28 Nisan 2012 Cumartesi

Hasip Kaplan üzerinden Öcalan’ı Vurmak!

                                                                  28.04.2012 / Mehmet Serhat Polatsoy
Bugünlerde çokça tartışılan bir konu da; Hasip Kaplan’ın sözleri etrafında şekilleniyor. Öyle çok fazla gerilere gitmeye gerek yok; bakalım Sayın Kaplan ne demiş. Hasip Kaplan: Bayrakla, resmi dille, sınırlarla ilgili hiç bir problemimiz yok. Türkçe, ortak dilimizdir; inanın hiç bir siyasi parti, hiç bir güç 75 milyonu birbirinden ayıramaz, demiş ve bunun üzerine “devlet isteyen Kürtler” koro halinde Özerk Kürdistan ve Demokratik Konfederalizmi isteyen KCK sistemine saldırmaya başlamıştı. Bilinmeli ki burada mesele Kaplan’ın bu sözlerine saldırmak değil, esas mesele Öcalan, PKK ve doğallığında KCK sistemine karşı çıkmaktır. 
PKK’yi pasiflikle suçlayanların, Öcalan’ı anlamayanların ve KCK sistemini de aynı TC gibi tanımayanların böylesi tartışmalar çıkarması ve gündemde tutması oldukça doğaldır. Çünkü o’nlar özerklik değil (ABD’ye bağlı) bağımsızlık (!) istiyorlar. Onlar milliyetçi temelde bir ulus-devlet istiyorlar. Ulusların kaderlerini tayin hakkını devlet olarak anlıyorlar. Onlar ya devletin iktidarcı yapısını bilmiyorlar, ya da o’nlar esas iktidarcıların ya kendisi ya da kalemşorlarıdırlar. O’nlar ya tekçiliğin ve bunun sonucundaki tetikçiliğin ne olduğunu bilmiyorlar ya da kendilerinin tekleyeceği ve tetikçiliğini yapacağı bir devlet istiyorlar! Dolayısıyla bu tiplerin böylesi tartışma çıkararak yaygara kopartması anlaşılırdır. Bunlar aslında Kaplan üzerinden Sayın Öcalan’a vurmak istiyorlar. Bunların Sayın Öcalan, PKK ve KCK sistemine direk karşı çıkma cesaretleri olmadığından ve Kürt halkı nezdinde bir yerleri olduğunu bildiklerinden kendilerini ve anlayışlarını deşifre etmeme adına Kaplan’ın sözlerini algı saptırması yaratarak Kürt halkına sunuyorlar. Hâlbuki hem Öcalan hem de KCK, Kaplan’ın söylemiş olduğu sözlerin genişletilmiş halini daima söylüyorlar. Merak edenler açsınlar KCK sözleşmesini okusunlar. Öyle gizli duygularını ve amaçlarını perdeleyerek ve ahlaka sığmayan algı saptırması yoluna girerek halkın karşısına çıkmasınlar.
Kaplan’ın sözlerini yanlış anlayıp yorumlayarak tartışma yürütenler oldukça azınlıkta olmalarına rağmen, sesleri epeyce fazla çıkmaktadır. Bunlar ABD’nin internet medyası ile PKK’yi köşeye sıkıştırma planının sonucu paylaşım sitelerinde sömürgecilerin oyunlarına alet olan veya direk bu oyunların içerisinde yer alanlardır. Dikkat ederseniz bu ve buna benzer tartışmalar Sayın Barzani’nin ABD ve TC ziyareti sonrası doruğa ulaştı. Baksanıza işgalci TC ve sömürgeci ABD devletleri de bu tartışmaların yürütülmesine zerre ses çıkarmamaktadırlar. Aksine destek sunmakta ve planlarını teşhir eden “ben gibileri” de kendi siteleri olan “Nasname” gibi “sömürgecilerin gayri meşru çocuklarının” yönettiği belli sitelerde “tetikçilerine” hedef yapmaktadırlar. Çünkü bu tartışmalar onların işine geliyor. Sömürgecilerin temel amacı; Kürt halkını tek bir devlet etrafında toplamak ve PKK’yi marjinalleştirerek kuracakları bu milliyetçi temeldeki ulus-devletin başına da Sayın Barzani’yi getirmektir. Bunlar Sayın Barzani’yi de kandırarak, oyuna getirmek istiyorlar.
Şuanda Sayın Kaplan’ın sözleri üzerinde tartışma yürüten her bir kendine aydın, yazar, akademisyen ve örgüt kimliğini takmış olanlar, ya bilerek ya da bilmeyerek ABD ve BOP projesine ortak oluyorlar. Deyim yerindeyse onların yılmaz taşeronluğunu yapıyorlar.
Üniter devletlerin Özerk Kürdistan’ı “tanımadığı” oranda elbette KCK sistemi de sömürgecilerin çizmiş olduğu sınırları kabul etmiyor ve tanımıyor. Elbette KCK sistemi de tekçi ulus-devletlerin; tek bayrak, tek dil, tek vatan, tek millet yasalarına karşıdır. Sırf bundan dolayı KCK sistemi diye bir sistem oluşturulmuştur. Sırf ulus-devletlerin bu iktidarcı ve tekçi yapısından kaynaklı KCK sistemi, bireyleri köleleştiren ve başkaldırılara davetiye olan bir “devlet” yapısını reddediyor.
Bu çevreler Kaplan üzerinde Öcalan’ı vurmak istiyorlar. Amaçları bundan başkası değildir. Açık ve seçik olarak yapamadıklarını gizlice, perdeleyerek yapmaya çalışıyorlar. Devekuşu misali bilmiyorlar ki kıçları dışarıda kalıyor!
Kaplan: Bayrakla, resmi dille, sınırlarla ilgili hiç bir problemimiz yok. Türkçe, ortak dilimizdir, diyor. Bakın Sayın Öcalan’ın değerlendirmesi KCK Sözleşme metninde nasıl ifade buluyor.
Koma Civakên Kürdistan Önderi, “Ben ulusların kendi kaderini tayin hakkını şöyle anlıyorum: Bu hak, kendi demokrasisini ve devlet olmayan kendi yönetimini kurma hakkıdır. Devlet olmayan toplulukların köylerde, mahallelerde ve şehirlerde kendi sorunlarını kendileri tartışarak kararlaştıracakları ve çözecekleri bir model kurma hakkıdır. Demokratik ulus devletin yarattığı bireye dayanmaz. Ulus-devletin yarattığı birey köledir. Devletin birey yaratması, vatandaş yaratması bütün kilitlenmelerin sebebidir. Demokratik ulus, topluluk ve bireylerin kendi yerel gerçeklikleri doğrultusunda sorunlarını tartıştığı ve çözüm ürettiği modeldir. Bizim hedefimiz devlet değil, demokrasiyi kurmaktır. Ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı milliyetçi temelde devlet kurmak değil, siyasi sınırları sorun yapmadan ve sınırları esas almadan kendi demokrasilerini kurma hakkıdır. Kürdistan için üç hukuk geçerli olur: AB hukuku, üniter devlet hukuku, demokratik konfe­deral hukuk. Üniter devletlerin bizim demokratik hukukumuzu tanımaları halinde bizde onların hukukunu tanırız” diye ifade ediyor.
İşte sizin anlamak istemediğiniz ve Hasip Kaplan’ın (belki yersiz olarak) söylemek istediği tam olarak budur. Yani eğer devletler bizi tanırsa, bizler de onları tanıyacağız.
