Hem
yaşayanların dilinden, hem anlatılanların ve hem de kaynaklarda yer bulan
şekliyle 24 Nisan 1915-17 arası tarihlerde Ermenilere karşı bir katliam
gerçekleştirildi. Ermeniler kimilerinin katliam, kırım ya da soykırım dediğine,
"büyük felaket" diyor. Öyle ki "soykırım" kelimesi 1943'te
kabul edilen bir kavram oluyor. Milyonlarca Ermeni'nin etkilendiği bu 'büyük
felaket'te tehcir, katliam ve ileri açlık yaşatıldı. Faşistler ve yobazların
Ermenilere yaşattıkları hala hafızalardadır.
Yine 6-7
Eylül 1955'te İstanbul ve İzmir'de Rum, Ermeni ve Yahudilere karşı gerçekleştirilen
bir pogrom (ev, iş ve ibadet yerlerini tahrip, insanları dövmek, yaralamak,
tecavüz etmek veya öldürmek anlamına gelen) yaşatıldı. Hafızalarda derin
yaralar açan bu olaylar elbette bir siyasal sürecin içerisinde
gerçekleştirildi: "Dönemin iktidarı Demokrat Parti, zorlaşan ekonomik
durum ve yüksek enflasyonla hayat standardı düşen kesimin güvenini kaybetmişti.
Tarihe, "Gladio'nun Türk kolu olan Seferberlik Tatkik Kurulu'nun yanı sıra
Kontrgerilla ve MİT'in selefi olan Milli Emniyet Hizmeti tarafından planlanarak
destek sunulduğu" kaydı düşürülmüştü.
Yine bizzat dönemin Özel Harp Daire
Başkanı ve aynı zamanda emekli Orgeneral olan Sabri Yirmibeşoğlu tarafından:
6-7 Eylül "başarılı bir özel harp işidir" denilerek olayları
çıkaranlar olarak, sahiplenilmişti. Tanık anlatımlarına göre olayların ertesi gelen
Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan olan Adnan Menderes'e dönerek, "Adnan,
bu muydu yapacağın" diyerek azarlamıştı. Adnan Menderes'in bu olaylardan
bir kaç yıl sonra bir darbe sonrası idam edilmesi ise dikkat çekiciydi.
6-7
Eylül olayları için paragrafın uzun tutulmasının nedeni, bir yönüyle, 1915
olaylarını tertipleyenlerin zihniyetini ele vermek açısından önemlidir.
Türkiye
tarihinde sadece 1915-17 ve 6-7 Eylül 1955'ler yaşanmamıştır. Ülke tarihi
neredeyse katliamlar tarihidir. Alevi , Êzîdî ya da Müslüman Kürtler Türkiye'de
her daim katliama uğratılanların adresi konumundadır. Sistematik kırımlarla bir
halk ve sahip olduğu inançlar yok edilmek istenmektedir. Kürtlerin, Alevi ve
Êzîdî Kürtlerin kırımdan geçirilmelerinin nedeni sadece ne bir devlet ne de
yalnız başına (Müslüman, Musevi ve Hıristiyan gibi) bir Din değildir. Neticede
hem Alevilik hem de Êzîdîlik, diğer dinlerin öncesinden günümüze gelen iki
kadim inançtır; bu yönüyle de direkt hedeftirler.
Zilan
katliamı! 1930 yılında gerçekleştirilen katliamda on binlerce insanın Zilan
deresine atıldığı tarihi kayıtlarda mevcuttur. Şark Islahat planı kararnamesi
ile Şeyh Sait 'isyanı' ile başlayan katliam Kürt aristokratlar ve din
adamlarını hedef almış Zilan'a kadar katliamlar devam etmişti. Zilan katliamını
o dönem manşetine alan 16 Temmuz 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesinde şöyle
yazıyordu: "Ağrı Dağı tepelerinde tayyarelerimiz şakiler üzerinde çok
şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde
inlemektedir. Türk'ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Zilan
Deresi ağzına kadar ceset dolmuştur."
