Vekalet savaşlarının alabildiğine
yaşandığı Ortadoğu coğrafyasındayız! İşgal edilmiş hayaller, kırıma tabi tutulmuş
olan gerçeklik ve sömürülen hakikat! Ortadoğu bilim ve felsefenin çıkış noktası,
dillerin doğup Avrupa'ya yayıldığı, kültürlerin çalınarak kaçırıldığı,
maneviyatın ihraç edildiği ama maalesef yoz kültürün de ithal edildiği bir
coğrafya oluyor.
İslam için değilse IŞİD, kimler
için tekrar hortlatıldı!
Bilindiği üzere Kuzey Suriye,
yani Rojava'da etkinliği kırılan IŞİD uzun zamandan sonra bu defa Kerkük'te
hortladı, ya da hortlatıldı. Etkinliği kıran sömürge halk olan Kürtler,
etkinleştirenler ise tekrar, sömürgeci egemenler ve yerel işbirlikçiler oldu. Yakın
tarihi doksanlara kadar giden IŞİD, bir çok isim değişikliğinin sonunda bu adı
almış ve son olarak ismini İD, yani İslam Devleti olarak değiştirmişti. ABD'nin
Rusya'ya karşı kurduğu ve beslediği El-Kaide'nin bir kolu olan IŞİD'in, sözde bağımsız
hareket ettikten sonra bir çok kazanımının olduğunu görebiliyoruz. Yine devamlı
bir isim değişikliği bu örgütün aynı zamanda, bir laboratuar ürünü ve toplama
bir örgüt olduğu gerçeğini de gözler önüne seriyor.
Kerkük'e geçmeden önce, IŞİD'in
kabul görmesinde önemli olan 3 tarih ve olaylara bakalım:
1) 17 Haziran 2010 Irak Merkez
Bankası saldırısı
2) 10 Haziran 2014 Musul'da ve
Musul'un başkenti olduğu Ninova eyaletinde kontrolü tamamen ele geçirmesi
3) 11 Haziran 2014'te,
Türkiye'nin Musul başkonsolosluğunu ele geçirmesi
11 Haziran 2014 tarihinde bir
gelişme daha yaşanıyor ve Musul Valisi IŞİD'in, Musul'daki Merkez Bankası
şubesini yağmaladığını söylüyor. Irak Merkez Bankası'ndan ve -doğru ise-
Türkiye'nin başkonsolosluğuna baskın sırasında aldığı rehinelerin karşılığında
bir şeyler aldı mı ya da ne kadar aldı bilinmiyor ama IŞİD'in, Musul Merkez
Bankası'ndan tam 420.000.000 dolar aldığı doğrulanıyor.
IŞİD artık, dünyanın en zengin
terör örgütü oluyor. IŞİD hem Musul'u hem de nakit ihtiyacını karşılayarak
hareket alanını daha genişletiyor. Zaten bir kaç ay sonra da Şengal, derken
hattı takip ederek Kobanê'ye kadar geliyor. Videolarda izlemiştik: Türkçe
konuşan bir IŞİD'li: Buralar, en son savaşların olacağı kutsal topraklardır.
Burası cennetin vaad edildiği coğrafyadır.
Bu söz oldukça tanıdık bir sözdü.
Bilerek mi söyletildi yoksa bir bağlantılarının olduğunu mu hissettirmeye
çalıştılar bilinmez ama bu,Yahudi'lerin ezici çoğunluğunun "Vaad edilmiş
topraklar" sözünü hatırlatıyor. İlginçtir ki IŞİD'in çıkış noktası ve
çizdiği hat, tam da vaad edilmiş toprakların sınırını oluşturuyor. Abdullah
Öcalan IŞİD için, "Ortadoğu'nun Jitemi" ifadesini kullanırken,
dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, "Öfkeli gençler topluluğu" diye
tanımlamıştı. Başlı başına ayrı bir yazı konusu olan bu detayın, analize muhtaç
olduğunu belirterek tekrar konumuza dönelim.
Hatırlanacak olursa eğer 2009
yılında Suriye-Türkiye sınırındaki mayınlı arazinin temizleme ihalesi İsrail'li
bir şirkete verilmiş ama bu daha sonra mecliste 'onay görmeyince' ertelenmişti.
