Eğer bir parti on yıldan fazla bir
süre iktidarda kalıyor ve devletin tüm imkânlarını bireysel ve zümresinin
çıkarları için kullanabiliyorsa bu büyük ölçüde bir partiden çok devletin ta kendisidir.
Eğer öyle değilse de Türkiye Cumhuriyeti Devleti resmen oto-mandater rejim ile
yönetiliyor demektir.
Bir proje olarak kurulan AKP,
MGK’daki Kırmızı Kitabın içerisinden çıkan ve Stratejik Derinlik ile de
makyajlanan bir Kontra örgütlenmedir. Bu kuruluş, özünü Abdulhamid’in Yıldız
İstihbarat Teşkilatından almakla birlikte, MİT’in geleneksel işleyişine de
sahiptir. Kadrolarından olan Bülent Arınç ve Mehmet Ali Şahin, Efkan Âla’nın
hocaları konumunda ve yine Hoca kod adlı Ahmet Davutoğlu’da “Davut” soyundan
gelen bir başka devşirme olarak İsrail’in bu kontra örgütlenme içerisindeki
Türk soslu temsilcisi konumundadır. Bugün eğer bir DAİŞ belası varsa bu belanın
ilerleyiş ve Türkiye içerisinde cirit atması öyle Davutoğlu’nun bilgisi dışında
da değildir.
Bilindiği üzere Barak Obama’yı ABD
Başkanlığına getirenler ile zamanında Ahmedinejadı Tahran belediye
başkanlığından ve Erdoğan’ı da İstanbul Belediye başkanlığından Başbakan ve
Cumhurbaşkanlığına getirenler aynı güçlerdi. Bu güçler Ortadoğu’ya verilecek
dizayn çerçevesinde bir çok kadro yetiştirdikleri gibi, bu kadrolara bağlanacak
legal Parti ve silahlı örgütleri de hazırlamışlardı. Ortadoğu ve Kuzey Afrika
ülkelerinde domino etkisiyle yaşanan halk ayaklanmaları bir tetikleyen ve de
özünde bir planın parçası olarak işlevlerini yerine getirdiler. Geriye ise
sadece kaos içerisinde düzen kaldı ki bu da yasal parti, bu partileri yönetecek
kadro ve sırasıyla silahlı örgütler olarak sahneye alınacaktı.
Körfez savaşı ile işletilen süreç
Irak, Tunus, Mısır, Fas, Ürdün, Libya, Lübnan ve Suriye ile devam
ettirilmektedir. Sıralamada yer alan ülkelerde yerelden doğru milis,
paramiliter ve kontra örgütlenmeler ile mevcut hükümetler zorlandı ve birçoğu
devrilerek işletilen sürecin iskeleti inşa edilmiş oldu. Tam da bununla paralel
olarak kökleri bin yıllar öncesinden olan ancak yakın tarih Körfez savaşı
yıllarında ortaya çıkartılan ve iki binlerde omurgalandırılarak gövdelendirilen
DAİŞ-ISIS-IŞİD terör örgütü bir bütün olarak geriye kalan ülkelerde faaliyete
geçirildi. Sayın Öcalan’ın tanımlamasıyla Ortadoğu’nun Jitem’i olan bu örgüt
Suriye ve Irak’ta etkili olarak büyük güçlere ulaşıp nitel ve nicel olarak
kanlı eylemlerine başlayarak hedefine ülke yönetimlerini almaktan çok halk ve
inançları alarak hizmetine devam etmektedir. Bunlardan Türkmen, Kürt, Asurî-Süryani,
Şii-Arap ve Êzidiler katliamdan paylarını fazlasıyla aldı ve almaya devam
etmektedirler.
Şüphesiz ki DAİŞ Irak ve Suriye’de
kısmi yerleri ele geçirmiş ve ilerlemek istemiştir. Ancak DAİŞ’in Şengal ve
Kobanê’ye olan vahşice saldırılarının altında başka sebepler yatmaktadır.
