10 Şubat 2018 Cumartesi

AKP, Kürtlere Efrîn'i anlatamaz

Yeni Özgür Politika
10.02.2018

Biliniyor; yüz yıl önce çizilen sınırlar bugün güncellenmek isteniyor ve bu da BOP adıyla oluyor. BOP'un kavramsal çerçevesini de Arap Baharı çiziyor. Bir dönüşümün zorunlu olduğu hegemonik devletlerce de biliniyor ki Kapitalist Modernitenin sac ayaklarından olan Ulus-Devlet, büyük zorlanmayı yine Ortadoğu'da yaşıyor. Hegemonya bu anlamda kendi kıskacını aralamak için Ortadoğu'ya suni anlamda, 'nefes aldırmaya' çalışıyor.

Ortadoğu bir düğüm. Bu düğümün kavramsal karşılığı Arap Baharı olsa da esasta direnişiyle düğüm çözücü, Kürtler oluyor. Tam da bu noktada "neden AKP, Kürtlere Efrîn'i anlatamaz" belirlememizi Arap Baharı ile amaçlananın iki başlık ile karşımıza çıkmasını açıklamakla ortaya koyalım.

1) Arap Baharı ile İslam'da reform amaçlanıyor!

Dünya'yı yöneten Sistem, İslam'da reform istiyor. Bu anlamda reformun amacını, "uygulanmaya çalışılan/uygulanan ama zaman zaman güçlüklerle karşılaşıldığı için resmiyete oturtulmak istenen yasalar" gibi düşünün. İsteyen kim? İsteyen, Kapitalist Moderniteyi de bünyesinde barındıran "Dünya-Sistemi". Bu sistem, İslam reformunu Ortadoğu ya da Kuzey Afrika'daki toplumlara daha rahat bir yaşam tarzı sunsun diye değil; sistemi önündeki yapısal engeller kalksın diye istiyor.

Peki İslam'da reform, toplumlara nasıl kanıksatılarak kabul ettirilecek?

Normal şartlarda Dünya'yı yöneten bu sistem, her hangi bir bahane ile kendisini, her dilediğini yapmaya muktedir görür ve zor ile yapardı. Lakin bu müdahale, konumuz için pek mantıklı sayılmazdı. Zira böyle bir müdahale hem uzun ve meşakkatli bir yol olmak kadar, "Hıristiyanlar Müslümanları katlediyor" olarak da anlaşılıp Dinler arası savaşa kadar götürebilir. Bu nedenle başka ama akılcı bir yönteme ihtiyaç vardı.

Aranan kan, Radikal dinci örgütlerin üretilmesiyle bulundu. Artık toplumlara kolaylıkla anlatılabilecek ortak doğru, "vahşetin resmi" ile kararlaştırılmıştı. Radikal dinci örgütlerin laboratuar ortamında üretilmesi İslam'ın farklı yorumlarının olduğu, İslam'ın da vahşete imza atabileceği, bu örgütlerin pratikleriyle toplumlara kanıksatılmalıydı ki, El-Kaide, El- Nusra, DAİŞ ve ÖSO'nun pratikleri ile gösterildi.

Bu gösterimi yapan güç Dünya-Sistemi'dir; bu Sistem artık Ortadoğu toplumuna "İslam'da reformu kolaylıkla anlatabilir. Artık toplum, İslam ya da İslam adı altında vahşetlerin de olacağını gördü ki böyle bir toplum bu anlamdaki bir Reforma da, "yok" demeyecektir.

2) Ulus-Devletlerin yerine  geçecek olan alternatifler!

Kapitalist Modernite kendisine bir yol açmaya çalışıyor. Öyle ki Ulus-Devletlerle geçen son iki yüz yılın götürü-leri Kapitalizmi bunalıma sürükledi ve yeni yüzyılda harita sözleşmeleri ile birlikte de Ulus-Devlet dışında  alternatif sistemlerin imzalarının atılması gerekiyor. Radikal ve Ilımlı İslam derken denenmeyen tek sistemin, yani Demokratik İslam'ın (ama "kendilerine yontarak" ) denenmesi için hiç  bir engel kalmamıştır.