İşte IŞİD'in çizdiği hat da, tam da o sınırlar üzerineydi. IŞİD'in 2013'teki çıkışı
Musul ile olmuş iken, hareketsizlikten sonra tekrar dönüşü, Kerkük ile oluyor. Yine
Musul-Kerkük, zengin petrol yatakları ile bilinen bir merkez oluyor. Buraları
önemli kılan sadece petrol yatakları mı yoksa, jeostratejik konumu ile Deniz ve
Nehirlere menzil oluşu mu, tam bilemiyoruz ama IŞİD'in Kerkük'te varlığını
hissettirmesi, tıpkı Kobani'ye ses çıkara-çıkara gelişi gibi oldu. Zira Kerkük bir
aydır vuruluyordu, IŞİD'in hedefindeydi.
IŞİD Musul'dan gelirken, Musul'dan
başlayıp Kuzey Suriye sınırının tamamını almak ve Suriye yönetimine küçük bir
parça bıraktıktan sonra da Suriye'nin tamamına yakınında kontrolü altında
tutmayı amaçlıyordu. Muhtemelen İslam Devleti Suriye topraklarında ilan
edilecekti ama olmadı!
Kürtler Kuzey Suriye'yi (Rojava)
vermemek için çok direndiler. IŞİD tüm ağır silahlarla köyleri, şehirleri,
doğayı, insanları önüne katarak büyük vahşetlere imza atıyordu. Kardeşlerinin
zor durumda olduğunu gören Kuzey Kürtleri tüm maddi yaşamlarını bırakıp
vicdanlarının sesini dinleyerek Kobani'ye adeta vatan savunmasına gittiler. Binlerce
insan yaşamını yitirdi ama Kobani'de direniş devam ediyordu.
Dikkat edin bir ara koalisyon ve
Şam yönetimi her şeyi bırakmış, Rojava'ya odaklanmıştı. Dikkatlerden kaçmayan
böyle bir aralık vardı. Suriye askerleri DAİŞ ile, DAİŞ de Suriye askerleri ile
çatışmıyordu. Koalisyon uçakları DAİŞ'in ardını bombalayarak adeta Rojava'ya,
daha çok Kobani'ye sürüyorlardı. Kuzey Suriye Kürtsüzleştirilmek, fırsatı
bulunursa da soykırım yapılmak isteniyordu. Kuzey Kürtleri hem Türk devletinin -basına
da yansıyan- IŞİD'e yardımlarını hem de koalisyon uçaklarının bu pratiklerini
gördükten sonra ülke içerisinde bu durum hoş karşılanmamış ve huzursuzluk
kontraların da dahil olmasıyla yoğun çatışmalara dönüşmüştü. Tarihe 6-7 Ekim
olayları diye geçen bu çatışmalarda ellinin üzerinde insan yaşamını yitirmişti.
Olaylar sadece Bakur'da değil, Türk metropollerinde de yaşanıyordu. Metropoller
adeta yanıyor, her yerde halk ile kolluk kuvvetleri arasında çatışmalar
yaşanıyordu. Açıkçası Suriye savaşı Türkiye'de bir iç-savaşa doğru dönebilme
ihtimali taşıyordu. Kürt halkı direnerek bir yerde, hegemonik güçlere, Kobani
düşerse Türk devleti de düşer demişlerdi. Ben koalisyon uçaklarının YPG/YPJ'ye
olan desteğinin Türkiye'de yaşanabilecek bir iç-savaş tehlikesini bertaraf etmek
için olduğunu düşünüyordum ki sonrasında olaylar hemen duruldu.
Eğer Kürtler dünyanın her yanında
direnmeseydi bugün IŞİD, Türkiye'nin sınır komşusu olmuştu.
Eğer Kürtler direnmeseydi bugün
Esad olmaz ya da sadece Şam ile sınırlı kalırdı.
Eğer Kürtler direnmeseydi Kobani
planı tutar ve IŞİD, Suriye'nin tamamına yakınında söz sahibi olurdu.
Eğer Kürtler direnmeseydi IŞİD,
İsrail'in de komşusu olacaktı ama sorunsuz bir komşu. Tıpkı FKÖ'yü deviren
HAMAS gibi bir komşu. Ama olmadı!
Bilinmeli ki eğer bugün IŞİD
Kerkük'te hortladıysa bu, Kobani planının tutmamasındandır.
01.06.2019
Mehmet Serhat Polatsoy