Bizler Hasip Kaplan’ın ne demek istediğini çok iyi biliyoruz, sizler bizim algımızda ne sapma yaratabilirsiniz ne de buna gücünüz yeter. Kürt halkının iyi niyetini ve mücadeleye bağlılığını kullanarak giriştiğiniz bu yol doğru bir yol değildir, bilmelisiniz. Hasip Kaplan, BDP’nin bir milletvekilidir. BDP ise özerkliği savunan bir anlayışa sahiptir. Bu anlayış ifadesini KCK sözleşmesinde ve Öcalan Önderlikli PKK hareketinde buluyor. Daha düne kadar PKK ile TC’nin görüşmeleri vardı. Bu görüşmelerin varlığı herkesçe biliniyor. Bu görüşmelerde tamda Hasip Kaplan’ın söylediği sözler konuşuluyordu. Onlara KCK sistemini içeren dosyalar sunuluyordu. TC, Özerk Kürdistan’ı tanıdığı oranda Özerk Kürdistan’da TC’yi tanıyacaktı. Bu bir anlaşma sonucunda olacaktı. Eğer siz bir diyalog halinde ve bazı görüşmeler yürütüyorsanız, kalkıp görüştüğünüz sistemi tanımayıcı sözler sarf edemezsiniz. Hem görüşme yapacaksın, hem de tanımayacaksın, o zaman niye görüşüyorsun diye sormazlar mı adama. Şuanda herhangi bir görüşme olmasa bile (!) Hasip Kaplan’ın sözleri sürecin ana temelidir. Kaplan’ın sözleri KCK sözleşmesinde aynen vardır ki yukarıda da gördük. Ayrıca Sayın Öcalan hemen hemen bütün görüşme notlarında; O’nlar bizi tanıdığı oranda, bizde o’nları tanıyacağız, diyordu. Tabi bu bir müzakere halinde ve anlaşma sonrası olur. Yoksa şuanda savaşın en kızıştığı ortamda değil!
Bu tartışmaları yürütenlerin derdi; “böylesi bir zamanda söylenecek bir söz değil” demek değildir. Öyle olsaydı belki haklısınız denilebilirdi, ama dertleri KCK sistemini tanımadıklarını Kaplan üzerinden dile getirmek ve sosyal medya, internet siteleri ve kendi köşelerinde pratikleştirmektir. Onların derdi “Kaplan üzerinden Sayın Öcalan’ı ve paradigmasını vurmak”tır. Kaplan’ın sözleri tamamıyla Türk halkına dönüktür. Zemin hazırlamaya dönüktür. Yoksa tüm iplerin koptuğu bir anda bu tarz sözler elbet sarf edilmez. İşte o sarf edilmeyen zamanlarda da bir Kürt vatanı olur ki hiçbir şekilde Güney’e de benzemez.  İşte KCK de zaten tek bayrak, tek dil, tek vatan, tek millet olan milliyetçi temeldeki ulus-devletçikleri kabul etmediğinden dolayı KCK’dir.
Kaplan’ın sözlerini algı saptırması yaratarak Kürt halkına farklı anlatan ve yorumlayan anlayışlara söyleyebileceğim tek şey; Sizler bilerek veya bilmeyerek sömürgecilere ortak oluyorsunuz, bilmeyenler vazgeçsin yazıktır, bilenler ise “deşifre ve teşhir” olacağı günü beklesinler. Özgürlük Hareketi, sömürgecilerin yanında olan her bir Beyaz-Kürdü en yakın zamanda teşhir edecektir. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Bu çevreler kesinlikle HPG’nin dünkü uyarısını dikkate almalıdırlar! Dünyanın neresinde olursa olsunlar, uyarıdaki “muhatap çevrelerin” gidebileceği hiç bir yer yoktur.
28.04.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

27 Nisan 2012 Cuma

PKK, Neden Kürtlerin Avukatıdır?

Halklar açısından, içinde yaşamış olduğumuz süreç, dünya dengelerini ellerinde tutan İngiltere ve ABD merkezli kaos ve bunalım sürecidir. Dünya tektipleştirme atölyesi olan ABD merkezli bencil bireysel yaşam savunuculuğu da, kurmuş olduğu istihbari kurumları ve örümcek ağlarıyla, günden güne tüm insanlığı sarmak için uğraş vermektedir. Böylelikle bireysel bencil yaşamın saldığı zulüm salyaları, tekliğin dışında komünal yaşam süren ve sürmek isteyen toplumların, en azılı düşmanı durumuna gelmiştir… Bütün tarihi, katliamlarla geçen Kürt halkının nüfusu, işgalcilere direnişten dolayı kırk milyon kalmıştır. Kürtler, uygarlığın beşiği Mezopotamya’da, Kürdistan’ın sahipleri olmalarından ve çevre halklar-devletlerce sürekli iştah kabartan zenginliklerinden dolayı da istila, talan ve işgallere uğramıştır. İlk işgalin karşısında direniş, Akad’larca Guti halkının bin yıllardır yaşamış olduğu topraklarda geliştirilmiştir. Guti’lerin yurdunu işgal eden Akad’lar, her ne kadar da Guti’leri yenilgiye uğratıp zenginliklerini kullanmışlarsa da, bu çok uzun sürmemiş ve tekrar direnişe geçen Guti’ler, Zağros’un eteklerinden inerek Akad’ları yenilgiye uğratıp, işgal altındaki toprakları ve zenginliklerini ele geçirmişlerdir... Bu işgal ve zulüm uygulamaları İslamiyet döneminde de devam etmiş, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra da doruğa ulaşmıştır. İslamiyet’in özünden uzak olarak, halklara uygulanan işgal, soykırım ve asimilasyon Kürt halkı üzerinde oldukça derinleştirilmiş, gün be gün Kürt onursuzlaştırılmıştır. İlk başlarda İslamiyet’i kabul etmeyen Kürde uygulanan katliamlar, akıl almaz boyutlara varmış ve Kürdün bugün ki onurunun ayaklar altında olması, Kur-an’ın kesin hükümlerini yerine getirmeyen sözde, İslamiyet’in savunucuları tarafından gerçekleşmiştir.