1937-38
Dersim katliamı! Dersim her dönem örgütlü bir yapıya sahipti. Osmanlı
döneminden Cumhuriyete ve hatta "38 kırımına" kadar da bu örgütlü
yapı çeşitli zamanlarda kırılmaya, birlik dağıtılmaya, inanç ve dil
asimilasyona uğratılmaya çalışılmış ancak başarılı olunamamıştı. 1876 ile
başlayan irade kırma çabaları 1935'te Tunceli kanunu ile isme yönelmiş ve
hazırlıklar üst aşamaya çıkarılmıştı. 1937-38 yılları arası gerçekleştirilen
katliamların bir nedeni de 1915 Ermeni soy-kırımında Dersimlilerin Osmanlı'ya karşı
kısmen Ermenileri koruma ve yanlarında olmalarıydı. Diikat edilecek olursa; Dersim'de
gerçekleştirilen büyük kırım yetmemiş olacak ki Türkiye günümüzde de Dersim'in
doğası, dağları, vadileri ve canlıları ile bitmek tükenmek bilmeyen bir savaş
halindedir. Bu doğa, inanç ve bir halka karşı sistematik olarak işletilen bir
soy tüketme ve bir inancın yozlaştırılma çabasından başka bir şey değildir.
İnsanlığın
utanç tarihi olarak kayıtlara geçen Enfal ve Halepçe katliamları! Yine Maraş,
Çorum, Sivas ve Roboski, katliamlar silsilesinin sadece bir kaçıdır.
73.
Ferman! Tarihin kadim halkının sahip olduğu yine kadim bir inancın temsilcileri
olan Êzîdîler neredeyse tüm hegemonik güçlerin laboratuar ürünü olan DAİŞ
tarafından büyük kırıma uğratıldılar. DAİŞ yine aynı 1915 olaylarındaki faşist
ve yobaz kesim gibi pratikler sergileyerek tarifi imkansız trajedilere sahip
bellekler oluşturmuşlardır.
Kobanê
katliamı! DAİŞ eliyle sergilenmiş bu katliam ve vahşetin boyutları
anlatılamayacak düzeylere varmıştır. Kobanê, sadece sünni Kürtlerin değil,
kısmen Türkmen, Ermeni, Arap, Süryani ve aynı zamanda inanç olarak Êzîdî, Alevi
ve Hıristiyanların da yaşadığı kozmopolit yapıya sahip bir şehirdi. DAİŞ başta
Kürtler olmak üzere tüm bu kesimlere karşı vahşet sergilemiş ve deyim
yerindeyse tüm bu alanları yakıp yıkmıştı.
Daha
öncesinden Rum, Ermeni ve Yahudi katliamlarına imza atanlar yüzyıldır Kürtlerin
yakalarından düşmemişlerdir. Özellikle Kürtlere karşı da özel bir yönelimin
olduğu nettir. Dikkat edilirse katledilen Kürt'tür. Katliamlara uğrayan
inançların mensubu olduğu ırk Kürt ırkıdır. İnancı Alevi, Êzîdî ve Müslüman da
olsa katledilen Kürt'tür. Hedef alınan hem bir ırk ve hem de inançları ile
coğrafyasıdır. Seçim süreçlerinde batı illerindeki parti binalarının yakılıp
yıkılması bir yerde de pogrom ve Kürdün katliamlar tarihine bir göndermedir.
Sokakta, okulda ve inşaatlarda Kürtlerin linç edilmeleri katliamlar tarihine
bir göndermedir. Diyarbakır mitingindeki, Suruç'taki, Ankara Gar'daki patlama
ve katliamlar Kürdün belleğine göndermedir. Cizre, Sur ve yakılıp yıkılan diğer
şehirler ile verilmek istenen mesaj nettir. Tüm bunlar katliamlar tarihine bir
gönderme, bir uyarı ve bir hatırlatmadır.
Maalesef
hem Türkiye tarihi hem de hegemonların tarihi katliamlar tarihidir. Doğa ve
canlılar mı? O'nlar için önemli değildir.
Yeni Özgür Politika Gazetesi
08.09.2018
Mehmet
Serhat Polatsoy