İHD’nin 2012 hak ihlalleri raporuna göre bu yılda Kürdistan
cezaevlerinde;
Ölen ve yaralananların sayısı: 26 ölü – 65 yaralı… İşkence:
186… Sevk: 1303… Sağlık hakkı ihlali: 239… Aile görüşü engellenenler: 25… Tecrit
ve izolasyon: 28… Haberleşme ve bunun gibi hakları engellenenler:319… Açlık
grevleri sırasında yaşanan ihlaller: 15… Diğer ihlal ve başvurular: 32 olarak
2012 hak ihlalleri kayıtlara geçmiş ve bu ihlaller 2013 yılında da artarak
devam etmiştir.
2013 yılının başından bugüne kadar ki hak ihlalleri de 2012
yılını aratmamaktadır. En son Tekirdağ zindanındaki açlık grevleriyle doruğa
çıkan hak ihlallerinden de anlaşılıyor ki AKP hükümetinin veya Türk devletine
ortak diğer güçlerin PKK’nin iyi niyetini istismar edip bu anlamda da “süreci umursamayarak”
uyguladığı ve sistematik olarak da yürüttükleri bir baskı ve zulüm
politikalarının olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak 2012 yılını karakter olarak 2013 yılından ayıran
bilindiği gibi, Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın başlatmış olduğu
“çözüm süreci”dir. Böylesi bir süreçte zindanlardaki hak ihlalleri Türk devleti
ve AKP hükümetinin niyetini soruşturmalık kıldığı kadar Kürt halkının da sürece
“daha fazla temkinli” yaklaşmalarını mecbur kılmaktadır. Belki mevcut baskıcı
sistemin istediği de Sayın Öcalan’ın başlatmış olduğu halkların eşitliği ve
gönüllü birlikteliği sürecini provoke edip sürece yaymak ve mümkünse içini
boşaltarak sabote etmektir. Özellikle Tekirdağ zindanındaki hak ihlallerinin
akıl almaz boyutlara ulaşması bir yerde de bunun göstergesi gibiydi!
Yine basına çok fazla yansımayan Kürdistan ve Türkiye
cezaevlerindeki hak ihlalleri Türkiye’de hala çok başlılığın olduğunu gösteriyor.
Dün ajanslara düşen Şakran cezaevindeki durum da biraz bu
yönlüdür. Şakran zindanında “kimin denetiminde olduğu netleşmeyen” çeteci gardiyanlar
grubu, kadın tutsakların olduğu koğuşlara girerek çıplak arama dayatmasında
bulunup tutsaklara saldırmış. Bunun sonucunda bu onursuz uygulamayı kabul
etmeyerek direnen 3 kadın tutsağın da yaşanan saldırıda, yaralandığı
bildiriliyor. Yine Bolu zindanında da bu yönlü uygulamaların olduğu görüşlere
giden arkadaşların anlatımlarında ortaya çıkıyor. Açlık grevi ardından Tekirdağ
zindanındaki baskı ve zulmün ciddi boyutlara ulaştığı yine bugün ajanslara: “Tekirdağ
F tipinde kitap ve yemek işkencesi sürüyor” olarak yansıdı.
Sayın Öcalan tarafından başlatılan çözüm süreci ekseninde
tıpkı Gerillalar çekilirken, askeri faaliyet, keşif, pusu ve bombardımanlarına
devam eden TSK’nin “kimin denetiminde olduğu” sorusu akıllara geldiği ve
Polislerin Hizbikontralar eşliğinde yurtsever öğrencilere saldırmasıyla “Polisler
kimin denetiminde” olduğu sorusu gibi yine zindanlarda da sergilenen böylesi çeteci
gardiyan pratikleri de akıllara; “Cezaevleri hangi güçlerin denetiminde?”
sorusunu getiriyor.
Başta Kürtler olmak üzere Barış ve Demokratik çözüm
sürecinin olması gerektiği gibi sonuçlanmasını isteyen tüm çevrelerin,
zindanlarda yaşanan bu baskı ve zulüm politikalarına karşı ses vermeleri ve
demokratik tepkilerini yüksek sesle eylemselleştirmeleri gerekmektedir. Çok geç
kalınmadan DTK, BDP ve HDP’nin Kürdistan ve Türkiye’de “demokratik meşru
direnişi” örgütlemeleri ve zindanlarda bu uygulamaları yapan yönetimleri geri
adım atmaya zorlamaları gerekmektedir.
Sayın Öcalan’ın başlattığı çözüm süreci de aslında baskıcı
otoriteye karşı “demokratik meşru direnişin” örgütlendirilip
hareketlendirilmesi ve sürece cevap olması temelindedir.
Bizler özgürlüğün diğer hak talepleriyle birlikte “bir
yerde de”, ancak zindanlardaki tutsaklara sahip çıkmayla da geleceğinin
bilincinde olmalı ve bu temelde Türk devletini çözüme zorlamalıyız. İHD’nin
2012 yılına ilişkin yayınladığı hak ihlallerinin 2013 yılında da yaşanmaması
için görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmek durumundayız.
Eğer bugün zindanlarda bu kadar baskı ve zulüm varsa bu bir
yerde sorumluluğunu yerine getir(e)meyen bizlerin eksiklik ve yetersizliği
nedeniyledir.
Türk devletinin çok başlılığı ve cezaevlerinin Gülen örgütü
mü yoksa danışıklı olarak AKP hükümetinin mi kontrolünde olduğuna bakmazsızın yeni
sürecin direnişçi ruhuna cevap olmalıyız. Olacaksa da “Demokratik kurtuluşla
özgür yaşamı inşa etme” sürecinin öyle 2012 yılında olduğu gibi yetersiz değil ancak
baskı, zulüm, sömürü ve işgale karşı “demokratik meşru” tepkiler vererek sonuç
alıcı olacağını da ciddi anlamda bilince çıkarmamız gerekmektedir.
Görev ve sorumluluğumuzu yerine getirmediğimiz müddetçe
zindandaki baskı ve zulümleri TC değil, hakikate göre elimizde her türlü
demokratik direniş imkânı olduğu halde, tepki örgütlemeyip vermeyen DTK, BDP,
HDP ve diğer kendine devrimci demokratım diyen STK’larla Aydın ve Yazarlarımız,
yani bizler yapıyor olmuş sayılacağız.