Kürtler, Emevi ve Abbasi dönemlerinde de kurtulamamışlardır sahte İslam ordularının kılıç ve işgallerinden; adeta işgal edilmemiş, haraca bağlanmamış tek Kürt şehri kalmamıştır. Bilinir ki Kürdistan coğrafyası ilk olarak ve tamamıyla, Hz. Ömer zamanındaki sözde Müslüman komutanlarca işgal edilmiştir. Kürtlerin talan edilmedik, tecavüze uğramayan tek bir değeri bile kalmamıştır. Hem dilleri yasaklanmış ve Arapça öğrenilmeye zorlanmışlardır, hem de kültürleri talan edilmiş, ekonomileri hepten yok edilmiştir. Kürtler, bu işgalci güçlerin denetiminde kaldıkları müddetçe de, söz söyleme hakları ellerinden alınmıştır…
***
Osmanlı ile devam eden zulüm, Türkiye, İran, Suriye ve Irak ile doruğa ulaşmıştır. Kürtler, Türkiye de Türk, İran’da Fars, Suriye ve Irak’ta da Arap olmaya zorlanmış ve bin yıldır devam eden asimilasyon bu devletlerde de devam etmiş ve ettirilmiştir. Kürtlerin bir halk değil, Türk’ün, Fars’ın ve Arap’ın dağlısı olduğu tezleri ortaya atılmış ve yetmezmiş gibi Kürtler, bu devletlerce ehlileştirilmesi gereken cahil kimseler olarak görülmüşlerdir. Bu devletlerin kölesi durumunda olan Kürtler, en ağır ve ucuz işlerde çalıştırılmış ve halen çalıştırılmaktadırlar; toprakları işgal edildiği yetmezmiş gibi, emekleri de çalınmıştır. Ancak Kürt, bunca onursuzlukla birlikte işgal ve katliamlara, ses dahi çıkaramamıştır. En basit talep olan dil talebi bile bu devletlerce bölücülük olarak ilan edilip, son teknolojik silahlarla savunmasız Kürt halkına karşı büyük askeri operasyonlar geliştirmiş ve (Dersim katliamı gibi-Proto-Dersim Roboskî gibi) katliamlardan geçirmişlerdir. Arkasında hiçbir devleti ve gücü olmayan Kürt, tek kelime bile edemeden, katliamları izlemek durumunda kalmıştır. Öyle olmuştur ki, anne ve babalar tarafından çocuklarına telkinlerde bulunulmuştur; oğlum yapma, etme, arkamızda kimsemiz yok, bu karşı çıktığın güç devlettir, bu anlayış sahipleri sokaktaki bir kişi değil, devlettir; biz devlet miyiz, bizim gücümüz var mı ki askerlere, sistemlerine karşı gelelim, polislere güç getirelim..! Bu telkinler bile zor yolu ve yüzyıllardan bu yana imha ve baskılamayla onuru elinden alınan Kürdün zavallılığını ve masumluğunu ortaya sermeye yetiyor.
Kürtler umutlarının yittiği, yaşam arayışlarının sonlandığı, onurlu yaşamın bir daha asla gelmeyeceği karamsar düşüncelerdeyken, Kürtler için, yine Kürt ve Türk yurtseverlerinden oluşan devrimci bir grup, Kürdistan’ın katliamlardan geçtiğini ve her dört devlet tarafından işgal edildiğini ve Kürdistan’ın sömürge olduğunu söyleyerek, tekrardan Kürtlerin yok olan umutlarını yeşertmişlerdir. Bu haliyle umudun tükendiği yerde gelen Öcalan Önderlikli PKK hareketi, Kürt halkına bir ışık olmuş ve Kürtler, Kürdistan özgürlük mücadelesi olan PKK’yi bağırlarına basmış, zihinsel yaratıcı ve doğallığında da Kürt halkının haklarını savunana bir hareket olarak, kendi “avukat”ları ilan etmişlerdir.
PKK, neden Kürtlerin avukatıdır?
Çünkü PKK’nin tarihi bir devrim tarihidir. Tarihte bağımsız olarak bu kadar uzun yaşayan başka hiçbir ideolojik-silahlı Kürt örgütü yoktur. PKK, demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü toplum paradigması temelinde, yeni insan felsefesiyle, kapitalizm ve emperyalizme korku salıp kök söktürdüğü gibi, Kürtlerin yaşadığı devletlerde de o devlet yönetimlerinin korkulu rüyası haline gelmiştir. Zaman zaman TV kanallarında izlediğimiz; işte PKK silah bıraksın’ın altında yatan gerçek niyet; “eskiden biz Kürtlere istediğimiz her şeyi yaptırıyorduk, ancak dağda silahlı insanlar oldukça, hiçbir şey yapamıyoruz” ‘dur. -Bu mantık, işgalci sömürgecilerin zihin tezgâhlarında üretilip, bencil bireysel yaşam yoluyla liberallere aşıladıkları fikirlerdir-.
Belki PKK’nin ilk yıllarında, “PKK Kürt halkının yaratıcısı ve avukatıdır, diyemezdik”! Ancak görüyoruz ki, PKK, 39 yıllık siyasal ve askeri tarihiyle günden güne güçlenerek ve bir halk ordusu halini alarak ayakta ve işgalciler karşısında Kürtlerin tüm haklı taleplerini, hem siyasi, hem askeri yönden arayan tek örgüttür. Artık örgütlülüğü, kurumlaşmış ve dal budak verip, kendi altı kurumlarını bile açarak yönetecek bir düzeye kadar gelmiştir. PKK, salt bir Kuzey hareketi değil; İran, Suriye, Türkiye ve hatta Güney Kürdistan’da yaşayan Kürdün bile hakkını arayan ve ABD’ye bağlı olmayan, tek mücadele kurumudur.
PKK’nin dışında başka hiçbir örgüt yoktur ki, diğer devletlerin Kürtlere uyguladığı zulmü, tüm dünya kamuoyuna duyuran. Yine PKK’nin dışında hiçbir örgüt yoktur ki, dört parça Kürtlerinin birliğini sağlama adına Ulusal Konferans çağrısında bulunup, diyaloglar geliştiren. Yine PKK dışında hiçbir örgüt yoktur ki, Kürtlerin, dilinden kültürüne, sanatından sporuna, siyasal ve sosyal taleplerinden bilim aydınlanma eğitim okullarına kadar kurumlar açan ve hizmet veren! Bu eylemler ve sonuçları, PKK’nin tüm mücadele tarihinde tek tek kendini belirginleştirmiş, sisteme dayatmış ve kanıtlamıştır. PKK, Kürdistan’ın sömürge olduğunu söylemiş ve silahlı mücadeleye başlamıştır. PKK’nin silahlı mücadeleye başlamasını tek başına Türkiye ile ele almak, Kürt halk gerçekliğine ters yönden bakmak demek olur ki bu da çözümsüzlüğe götürerek, kısır döngü politikalara dönüşür ve sonucunda içinden çıkılmaz bir hal aldırır!
PKK, Kürt halkının dilinin, kültürünün, sosyal, ekonomik ve siyasal olarak işgal ve soykırım altında olduğunu dile getirmiş ve binyıllardır bulunmuş olduğu topraklarda zulümlerden geçtiğini ve bu nedenle de korunmaya muhtaç bir halk olduğunu dile getirerek zorunlu olarak silah elde dağlarda mücadele etmektedir.
Kürt halkı Öcalan’ı ve PKK’yi yaratıcısı ve avukatı ilan etmiştir ki, her sokak eyleminde “ Bıjî Serok Apo (Yaşasın Başkan Apo) PKK halktır, halk burada” sloganını geliştirmiştir ve söylemektedir. PKK, Kürtlerin sadece Türkiye Cumhuriyeti’nde zulüm gördüğünü söylememektedir; İran, Suriye ve Güney Kürdistan’da bile Kürtlerin yalnız olduğunu ve zulüm gördüğünü söylemekte ve buna göre tedbirler geliştirmektedir. Haklarını bilmeyen, kırılmışlık, işgallik hallerinden ve söz söyleme cesaretlerinin olmayışlarından kaynaklı, PKK, Kürt halkının doğal avukatlığını yapmaktadır. PKK, tüm dört parça Kürtlerinin yalnız olmadığını ve arkalarında PKK’nin olduğunu hem söylem hem de askeri ve siyasi pratikleriyle ifade ederek, Kürtlerin yaşamış olduğu toprakların faşist sistemlerine “ Kürt halkı yalnız değildir” mesajı vermiş ve de vermeye devam etmektedir.
PKK’nin silahlı mücadelesini eleştiren ve terörize edenlere karşı, Kürt halkının bin yıllardır topraklarının işgal altında olması gerçeği söylenebilir. (Öyle; yok silahlı dönem zamanı geçmiştir, silaha gerek yoktur, Kürdistan kurtarılmıştır gibi dar düşünerek ilkel milliyetçiliği halkımıza dayatan ucuz söylemlere itibar edilmemeli ve hala zulüm altında, inkar ve imha ile yüz yüze olan halkımıza bu tarz yönelim ve söylemlerin düşman politikalarına alet olmaktan öte bir anlam ifade etmediği söylenmelidir).
