmek ve PKK’yi MİT ve bitlerle birlik adı altında hem suçla ve hem de sen temiz olarak yerinde kal.
Yeni bir devletin kurulacağını çok önceleri biliyorduk. Herkes yazılarında bu konuları işliyordu. Bu devletin başına da ancak hükümet getirilmeliydi ki, her iki işi de sürdürebilsin, kadrolaşabilsin. Türkiye’de değil midir ki, her gelen hükümet kadrolaşmaya gidiyor? İşte Erdoğan’da gitti ama devletleşerek gitti. Bu bilinmiyordu. Yani Erdoğan’ın mevcut durumu ve diğer hükümetler gibi kalarak devletleşemeyeceği ya çok saflıkla algılandı, ya da anlaşılamadı.
Dikkat ederseniz Yeni Türkiye’nin model hükümeti Erdoğanlı AKP, her olaydan sonra temiz bir şekilde yoluna devam ediyor.
Düşünebiliyor musunuz? Hükümet o ama yaşanan olaylarda onun hiç mi hiç suçu (!) yoktur.
Aksine Ergenekoncuları hapse tıkan o, TSK’yı hizaya çeken o, MİT’ KCK ile ortak hareket ediyormuş, MİT’çileri ifadeye çağıran o ve kahraman ve birçok çevrenin gözünde, halkın yüreğinde büyüyen yine o!
Hem ilişkilendiriyor ve hem de bir taşla birkaç kuş vurmaya çalışıyor. Böylece de AKP her olaydan sonra daha güçlü çıkıyor.
Yapılmak istenenin daha iyi anlaşılabilmesi için bir soru daha soralım: Erdoğan, günün birinde (yani vakti ve zamanı geldiğinde) MİT hakkında böylesi bir olayın patlak vereceğini bilmiyor muydu?
Erdoğan elbette bunu biliyordu. Bu kararlar hem Erdoğan-Bush görüşmesinde, hem de daha sonra Erdoğan-Büyükanıt görüşmesinde planlandı ve vakti zamanı geldiğinde tek tek uygulamaya alındı.
1993'ten bu yana olanları ve 1999'da hızlandırılan süreci yeniden tekrarlamazsak eğer,
1: Oslo görüşmeleri neden sızdırıldı?
2: Kemal Burkay neden getirildi ve hem Sayın Öcalan’ı hem de PKK’yi MİT ile ilişkilendirdi?
3: Roj TV neden susturuldu?
4: Kürd internet sitelerinde neden sağ-sol tartışması yaratılarak Kürd özgürlük hareketi ABD’ye peşkeş çekilmeye çalışılıyor?
5: Neden PKK’nin felsefesi ve ideolojisi para etmez türünden yazılarla Kürd halkının kafası bulandırılmaya çalışılıyor?
6: Sayın Barzani neden Bırakujî olamayacak dedi?
7: Sonra AKP’nin yer aldığı ve “sözde” MİT-KCK ilişkisinin servis edildiği bir anda, IKDP kongresinde neden amaç “Birleşik Bağımsız Kürdistan” olarak açıklanma ihtiyacı duyuldu? AKP, mesele PKK’nin savunduğu hak ve halk olunca zindan ve ölümü reva görüyor da, IKDP’nin “sözde” bağımsızlık şiari karşısında neden sessiz kaldı?
Tüm bunlar birbirinden ayrı ele alınıp yorumlanamaz. Her biri bir diğeriyle bağlantılıdır. Yani her birinde parça-bütün ilişkisi mevcuttur.
Amaç, halkın kafasını bulandırarak, halkın PKK’yi yıkıcı temelde eleştirmesini sağlamak. Olabilirse, PKK’yi Önderi ile ayrıştırmak. O da olmadı ise Kürd hareketini tümden karşı cephedeki güçlerle ilişkilendirmek ve mücadelesinin meşruluğunu ortadan kaldırmak.
Dahası amaç, KCK’yi MİT ile ilişkilendirerek aynı Ergenekon sürecinde olduğu gibi bunun üzerinden Kürdistan ve Türkiye halkının kafasını karıştırmak. Yani, “Bakın, PKK, aslında Kürd halkının haklarını falan aramıyor ve MİT’in kontrolünde bir örgüt” algısını halkta yaratmak. Peki bu sürece nasıl geliniyor? Yani bir ilişkilendirme olmalı ki, vakti zamanı geldiğinde kullanılabilsin.
Onun için al sana Oslo görüşmeleri ve BDP Diyarbakır binasında yapılan aramalarda MİT ile olan görüşmelerin kayıtları, deniliyor. Delil olarak da halka, bunlar dayatılmaya çalışılıyor. İşte sana “sözde” organik bağ. Ne kadar basit, değil mi? PKK’yi şimdi de MİT ile köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlar.
Peki bunca yürütülen tartışmalara rağmen yine de özgür Kürdün kafası bulandırıldı mı, bu başarıldı mı? Hayır. Sömürgecilerin PKK’nin özgürlük mücadelesinin meşruluğunu baltalayıcı hiçbir girişim başarılı olamadı.
Yeşil-Türkçü Erdoğanlı Yeni Türkiye’nin, Kemalist karakterli eski TC’sinin pisliklerinin temizlenmesi amacıyla ortaya attıkları ve tutarsa PKK’yi bununla vuralım oyununun galiba sonu yok.
