27 Şubat 2013 Çarşamba

Kürdün Kürdistan sevdası yok mu?


AKP’ce ‘tasfiye’, Sayın Öcalan tarafından da “barış” adına işletilmek ve sonuç alınmak istenen, ‘belirsiz’ bir süreç var. Sözde barış süreci denilen ve böylesi Ortadoğu dengelerinin Kapitalist modernite yürütücülerince kendi kazanımları doğrultusunda şekillendirmek istediği bir zamanda kimse, günlerdir aralıksız bir şekilde HPG gerillalarının bulunduğu Medya Savunma alanlarına dönük Türk uçaklarının bombardımanlarını görmüyor. Bu çevreler adeta üç maymunları oynuyorlar. Ama yarın bir diğer gün TSK operasyonlarına karşı HPG, Öz Savunma, Ölümsüzler Taburu ve Özel Kuvvet birimlerinin de operasyonu olursa yine bu çevreler söz hakkını kimseye vermeyerek, ‘PKK süreci sabote ediyor’, diyecekler.

O zaman; Kürtler mi ‘süreci’ sabote ediyor? demeden edemiyor insan.

Doğru ya, Akad’larla başlayan sömürü düzeni ve esasında Abdurrahman Paşa isyanından PKK isyanına kadar tam 29 isyanda da süreci, Kürtler sabote etti!
Zaten Yahudi katliamını yapan da Hitler değil Kürtlerdi!
Evet evet Yahudi ve Ermenileri soykırımdan geçiren kesin Kürtler olmalı!
Dersim, Zilan, Çorum, Maraş, Sivas, Gazi ve Roboski katliamlarını da Kürtler yaptı!
Kürtler bununla yetinmedi ve Nagazakiye atom bombasını da attı!
Çernobil faciası desen, Kürtlerin yüzünden oldu!

Kürtler süreci sabote ediyor, provokasyonu yaratan Kürtler! Bak sen şu işe! HDK’ymiş, ne HDK’si, Kürtler HDK adı altında Karadeniz’i işgal edecek. Bir barışçıl süreç varmış ve bu süreci sabote eden Kürtler-miş! Senin neyine halkların kardeşliği, bırak olacaksa onu da AKP yapsın. AKP istediği yere elini kolunu sallaya sallaya gitsin! Gitsin tabi.

Gitsin de, HDK-BDP niye gitmesin, diye sormadan edemiyor insan.

Öyle ya AKP gidince ‘barışçıl’ HDK-BDP gidince provokatif oluyor! Erdoğan bir Türk Başbakanı olarak Türkiye ve Kürdistan’ın tüm şehirlerine gidebiliyor ama BDP, Türk meclisinde temsil edilmesine rağmen gidemiyor. Aman ikinci Habur olmasın deniliyor da, başka bir şey denilmiyor. Sözde barışçıl süreç için “aman siz yerinizde durun, biz gerekeni yaparız; yerinizden kıpırdadınız da mı, gerekenler böyle yapılır” denilmek isteniyor.

Türkün hassasiyetleri var, akıllı olun deniliyor. Hem oturun oturduğunuz yerde, siz değil, İmralı’ya gidecek heyeti biz belirleriz, deniliyor. Heyette belli oldu, gitti ve geldi. Tüm her şeye rağmen İmralı’dan gelen ilk mesaj, Sayın Öcalan’ın ne denli hümanist karaktere sahip olduğu gerçeğini bütün dünyaya bir kez daha göstermiş oldu.

Türk’ün adı kullanılıp lekelenerek aman dikkat; ‘Türkün’ hassasiyeti var deniliyor.
İyi güzel de,  iki yüzyıldır Türk ulus-devletinin faşist anlayışından zulüm gören Kürdün hassasiyeti yok mu, demeden, edemiyor insan.