Bu mantıktan yola çıkarsak eğer, PKK, “bin yılın intikam hareketidir” de diyebiliriz.
Kürdistan coğrafyasının herhangi bir bölgesinde katliamla yüz yüze kalmış Kürdün arkasında tek bir siyasal ve silahlı güç vardır, o da Öcalan Önderlikli PKK hareketidir. Kürtlerin bugün evlerinde rahat oturmaları, mal ve mülk sahibi olmaları, bir il veya ülkeden bir diğerine gitmeleri, ekonomik ve siyasal özgürlüklerine sınırlı da olsa sahip olmaları PKK’nin dışında bir örgüt veya devlet sayesinde değildir. Önceleri İran, Türkiye, Suriye ve Irak devletlerinden tek bir hak bile talep edemeyen Kürt, bugün sokaklarda “Kürdistan faşizme mezar olacak” diye haykırabiliyor. Nüfusu elli bin olandan, bir milyon olan Kürt şehrindeki halk serhıldanında söylenen, dile getirilen talepler, tüm işgalci devletlerin istihbarat odalarında ses getirebiliyor. Bu zorba, baskıcı, imha ve inkârda ısrar eden devletleri asalaklaştırabiliyor. Bunlar, Kürt halkının onurlu mücadelesinin yaratmış olduğu, doğal sosyolojik tespitlerdir.
Kürtlerin bugün sığınabilecekleri dağları, ovaları ve kurumları vardır; kurulan kuruluşlar, Kürt halkına hizmet vermektedir. Kürdün dilini, kültürünü, sosyal ve siyasal kararlarını alabilecek tek merci, neredeyse Kürdün kendisi durumuna gelmiştir. Sömürgeci sistemin baskılarından kaynaklı her ne kadar da tam olarak yürürlükte olmasa da KCK sistemi, bunun en iyi ifadesidir. Bugün eğer Kürtlerin yaşadığı devletler ve dünya Kürtleri tartışılıyorsa, bu ortamı yaratan PKK ve onun siyasal veya silahlı gücüdür. PKK’nin direnişi, dünya sömürgeci güçlerini dize getirmiş ve tüm Ortadoğu’da kendi krallığını inşa etmek isteyen ABD ve ideolojik kurum İngiltere’ye, bugün sırf kendi çıkarları için bile olsa İngiltere parlamentosunda “Kürtlere özerklik verilmeli” dedirtmiştir. Ancak Kürdistan halk hareketinin, kendi toprağımı, kendim işleyeceğim ve zenginliklerimi işgalci kuvvetlere vermeyeceğim, Türkiye ve diğer devletler gibi, senin ve ekibinin piyonu olmayacağım demesiyle de bu güçler, çılgına dönmektedir. PKK, İngilizlerin Ortadoğu’daki bütün oyunlarını bozan, bir oyunbozandır! İşgalci oyunlara müsaade verilmeyeceğini haykıran tek örgüt PKK’dir. Batı felsefesiyle tüm dünyayı ellerinde tutmaya çalışan ve Faşist karakterli Ulus-devletçiklerle halkları ve örgütleri yönetmek isteyen ABD ve İngiltere, bu anlamda PKK’yi yönetememiştir. PKK, bencil bireysel yaşam karşısında, komünal, kolektif yaşamın ve birlikteliğin esas alınması gerektiğini dile getirmiş ve gerilla ile siyasal yaşantısında da, bu yeni insan felsefesinin gereklerini yerine getirmiştir. PKK, Kürdün bin yıllık onursuzluğunu ters yüz edip, ortaya onurlu ve direnen bir halk çıkarmıştır. En korkak bir bireyden, son teknoloji ile donanmış bir orduya karşı gelebilecek, bir gerilla yaratmıştır.
Bu anlamda halkın sahiplendiği PKK, gerçek anlamda Kürtlerin yaratıcısı ve avukatı oluyor. Çünkü Kürtler, haklarını arayamayacak kadar savunmasız ve güçsüzdüler. Ancak şimdi her bir Kürt bireyi, işgalci kuvvetlerin karşısında dünya konjonktürünü raporlayacak düzeyde, felsefe sahibidir. PKK, hissizleşen, sessiz kalan, silik, bitik, verimsiz, heyecansız, hiçleşen ve yaşam mücadelesinden kaçan, korkan Kürdü, bugün bir kahramanlar ordusu haline dönüştürmüştür. PKK, Türk’leşen, Fars’laşan ve Arap’laşan milyonlarca Kürdün kendisine gelmesini ve tanımasını sağlamakla birlikte, imha ve inkar politikalarıyla sessizleşen Kürde; “ben Kürdüm ve bir halkım” dedirtebilecek gücü vermiştir. Öyle oldu ki, üzerine beton dökülen, adeta ziftleşmiş yaşam kırıntılarından bir destan yaratarak, dünyaya ders verecek hümanist fikirli bireyler yaratmıştır. Bugün PKK felsefesiyle donanmış kadrolar tıpkı birer Havari, Sahabe ve Dervişler gibi mücadele yürütmektedirler. PKK, sadece Kürtleri de değil, mezar kazıcı işgalcilerin soykırıma uğrattıkları, sürgün ettikleri, kendine yabancılaştırdıkları halklardan olan; Süryani, Ermeni, Rum, Laz ve Çerkes halklarının kendilerine gelmelerini de sağlamıştır…
PKK, Kürtlerin bu toprakların asli unsuru ve kendi dilleri ile kültürlerinin olduğunu söyleyerek, her bir Kürt bireyinin beynindeki korku duvarlarını paramparça etmiştir. Kürtlerin yaşam sürdüğü devletlerin sahipleri, Kürtleri kanserli bir hücre olarak, bir yara ve tedavi edilmesi veya kökten sökülüp atılması gereken bir vaka olarak görmüştür ve ondan dolayı da imha ve inkârı derinleştirmiş, eksik etmemiştir. Yine bu devletler, Kürdü ‘yabani ot’ olarak tanımlamış ve kendileri ve yaşam tarzlarını da ‘kültürel bitki’ olarak dayatıp, Kürtleri asimile etme adına Kürdistan’a diğer halklardan gruplar transfer edip demografik yapıyı değiştirerek asimilasyonu derinleştirmek istemişlerdir.
Biliniyor ki, toprağın gerçek sahipleri olan otlar, yabani ot olarak adlandırılırlar. Tarım Mühendisleri, toprağın asıl sahipleri olan kadim otlara karşı, kültür bitkileri tedavisi uygulamış ve uygulamaya devam etmektedirler. Sözüm ona kültür bitkileri tedavisiyle, yabani ot olarak adlandırılan toprağın asıl sahiplerini bu şekilde imha etmek uğraşı içerisine girmiş, ancak bugüne kadar ki tüm uygulamalarında boşa çıktığını görmüşlerdir. Onlar toprağa kültür bitkilerini ektikçe, toprağın asıl sahipleri, tekrardan filizlenip çıkmıştır.
Neden bitip tükenmemiştir toprak sahibi otlar? Çünkü gerçek inatçı ve yorulmazdır da ondan!
Yabani otlar diye adlandırılan otlara karşı geliştirilen kültürel ve fiziksel tedbirler vardır. Bunlardan birincisi; kültür bitkilerinin yeşermesi için kullandıkları kimyasal ilaçlar. Bu ilaçların kullanılmasının nedeni yabani otları temizlemektir. İkinci tedbir ise; Fizikidir. Bu da, el ile yolunarak temizlenen otlar için kullanılan ilkel yöntemdir. Bu şekilde de topraktan inatla fışkıran yabani diye adlandırılan toprağın gerçek sahibi otların bitirilip tüketilmesi amaçlanır. Ama otlar inatçıdır ve her sene tekrardan filizlenip çıkarlar. Ancak ve ancak kimyasalların toprağın her santimetrekaresine uygulanılması halinde bitecek olan otlar, uzun bir süre geçtikten sonra yavaş yavaş tekrardan çıkarlar. Bu yöntem ise, toprağın verimliliğini düşüreceğinden, toprağa bu zulmü uygulayanlarca pek tercih edilmez. Yabani otlara uygulanan tedbirler, Kürtlere de uygulanmıştır. Kürtlere uygulanan yöntemlerin birincisi olan sözüm ona kültürel tedbirler; asimilasyondan başkası değilken, fiziki tedbir, yani otları el ile yolma da, askeri teknik kullanıp, katliamdan geçirerek, Ergenekon, Jitem, Hançer, Korucu ve son olarak Yeşil-Kontra ekipleri diye adlandırılan yok edici birlikleri eliyle, topyekûn imhadan başkası değildir.
İşte Kürt halkının sahiplendiği PKK, yine Kürt halkının, toprağın asıl sahipleri olduğunu haykırmakta ve hakkını aramasını bilmeyen ve korku duvarını aşamayan, onuru ayaklar altına alınmış kırk milyon Kürdün tamamının yaratıcısı ve avukatlığını yapmaktadır. Bu hakikatle yola çıkarsak, kendine Kürdüm diyen her bireyin yaratıcısı ve avukatı Öcalan ve PKK’den başkası değildir. Her ne kadar da kendine yabancılaşmışlar, inkâr etse de; Kürt halk önderi Abdullah Öcalan ve PKK, Kürt halkının zihinsel yaratıcısı ve avukatıdır. Çünkü Kürt halkının yurdu bin yıldır işgal altındadır. Toprakları işgal altında olan her bireyin, zihni de postallar altında eziliyor ve de işgal edilmiş, demektir. Türkiye, İran ve Suriye bir mahkemeyse ve hakkını arayamayan Kürdü sanık yerine koyup cezalandırmak istiyorlarsa, bunun karşısında, “PKK de, hakkını arayamayan, tarihini bilmeyen ve korkan Türkiye, İran, Suriye ve Güney Kürdistan’daki tüm Kürtlerin avukatıdır” demek, en doğrusu olacaktır.
mehmet_serhat_polatsoy@hotmail.com

21 Nisan 2012 Cumartesi

Barzani ve Erdoğan Katliam İttifakı mı yaptı?

                                                                  21.04.2012 - Mehmet Serhat Polatsoy
Şimdiden belirtmek isterim ki; gündemi yoğun ve süreci belirsizliklerle dolu olan bir Ortadoğu ve Kürdistan ile ilgili yapılacak tespit, çözümleme ve analizler maalesef kısa tutulamıyor.
Bir yandan Strazburg’da bedenini, Sayın Öcalan şahsında Kürt ve Kürdistan olmak üzere tüm dünya insanlığı için yatırmış 15 devrimci ve Kuzey Kürdistan’da sömürgeci zindanlarındaki binlerce ölüm orucu eylemcilerinin devrimci, kararlı duruşu, diğer yandan son hız devam eden Kürt siyasetçilerine yönelik siyasi soykırım operasyonlarıyla beraber, teknolojik canavarlarca üzerlerine gidilen ve sayısız şehadetler yaşayan gerilla direnişleri…
KCK, tüm dünyanın gözünü ve kulağını kapadığı bu direnişlerin bizce amacına ulaşıldığı yönünde açlık grevi eylemcilerine çağrı yaparak eylemi sonlandırmalarını istedi. Ve eylemciler dün ve bugün yapmış olduğu açıklamalarla eylemlerini sonlandırdıklarını ve Zafer elde ettiklerini duyurdular. Zira mevcut konjonktürel durum arkadaşların şehadetlerini değil, bir an evvel eylemin sonlandırılmasını gerektiriyordu; tabi bu tarz eylemlerin yerine de oldukça kısa zamanda yeni ve sonuç alıcı eylemlerin pratikleşmesi şartıyla!
Evet, süreç belirsiz dedim çünkü mevcut haliyle giden sürecin seyri bir şekliyle Kürt ve Kürdistan lehine sonuçlanmaya doğru evirilebilirdi! İşte tüm dünya devletleri de ondan dolayı üç maymunları oynayarak sessizliklerini korudular!
Bir taraftan ABD konseptinin gereği olarak ölüm sessizliği sürerken, diğer taraftan son süreçteki KCK açıklamaları ve sonuç alıcı eylem türleriyle gerillaların direnişleri ve yavaş yavaş “devrimci halk savaşıyla” TC’yi soluksuz bırakma kararlığı belli bir aşamaya gelmiş bulunuyordu. En azından işaretler o yöndeydi. Tabi hala bu temelde sonuç alınmaya dönük kararlılık devam etmektedir. Elbet bu sonuç dünya insanlığını nefessiz ve sessiz bırakmaya çalışan Kapitalist modernitenin sözcüsü ABD’nin çıkarlarına tersti. Öyleyse hem bu gidişat hem de bariz olan belirsizliğe bir müdahale gerekiyordu. ABD için her hareket, kendi deneylerinin sonucu açısından gerekliydi. Onun için oluşturdukları deney (Ortadoğu) alanı içerisine bıraktıkları farelerin (yönetim liderleri) ses, ışık veya her hangi bir nesneye (günlük oluşturulan yapay tartışmalar) olan tepkileri planlarının sağlıklı bir şekilde işletilmesi için anlam taşıyordu. Bu yöntem sömürgecinin belki de dört yüz yıldan bu yana uyguladığı bir yöntem ve oldukça başarılıydı. Açıkçası yine, başarmış gibi görünüyor ve Kürt özgürlük hareketi müdahale etmediği sürece de bu gidişatlarını sürdüreceğe de benziyorlar!
Buna göre Ortadoğu, gelişen halk ayaklanmalarından sonra önce boşluğa bırakıldı, sonra ortam sessizleşti ve ardından da çok yoğun tartışmalar yaşandı ve şimdi de olgunlaşan tartışmalarla sömürgeci müdahale zamanına gelindi. Öyle sanıyorum ki geçenlerde Talabani’nin açıklamasıyla start alan kapsamlı ABD planları, Erdoğan-Obama ve ardından Barzani-Obama, şimdi de Barzani-Erdoğan görüşmesiyle devreye koyuldu.
Sırasıyla görüşmelere bakıp bir değerlendirmede bulunacak olursak;
Erdoğan-Obama görüşmesinden sonra, Erdoğan’ın yaptığı açıklama, hem Irak’ın toprak bütünlüğüyle ilgili ve ABD desteğinin vermiş olduğu güven ile hem de PKK ile kesintisiz ve sonuç alıcı hem askeri hem de siyasi mücadelenin kararlıca devamı yönündeydi.