Şimdi sırada planlarının bir diğer bölümü olan Güney Kürdistan kısmı var ki en zorlusu ve tehlikelisi bu olsa gerek. Onu da ileriki süreçte hep beraber göreceğiz. Güney Kürdistan’da dile gelen AKP ağzı ile PKK, Kürd halkı nezdinde köşeye sıkıştırılmaya çalışılacak.
Güney Kürdistan’ın sadece konuşmaktan ibaret olan “Erdoğan dil-ağız-üslub-icraatı” ve Kürdistan’ın “onurlu” özgürlüğüne hizmet etmeyen açıklamaları PKK tarafından teşhir edilecek ve sömürgeciler PKK’nin bu teşhirini, "Bakın PKK, sizin sandığınız gibi aslında Kürdistan istemiyor; öyle olsaydı Güney’e tabi olurdu" diyerek yeminli PKK düşmanlarını da arkasına alarak yeni bir saldırı dalgası başlatacak.
Ancak hakikat, Kürd özgürlük hareketinin tüm hücrelerine işlemiştir. Bu yüzden, bu oyunun da tutacağı sanılmasın.
Nasıl Sayın Öcalan’a; Kemalisttir ve PKK’ye de; TSK ile ilişkilidir, dediler ve tutmadıysa, aynı şekilde KCK’ye de MİT’çidir ve PKK Bağımsız Kürdistan’ın karşısındadır, demek tutmadı ve tutmayacaktır.
Özcesi; sanıldığı gibi Cemaat-AKP, Devlet-AKP ve AKP içinde bir çekişme falan yoktur. Tek amaç ve hedef; bir taraftan Erdoğan simgesi ve AKP modelinin sorunsuz işleyişi olurken, diğer taraftan da; Kürd halkını, Önderi ve PKK’den ayırma ile Kürt Özgürlük Hareketi'ni parçalamadır.
13.02.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

8 Şubat 2012 Çarşamba

PKK’den Sil Baştan Uyarısı!

Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler ile ABD, Türkiye ve Güney Kürdistan işbirliği sonucunda Kürdlerin rol, yer ve görevleri…
Kaynatılan Ortadoğu kazanının tek nedeni, ABD’nin bunalım halleri olduğu gibi, hedefi de bunalımdan sıyrılmadır. Sömürgeci kapitalist uygarlık, bu bunalım yıllarından sıyrılmak için önceleri çok büyük savaşlar verirdi. Bu savaşlar kendi askeri gücünü kullanmadan tutalım, müttefiklerinin güçlerine kadar milyonlarca insanın ölümüne neden olurdu. Oysa şimdi öyle değil. ABD şuanda suya sabuna pek dokunmadan bunalımını aşmanın peşindedir. Ortadoğu’da ki işbirlikçileri eliyle kendi dümenini pek ala yürütebiliyor. Bu dümenci başlarını yazmama gerek yok sanırım.
Kim kimin arka bahçesi, kim Ortadoğu imparatorluğuna oynuyor, herkesçe biliniyor.
Düşünebiliyor musunuz, Ortadoğu’da bu kadar gelişme ve kapsamlı bir savaş eşiği ortadayken ABD, PKK ile uğraşmaktan vazgeçmiyor. Bir taraftan “yerel devletçikleri” eliyle Kürdün teminatı olan silahları almanın derdinde, diğer taraftan da PKK felsefe ve ideolojisini boşa çıkarma adına Avrupa, Türkiye ve Kürdistan’daki “yerel işbirlikçilerini” devreye koymuş bulunuyor.
Neden? Çünkü PKK Ortadoğu’da halkların demokratik konfedaralizmini esas alıyor ve kollektif, komünal bir yaşamı savunuyor da, ondan. Hiç ABD böyle bir yapıyı ister mi? Bu PKK de çok kafa karıştırıyor canım! Yok halk isyanları, öndersiz olmazmış, yok ideolojisiz olmazmış. Bırak ne oluyorsa olsun. Sanane! dermişim.
ABD, PKK’ye; Ya biat eder ve Güney’e tabi olursun, ya da seni bitiririm diye her koldan PKK’yi sıkıştırmaya çalışıyor. Ortadoğu’da iki Kürdistan fazla diyor. Tıpkı iki Kore’nin şuanda fazla gelmesi gibi, komünal değerlere bağlı olan PKK önderlikli Kuzey Kürdistan sömürgeciye fazla geliyor. Güney Kürdistan lideri Sayın Barzani’de bir taraftan PKK’yi ABD ve AB’ye tatile göndermeye çalışırken, diğer taraftan da ABD öncülüğünde başlatılan süreçten kaynaklı, planlarının bozulmaması için PKK ve TC’ye ateşkes önerisi yapıyor.
Düşünsenize bu ateşkes önerisi tam da PKK’nin yeni kararlar aldığı bir süreçte geliyor. PKK’nin yeni kararlar almalarını istemiyorlar. Oyalamaktan öte, kandırmaya çalışıyorlar. PKK’nin kendi başına alacağı kararların Kürd ve Kürdistan halkı için zararlı olduğunu söylüyorlar. Ama diğer taraftan Kürd ulusal kongresini de TC’nin yaptığı hava bombardımanından dolayı iptal ediyorlar. İyi de, sen eğer Kürdlerin umudu olan Ulusal Kongreyi iptal eder ve en son Hewlêr’deki gibi Suriye’nin büyük Kürd temsilcisi PYD’yi tanımazsan ve sanal âlemlerde ne olduğu belli olmayan görüntülerle PYD halka saldırıyor gibi asılsız ve yalandan ibaret olan videolarla PYD’yi boşa çıkarmaya çalışırsan, PKK nasıl sizin sözünüze güvenip sizin ile birlikte hareket edecek? Hem tanıma hem de PKK bizi dinlemiyor de ve hem de PKK yeni kararlar aldığında ve bahar yaklaşmışken onu durdurmaya çalış.
