27 Ağustos 2015 Perşembe

Erdoğan’ın modern monarşi aklı!

Monarşist aklı ve dolayısıyla tarihi öyle çok gerilere götürmeden diyalektiğe başvurduğumuzda Erdoğan’ın, mutlak monarşi istemini görmemiz içten bile değildir. Erdoğan’ın dün Esad ve diğer diktatörlere salık verdiği demokrasi söylenceleri binlerce yıl öncesinde kil tabletlere yazılan mitolojik anlatıların birer tanrısal versiyonlarıdır. Mitolojik anlatılardan onu ayıran tek yanı sahte ve analitik akılla oluşudur. Tekçi, merkeziyetçi ve mutlak monarşinin başladığı yer de, tam da burası, yani faşizm karakterli iktidar anlayışının dini tandanslı ritüellerle afyonladığı tebaasına sunarak kendisini pazarlama anıdır. Tanrısal hakka sahip olduğunu düşünenler Esad ve diğer diktatörlerin ruhlarına büründüklerini kabul etmezler.

İktidar hastalığı kroniktir. Bir kanser hücresi gibi sürekli yayılır. Kendisini işlevsiz kılmayla paralel, toplumu da kanser eder. Ruh ve bedenden çıkışı da ancak ölüm ile oluyor ki dışsal bir müdahale yetersiz kalabiliyor.

Kürt halkının ve Özgürlük hareketinin mücadelesini görmeyerek öncelikle resmi tarih, Türkiye gibi bir Ulus-Devletin çöküşü için “her şey başkan olma sevdası yüzünden başladı” diye yazacak. Oysaki çöküşün olması gerektiği, Ulus-Devletin aşılması gereken bir sistem olduğu ve Erdoğan’ın Halife hülyasında olan hastalıklı bir monark oluşundan dolayı sadece olması gereken yer, mekân ve zamanda olduğu sonucunu yazmayacak. Tıpkı şuanda bazı liberallerin AKP ile olan anlaşmazlıklarında Kürt özgürlük hareketi ve mücadelesini görmedikleri gibi.

Ulus-Devletin aşılması Erdoğan ile gerçekleşecek!

Bir Başkanlık dayatması var ve Erdoğan bunun adına Türk tipi Başkanlık sistemi diyor. Yani “Başkanlık olacak ama Özerklik, Federalizm olmayacak”! Bir adım ilerisinde “yerel yönetimlere özerklik gelebilir ama Vali benim valim olacak”! Bir adım daha ileriye giderek II.Mahmut da kim oluyor; Abdulmecid, Abdulhamid ve Atatürk benim doğuşumu müjdeleyenlerdir diyecek. Yeri geldi mi bunları hain bile ilan edebilecek! Hamidiye Alayları yerine Erdoğan alaylarını kurarak Yıldız İstihbarat teşkilatına gönderme yapacak. Erdoğan Gülen cemaatini, kendisine darbe yapmak isteyen –aslında göbekten bağlı olduğu- İttihat ve Terakki uzantısı olarak gösterip kendisine bağlı birlikleri oluşturacak. -ki bu birliklerin bugün Kuzey Kürdistan’ın tüm şehirlerinde çeteler halinde cirit attığını görüyoruz-

7 Haziran seçimlerini darbeleyen bu monark aklın seçimler için 1 Kasım tarihini belirlemesi bu çetelerin, bugünlerde tatbikat yapıp şehirde profesyonelleşmesi için yeterli bir zamandır. Bugün özellikle Varto, Silopi, Yüksekova, Silvan, Amed-Sur ve Cizre’de bu çetelerin gerçekleştirdiği kanlı eylemleri bize 1 Kasım seçimlerinin de aslında Kürdistan’ı tekrar fetih-işgal amaçlı olduğu gerçeğini gösterebilmektedir. Önce ilçede veya bölgede “özel güvenlikli bölge” ilan et, tüm iletişim ağlarını işlevsiz hale getir, tüm giriş-çıkışları engelle sonra da evleri havan toplarıyla, halkı da silahlarla tara. Bu yöntem öyle 90’ların yöntemi değil, bir adım geri yani Amed zindanı, iki adım ileri yani 2015’lerin yöntemidir.

KCK Eşbaşkanlarından Sayın Cemil Bayık çağrı yapıyor. Bayık Kürt halkına; “Sokaklar işgalcilere terk edilmemeli” derken, Demokrasi güçlerine de; Türkiye demokrasi güçleri Türkiye’ye siyasi müdahale yapmalı, diyor. Bu çağrı oldukça yerinde ve anlamlıdır. Çağrının muhatapları olan öncüler ‘sırıtmadan’ gelişecek olan savaşın ciddiyetini anlar ve müdahale ederlerse, Ulus-Devlet aşılarak Demokratik bir Türkiye ve Özgür bir Kürdistan ortaya çıkabilir. Bu çağrıya yanıt için öyle 1 Kasım’ı da beklemeye gerek olmadan II.Abdulhamid’in tahta çıkış günü ve aynı zamanda Dünya Barış günü olan 1 Eylül’de güçlerini birleştirip bu kirli savaşa bir dur diyebilirler.
27.08.2015


3 Ağustos 2015 Pazartesi

Öcalan müdahil olmalı


Sayın Öcalan Türkiye’yi: Sorunu kendi aramızda çözmezsek hegemonik devletler çözer, diye çok kereler uyarmıştı.

Öyle görünüyor ki uzun soluklu bir savaş başlamış durumda. Bu savaşın emareleri öyle örtük ve elbet seçim öncesi gibi basına sızmayan cinsten de değil. Görünen savaşın aslında gecikmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki TSK 2015’in başlarından, ta ki Suruç katliamına kadar Medya savunma alanları üzerinde her an keşif faaliyetleri yapıyor,  karadan pusulama ve imha amaçlı operasyonlar ile gerillayı tahrik ediyordu. Bununla savaşı gerillanın başlatması amaçlanıyordu ama olmadı; gerilla tahrike gelmeyip büyük sabır sergiledi. AKP’li Türk devletinin böylesi saldırganlığın nedeni elbet salt Kuzey sabrı değil aynı zamanda Kobanê direnişi ve başarısıydı da. Erdoğan’ın “Dolmabahçe mutabakatını tanımıyoruz, ortada masa yok, Kürt sorunu yok” tarzından inkâr söylemleri sadece onu içten içe kemiren faşist duyguların bir dışa vurumu ve uzun soluklu savaşın da bir ilanı değildi! Gecikmiş bir savaş derken kastedilen, PKK’nin halkların özgürlük hayalinin barışa evirilebilmesi için tahrike gelmemiş olmasından kaynaklanıyor.

Kürt özgürlük hareketi Erdoğan’ın maskesini düşürdü!

PKK’nin Erdoğan’ın savaş ilanını görmezden gelmesi ve seçimlerde HDP’nin büyük başarısı en son, bu çevreleri isyana teşvik etmiş ve sonuçta DAİŞ adıyla Suruç katliamı gerçekleştirilmişti.

Peki! Türk devleti ile birlikte Erdoğan ve ekibi böylesi iç savaşa evirilme potansiyeli taşıyan bir savaşa neden giriştiler? Türk devleti ve Erdoğan bu savaşın neresindeler? Bunun gibi sorular çoğaltılabilir ancak açıklanan Dolmabahçe mutabakat metninin neden görmezden gelindiği sorusu bir büyük çelişkiyi gözler önüne seriyor çünkü bu  bir yerde, Türk Devlet için resmiyet kazanan bir sözleşmedir. Öyleyse Devlet istese de bundan kaçamayacağına göre neden AKP’nin kuyruğuna takıldı? Erdoğan’ın amacı sadece erken seçim ve iktidar olmak mı?
Evet doğrudur! Amaç sadece tekrar iktidar olup istediği gibi at oynatmak olarak görünebilir ama neden tekrar iktidar olmak istedikleri de çok önemlidir.

Bu soruların cevabı ve Türk Devleti ile AKP’nin ortaklığı için açığa çıkan iki referansa başvuracak olursak eğer bugün ilan edilen savaşın nedenlerine de ulaşabiliriz.

Öncelikle Erdoğan, şürekâsı ve AKP yetkililerinin açıklamalarındaki dil, üslup ve tarzlarına takılmamak, bunların nedeninin faşizan ruhlara sahip bireylerin neden olduğunu bilmek gerekiyor.

Öyleyse neden?
1)    Erdoğan, ailesi ve ekibine uzanacak olan 17/25 Aralık soruşturmaları,
2)    Türk devletinin bir terör devleti olarak anılmasına gidecek DAİŞ yardımları bu savaş ilanında bir nedendir demek abartı olmayacaktır.

Erdoğan ve erkânı sadece 17-25 Aralık ile soruşturulmayacak, bir de DAİŞ’ e yardım sunan hükümet yetkilileri oldukları için savaş suçluları olarak yargılanacaklar. Erdoğan’ın da devletin de yaptığı, zevahiri kurtarmaktan başkası değildir. Yine Güney Kürdistan yönetimi, KDP ve Barzani ailesini yanlarına çekmeleri de öyle alışık olunmayan pratikler değildi. Hem doksanlardaki savaşlarda PKK’ye karşı Türkiye saflarında yer almaları ve hem de sonraki işbirlikçi politikalarında bu güçlerin de -Kürt birlikteliğini baltalamaktan öte- öyle etken bir pozisyonda olmadıklarını dünya alem biliyor.

Bakmayın ABD ile Türkiye’nin İncirlik flörtüne. Bu sadece hegemonik devletlerin Türkiye’yi çektiği tuzaktır. Çünkü Türk devleti ne kendi halkına karşı yürüttüğü savaş suçlarından ve ne de bir başka ülkenin iç işlerine müdahalenin pratiği olan DAİŞ desteği için bir terör devleti unvanından kurtulamayacak. DAİŞ’i gösterip PKK’ye saldırmalarının nedeni de düşmanlık bir yana, zaman kazanmak ve “kim bilir belki PKK’yi biz bitirebiliriz de, Lahey’de yargılanmaktan kurtuluruz” hülyasından başkası değildir.

Evet!

Sayın Öcalan Türkiye’yi: “Sorunu kendi aramızda çözmezsek hegemonik devletler çözer”, diye çok kereler uyarmıştı ama olmadı, Türkiye dinlemedi.

Türk devleti ve AKP, PKK’nin ne 12 Eylül faşist darbesiyle ve ne de kurulan savaş hükümetlerinin denediği akla hayale bile gelmeyecek kirli savaş yöntemleriyle bitirilemeyeceğini biliyor. TSK eylemleri için Erdoğan ve Davutoğlu’nun: “Bu bir süreç işidir” demesi de savaşın derinleşeceği anlamına geleceğinden TC’nin bu yola baş koyduğu görülüyor. Bir başka görünen ise hegemonik devletlerin müdahalesidir. Bu durum Kürtler ve Türkiye’de yaşayan diğer sömürge halk ve inançlar için nasıl bir sonuç doğurur şimdiden kestirilemez belki ama bu savaşın kazananının Türk devleti olmayacağı açık ve nettir.

Birileri tez elden Türk devleti ve AKP’yi uyarmalı, Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması gerektiğini ve sorunların hegemonik devletlere havale edilmemesini, yoksa sonuçlarının çok ağır olacağını anlatması gerekiyor. Çünkü tek çare, Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan’dır.

02.08.2015