1 Haziran 2019 Cumartesi

Kobani ve Musul-Kerkük hattındaki IŞİD



Vekalet savaşlarının alabildiğine yaşandığı Ortadoğu coğrafyasındayız! İşgal edilmiş hayaller, kırıma tabi tutulmuş olan gerçeklik ve sömürülen hakikat! Ortadoğu bilim ve felsefenin çıkış noktası, dillerin doğup Avrupa'ya yayıldığı, kültürlerin çalınarak kaçırıldığı, maneviyatın ihraç edildiği ama maalesef yoz kültürün de ithal edildiği bir coğrafya oluyor.

İslam için değilse IŞİD, kimler için tekrar hortlatıldı!

Bilindiği üzere Kuzey Suriye, yani Rojava'da etkinliği kırılan IŞİD uzun zamandan sonra bu defa Kerkük'te hortladı, ya da hortlatıldı. Etkinliği kıran sömürge halk olan Kürtler, etkinleştirenler ise tekrar, sömürgeci egemenler ve yerel işbirlikçiler oldu. Yakın tarihi doksanlara kadar giden IŞİD, bir çok isim değişikliğinin sonunda bu adı almış ve son olarak ismini İD, yani İslam Devleti olarak değiştirmişti. ABD'nin Rusya'ya karşı kurduğu ve beslediği El-Kaide'nin bir kolu olan IŞİD'in, sözde bağımsız hareket ettikten sonra bir çok kazanımının olduğunu görebiliyoruz. Yine devamlı bir isim değişikliği bu örgütün aynı zamanda, bir laboratuar ürünü ve toplama bir örgüt olduğu gerçeğini de gözler önüne seriyor.

Kerkük'e geçmeden önce, IŞİD'in kabul görmesinde önemli olan 3 tarih ve olaylara bakalım:
1) 17 Haziran 2010 Irak Merkez Bankası saldırısı
2) 10 Haziran 2014 Musul'da ve Musul'un başkenti olduğu Ninova eyaletinde kontrolü tamamen ele geçirmesi
3) 11 Haziran 2014'te, Türkiye'nin Musul başkonsolosluğunu ele geçirmesi

11 Haziran 2014 tarihinde bir gelişme daha yaşanıyor ve Musul Valisi IŞİD'in, Musul'daki Merkez Bankası şubesini yağmaladığını söylüyor. Irak Merkez Bankası'ndan ve -doğru ise- Türkiye'nin başkonsolosluğuna baskın sırasında aldığı rehinelerin karşılığında bir şeyler aldı mı ya da ne kadar aldı bilinmiyor ama IŞİD'in, Musul Merkez Bankası'ndan tam 420.000.000 dolar aldığı doğrulanıyor.
IŞİD artık, dünyanın en zengin terör örgütü oluyor. IŞİD hem Musul'u hem de nakit ihtiyacını karşılayarak hareket alanını daha genişletiyor. Zaten bir kaç ay sonra da Şengal, derken hattı takip ederek Kobanê'ye kadar geliyor. Videolarda izlemiştik: Türkçe konuşan bir IŞİD'li: Buralar, en son savaşların olacağı kutsal topraklardır. Burası cennetin vaad edildiği coğrafyadır.

Bu söz oldukça tanıdık bir sözdü. Bilerek mi söyletildi yoksa bir bağlantılarının olduğunu mu hissettirmeye çalıştılar bilinmez ama bu,Yahudi'lerin ezici çoğunluğunun "Vaad edilmiş topraklar" sözünü hatırlatıyor. İlginçtir ki IŞİD'in çıkış noktası ve çizdiği hat, tam da vaad edilmiş toprakların sınırını oluşturuyor. Abdullah Öcalan IŞİD için, "Ortadoğu'nun Jitemi" ifadesini kullanırken, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, "Öfkeli gençler topluluğu" diye tanımlamıştı. Başlı başına ayrı bir yazı konusu olan bu detayın, analize muhtaç olduğunu belirterek tekrar konumuza dönelim.

Hatırlanacak olursa eğer 2009 yılında Suriye-Türkiye sınırındaki mayınlı arazinin temizleme ihalesi İsrail'li bir şirkete verilmiş ama bu daha sonra mecliste 'onay görmeyince' ertelenmişti. İşte IŞİD'in çizdiği hat da, tam da o sınırlar üzerineydi. IŞİD'in 2013'teki çıkışı Musul ile olmuş iken, hareketsizlikten sonra tekrar dönüşü, Kerkük ile oluyor. Yine Musul-Kerkük, zengin petrol yatakları ile bilinen bir merkez oluyor. Buraları önemli kılan sadece petrol yatakları mı yoksa, jeostratejik konumu ile Deniz ve Nehirlere menzil oluşu mu, tam bilemiyoruz ama IŞİD'in Kerkük'te varlığını hissettirmesi, tıpkı Kobani'ye ses çıkara-çıkara gelişi gibi oldu. Zira Kerkük bir aydır vuruluyordu, IŞİD'in hedefindeydi.

IŞİD Musul'dan gelirken, Musul'dan başlayıp Kuzey Suriye sınırının tamamını almak ve Suriye yönetimine küçük bir parça bıraktıktan sonra da Suriye'nin tamamına yakınında kontrolü altında tutmayı amaçlıyordu. Muhtemelen İslam Devleti Suriye topraklarında ilan edilecekti ama olmadı!

Kürtler Kuzey Suriye'yi (Rojava) vermemek için çok direndiler. IŞİD tüm ağır silahlarla köyleri, şehirleri, doğayı, insanları önüne katarak büyük vahşetlere imza atıyordu. Kardeşlerinin zor durumda olduğunu gören Kuzey Kürtleri tüm maddi yaşamlarını bırakıp vicdanlarının sesini dinleyerek Kobani'ye adeta vatan savunmasına gittiler. Binlerce insan yaşamını yitirdi ama Kobani'de direniş devam ediyordu.  

Dikkat edin bir ara koalisyon ve Şam yönetimi her şeyi bırakmış, Rojava'ya odaklanmıştı. Dikkatlerden kaçmayan böyle bir aralık vardı. Suriye askerleri DAİŞ ile, DAİŞ de Suriye askerleri ile çatışmıyordu. Koalisyon uçakları DAİŞ'in ardını bombalayarak adeta Rojava'ya, daha çok Kobani'ye sürüyorlardı. Kuzey Suriye Kürtsüzleştirilmek, fırsatı bulunursa da soykırım yapılmak isteniyordu. Kuzey Kürtleri hem Türk devletinin -basına da yansıyan- IŞİD'e yardımlarını hem de koalisyon uçaklarının bu pratiklerini gördükten sonra ülke içerisinde bu durum hoş karşılanmamış ve huzursuzluk kontraların da dahil olmasıyla yoğun çatışmalara dönüşmüştü. Tarihe 6-7 Ekim olayları diye geçen bu çatışmalarda ellinin üzerinde insan yaşamını yitirmişti. Olaylar sadece Bakur'da değil, Türk metropollerinde de yaşanıyordu. Metropoller adeta yanıyor, her yerde halk ile kolluk kuvvetleri arasında çatışmalar yaşanıyordu. Açıkçası Suriye savaşı Türkiye'de bir iç-savaşa doğru dönebilme ihtimali taşıyordu. Kürt halkı direnerek bir yerde, hegemonik güçlere, Kobani düşerse Türk devleti de düşer demişlerdi. Ben koalisyon uçaklarının YPG/YPJ'ye olan desteğinin Türkiye'de yaşanabilecek bir iç-savaş tehlikesini bertaraf etmek için olduğunu düşünüyordum ki sonrasında olaylar hemen duruldu.

Eğer Kürtler dünyanın her yanında direnmeseydi bugün IŞİD, Türkiye'nin sınır komşusu olmuştu.
Eğer Kürtler direnmeseydi bugün Esad olmaz ya da sadece Şam ile sınırlı kalırdı.
Eğer Kürtler direnmeseydi Kobani planı tutar ve IŞİD, Suriye'nin tamamına yakınında söz sahibi olurdu.
Eğer Kürtler direnmeseydi IŞİD, İsrail'in de komşusu olacaktı ama sorunsuz bir komşu. Tıpkı FKÖ'yü deviren HAMAS gibi bir komşu. Ama olmadı!

Bilinmeli ki eğer bugün IŞİD Kerkük'te hortladıysa bu, Kobani planının tutmamasındandır.

01.06.2019
Mehmet Serhat Polatsoy