TSK operasyonları olsun ama gerilla hareketlenirse süreç, sabote oluyormuş!
Geçtiğimiz günlerde Amed’de Türk Emniyetinin aracı tarafından ezilip öldürülen 19 yaşındaki Şahin Öner’i katleden zihniyet süreci sabote etmiyor da, Sayın KCK yetkililerinin ve HDK’lilerin Karadeniz gezisi mi ediyor? Aralıksız bir şekilde süren askeri operasyonlar ve her gün Zap, Kandil ve Metina’ya bombardımanlar süreci sabote etmiyor da, Hakkari’de iç çamaşırında el bombasıyla yakalanan şehir gerillası mı süreci sabote ediyor? Kürdistan’da üstlenmiş Türk devletinin son teknolojiyle donanımlı askeri birlikleri ve karakolları değil de, Gerillanın elindeki savunma amaçlı keleşi mi süreci sabote ediyor? Yani TSK değil de, PKK mi tahrik ediyor, sözde barışçıl süreci?

Oslo masasını deviren de Kürtler; muhatap kabul etmeyip Sayın Öcalan’a tecrit uygulayan da!
Öyle ya, zaten Kürdistan Özgür Kadın hareketi öncüsü Sakine Cansız’ı da Kürtler katletmişti!
Evet zaten Kürdistan’da Jitem’i, Hançer’i, Askeri ve Polisi değil DTK ve BDP temsilcilikleri terörist faaliyet yürüterek halka baskı uyguluyorlar!

Sonra da Türkün hassasiyeti var, Türk halkı terörden çok çekti, deniliyor.
Peki Kürt halkının çektiği nedir? Kürdün çektiği acı, hak mı? demeden edemiyor insan.

Her gün Türk devlet yetkilileri ve AKP kurmayları tek tek tek diye teklemeye devam ederek; aman dikkat süreç çok hassas, diyorlar; “bir gece ansızın gelebiliriz, sizi sıcacık yatağınızdan, eşiniz ve çoluk çocuğunuzdan alıp soğuk zindanlara atsak da sesinizi çıkarmayın”! Siz yerinizde durun, biz gelir sizi buluruz, kimyasallarla yakarız canınızı, aileleriniz bile sizi tanıyamaz ama süreç çok hassas, siz kesinlikle sesinizi çıkarmayın deniliyor.

Sonra da kırmızı çizgilerimiz var deniliyor.

Türk devlet ve maalesef ‘hiçleştirilmiş’ halkının kırmızıçizgileri var da, direnen Kürdün yok mu?
Türkün Türkiye vatan sevdası var da, Kürdün Kürdistan sevdası yok mu?
Türkün asker sevdası var da Kürdün gerilla sevdası yok mu?
Türkiye’nin ve Türkün bölünmez bütünlüğü mesele iken birleştiricilikten söz ediliyor da, Kürdün ve Kürdistan’ın bölünen bütünlüğünü bir statüye kavuşturmaktan söz edilirken, neden bölücülük oluyor? Bir halkın önderine “enstrüman” denilip hakaret ediliyorken Kürdün hassasiyetleri görülmüyor da, Türkün üniter ulus-devletine söz söylenince mi hassasiyet oluyor?

2013 yılı bir milad; ya çözüm ya hiç!

Heyet gitti ve geldi.
Umarım İmralı görüşmelerinden bir sonuç çıkar ve Kürt halk önderi Sayın Öcalan’ın yol haritası uygulanır da, Kürdistan ve Türkiye halkları gönüllü birliktelikle eşit ve özgür koşullarda yaşarlar.

BDP Kandil yolunda ve Kandil yoğun bombardıman altında. Yaşanan bombardımanlarda 4 HPG gerillası şehit düşmüş. Şimdi'den AKP niyetini ortaya koydu. Tahrik büyük ve sanırım iç savaşa kadar gidecek.

Öyle görünüyor ki Türk devleti ve AKP daha çok süreçler sabote edip yaşamları heba edecek.
 

14 Şubat 2013 Perşembe

Urfa’nın demografik yapısıyla oynanıyor


Kutsallık ve lanetliğin soluk soluğa olduğu, kara bulut ve dumanlarla çevrili kadim Urfa şehri, Kürdistan’dan koparılmak tampon bölge haline getirilmek isteniyor.