Buraların kendileri için “vaad edilen topraklar” olduğunu her fırsatta dile
getirmeleri öyle bir devlete değil de direkt olarak Kürt halkına karşı bir
soykırım gerçeğini ifade ettiği görülebilmektedir. Hem Şengal’de ve hem de
Kobanê’de istenilen başarıyı elde edemeyen DAİŞ bu güne kadar ki tüm desteğini,
sözde Musul başkonsolosluk görevlilerini rehin alma ve Süleyman Şah Türbesini
sarma olayı üzerinden Türkiye ve dolayısıyla AKP’den aldı. Yakalanan tırların
içerisindeki silahların görüntülerinin yayınlanması, DAİŞ ile askerlerin video-foto
paylaşımları ve son olarak MİT’in DAİŞ elemanlarına otobüs kiralamaları da bu
organik bağa en iyi delil olarak verilebilir.
Peki son günlerde Amed’de yaratılmak
istenen kaos ile seçimde hezimete uğrayan Erdoğan’ın sarf ettiği;“Akçakale
sınırına koalisyon güçleri desteğiyle ‘terör’ örgütü PYD-PKK konumlandırılıyor”
sözleri ne anlama geliyor!
Seçimlerden iki gün önce Amed HDP
mitinginde patlatılan bombaların nedeni ve menşeisi üzerinde durulursa bir
DAİŞ-AKP koalisyonu olduğu rahatlıkla görülecektir. Hatırlanacağı üzere aynı
durum Kobanê katliamı sırasında yine Kuzey’de direnişe geçen kırkın üzerinde
yurttaşın katledilmesiyle benzerdir. Girê Spî’de sıkışan DAİŞ, Amed’de kaos
yaratılarak nefes aldırılmak isteniyor. AKP’nin kontra faaliyetleri için seçimi
bekleyememesinin nedenlerinden biri de Rojava güçlerinin ilerleyişinin
kırılmasına dönüktü. Seçim sonrasında bir taş ile birkaç sonuç almak isteyen
AKP bir taraftan DAİŞ teröristlerini ülke sınırları içerisinde alırken, diğer
taraftan Hizbullah-PKK savaşını hortlatmak için karşılıklı infazlara başlıyor
ve diğer taraftan da Kontra birliklerini Amed sokaklarına salarak tahriki
fazlalaştırmak istiyor. Amed’deki kaosu yaratanlar ile DAİŞ’e Gire Spî’de alan
açmak isteyen güçler aynı güçlerdir. Adı her ne kadar da Hizbullah, Tevhid
ve/veya başka paravan Kontra birlikler olsa da özünde AKP’den başkası değildir.
Çünkü hiçbir devlette, o devletin güvenlikli bir alan yaratımı sonrası o alana
ne bir bomba yerleştirilebilir ve ne de bir çivi konulamaz. Nasıl Davutoğlu’nun
soyadının “davut” olması bir tesadüf ise, İsrail’i ilk tanıyan ülkenin Türkiye
olması o kadar tesadüftür. Nasıl Sakinelerin katledilmesinde Fransız
istihbaratının bilgi ve parmağı var ise, Amed saldırısında da MİT’in öyle
parmağı vardır. Amed eski valisi Efkan Âla’nın olay sabahı Amed’de bulunuşu ne
kadar tesadüf ise Sabiha Gökçen’in Dersim semalarında olması o kadar
tesadüftür.
Türk Devleti ve dolayısıyla bir
kontra örgütlenme olan AKP, son HDP zaferinden sonra Kuzey’i kaybettiğinin
bilincindedir. Onun için; “Ya Rojava ve Kuzey Kürdistan bizim olur, ya da bizim
olmayan, kara toprağın olur” diyerek ileriki günlerde kendisine bağlı kontra
birliklerle Kuzey Kürdistan’da kaosu daha fazla derinleştirecektir.
12.06.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder