14 Aralık 2017 Perşembe

Demokratik Konfederalizm ve Kuantum Alan Teorisi!


Kürtler, Ortadoğu'nun fay hattıdır. Kürtler, Ortadoğu'nun fay hattı olduğu gibi, hiç bir katarın da yükü değildir.

Kürtler derken de bahsedilen; tarihin de tıpkı bireyler ve toplumlar gibi organizmalar halinde öz-gücü ile örgütlendiği, mikro ölçekte ışık hüzmelerini oluşturan fermiyon ve bozonların karekteristik özelliği gibi canlı olduğunu kabul gören düşüncelere sahip olan Kürtlerdir. Yani onun, bunun, şunun Kürdü olmadığı gibi sadece kendi kendisinin de değil.

Bu düşünceye sahip olanların özelliği; milliyetçi olmadığı kadar her halk ve inancın özgünlüğünü kendi içinde kabul eden bir enternasyonal, toplum olduğu kadar da, özgür-iradeye sahip bireydirler. Üçüncü Yol olarak da bilinen bu düşünce kuramı tek bir ırk ya da inancın özgürlüğü için değil, tüm ezilen halk ve inançların hem nesne hem de öznesi olarak tüm alanlarda yaşam buluyor ve çıkar gütmeden ilerleyebiliyor. Bunun son örneğini hem Rojava ve hem de Kerkük-Musul'a kadar ilerleyen güçlerden biliyoruz.

Bu akım, paradigmasal temelde bir yerde de Mikro fizikte Kuantum alan teorisini esas alarak, Makro evreni toplumsal yaşamına uyarlayıp Demokratik Konfederalizm'i, esas aldığı ahlaki-politik toplum ile ete-kemiğe büründürerek kuramlaştırdı. Bunu yaparken de ne Pozitivizm'den gıdasını alan ne de Post-Modernizme kayan olmadı. "Çok parçacık" olarak da bilinen kuram literatüre "Parçacık Alan Kuramı, yani Kuantum Alan Teorisi" olarak girdi. Bu kuram, "hareketli parçacık sistemlerinin kuantizasyonuyla ilgilenen parçacık mekaniğiyle benzer olarak, alanların hareketli sistemlerine parçacık mekaniğinin uygulamasıdır".

Demokratik Konfederalizm Kuantum Alan Teorisinin, toplumsallığa uyarlanan karşılığıdır. Ortadoğu ve hatta Dünya'nın gündeminde olan bu kuram, Coğrafya ve ülkelerin kangrenleşmiş olan (Filistin ve Kürdistan gibi) sorunlarına çözüm olabilecek tek yönetim biçimidir. K.A.Teorisinde "Alanların hareketli sistemleri" ile Coğrafyalarda ülkelerin "değişen-değiştirilmek istenen toprak parçalarını" birbirine eşitleyebiliriz. Buna göre bu hareketli sistemlere (ve toplumlara) "dıştan müdahale yerine" kendi öz varlıklarıyla hareket etmelerinin olanakları tanınırsa süreç, kaosa evirilse de çözümü kendi içinde bulabilir. Demokratik Konfederalizm, Ortadoğu özgülünde Dünya'nın diğer sorunlu coğrafyalarında da yürürlüğe alınan Oryantalist bakış ile gelen çözüm modellerinin gereksizliğini, kendi öz-güç formülüyle çürütebiliyor.

Aslında biz bunu Rojava özgülünde de gördük. Rojava, yani Kuzey Suriye denilen coğrafyada mücadele yürütenlerin 'kuantumsal sıçrayışlarına" şahit olduk. Bu sıçrayış, mikro ölçekte deney çalışmaları yürüten Kuantum alan teorisyenlerinin de önlerini açtı ki, Kürdistan'ın en küçük parçası, direniş içerisinde olan Kuzey ve Doğu parçalarının önüne geçip, olduğu yerden sıçrayarak dünyanın gündemine oturmayı başardı. Ne bir alan parçacık ve dalgasız, ne bir parça ve/veya dalga, alansız yaşayamaz.