Beş bin yıllık tarih başlangıcına baktığımızda Urfa, Aryen ve Amorri halklarının iç içe yaşadığı Kürtlerin yoğunlukta olduğu bir şehirdi. İslam ile birlikte Arapların baskın varlık göstermesi, Osmanlı ile birlikte de Süryani, Ermeni ve Türklerin dâhil olup inançsal ve kültürel öğelerin zenginliğiyle birlikte bu şehir, -zorunlu da olsa- halklar mozaiği adını alarak kozmopolit bir hal aldı. Tüm bunlara rağmen Kürt nüfusunun çoğunlukta olduğu şehir ve yüzlerce yıldır da kardeşçe yaşayan bu halklar, şimdi karşı karşıya getirilmek ve demografik yapısıyla oynanılmak isteniyor.

-Sosyolojik ve bundan doğru psikolojik nedenleri olsa da- Urfa’nın neredeyse İslam ve PKK dışında hiçbir dinsel ve ideolojik düşünceye ev sahipliği yapmaması ve halklarının kardeşçe –Aşiretçi ve Töre olgusu baskın olsa da- ümmet ve komünal anlayışla yaşıyor olmasının altında yatan neden belki de İbrahim peygamberle birlikte başlayan hem metafizik öğelerinin bu şehrin doğasında var olması ve hem de bir direniş kültürünün Sayın Öcalan’ın doğumuyla bu topraklarda ekilip, filizlenerek boy vermesi ve meyvelerinin toplanmasındandır.

Çoğunlukta Kürtler olsa da, Urfa’nın zaten heterojen olan demografik, kültürel ve inançsal yapısı Osmanlı’dan sonra da birçok kez bozulmaya, halklar arası çelişki yaratılmaya çalışılmış ve en son bunu destekleyici –ve geleceğe yatırım- olarak Kenan Evren eliyle Özbekler, Ceylanpınar’a (Serêkanîyê) yerleştirilmiştir. Fakat Özbekler eliyle de Urfa, özgün yapısından taviz vermeyerek, halkları kardeşçe yaşamasını bilmiştir.

Öyle görünüyor ki bugün bu birliktelik, –mültecilerin Urfa’ya yerleştirilmesinin- Suriye savaşının sonuçları diye yutturulmaya çalışılarak, bin yılların kardeşlik ülküsü bozulmak isteniyor. Amaç Urfa şehrini –nüfus çelişkisi doğurup kullanarak- teslim ve sonra doğallığında tek parçalı hale getirmek ve Kapitalist modernitenin duvarları arasına hapsetmekten başkası gibi görünmüyor.

Gelinen sürece zemin hazırlamak için Nakşi ve Sülaymancıların uzun yıllar mekanı olan ve şimdi de hem Fetullah Cemaatinin yoğun örgütlenme alanı haline gelen ve Abi-Abla’larının AKP hükümeti destekli çalışmaları ve hem de -derin ve derin olmayan- her haliyle Türk devletinin özel ilgi alanı olan Urfa, açıklanan resmi rakamlara göre son aylarda savaştan kaçan 200.000 bin Arap halkını topraklarında barındırıyor.

Sömürgeci planları gereğince Türkiye destekli ÖSO çetelerinin Suriye’den kaçırttığı Araplar, bugün Urfa şehrinde mevcut nüfusa nüfus ekleyerek yaşamlarını sürdürmektedirler.

Savaştan kaçan Arap halkı, hangi sömürgeci planlarına ortak olduklarını bilmeden bugün hem Akçakale ve Ceylanpınar’da kurulan ‘sözde’ mülteci çadır kamplarında ve hem de Urfa şehrinin merkezinde yaşamakta ve iyiden iyiye toplum arasında öyle veya böyle yer edinmektedirler. Artık bu insanları Urfa’dan sökmek neredeyse imkânsız gibidir.

Son günlerde YGP güçlerinden ağır darbeler alan ÖSO çete elemanlarının da barınma, üslenme, tedavi görme ve eğitim alma alanı olarak da kullanılan bu çadırlar ileri ki yıllarda bir yapılaşmaya ve kentleşmeye kadar giderek hem şimdi AKP’nin ve ileriki yıllarda gelecek iktidar partilerinin oy deposu ve hem de Türk devletinin Kürtlere karşı kullanacağı bir “nüfus” olarak karşımıza çıkacak olabilme ihtimali sömürgeci planlar dâhilinde ve göz ardı edilmemelidir.