Barzani-Obama görüşmesinden sonra, Barzani’nin yaptığı açıklama, yine Erdoğan’ın yapmış olduğu açıklamaya benzer olarak, Irak’ın toprak bütünlüğünü vurgulayıcı sözler olmakla birlikte, diğer taraftan Güney halkına dönük de “Bağımsızlık” söylemlerini tekrar ederek halkı (keşke olsaydı ama) içi boş bir umuda sokup hem güven tazeleme ve hem de kendinin bundan sonra yapacağı tüm temasları meşrulaştırıcı girişimlerde bulunmaya dönüktü.
İstanbul-SNC görüşmesi ardından Burhan Galyun, “Suriye Kürdistan’ı diye bir şey yok” diyerek, bir taraftan Kürtlere ölümü gösterip sıtmaya razı etme anlayışıyla kurulan yeni tezgahta “hem biz hem de Ulusal Çalışma Grubu var” diyerek iki gruptan birinin Suriye’nin geleceğinde karar kılıcı olduğunu, tehdit ederek, göstermek istemektedir. Tıpkı Kuzey Kürtlerine; bakın MHP sizleri ezer geçer, onun için AKP’ye razı olun mantığıyla ileride Suriye’de hem Suriye Ulusal Konseyi ve hem de Ulusal Çalışma grubunun görünürde çatışmacı bir pozisyonda olsalar da perde arkasında bir yerde beraber hareket edeceklerinin sinyalini Galyun’un vermiş olduğu; Barzani neden görüş değiştirdi? mesajından anlayabiliyoruz. PKK’nin bu mesajı çok iyi anlaması gerekmektedir.
El Cezire Televizyonuna konuşan Talabani, Irak açısından büyük oranda Erdoğan’a ve bir kısmıyla da örtülü olarak aslında Barzani’nin açıklamalarına denk gelecek bir açıklama yaparak, Irak’ın parçalanmasını istemediklerini, bunun önüne geçeceklerini ve Bağımsız bir Kürdistan’ın söz konusu olamayacağını söyleyerek, ABD’nin kısa dönem belki de stratejiye dönüşmeyecek ve PKK’nin tasfiyesine dönük taktiksel sıçrayışının şifrelerini vermiş oldu.
Ardından yaşanan bir gelişme de, hem Strasburg ve hem de Kürdistan-Türkiye cezaevlerinde açlık grevlerinde olan binlerce PKK-PJAK’lı devrimcilerle dayanışma amacıyla Hewlêr’de toplanan PÇDK’lilere Güney Hükümeti Asayiş Güçlerinin müdahalesi oldu. Bu müdahale KCK Siyasi Komitesince sert bir dille kınandı. Buna göre,
KCK Siyasi Komitesi: Bu masum ve haklı eylemi terörize eden saldırının komplike mi yoksa yeni kurulan Neçirvan Barzani’li hükümetin inisiyatifiyle mi gerçekleştiğini ve Federe Hükümetinin bu konuya bir açıklık getirmesi gerektiğini içeren sert bir açıklaması geldi. Bu sert açıklama ve ardındaki sorudan anlaşılan Barzani’nin niyetinin ne olduğunu anlamaktan başka bir şey değildi. Yani KCK, ABD’nin yeni saldırı planını tahmin edebiliyordu!
Ve Barzani-Erdoğan görüşmesi öncesi Sayın Murat Karayılan’ın açıklaması, yukarıda sorulan soruyla parelellik içeren bir uyarıydı. Buna göre KCK, Barzani’nin girmiş olduğu ilişkinin boyutundan haberleri olduğunu ve CIA’nın PKK’yi tasfiye amaçlı Güney’de istihbarat toplayıp tasfiyeye öncülük edecek kişiler aradığını bildiklerini hissettirmek amacıyla, Mesut Barzani’ye; AKP politikalarına uymaması ve oyuna gelmemesi yönünde telkinlerde bulundu.
Sonrasında gelişen Barzani-Erdoğan görüşmesinde Erdoğan, PKK için, Ya silahları bırakırlar, ya da sonuçlarına katlanırlar, türünden yeni ve kanlı saldırıların olacağı sinyalini vererek PKK’yi çok sert bir dille tehdit etti.
İşin ilginç görünen yanı Erdoğan’ın Talabani ile ortaklaştığı noktaydı. Buna göre Erdoğan,  hem ABD dönüşü sonrası hem de Barzani görüşmesi ardından; ”Bizim başından beri hedefimiz, arzumuz; Irak'ın toprak bütünlüğüdür. Temenni ederiz ki böyle bir bölünmeye, böyle bir parçalanmaya da kimse fırsat vermez diyerek, açıkça Talabani ile aynı yerlerden beslendiğini ortaya koymuş oldu. Yani bir yerlerden düğmeye basıldığını net bir şekilde PKK’ye ve bölge devletlerine iletmiş oldu.
‘Bağımsız’ Kürdistan başka baharlara!
Dikkat edin!
Tüm bu görüşme ve açıklamalar son 25 gün içerisinde oldu. Bu bir tesadüf ve konjonktürel sürecin bir gereği mi yoksa önceden hazırlanmış planların devreye koyulması mı, varın ona da siz karar verin! Kimse ne kendisini ne de Kürt halkını boşu boşuna kandırmasın, Sayın Barzani yine beni yanıltmadı ve görünen kadarıyla TC ile kol kola girerek PKK’ye; “Ya silahları bırakırsın ya da seni topraklarımda barındırmam” diyerek yeni olmayan tehditlerini savurmayı sürdürdü.
İşte siyasetler ve deneyler sonucu olgunlaşmadan sonra belirlenip pratiğe koyulan politikalar, tam da burada Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın “Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak” adlı son savunmasında, Sömürgecilerin Güney Kürdistan’a biçtiği tarihsel ve günümüz rolü ile “Bağımsız Kürdistan”’a getirdiği hakikatli değerlendirmesiyle netleşiyor.
Öcalan diyor ki; Irak sınırında kalan Kürtler üzerindeki diğer önemli bir oyun da Kürt ulusal kimliğinin oluşumundaki çarpık, uyduruk, sünni burjuva karakterdir. Tarihin en zengin kültürlerinden birini günümüze kadar taşıyan Kürt halk ve kavim gerçekliğinden, onun çok zengin kabile, aşiret ve inanç kültüründen; kapitalist modernitenin en tortumsu ilkel milliyetçiliğin ve Sünni din gericiliğinden beslenen yapay bir Kürt ulusu inşa edilmek istenmektedir. Demokratik ulusal toplum yerine ulus-devletçiliği kutsal ütopyası sayan demokratik olmayan, özgürlüğe ve eşitliğe kapalı, kadın düşmanı bir ulusal kültür adeta tek toplumsal gerçeklikmiş ve onu da onlar temsil edebilirlermiş gibi yapay bir hakikat algısı yaratılmaya çalışılmaktadır.