Kuantum alan teorisine göre tarih, ne dün ve bugün, ne de yarın değildir. Tarih, an içinde yoğunlaşarak olduğun alanın, nesnel ve öznel koşullarına göre birey ve toplumu ahlaki-politik çizgide tutabildiğin oranda vardır. Aksi ise cansızdır. Cansız bir tarihten doğru olan zihniyet, bir gün öncenin koşullarıyla hareket eder ki bu, nesnel ve öznel yaşamda doğmatizmin kendini yaşatmasına, büyüyerek de canavarlaşmasına ve tüm değerleri yutmasına olanak tanır.

Kürtler, öyle günlük olarak yapılıp bozularak değiştirilen politikaların konusu olmaktan çoktan çıkmış durumda. Bırakın Kürtleri çepe-çevreleyen işgalci ülke yönetim erklerini, Hegemonik güçlerin dahi direkt karşıt bir pozisyon aldığında ileriye dönük hiç bir hesabının tutmayacağı bir düşünce gücünden bahsediyoruz. Bunu söyler ve yazarken de abartmıyoruz. Yazılan ve söylenen abartı değilse, gerçek yaşamda karşılığını bulmak zorundadır. Öyle ki 'Kürtler', bu gerçekliği defalarca ispatlamışlardır.

Dünya-Sisteminin kurumsallaştırdığı Kapitalist Modernite artık, Ulus-Devlet'lerle çıktığı yolun sonuna geldiğini, Sayın Öcalan'ın -hem de İmralı koşullarında- teorize ederek kuramlaştırdığı Demokratik Konfederalizm'in yarattığı etki alanından anlayabiliyor. Bu nedenledir ki bütün dünyayı kendisinin sanan İsrail'den, Ortadoğu üzerine entegre işgal girişimleri olan Rusya ve ABD'ye kadar bu güçler bile Ortadoğu'da Kürtler'den azâde bir sistem oluşturulamayacağını çok iyi biliyor. Bırakın "alavere dalavere Kürt memet nöbete" diyen ülkelerin Kürtleri artık kullanmaya çalışma çabasını, Hegemonik güçler bile artık Kürtleri, müttefik-ötesi olarak görüyor.

Kürtler, ne kimi toplum mühendislerinin dediği gibi "ABD askeri", ne de kimi analistlerin yanlış çıkarımıyla "Rusya'nın katarında" yer bulan bir güç değildir. Kürtler, bir dönem ABD  ve bir başka dönem de Rusya'ya yanaşmıyor. Her iki ülke de özgür-iradeli Kürdün yanında durmayı kendileri için daha uygun ve Kürtsüz kurulan masaların da anlam ifade etmediğini görüyorlar. Hem ABD, hem de Rusya ihtiyaç duyduğu, soluk almak istediği için Kürtlerin yanındadır ki bu ülkeleri Kürde çeken yan ise sadece özgür-iradeli oluşlarıdır.

Çekim merkezi olan Kürt değil; halklar ve inançların adalet, eşitlik ve özgürlüğü için mücadele yürüten özgür-iradeli bir gücün ta kendisidir ki bu güç, demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplum paradigmasına inanan milyonlardır.

12.12.2017

Mehmet Serhat Polatsoy

11 Kasım 2017 Cumartesi

AKP, Türkiye'nin ceketçisidir

                                                                                                                                                                              Mehmet Serhat Polatsoy
Tahran Belediye Başkanlığından İran Cumhurbaşkanlığına yükselen Ahmedinejad gibi, kendisi de  İstanbul Belediye Başkanlığından Türkiye Cumhurbaşkanlığına kadar çıkan R.T.Erdoğan'ın yaşam öyküsü oldukça ilginç. Öyle ki bütün geçmişiyle Milli Görüş geleneğine hizmet eden Erdoğan, AKP ile birlikte bir değişime girdi. Tabi değişime giren Erdoğan değil Türkiye'nin ta kendisiydi. Ortadoğu'nun girdiği yeni sürece Türkiye'nin de ayak uydurması gerekiyordu ki bu nedenle Erdoğan'a da BOP EşBaşkanlığı, iktidar olma ve kalma teminatıyla verilmişti. Görevi öncülüktü tabi ama, öncü dediysek de, öyle kahramanlık destanı yazan öncülerden bahsetmiyoruz.