Seçilen başlık Arap Baharı! Başlık ile birlikte halklar ayaklandı. Diktatörler devrildi. Bu anlamda başlık bir sempati alarak zihinlere nakşedildi. Ulus-Devlet için "bayrak-vatan" güzellemesi nasıl bir uyuşukluk sağladıysa, BOP başlığı ve diğer taraftan toplumlara yedirilen "bayrak ve vatan" güzellemesi de bilinçaltında aynı kodlarla yer ediniyor. Dünya Sistemi artık İslam'da reformu Ortadoğu'ya anlatıp konuşturabilir.

Şimdi gelelim AKP'ye!
AKP, Kürtlere Efrîn'i nasıl anlatacak!
AKP hem iç savaş ihtimalini hem de seçimleri düşünüyor. OHAL'i kendine yontan AKP, iç siyaset ve dış siyasette nerede duracağını bilmiyor; İçte istediğini yapar ve bunu da baskı ile olağanlaştırmışken dışta, kendisini her zaman frenleyecek birileri çıkıyor. AKP, kaos halinin sürmesini istiyor ama seçimler yapılmadan da kesinlikle bir iç-savaş istemiyor.

AKP'nin cevabını merak ettiği şey, "Efrîn'i Kürtlere nasıl anlatacaz" sorusuna gelecek karşılıktır. Çünkü Kürtler belirleyicidir ve bu bilinmektedir. AKP'den Kürtleri, CHP'den de Alevileri çekerseniz her iki parti de marjinalleşecektir. AKP bunu bildiğinden, hem AKP'li belediyelerin hoparlörlerinden hem de Diyanet'in emirleri doğrultusunda camilerden Efrîn'e ilişkin topluma, şöyle-böyle haklıyız gibisinden hutbeler veriliyor. AKP bu anlamda propagandasını sadece OHAL'i değil, kendisince Din'i de arkasına alarak yapmaya çalışıyor.

AKP, Efrîn konusunda Kürtleri ikna edemez!
Kürtler ilk olarak AKP ile köprüyü, Erdoğan'ın: Kadın da olsa, çocuk da olsa güvenlik güçlerimiz, gerekeni gerektiği yerde yapacaktır, sözü sonrası onlarca yurttaşın yaşamını yitirdiği olaylardan sonra attı. Kürtler AKP ile köprüleri Roboski'de... Kürtler AKP ile köprüleri Erdoğan'ın: Kobani düştü düşecek, sözü sonrası 10 Ekim olaylarında... Kürtler AKP ile köprüleri Cizre ve Sur'larda attı.
Kürtler AKP'nin Kürt karşıtı şiddet politikalarını son 15 yıldır tüm hücrelerine kadar; Miraz bebekten Taybet anaya kadar hissetti.

AKP Kürtlerin desteğini kaybetti; AKP'ye eklemlenen MHP kaybetti. Ne olduğu/olacağı belli olmayan ve adeta Kurultay partisine dönüşen CHP kaybetti.
Kürtler kazandı; hem de bedel ödeyerek kazandı/kazanıyorlar. Zira Kürtler, zafere mahkum olan bir halk özelliği taşıyorlar.

Bilinir ve söylenir ki "Zafere mahkum olanlar, bedel ödemekten çekinmezler; ödedikleri bedelin ne anlama geldiklerini iyi bilirler". Dün de bu gün de başarıdan başarıya koşan ve zaferi elde eden hep işgal, talan ve sömürüye karşı direnen halkarın oldu.
Savaşların bir kazananı yok ama direnenlerin savaşların sonunda söyleyecek çok sözleri olur.

02.02.2018
Mehmet Serhat Polatsoy

6 Şubat 2018 Salı

Toplum ne zaman öfkelenir?