Kürdistan’ın en eski şehri olan Urfa’nın genel nüfusu bugün itibariyle resmi rakamlara göre 1,716,254’tür. Arap nüfusu şehir merkezinde –bağlı olduğu köy ve mahallelere bakılarak- tahmini 150.200,000 civarındadır. Akçakale ve Harran’da ise büyük bir yüzde ile homojen bir yapı var ve nüfus Araplardan oluşmaktadır. Bu ilçelerin nüfus toplamları ise genel olarak 156,000’dir. Ceylanpınar ve Viranşehir’de de genel olarak 50.000 dolayında Arap yaşamaktadır. Buna göre Urfa’daki genel Arap nüfusuna baktığımız zaman karşımıza çıkan tablo ortalama 400.000 civarındadır.

Urfa üzerinde her ne kadar sömürgecilerin planları olsa da biliyoruz ki büyük bir güç ve denge olan Öcalan önderlikli bir de PKK gerçekliği var. Urfa şehrini sömürgeci amaçlara kurban etmeyecek kadar kararlı bir hareket ve halk gerçekliği var. “Demokratik ekolojik, cinsiyet özgürlükçü paradigma” temelinde inşa edilecek olan bir Demokratik Özerk Kürdistan modeli var ve Urfa, bu modelin tam merkezinde bir şehirdir.

Bugün ki Arap nüfus rakamı sömürgecilerin –Vaat edilmiş topraklardan dolayı- dolayısıyla İsrail ve –Ilımlı İslam model şehrinden dolayı da- Türk devletinin- Urfa üzerindeki planlarını harekete geçirmek için pek yeterli gibi görünmüyor çünkü burada hala Kürtler çoğunlukta. Anti-hümanist karakterli sömürgeci zihniyetin zihinsel çıkarımıyla reel-politik ‘gerçeklik’te kabul gören nüfustan doğru bir akıl yürütmeye göre planlarının sorunsuz bir şekilde yürümesi için Arap nüfusu Kürt nüfusuna ortak olmalı ki Urfa, sömürgecilerin istediği gibi at koşturacağı bir alan haline gelsin ve olduğu halden daha geri bir pozisyona itilebilsin. İşte bunun için de Suriye’den Arap halkı Urfa’ya transfer edilmekte ve sözüm ona PKK’nin alanı daraltılmak istenmektedir.

Urfa’nın demografik yapısı sadece bununla sınırlı kalmamaktadır elbet. Son aylarda Urfa’nın yerel gazetelerine dahi konu olan “Doktorların Urfalı kadınlara; çocuklarınız “down sendromlu” doğacak, en iyisi siz bu çocukları doğurmayın” deyişlerindeki artış da gözlerden kaçmıyor. Sonradan benim çevremden de aldığım bilgilere göre doktorların özellikle Kürt Kadınlara karşı bu tedbirleri geliştirdiği ve bir plan dâhilinde olduğu da ortaya çıkmış oldu. Ayrıca Urfa şehrinde her yıl en az 60.000 doğum var ve istatistikî verilere göre bu doğumların büyük çoğunluğunu Kürt kadınları gerçekleştiriyor. Buna tedbir olarak ise nüfus planlaması dâhilinde bizler, Kürt mahallerinde kapı kapı dolaşan hemşireleri de görmekteyiz.

Her ne olursa olsun biz Kürdistan coğrafyasında sonradan yerleştirmelerle nüfusu Kürtlere oranla daha fazla olan şehirlerde bile mevcut paradigma ekseninde ahlaki-politik bir toplum yaratılarak Demokratik özerkliğin sorunsuz bir şekilde işleyeceğini biliyoruz bilmesine de, açıkçası bu planlara karşı hem Kürdistan özgürlük hareketi ve hem de Urfa halkı zihinsel, politik ve öz savunma temelinde bir tedbir geliştirmezse, aklı –fiziksel ve ruhsal- savaşa yatkın olan sömürgeci planların devreye girmesi kaçınılmaz olacak ve ortak soluklanılan kutsallık ile lanetlilik, Özgür Kürdistan’a bağlı Kutsal Urfa yerini tamamıyla lanetliliğe bırakabilecek ve Urfa şehri Kapitalist Modernitenin Ortadoğu’daki ‘gül bahçesi’ olacaktır.