Sömürgeci, PKK’yi durdurarak zaman kazanmaya çalışıyor.
Bunu nereden mi biliyorum?
Tabi ki hem Güney Kürdistan yönetiminin açıklama, pratik ve bunun sonucunda samimiyetsizliğinden, hem de TC’nin sömürgeciliğini tanıyor olmamdan.
Geçen yazımda da söyledim; Güney Kürdistan TC’nin arka bahçesi olacak, diye. Zaten o yolda da ilerliyor.
Şuanda bana birçok kişi kızabilir, ancak birkaç ay sonra her şeyi çok açık ve net bir biçimde benimle beraber elbet herkes görecek!
ABD bir süreç başlattı. Tüm Ortadoğu devlet ve örgütleri bu süreç içerisinde ya ABD ve onun işbirlikçilerine biat edecek, ya da boyun eğmeyenler ya marjinalleştirilmeye ya da yok edilme çalıştırılacaklar. Büyük şef ABD bunun için; “başka şansları yok”, diyor.
ABD yok diyorsa, PKK ABD’ye ve onun işbirlikçilerine boyun mu eğecek? PKK’nin son günlerdeki açıklamalarına bakılırsa tabi ki de hayır. Peki, ne yapacak? Sanırım TC’nin yaptığı “Sil baştan”ın aynısını gündemlerine alacaklar. Neden mi? Çünkü on dokuz yıldır sürdürülen tek taraflı ateşkesler ve siyasal süreç, hem sömürgecilerin işleyen yüzyıllık planlarından, hem de yerel ve dış güçlerden dolayı hiçbir işe yaramadı da, ondan. Yani kansız ve savaşsız bir barışın olacağı ümidiyle başlatılan on dokuz yıllık barış serüveni sömürgeci güçler ve onların işbirlikçileri eliyle baltalandı.
Öyle görünüyor ki sürece cevap olabilmek için tek seçenek, daha fazla beklemeden, 1992’ye geri dönmek. Yani 1993 ateşkesinden önceye dönüş yapmaktır.
Çünkü sömürgeci de aynen sil baştan yaptı ve bu süreç 3 yıl önce başladı. Her ne kadar PKK sömürgeciden üç yıl sonra sil baştan yapma kararına doğru gidiyor olsa da, PKK, başlatacağı anlaşılan bu yeni sürece kolaylıkla adapte olacaktır. Çünkü PKK’de sömürgeciyi durdurabilecek güç, kararlılık ve donanım eskisinden daha fazladır. PKK, sırf savaş olmasın diye binlerce gerillasını şehit verdi. Elbet bu verilen şehitler yok yere verilmedi. Ancak daha önce de yazmıştım; “Demokratik bir Türkiye için daha fazla şehit verilmesin” diye. Çünkü hiçbir anlamı olmadığı ve olmayacağını tahmin edebiliyordum.
PKK, kan akmasını istemiyordu ama kendi kanının akmasının önüne de geçemiyordu. PKK kan istemiyordu. Ama olmadı. Artık kan akacağa benziyor. Bu sefer sadece Kürd kanı değil, Kürd halkının karşısında olup da sömürgeci ve onunla işbirliği içerisinde olan tüm çevrelerin kanı akacağa benziyor. Bunun içerisinde Türk siyasiler ve üst düzey TSK komutanları da olacağa benziyor.
En azından son günlerde KCK Başkanlık Konsey üyeleriyle PKK’nin tüm açıklamalarından bunları okuyabiliyoruz. Bu süreç PKK tarafından istenmedi. Sırf kontrolsüz bir savaş ve iç barış sekteye uğramasın ve iki halkın kanlı karşılaşması olmasın diye, daha önce çatışmaların yaşandığı anlarda, eylemler metropollere pek uğramıyordu. Öyle anlaşılıyor ki baharla birlikte, değil metropollerde patlayacak bombalar, AKP’nin hem Kürdistan hem de Türkiye içeri ve dışarısındaki tüm savaş yürütücüleri, PKK fedailerinin hedefinde olacak. Tabi bununla birlikte AKP’ye destek sunan yerel işbirlikçiler de, hedefte olacak. PKK fedaisi olsun olmasın, bu dönemeçte Kürd gençleri yeni süreç heyecanıyla doğallığında inisiyatif alıp bu kesimlere de yönelebilecekler gibi görünüyor.
Bunlar belki PKK cephesinden de istenmeyen eylem türleri olacak! Ancak gençleri kimse tutamayacak. Çünkü hepsinde doğal inisiyatif olmuş olacak. Doğallığında Topyekün direniş kararı alınacak.
Sürecin 90’lara dönüşü her bir bireyin safını netleştireceğinden, saflarını sömürgeci ve işbirlikçilerden yana koyanlar ortada sırıtacak. Sırıtanlar da öyle görünüyor ki Kürd gençlerinin hedefinde olacak. Kimse sürecin seyrinin bu yöne evirilmesini pek ala istemez. Ancak yirmi yıla yakındır PKK tarafından sürdürülen barış girişimleri ve sömürgeci karşısında hiçbir anlam ifade etmeyen ateşkesler ve çatışmasızlıklar, bir yerde strateji değişikliğini beraberinde getirmeyi zorunlu kılıyordu.
Dedim ya, son zamanlarda PKK cephesinden hep bu tarz bir dönüşüm sinyalleri alıyoruz. Yani PKK’de söz, yine eskisi gibi eyleme dönüşecek! 90’larda; PKK’de söz eylemdir, diye bir söylem vardı. Ancak 93’ten bu yana söz sadece yazıda kaldığından eylem, bir türlü etkili ve sonuç alıcı ve uzun süreli geliştirilemedi. Her an sömürgecilerin oyalama ve kandırmalarıyla bu geriletildi. Yani PKK sürekli kontrol altında tutulmaya çalışıldı. Ama olmadı. Ne PKK kontrol altında tutulabildi ve amacından saptı, ne de Kürd halkı PKK’den desteğini çekti. Yeni süreç oldukça kanlı geçeceğe benziyor.
Artık eskisi gibi PKK’de söz eylemleşeceğe benziyor. Sonra yine PKK’den eylem yerine söz duymak isteyenlerin çıkacağı da biliniyor. Ama geçti. Söz, baharla birlikte bitiyor gibi! Bu bakımdan Kürdistan ve Türkiye’de hem saflar belli olmalı ve hem de saflar oldukça sıklaştırılmalı ki, Özgür Kürdistan önünde duran tüm güç ve planlar yeni süreçte deşifre edilebilsin.
Yoksa Kürd halkının Ortadoğu’da ki yeri bir kukla, rolü de işbirlikçi olarak kalacak. Buna göre de Kürdün statüsü eskisi gibi köle statüsü olarak kalacak ve bu kölelik bu sefer maalesef adı Kürd ve Kürdistan ama ABD’ye bağımlı olanların eliyle yapılacak.
Demedi demeyin!
08.02.2011
Mehmet Serhat Polatsoy

3 Şubat 2012 Cuma

AKP, Güney Kürdistan’da Dile mi Geldi?

Bu yazımda, sizlerle doğal ama ilk bakışta ilginç gelebilecek olan bir ayrıntıyı paylaşacağım. Biliniyor ki ABD, tek-tipleştirmeye çalıştığı Ortadoğu bölgesine AKP modelini sunmuş ve Kuzey Afrika’da dâhil bu bölgedeki ülkelerde ideolojiden ve önderden yoksun halk ayaklanmaları gerçekleşmişti. Hatta birçok ülkede Türk istihbarat elemanlarının yoğun uğraşları sonucu Türkiye bayrakları ve Erdoğan posterleri halk tarafından taşınmış ve o ülkelerin ABD merkezli muhalifleri de, yeni yönetimlerde AKP modelini istediklerini koro halinde duyurmuşlardı. Yine ABD merkezli istenilen bu değişimlerle beraber sadece AKP’nin Ilımlı İslam modeli değil, dil ve pratikte de değişiklikler meydana gelmiş ve tek tek Ortadoğu’da ayakta kalabilen tüm liderler ve muhalifler, yeni dil ve pratiklerle halklarına “usturalı pamuk” dil ve pratiğini reva görmüşlerdir.
Burada işin, biz Kürdistan halkını ilgilendiren kısmına gelince, Sayın Mesut Barzani’nin dil ve pratiği dikkatlerden kaçmıyor.
Buna göre, Türk devletinin en tepesindeki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den Türk Başbakanı Erdoğan’a, Devşirme Kürt Bakanlarından kurmaylarına kadar her bir sömürgeci ustasının, bir yandan ‘demokratikleşme’ kandırmacaları ile baskı ve zulüm politikalarını izlemesi ve pratiğe geçirmeleri, diğer yandan “usturalı pamuk” modelleri, hem Güney Kürdistan yönetim ve Sayın Liderine, hem de “ithal ve yerli” devşirmelere ilham oldu.
Nasıl mı?
AKP nasıl bu güne kadar Kürd özgürlük hareketi ile Türkiye ve Kürdistan kamuoyunu, süslü, makyajlı, boyalı ve badanalı sözler ile oyalamış veya kandırmışsa, işte Güney Kürdistan yönetimi ile “ithal ve yerli” devşirme ve işbirlikçiler de, göründüğü kadarıyla Bağımsızlık ve Ulusal birlik adı altında, ABD politikalarını AKP modeliyle, dil ve pratiğini bir fabrika gibi işletmekle meşguller.
Sayın Barzani’nin “bırakujî” olmayacak ve Kürdistan Ulusal Birliğinden yana olan tüm yeminlerinin usturalı pamuk modeline kurban gittiğini, en son Hewlêr’de düzenlenen; PYD’siz, bir Suriye Kürdleri birliği konferansında hep beraber gördük.
Bu anlamda ortaya çıkan ve hakikat sıralamasına göre beliren sonuç; İstenmeyen bir PYD demek, istenmeyen PYD’li bir Batı Kürdistan demektir. İstenmeyen bir PYD, yine istenmeyen bir PKK demek, yani istenmeyen bir PKK’li Kuzey Kürdistan halkı demektir.