Irak sınırındaki Kürtler üzerindeki derin bir hesap da Kürt sorunun çözümünün yegâne yolunun kapitalist moderniteden geçtiğine ilişkindir. Hegemonik ilişkilerin uzun vadeli planlamasında Irak Kürtleri hep bir laboratuvar malzemesi olarak kullanılmak durumundadır. Kürt ulusal gerçekliğinin vücut bulması ancak kapitalist ilişkilerle mümkün olan bir olgu, inşa olarak projelendirilmiştir. Devrimci, demokratik, sosyalist nitelikli ulusal gerçeklik sanki mümkün olamazmış gibi bir algı sürekli gündemde tutulur. Bunun için ellerindeki en önemli alet, Bağdat merkezli Arap-Sünni veya Şii milliyetçiliğidir. Arap milliyetçi tehdidini Kürtler üzerinde hep canlı tutarak sığınmalık bir durumda tutarlar. Aynı tehdit Kürtlerden Araplara yönelik olarak da canlı tutulur. Aynı biçimde Kürt devleti ha kuruldu ha kurulacak diye Türkiye, Suriye ve İran devlet rejimleri tehdit edilir. Tersine bu üçlü, dörtlü öğeler de birer tehdit kaynağı halinde tutularak Kürtlerin kendilerine tam sadakati sağlanmış olur. Görülüyor ki laboratuvar politik oyunlar tezgâhlamakta hayli üretkendir. Sistemler kurulur, yıkılır. Ama Irak Kürt laboratuvarında bir türlü kalıcı bir malzeme (politika) oluşturup yaşamsallık kazanmaz. Hep efendilerin emrinde üretken kılınmaya devam eder. Ortadoğu’da en eski bir sorun olmasına rağmen Kürt sorununun çözümlenmemesinde bu mantık temel rol oynar.
Nasıl ki İsrail Siyonizmi açısından Anadolu’daki Beyaz Türk ulusçuluğu proto-İsrail rolü oynamışsa Irak Kürdistan’ındaki Kürt milliyetçiliği özellikle Barzani kabilesi üzerinden benzer bir rol oynamıştır. Bir nevi Beyaz Kürt ulusçuluğudur. Aynı güçler tarafından ideolojik ve pratik olarak inşa edilmişlerdir. Beyaz Türk ulusçuluğuyla Beyaz Kürt ulusçuluğu arasında sadece teorik değil pratikte de güçlü bağlar mevcuttur. KDP (Kürdistan Demokrat Partisi) Kürtlerin CHP’si olarak planlanıp 1925’ten beri faaliyette olan komplocu güçlerin devam edegelen faaliyetlerinin bir parçasıdır. Bir yandan Kürtler 1925-1940 döneminde katliamlardan geçirilmeye çalışılırken; diğer yandan aynı komplocu güçler Kürdistan’ı 1926’da zoraki olarak parçalamakla yetinmiyorlar. Irak parçası üzerinde bu sefer kurtarıcı pozisyonda Beyaz Kürt ulusçuluğunun temellerini atıyorlar…
Gelelim sonuca,
Sayın Barzani’nin ABD’ye gitmesi sanki dönüşte bir Bağımsız Kürdistan’ın ilanı olacak havasıylaydı. Yani aslında güney halkı Sayın Barzani’den “Barzani’nin sürekli dile getirdiği; az kaldı kuracağız, halkımıza soracağız, artık sabrımız tükenmekte ve son nokta vb. söylemlerle birlikte halkın beklediği bir cevap” vermesini istiyordu. İstenilen buydu ve Barzani’de halkı kırmayıp ayağının tozuyla geldiği gibi; Güney halkına dönük bir mesajla; Ya çözüm ya da herkes kendi yoluna. Başka bir karar almamız gerekecek, diyerek Güney halkının Bağımsızlık hayalini yeni bir beklentiye aldı. Yani halk tekrar oyalanmış oldu.
Hem Obama, Talabani ve hem de Erdoğan ile Burhan Galyun’un Sayın Barzani’den farklı açıklama yapması doğaldır. Çünkü Barzani iki gün önce “Bağımsız Kürdistan” derken, bugün bu hayal suya düştü diyemez ve halkın tepkisini çekemezdi. Onun için ABD dönüşü yine “Bağımsızlık” söylemlerine sarıldı ve halkı umutlu tutmaya devam etti.
Açıkçası Obama, Talabani ve Burhan Galyun’un açıklamalarından sonra en son Barzani ile Erdoğan’ın açıklamaları ve ortaklaştıkları nokta, bir “ kirli ittifak” mı oldu sorusunu akıllara getirdi. Barzani: PKK, “bizi dinlerse iyi eder, yok dinlemezse biz PKK'nın çatışmayı bölgemize çekmesine izin vermeyiz. PKK'ye karşı; baskı, nasihat, konferans ne gerekirse, bütün yöntemleri kullanacağız. PKK, silahı yöntem olarak kullanırsa Güney Kürdistan’da hüküm sürmesine izin vermeyeceğiz diyerek, aslında ABD ve AKP’nin politikalarına ne denli sadık olduğunun ilk olmayan ama net işaretlerini verdi. Öyle yapmış olduğu; “Biz barış için varız!” gibi açıklamalar da tüm Kürt halkını oyalamadan başka hiçbir şey değildir.
Tüm bu gelişmeler ışığında siz olsanız objektif olarak; Yoksa ABD-Barzani, Erdoğan-İran, Suriye Ulusal Konseyi-İstanbul ve Erdoğan-Barzani görüşme ve açıklamalarından sonra, “katliam ittifakı” mı yapıldı? diye bir soru sormaz mısınız? Ben soruyorum.
21.04.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

19 Nisan 2012 Perşembe

Ey AKP; Cennet Kaç Puan?

                                                                     19.04.2010 / Mehmet Serhat Polatsoy
Aslında başlıktaki sorunun cevabı belli! Cennet’in puanı, 5670. Çünkü çağımızda bir çocuk için Minibook, cennetin ta kendisidir.
Dün akşam Urfa’nın en güzel geçen bahar günlerinden birinde dışarıda otururken gözüm, üç beş çocuğun ellerindeki broşürlere takıldı. Çocuklardan birisi dağıttıkları broşürü elime tutuşturunca, Yeşil Kuşak Teorisinin kuramcısı ABD ve orada ihtisas gören Fetullah Gülen’in örgütüne bağlı AKP Müftülüklerinin, ne kadar korkunç işler yapabileceğini bir kez daha gördüm ve açıkçası bunların beyin kıvrımlarında dolaşanları düşündükçe de ürktüm. Anlaşılan Ilımlı İslam teorisiyle özdeş Liberalizmin yansıması olan yaldızlı, cancanlı, ışıklı, boyalı ve badanalı her türlü araç mevcut sistemce inceden inceye kullanılmaya başlanmış.
Broşürde dikkatimi çeken şey, hiçbir dinde görülmeyen; Çocukları kullanma eylemi. Oysa çocuklar din’en masum ve günahsızdırlar ve insanoğluna hile ile yaklaşmak Kuran’ı Kerim tarafından yasaklanmıştır. Bu işe hile değil de teşvik denilirse de, o zaman bunu diyenler bana Kuran’ı Kerim’de çocukları ibadet etmeleri yönünde teşvike ilişkin tek bir ayet göstersinler.
Açın okuyun Kuran-ı Kerim’i, bakalım çocukların ibadetleri ile ilgili tek bir ayet bile bulabilecek misiniz? Bu uygulama sevmediğiniz, dışladığınız, kâfir dediğiniz ne Hıristiyanlık, Yahudilik ne de diğer hiçbir dinlerde yoktur. Ne demek kampanya düzenleyerek çocukları camiye çekmek! Bu nasıl bir anlayıştır demeye gerek yok aslında. Anlayış belli! ABD patentli Fetullah Gülen münafığının ılımlı İslam’ından seçmeler…
Çok uzatmadan elime geçen broşürde yazılanları olduğu gibi buraya aktarmak istiyorum.
Broşürde aynen şöyle yazıyor; Namazını camide kıl…Puanları topla…Ödülü kap!...Haydi çocuklar camiye…
63 gün 5 vakit namazını camide kıl, Minibook’u al !!