Denizlerin Bağımsızlık mücadelesi vermesi sadece Dünya çapındaki 68'ler ekolünün bir yansıması değildi. Zira Türkiye ABD, İngiltere ve İsrail'e göbekten bağlı ve bağımsız değildi ki, şimdi Rusya'yı da eklersek, hala da öyle. Dikkat edecek olursak eğer TC'nin tüm politikaları, Kürt hakikatini görmeme üzerine şekilleniyor. Kurulan hükümetler, çıkarılan yasalar ve yapılan suni anlaşmaların hepsi bu hakikati boğmaya dönük oluyor. Bu anlamda nerede bir hak arama ve direniş varsa da politikalar ona göre uyarlanıyor. Strateji aynıdır; boğma ilelebettir.

"Biz milli görüş gömleğimizi çıkarttık" diyen Erdoğan'ın bu sözü Türkiye için tek başına yeterli değildi. CHP, MHP ve -bugünkü- HDP'nin de gömleklerini çıkartmaları, yırtmaları, olmadıysa daraltmaları gerekmekteydi. CHP'nin Ulusalcılığı, MHP'nin Milliyetçiliği ve kendilerince HDP'nin de 'Kürtçülüğü' törpülenmeliydi.  Partilerin ideolojilerindeki katılıklar ya esnetilmeli ya gevşetilmeli ya da mümkünse partiler olmamalıydı. Yine partilerin esnek görülen yanları katı, gevşek olan yanları da ensek hale getirilmeliydi. Buna göre Deniz Baykal'a yapılan kaset komplosu ile Kemal Kılıçdaroğlu'nun getirilmesi, -zaten bir Devlet görevlisi olduğu iddia edilen- Devlet Bahçeli'nin Türkeşgillere olan darbesi ile AKP'ye eklemlenmesi, Cemaatin AKP ile beraber Askeri yıpratması, İmitasyon ve fason bir darbe ya da bir Darbe kalkışması ile de Devletin tüm kademelerinde olan Gülen Cemaatinin tasfiye edilmesi. Diğer yandan şuanda hem Kürtlerin ezici çoğunluğu hem de ülkede iktidar tarafından ötekileştirilen inanç ve halk toplulukların temsilcisi olan HDP'nin tasfiye edilmeye çalışması.

TC'nin kendisi ya da Hegemonik güçler tarafından yapılan bu müdahale sonucu MHP parçalandı. Bugünlerde neredeyse Atatürk'ü de AKP'ye kaptıran CHP'nin parçalanması da an meselesi iken, hem an be an değişimi esas alan hem de an içinde yoğunlaşmayı başarıp direnerek ayakta kalmayı başaran HDP oldu. Diğer taraftan dizaynda fırtına yaratan AKP de, bugünlerde kendi içine çökmeye başlamış oldu. Öyle AKP'nin bugünlerdeki "Atatürk'ü en iyi ben anarım" sloganı eşliğinde Atatürkçü kesilmesinin  'oy kaygısı" ile tek başına açıklanması doğru bir tespit olmayacaktır. AKP'nin Atatürk'e 'sahip çıkması' yapısal olarak CHP'ye el atması anlamına geliyor ki, eğer AKP kendi iç sorunlarının üstesinden gelebilirse CHP içerisinden de yeni bir parti çıkartabilecektir.

Sayın Öcalan'ın yaptığı kişilik çözümlemelerinde "ceketçiler" üzerine bir benzetmesi vardı. Öcalan meâlen: Ceketçilere gittiğin zaman mutlaka sana göre bir ceket bulurdun. Ceketçi, almasan da sana bir yolunu bulur ve ceketi satardı. Dikkat ederseniz ceketi size ceketçi giydirirdi ki "dar geldiğinde esnetsin ya da söksün, bol geldiğinde de kumaşı çekebilsin". Böylelikle siz, aslında size olmayan bir ceketi güle oynaya alıp çıkardınız. Bir defa o halde çıktınız mı, eğer güçlü değildiyseniz, bir daha geri getirmeniz mümkün değildi çünkü hata sizde aranırdı ve diretseydiniz dayağı yer çıkardınız.

İşte Erdoğan'ın çıkardığı gömleğin mantığı, günümüzdeki sonuçlara bakılırsa böyleydi. Her ne kadar kendisinin de siyasi hayatının son bulacağı demlerdeysek de AKP'ye verilen misyon, meşhur "ceketçilerin" üstlendikleri rol ve misyon gibidir.

İradeniz ve gücünüz yoksa tüm gömlekler ve ceketler sizin kumaşınıza göre üretilmiştir.

11.11.2017

1 Kasım 2017 Çarşamba

Öcalan ile Demokratik Konfederalizm ve krizlerden çıkış

                                                                                                 Mehmet Serhat Polatsoy

Kürtlere biçilen fiziki yaşam ile ölüm arasındaki mesafe, tıpkı kutsal kitaptaki sırat köprüsünün çizgisi kadar, siyasal yaşam ile ölümü arasındaki mesafe ise her dem "araf" halidir.

Hegemonik devletler kendi sistemlerini koruma adına dün olduğu gibi bugün de Ortadoğu'dalar ki burası kaynıyor. Halklar ve inançlar yüzyıldır işgal, talan, asimilasyon, soykırım ve sömürü ile acı düzenini an be an yaşıyor ve kendi coğrafyalarında adeta köle statüsündeler.
Halkların hala acı çektiği doğru ama inanın bugün sadece halk ve inançlar değil, Hegemonya da kaynıyor, kıvranıyor. Düzenlerini tesis edip belki bir yüzyıl daha kalmak istiyorlar; olmuyor. Bunun için bir çıkış arıyorlar ama ne yer altı-yer üstü kaynakları ve ne de yürürlükteki vahşi politikaları hegemonyanın 'kendince' düzenli olabilecek çıkışını olanaklı kılmıyor. Burada daha düne kadar tek dayanakları Ulus-Devletlerdi. Ve bu sistem son otuz yıldır kendisini Neoliberal politikalarla ayakta tutmaya çalışsa da, bunun da bir çare olmadığı ve son kertede de artık işlemediği anlaşıldı. Çıkışın yeni yeni ulus-devletler olmadığını artık biliyorlardı. Ondandır ki çoğunluğu İslam olan Ortadoğu'ya İslam'ın Radikal ve Ilımlı halini denemek istediler de olmadı; tutmadı.

Hem Ortadoğu hem de Dünya'nın diğer coğrafyalarında Ulus-Devletlerin sorunlara çözüm olma anlamında yok hükmünde olduğu nettir. Bu, çok önceleri, yani AB'nin kuruluşundan itibaren bilinen bir gerçek iken, özellikle Kürdistan'ın içerisinde olan Ulus-Devletler kendilerinin lağv edilmesi gereken sistemler olduklarını bile bile hala da çırpınıp duruyorlar.
Oysa henüz devletleşmeyen Güney Kürdistan'da yapılan "Bağımsızlık" referandumundan da gördük ki yeni bir Ulus-Devlet'in varlığı ne kabul edilebilir ne de bu devletin gıdasını aldığı milliyetçilik kendini var edebilir. Hem milliyetçiliğin hem de Devlet yönetimlerinin eskisi gibi olamayacağına ilişkin iki örnek işareti de bölgemizden verecek olursak; birincisi Barzani'nin ihanet ve ısrarı sonucu görevden el çektirilmesi ve diğeri de MHP içinden "İYİ Parti"nin çıkarılması.

Konumuza dönecek olursak, egemenler, koşulların yüz yıl önceki koşullar ve Kürtlerin de yüz yıl önceki Kürtler olmadığını bilmelerine rağmen sömürü düzenlerinden vazgeçmek istemiyorlar. Kürtlere ve hatta dizayn etmeye çalıştıkları coğrafyanın tamamındaki halk ve inançlara yine, köleliği reva görüyor ve alttan alta -olacaksa da- kendilerine göre bir Devletleşmeyi ya da boyunduruk altına girecekleri bir sistemi salık veriyorlar.

Lakin herkes en son Rojava özgülünde de  gördü ki Kürtler, "yaşamak-yaşatmak" için hazırlamış oldukları yeni bir sistemi inşa etmek istiyorlar. 3. yol olarak da adlandırılan bu sistem İmralı adasında yirmi yıla yakın bir süredir rehin tutulan Sayın Abdullah Öcalan'ın kavramlarla kuramsallaştırdığı "Demokratik Konfederalizm"den başkası değildir. Kuzey Suriye (Rojava) ve sonra da Suriye'nin bir bölümü, hiç bir düzenli ordunun baş edemediği IŞİD teröründen Öcalan'ın üçüncü yoluna inananlar tarafından kurtarıldı. Hiç bir teknolojinin üstesinden gelemediği terör, inanç ve iradenin üstünlüğü ile sonlandırıldı.

Hegemonlar Kürtler içinde Öcalan'ın, Barzani ya da bir başka parti başkanı gibi olmadığını çok iyi biliyorlar. Öcalan onlarda bu fikrin oluşmasını hem teori hem de pratik sahada verdi ki başlı başına birinci örneği İmralı zindan direnişi iken ikincisi sarf ettiği şu sözlerle açıklığa kavuşuyor:

"Nemrutlara boyun mu eğeceğim? Ağa taslaklarına boyun eğmem. Ulus-Devlet ideolojisi haramdır; bin defa kuru ekmek yerim, bu devletlere minnet etmem; onların her şeyi haramdır".

Kapitalist Modernitenin can çekiştiği ve hatta ruhunu teslim etme aşamasında olduğu, Dünya-Sistem yürütücülerince de idrak edilmiş durumdadır. Ruhu arafta olan bu sistem mutlak bir çıkış arıyor. Hem Ortadoğu'dan hem de kendi içinde bulunduğu krizden çıkmak için pekala Demokratik Konfederalizmi esas alabilir. Bunu halkların çıkarına değil, belki de tıpkı Lenin ile Wilson'un diyalektik ilişkilerinde olduğu gibi kendi lehlerine de dönüştürebilirler. Tabi yine Öcalan'ın dediği gibi, "bu durumu halkların direnişi belirleyecek".
Öcalan'ın kuramsallaştırdığı Demokratik Modernitenin politik hali olan Demokratik Konfederalizm'in sadece Kürtler değil, Ortadoğu hatta bütün Dünya ülkeleri için uygulanabilirliği şüphe götürmez bir gerçek. Kürtler dünden çok önde ve bu öncü konumlarında sıçrama yapabilirlerse de Demokratik Konfederalizm Ortadoğu'da uygulanacak olan tek model ve hatta can çekişenlerin de tek çıkış umudu olacak.

Özcesi; Öcalan İmralı'da teslim alınmaya çalışıldı ama direndi/direniyor. Bizler her geçen gün Öcalan'ın neden hala esir tutulduğunu daha iyi anlayabiliyoruz. Bu esaret koşullarının devam etmesinin altında yatan neden sadece tüm Ulus-Devletlere ideolojik savaş açtığı ve varlığını koruma adına gerilla ordusuna sahip olduğundan değil. Haram ideolojilerden, bütün dünyayı değiştirecek olan İnsani yaşama doğru büyük bir felsefeye ve şimdilik Ortadoğu için ideal olan yönetim şeklini bağrında taşıdığı ve sahip olduğu içindir.

31.10.2017

Mehmet Serhat Polatsoy