Oysa Kürdistan Ulusal birliğinden söz eden Sayın Barzani’nin, yine Batı Kürdistan halkının çoğunluğunu temsil ettiği ve desteklediği bir PYD’yi gözden çıkarması ve resmen çağırmayarak Batı Kürdistanlı bir örgütü saymaması manidar olduğu gibi, usturalı pamuk modelini uyguladığını da bizlere açıkça gösteriyor.
Öyle görünüyor ki Sayın Barzani, kendinden olmayan bir Kürdistan’i örgüt istemiyor. Yani Sayın Barzani PKK’yi, Ortadoğu’da istemiyor. Niye mi? Aslında Sayın Barzani’nin kendisi de söyledi. Barzani; PKK bizi hiç dinlemiyor, dedi…
Bu konuyla ilgili hem benim 20.Mayıs.2011 tarihinde yazdığım “Suriye Kürtleri Dikkatli Olmalı” başlıklı yazıma, hem SANSÜR’lenen “Barzani’nin Derin Türkiye İlişkisi”, hem KCK Başkanlık Konseyi’nin oldukça “sert” ve bir o kadar da Kürdistan’i kaygı içeren haklı açıklamasına ve son olarak da PYD Başkanı Sayın Salih Muslim Mihemed’in bugün ki açıklamalarına bakabilirsiniz.
Sömürgeci, Kuzey Kürdistan’da PKK’yi istemediği ve kendisi müdahale edip, birde devşirme Kürtleri sahaya sürdüğü gibi, öyle görünüyor ki Batı Kürdistan’da da, “adı Kürd olan” ama kendinden olmayanı istemeyen Güney Kürdistan Hükümet ve yönetimini kullanıyor. Şuanda görünüyor ki Sömürgeci işini çok güzel bir şekilde yürütüyor.
Mesela AKP ne yapıyor?
Önce süslü, makyajlı, boyalı ve badanalı sözler ile halkları ve mücadelelerini oyalıyor, sonra tutmadıysa, yeni yeni sözlerle kandırmaya çalışıyor. Aslında yazıyı çok uzatıp AKP’nin “dil’i”ni yazmaya gerek yok ki zaten her kesimce biliniyor.
Önemli olan bilinmeyenleri veya bilinip de söylenil(e)meyenleri söylemek ve hiçbir kesimden çekinmeden deşifre ve teşhir etmektir.
Zira benim hiçbir şekilde, iktidar, güç, para, sıkıntı, çekince ve kaygım olmadığından, hiçbir güce bağlı olmadan yazabiliyorum. Yani birileri üzülecek, kırılacak, birilerinin oyunları bozulacak, sömürgeci gücün planları deşifre olacak diye bir kaygım olmadığı gibi, onların bu planlarını bozucu yazılar yazmak da açıkçası, Kürdistan’i görevimi yerine getirmek adına bana mutluluk veriyor.
Kürd halkı, yüzyılların esaretini kırma adına destek sunduğu Kürd liderlerini, ne kendileri eleştirir ne de kimselerin eleştirmesini istemezler. Bu konuda haklı da olabilirler. Yazılarıma bundan kaynaklı tepki de gösterebilirler. Ancak benim amacım ne bir Kürd liderinin “liderliğini” sorgulamaktır, ne de Özgür ve onurlu bir Kürdistan inşasının önüne set döşemektir. Aksine yazılarımda da dile getirdiğim gibi, -hem önceki yazılarım da hem de şimdi aşağıda göreceğiniz çelişkili durumlardan kaynaklı- kaygılarım var ve bundan kaynaklı olumsuzlukları gördüğümden dolayı da, ABD güdümlü “Bağımlı bir Kürdistan’ın” önüne geçmektir.
Sizler de hakikat sıralamasına göre giderseniz eğer, benim kaygılarımın ne denli gerekçeli, belki de haklı ve önümüzdeki sürecin de bir o kadar tehlikeli ve -böyle giderse de- “onursuz” olacağını göreceksiniz.
Evet, buna göre öncelikle AKP nasıl “Güney Kürdistan” da dile geliyor onu görelim ve çelişkileri hep beraber sorgulayalım. Zira sorgulamadan kaçınmak, düşünen bir insana yakışmayacağı gibi, hem savunulan Lideri hem de Kürdistanı hesaba almamak anlamına gelecektir.
Sayın Barzani’li Güney Kürdistan yönetimi ne yapıyor?
Önce Ulusal Kürd Konferansından bahsediyor, sonra bu konferansı TC’nin hava ve kara operasyonlarına bağlayarak iptal ediyor. Bir yerde Sömürgecilerin, öz kardeşlerini katletmelerine seyirci kalarak izin veriyor. Sonra yakın zamanda da gördük ki, Batı Kürdistan halkının en büyük siyasi Kürd temsilcisi olan PYD’yi, Hewlêr’de düzenlenen diasporadaki Batı Kürdleri ulusal konferansına çağırmıyor.
Hem Kürd birliğinden bahsediyor, hem Batı Kürdistan’daki Kürdlerin en büyük temsilcisi PYD’ye resmi bir davetiye göndermiyor. Ama diğer taraftan da Türk istihbaratçısı Sinirlioğlu’nu ağırlamaktan da geri kalmıyor.
Sayın Barzani hem bağımsızlık diyor, hem ilk petrol anlaşmasını bir Türk şirketiyle yapıyor ve hem de Fettullah Gülen okullarına Güney Kürdistan kapılarını açıyor. (Biliniyor ki ABD, hakimiyetindeki tüm ülkelere Gülen okullarının o ülkelerde varlığını “şart” koşuyor). Buradan, en basitinden, Fetullah Gülen okullarının olduğu ve yavaş yavaş Türkleştirilen bir ülke, gerçekten “Bağımsız” olabilir mi diye bir soru çıkabilir.
Daha dün gördük ki; Türkmenistan, bu ülkenin idari ve kültürel yapısına sızmaya çalıştığı ve saf Türkmen gençleri arasından seçtiği genç dimağları ABD için casusluk yapmak üzere devşirdiği gerekçesiyle “Türk Okulları” adı altında faaliyet gösteren Fethullah Gülen cemaatinin okullarını kapattırdı. Sanırım daha önce de Rusya, Gülen okullarını aynı gerekçeyle kapatmıştı. Sonra Afganistan’da örgütlenen bu cemaat okulları Taliban yönetimince aynı gerekçeyle kapatılmış ve ABD’nin Afganistan işgaliyle birlikte yapılan barış görüşmelerinde ABD, Afganistan’da Fetullah Gülen okullarının olmasını barış anlaşmasının ilk şartları arasına koymuştu.
Önümüzde böylesi örnekler varken, bir tek Güney Kürdistan’a mı düştü Gülen cemaatine sahip çıkmak? diye sormadan edemiyor insan.
Hakikat sıralaması burada da devreye giriyor ve Sayın Barzani’nin ABD politikalarını uygulamaktan hiçbir sakınca görmediği, yine bu pratikte de karşımıza çıkıyor.
Sonra Sayın Barzani, hem Kuzeyli kardeşlerimiz diyor ve Roboski’ye göstermelik yardım gönderiyor, hem Kuzey kardeşlerinin Önderi Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ile ilgili zerre söz söylemiyor. Söylese de bunun tersi pratik içerisine giriyor. Ama diğer taraftan Haşimi’yi -belki de TC’nin isteği doğrultusunda- evinde misafir edebiliyor ve Sünni ittifak mantığıyla Şii’lere kafa tutabiliyor.
Yine, hem “bırakujî” olmayacak diyor, hem de TC‘nin katlettiği Kürd gerillalarına sahip çıkmayarak, topraklarını ve kapılarını sonuna kadar Türk savaş uçakları ile tanklarına açıyor ve yeni yeni katliamlara davetiye çıkarmasını biliyor.
Ardından, hem PKK’ye silahlı mücadele dönemi bitti, artık siyaset zamanı, git siyaset yap, diyor, hem de AKP’nin siyasi soykırım operasyonlarına zerre ses çıkarmıyor. Üstüne üstlük girilen derin ilişkilerle Avrupalardan “ithal” edilen kişilikleri ve üç-beş “yerli” yeminli PKK düşmanını siyaset adı altında konuşturmasını ve sahiplenmesini biliyor.
Evet, şuanda gördüğüm çelişkiler bunlar. Belki daha da çoktur ama öyle çok fazla uzatmaya gerek de yok ki zaten Sayın Barzani’nin nasıl bir “dil ve pratiğe” sahip olduğu herkesçe çok rahat bir biçimde anlaşılmıştır.
İşte Sayın Barzani liderliğindeki Güney Kürdistan yönetimi bu ve buna benzer birçok pratiği Kürd adına ve sözde “Ulusal Birlik ve Bağımsızlık” adı altında, maalesef yapabiliyor. İşte AKP, Güney Kürdistan yönetiminde böyle “dile” geliyor. Bu ilişki ve pratiğin gideceği en son nokta hem benim, SANSÜR’lenen yazım, hem de KCK Başkanlık Konseyinin kaygılarında var. Buna göre bu ilişkiler yumağıyla, hem Güney, Kuzey ve hem de Doğu ve Batı halkı, sömürgecilere altın bir tepside sunulmaya çalışıldığı anlaşılıyor.
Birileri Sayın Barzani’nin bu “dil ve pratiğini” belki de masum bir şekilde kılıflayarak; “Ne yapalım, yani dünyadan tecrit mi edilelim? ABD bugün dünyanın sahibi, biz ABD’ye ve onun temsilcisi Türkiye’ye kalkıp kafa mı tutalım? Bağımsızlık için ilk başlarda biraz “Bağımlı” olmakta ne zarar var, diye hem kendilerine inanmış olanları, hem de kendi kendilerini kandırıyorlar.
Çokça söylediğim gibi, biraz ABD ve TC demek az biraz bağımlılık demek değil, onlara tamamıyla göbekten bağlılık anlamına gelir ki bir daha asla kurtulamazsın. Sömürgeci, sırtını bir kez sıvazladı mı, artık kurtuluşun olmaz.
İşin aslına bakarsanız ben Sayın Barzani’li Güney Kürdistan yönetiminin sömürgeciler ile el ele verip yine öz kardeşi olan Kuzey, halkını “satıp”, PKK’yi yok etme veya marjinalleştirme pratiğinin içerisinde olacaklarına ihtimal vermiyor ya da vermek istemiyorum. Zira yukarıda paylaştığım dil ve pratik, tam anlamıyla AKP’nin dil ve pratiğiyle örtüştüğünden ve şuanda AKP’nin dil, pratik, üslup, yönelim ve operasyonel her türden saldırılarını gördüğümden açıkçası korkmuyor değilim.
Bir taraftan Saddam zulmüne uğramış ve sömürgecinin ne olduğunu bilen Sayın Barzani’nin, diğer taraftan isteyerek ve bilerek yine sömürgecilerin planlarına ortak olacağını istemiyor veya düşünemiyorum.