Minibook’lar, 63 gün 5670 puan, Bisikletler, 58 gün 5220 puan, MP5 çalarlar, 53 gün 4770 puan, Müzik kutuları, 43 gün 3870 puan (ara not olarak da PROMOSYON; 1 gün 5 vakit katılan herkese sürpriz hediyeler), MP4 çalarlar, 33 gün 2970 puan, MP3 çalarlar, 25 gün 2250 puan, Futbol topları 20 gün 1800 puan, Gameboy, 15 gün 1350 puan, Zikirmatikler, 10 gün 900 puan veeee Zekâ küpleri, 1 gün tamı tamına 90 puan.
*
Ama ben hastaydım hiç puanım yok, hani bana hediye demeyin sakın. Ey hasta olanlar, sizler keyfinizden hasta oluyorsunuz, onun için sizlere hediye mediye yoook.
Bu kampanyaya sadece Müslüman olanların çocukları katılabilecek ve hediyeler alacak! Zaten bu kampanyayı düzenleyen örümcek beyinliler, diğer dinlere mensup olanların çocuklarına çocuk gözüyle bakmıyorlar.
Yok böyle bir kampanya!
Mantığa bakar mısınız; neymiş efendim, topla puanları hediyeleri kap! Bir zamanlar Erbakan’ın partisine oy toplama kampanyasındaki “cennet vaadi”  gibi, Fetullah Gülen örgütü de namaz kılan çocuklara PC veriyor. Bu PC bir yerde çocukların cenneti oluyor.
Haydi çocuklar, toplayın puanları Cennet sizlerin olsun!
Herhalde bu kampanyayı yapanlar önceden gelecek eleştirilere kılıf bulmuşlardır. Ancak onlara, Hakikate kılıf bulunamayacağını sadece birkaç soruyla göstereceğiz.
Soru 1: Madem çocukları namaz kılmaya teşvik ediyorsunuz ve aklınızca iyi bir şey yaptığınızı sanıyorsunuz. Peki hiç hata yaptığınızı düşünemiyor musunuz? Yani sizler Allah’a karşı geldiğinizi idrak edemiyor musunuz? Yoksa sizin Allah’ınız AKP hükümeti mi? Hadi diyelim ki gerçekten de masum bir kampanya düzenlemişsiniz; o zaman o çocuklar, ya o PC ile ders çalışma yerine porno sitelerine girerse ne olacak? Nasıl bir cevap vereceksiniz? Biz engelleyemeyiz mi diyeceksiniz? Kendisi mi bilir, diyeceksiniz? Madem siz engelleyemeyecek ve kendisi bilir diyecekseniz, o zaman neden çocukları camiye çekmek için böylesine sahtekârca dinde olmayan kampanyalar düzenliyorsunuz?  Ve o zaman neden çocuklara dinen olan günahları ve ahlaksızlığı öğretmenin yollarını gösteriyorsunuz? Biliyorsunuz ki bu teknolojinin içerisinde her şey var. Ne malum etkilenmeyeceği? Nasıl sizin kampanyanızdan etkilenip sırf PC’yi almak için namaz kılmışsa, yine PC’nin nimetlerine takılıp etkilenerek yanlışa düşmeyeceğine nasıl garanti vereceksiniz? Bırakın çocuk namaz kılmak istiyorsa kılsın. Dini inanca göre “hile” ile kılınan namaz neye yarar? Hem siz Kuran’daki “hile” ile ilgili ayetleri biliyor musunuz? Neden zorluyorsunuz? Teşvik ise, teşvik bir yerde dürtme değil mi? E peki hem mantık, ahlaki ve hem de dürtmenin felsefi karşılığı, baskı ve zorlamayla aynı kapıya çıkmıyor mu?
Madem çok Müslümansınız, sizler Dinde zorlama olmadığını bilmiyor musunuz? Sizin ne ilim ne de bilimden zerre haberiniz yok, sizler sahtekârların en önce gidenisiniz. Kur’an sizin gibilere küfür ehli ve münafıklar diyor, biliyorsunuz değil mi?
Soru 2: Eğer bu çocuklardan herhangi birisi hasta düşer de 63. günün son bir günü camiye gidemezlerse, rapor geçerli olacak mı? Geçerliyse, raporu nereden alacaklar? Bence bu sistem, kendi doktorlarına da güvenmez, o yüzden raporu müftülerinden alırlar. Peki, müftülüklerin rapor sonucu; Şu çocuk ibadetini evde yapması uygun ve hediyeye hak kazanmıştır mı olacak? O zaman bir de bu hasta çocuğa reçete hazırlamak gerek, değil mi! Müftülük reçetesinde ne mi olacak? Boş bir reçete ve en altta; Not: Müftülüğümüzde ilaç yoktur. Zaten ilaca gerek te yoktur. Ayet-el Kürsü yeterlidir. Ya da; Nereniz ağrıyorsa sağ elinizi ağrıyan bölgeye bırakın ve üç sefer besmele çekin, geçer…
Soru 3: Hangi çocuğun kaç gün geldiğini veya kaç puan aldığını nasıl bileceksiniz de hak ettiği hediyeleri vereceksiniz? Bu çocuk bu hediyeleri kazanmak için her namaz kıldığında; hocam bakın beni yazmayı unutmayın mı diyecek? Yoksa memur gibi her gelişinde imza mı atacak? Ya da camilere son teknoloji göz tanıma sistemi mi kurulacak?
Soru 4: Kampanyanın sonunda, kampanya şartlarına uyan çocuğa vereceğiniz Minibook ile beraber “internet paketi” de dâhil mi? Göründüğü kadarıyla bastırdığınız broşürlerde böyle bir madde yok. E yoksa o çocuk aldığı minibooku ne yapacak, oturup yüzüne mi bakacak? Ya o çocuğun ailesinin ekonomik durumu internet bağlamaya uygun değilse, sizler neden aileleri zor duruma düşürüyorsunuz? Bu yaptığınız günah değil mi? Bu eylemin Kuran’daki karşılığını biliyor musunuz?

Soru 5: Kampanyaya katılmak için şartlarınız nelerdir? Mesela ben Urfa’da dağıtılan broşürde yaş haddi görmedim.  Ya da, sağlık sorunlarından dolayı dışarıya çıkamayan çocuklara özel bir madde göremedim.
Yaş sınırı olmadığına göre ben gelsem bana ve hasta çocuklara evde ibadet yaptıkları için minibook verecek misiniz? Yoksa sizin amacınız insanları camiye çekip, çürümüş ve örümcekleşmiş ideolojilerinizi yedirmek mi olacak?
Beyler, hiç mi hiç kusura bakmayın! Kürdistanlı çocuklar sizin İktidar-İslam’ınızı da bilirler, Hz. Muhammed dönemi Müslümanlığını da. Boşuna uğraşmayın, ne sizin hediyeleriniz, ne de irşat timleriniz Kürt çocuklarını giriştikleri özgürlük yolundan alı koyamaz. Kürt Özgürlük Hareketi’nin verdiği özgürlüğü sizin gibi münafıklar veremez. Kürt çocukları ancak ve ancak özgürlüğü elde ettiğinde, Hakiki İslami yaşamak adına giderler özüne uygun camilere.
Sizi gidi din istismarcıları münafıklar sizi. Her şeyi gördüm de, çocukları dine alet etmeyi ilk defa AKP hükümeti döneminde gördüm. Sizler Din’en cehennem ateşinde nasıl yanacaksınız veya sizler o günahını aldığınız Kürdistan’lı çocukların hesabını nasıl vereceksiniz bilmem ki!