Özcesi, tüm bu çelişkiler yumağı ve bunda ısrar, açıkçası Newroz’da bağımsızlık ilan edilebilir açıklamalarının inandırıcılığını ortadan kaldırıyor. İnandırıcı gelmeyen tarafı Bağımsızlık ilanı değil, ‘Bağımsız’ ol(a)mayacağıdır. Onun için diyorum ki, bu çelişkilerde ısrar eden Sayın Barzani’li bir yönetimin ilan edeceği “Bağımsız bir Kürdistan”, olsa olsa ABD ve TC’ye bağımlı bir Güney Kürdistan olur.
03.02.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

2 Şubat 2012 Perşembe

Sömürgecilerin Gayri Meşru Çocukları İş Başında

Bir taraftan Avrupa’lardan ithal edilen ruhunu satmış ve bir kedisi bile olmayan kişilikler, diğer taraftan Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da kirli ağzı ve ilişkileriyle hala nefes alan ve Kürdistan adını kendilerine kılıf olarak bir kalkan gibi tutanlar, öbür taraftan ise Kürd özgürlük hareketi içerisinde kümelenmiş siyasi ve diplomatik faaliyette bulunan direkt ve dolaylı bir şekilde ABD ajanlığı yapan, Avrupa, Türkiye ve Kürdistan’daki kurumsal hainler, iş başındalar.
Bunlar mazlum Kürd halkının tüm değerlerini ABD’ye peşkeş çekmeye çalışan ruhsuzlardır.
Bunlar Kürd özgürlük hareketi içerisinde yuvalandıklarını sanan ve her yerleri açıkta olan onursuz insanlardır.
Bunlar ruhunu üç-beş TL, Dolar ve Euro’ya satmış sömürgeci beslemesi, makineleşmiş ve sömürgeciliğin tek-tipleştirme fabrikalarında eğitim görmüş, çarkları yağlayan yağ ustalarıdırlar.
Bunlar sömürgecilerin “gayri meşru çocukları” ve Kürd özgürlük hareketi içerisinde gizli bir şekilde faaliyet yürüttüklerini sanan, görevleri tasfiyecilik olan, Uluslararası komplonun ABD ve Avrupa ayağıdırlar.
Bunlar bir dönem “örgütsel piçler”in yaptığı askeri alan kazanımlarını boşa çıkarma görevi gibi, şimdi de aynı alçaklığı yapıp Kürd özgürlük hareketinin Avrupa’daki diplomatik faaliyet içerisine ABD bağımlılığını sokmaya çalışıyorlar.
AKP, Avrupa’da Dile Geldi
İşte bunlar, bir taraftan hem ROJ TV için timsah gözyaşları döken ve bununla ilgili göstermelik birkaç açıklama yaparak icraatlar içerisine giriyormuş gibi yapan ve Kürd halkı tarafından saygınlıklarının artmasını sağlayıcı yazılar yazan, demeçler veren, yine Kürd medyasında programlara katılan kendilerini Avrupa militanlarıymış gibi göstermeye çalışan ve hem de diğer taraftan ROJ TV’nin internet medyasına çekilerek Kürd özgürlük hareketini marjinalleştirme ve ABD’ye mecbur kılma, seçeneksiz bırakma mücadelesi içerisine girmiş, satılık kişiliklerdir.
Bunlar İslami tabir ile “münafık” ve sol jargonda ifadesini bulan “oportünist”tirler. Bunlara daha başka birçok isim bulunabilmesine karşın, aldığım siyasi ahlak, bu kadar yeter diyor.
Biz Kürdler, bu bahsettiğim ama isimlerini vermediğim (daha sonra açıklanmak üzere saklı kalan) “sömürgecilerin gayri meşru çocuklarını” bazen Kürdistan adı ile internet sitelerinde “yazar” ve “okur” olarak, bazen medyada program yaparken, ya da programlara katılıp “ o engiiin görüşlerini “ bizimle paylaşırken, bazen hiç de umurunda olmamasına karşın Sayın Abdullah Öcalan’a bağlılık yeminleri ederken, bazen de şaşırıp AKP’yi aklayıp, Kemalizmi överken veya Kemalizmi aklayıp AKP’yi överken, ya da hiç öyle bir iklim olmamasına karşın birden ABD ile ilişki geliştirilebileceğini söylerken, görüyor, duyuyor ve biliyoruz.
Bunlar, her iki elin parmak sayısını geçmeyecek kadar az olmalarına karşın işlerini çok iyi bir şekilde, hem de örgütlü olarak yürütebiliyorlar.
Bunlar 20-25 gün önce Köln’de PKK’nin içinde olmadığı ve Kürdistan Ulusal birliğini dinamitleyici bir birleşim olduğundan tasvip etmediği, Barzani ve ABD ile MİT’in denetiminde olan bir toplantı gerçekleştirdiler. Yine bu aynı kişiler halk tarafından tanınan ve sevilen kişiliklerdir!
İşte geçenlerde KCK Başkanlık Konseyi’nin Güney Kürdistan lideri Sayın Barzani’yi sert bir şekilde eleştirdiği konu ve kökeni, yapılan bu toplantının sonucundandır.
Sömürgecilik tarafından imha, inkar, baskı, acı, zulüm ve katliamlar gören mazlum Kürd halkı, bu isimleri henüz açıklanmamış alçak ve hainleri “maalesef bilmeden” çok ama çok seviyorlar. Ama halk, bu alçak, ruhunu satmış hainlerin girdikleri ilişkileri de bilmiyorlar. Zaten halkın bu sevgisi, bu “gayri meşru çocukların” girdiği ilişkileri bilmemekten ve hala Kürd özgürlük hareketi içerisinde yer bulmaktan ve yer alabiliyor olmaktan ileri geliyor. Yoksa bu tipler bir saniye bile Kürdün arasında yer bulamazlar, bunu biliyorlar.
Ama bu tipler hala neden bu hümanist hareketin içerisinde yer bulabildiklerini anlayamıyorlar! Bunlar, hareketin bu hümanist yanını, bireysel-pragmatist amaçlarına kurban ettiklerini sanıyorlar.
İşte Kürd halkının bu tipleri sevmesi ve değer vermesinin bir diğer nedeni de, Kürd özgürlük hareketi içerisinde yer bulmaları ve medyatik olmalarıdır. Bu tiplerin saygınlık görmesi ve sevilmesi Kürd özgürlük hareketinin hümanist felsefesinden ileri geliyor. Yoksa kimse bunların kaşına ve gözüne aşık değildir.
Hatırlanacağı üzere halk bir zamanlar, Metiner’i ve Miroğlu’nu da seviyordu. Neden, çünkü siyasal alanda faaliyet yürütüyorlardı ve isimleri ekranlardaydı. Kürd medyası bu isimleri ekrana taşıyacak ama halk sevmeyecek, doğallığında mümkün değildir, değil mi? Ama bunlar, emek veriyorlar ve mücadele içerisindeler diye, halk desteklerini sunuyor ve seviyordu. Ne oldu sonunda? Gidip kendilerini sömürgeciye peşkeş çektiler. Üç-beş kuruşa koskoca bir halkın mücadelesine leke sürmeye çalıştılar. Yine Şemo vardı. Askeri alanda komutandı. Halk yine çok severdi onu. İsmi dağı ve taşı inletiyordu, değil mi? Ne oldu sonunda? Gidip, sömürgeciye teslim oldu ve güya kitaplar yazdı. O da neye uğradığını şaştı ve halk yüzüne tükürdü. İşte yakında açıklanacak isimler de sevilen ama sevgiyi hiç hak etmemiş olan emek hırsızlarıdır.
Felsefe diyor ki; bataklığa düşmüş birinin dışarıda görünen tek bir kılı dahi kalmış olsa, onu o bataklıktan çek ve kurtar.
İşte bu bataklık sahipleri, felsefenin bu esneklik ve hümanist yanından dolayı bu hareket içerisinde yer buluyor ve saygınlık kazanıyorlar. Nasıl bir zamanlar örgütsel piçler vardı ve yeni paradigma ekseninde bu ihanetçi, çeteci ve tasfiyeci pratikleri sergileyenler açığa çıktı ve kaçtılarsa, işte 2012 yılında da ABD ve TC’nin hem teslim aldığı, hem de devşirdiği bu Kürtler, tek tek açığa çıkacak ve yakın zamanda her bir Kürd bireyi açıklanacak isimler sonrası bu tipleri tanıyacak ve yüzlerine tüküreceklerdir.
Bunlar, hareketin sessizliğini fırsat bilip sömürgecilerin koyunlarına giriyor ve sanki hareket güçsüz, muhtaç ve çaresizmiş gibi onları ABD’ye el pençe divan durması için ikna etmeye çalışıyorlar.
Bunlar, ABD ile görüşülebilir ve başlangıçta ona teslim olunabilir deyip, gündem yaratarak Kürd özgürlük hareketini zora sokmaya çalışıyorlar.
Bunlar yarattıkları gündemi sıcak tutup, kurtuluşun ABD’de olabileceğini Kürd halkına empoze etmeye çalışıyorlar.
Bunlar, Kürd halkını, PKK’yi ABD ile onursuz ve bağımlı diyaloglara girmesi için hazırlıyorlar.
Bunun için de hem hareketin içerisinde faaliyet yürütüyorlar, hem de kurmuş oldukları Kürdistan’i site ve sayfalarda bu ihanetçi ve düşkün yanlarını Ulusal birlik ve Bağımsızlık adı altında kılıflayarak açığa çıkarıyorlar.
Bakın PKK Uluslararası komplonun 14.yılına girerken, gelişen tüm saldırılar karşısında ne diyor; Partimiz öncülüğünde yürütülen direniş mücadelesi, AKP faşizminin tasfiye planlarını boşa çıkardığı için, bu faşist güçler adeta çıldırmışçasına Önderliğimize, hareketimize her alanda saldırmaktadırlar. Ancak bu saldırılar, Önderlik çizgisinde “Partileşelim, Militanlaşalım Doğru Çizgide Askerileşelim, Zafer Tarzını Kesinleştirelim!” şiarı temelinde yeni mücadele yılına hazırlanan ve bu temelde kararlaşmış Partimiz öncülüğünde boşa çıkarılacaktır.
İşte bu saldıranlar, bir yandan sömürgeci güçler olurken, diğer yandan da sömürgecilerle işbirlikçilik yapan çanak yalayıcıları, ihanetçi, çeteci ve tasfiyeci pratikler sergileyen; Sömürgecilerin “gayri meşru çocuklarıdır”.
02.02.2012
Mehmet Serhat Polatsoy