"Ülkede yaşanan bunca alt-üst oluşlara rağmen toplum, neden hareketlenmez" diye, hep sorulur. Tabi bu sorunun sahibi bireyler iken, ilginçtir ki muhatabı da bireyler oluyor. Burada birey, "toplum neden hareketlenmez" diye sorarken aslında soruyu kendi kendisine sorduğunun farkında değildir. Bunun nedenlerinden biri de sanırım bireyin, bu soruyu sorarken kendisini toplumdan farklı bir tekil toplum olarak görmesinden ileri geliyor.
  
Bilinç dünyasında ya kusursuzluk vardır ya da ona göre toplum, onu itmesi ve hareketlendirmesi gereken olmalıdır. Mesela bireyin kendisi çelişkidedir ama bu eksikliğini görmeden yansıtma yaparak toplumun çelişki ya da bazen daha da ileriye giderek, "silikliğinden" dem vurur. Birey kendi kendine, "asıl silik olan benim" diyebilecek bir düşün yapısına sahip olsaydı, zaten başlıktaki soruyu sormazdı.

Her birey çıkınında bir tanrı taşır! Birey, bilinç dünyasında; "Tanrı kusursuz bir insan, insan kusurlu bir tanrıdır" sözünün hep kendisi için geçerli olduğunu düşünür. Bu nedenle birey, tüm soruları ve sorgulamaları ait olduğu topluma yapmaktan çekinmiyor. Burada, birey özgür-iradeli değildir, demiyoruz; aksine bireyci olup burnundan kıl dahi aldırmamasını, kendisini toplumun üstünde görmesinden bahsediyoruz.

Çünkü sen, başlıktaki soruyu sorabilecek kadar bilinçli isen, sorunun cevabının senin çelişkilerinde ortaya çıktığını da bilirsin demektir. "Birey çıkınında bir tanrı taşıyor" derken kastedilenin, "Birey hakikati bilendir" olarak anlaşılması önemlidir.

Bilinir işte, "Birey parça iken toplum, parçaların bütünüdür". Toplumdan beklenen "öfke hareketlenmeleri" tek, tek bireylerin öfkelenmesiyle ortaya çıkar ki, toplum, bireyi yansıtan bir kurum oluyor. Bireyin toplumu dönüştürmesi ise sadece topluma öncülük edenlerin önderliğine hastır. Önderlik denilen kurum da elbet o toplumun içerisinden gelmekte ama yoğunlaşması bireyi değil toplumu esas almaktadır. Onun için, önderlik denmektedir. Tam da burada liberalizm ile komünalizmin ayrışması ortaya çıkıyor; biri "sanat için sanat derken, diğeri "halk için sanat" diyor.

Konumuza dönecek olursak eğer, ortada bir çelişki vardır; çelişki hem bireyin kendini abartması hem de çelişkiye düşerek her şeyi dıştan beklemesidir. Bu, kendi kendisinin toplum dışında ve hatta ayakları yerden kesilen ve sanki kanatlı bir canlı formu olduğunu düşünmesinden ileri gelmektedir. Birey kendi kendisi ile yüzleşmedikçe, toplumun neden öfkelenmediğini anlayamaz. Birey, kendi çelişkilerinin toplumun çelişkileri olduğunu anladığı ve aynı zamanda pratiğe kanalize olduğu an, toplumda hareketlenme başlamıştır demektir ki, tüm hareketlenmeler çelişkilerin aşılmasıyla olacaktır.

Yazının bundan sonraki kısmında başlığın cevabını, beyin ve bilincimize odaklanarak kendimiz bulalım: "Beyin söz konusu olduğunda bilinç, milyarlarca hücrenin kendilerini bir bütünün parçası olarak görmelerini, karmaşık bir sistemin kendi yüzüne ayna tutmasını sağlayan bir araçtır" denilir.

Bilinç, beynin önderidir ki Beyin, toplumun kendisi oluyor. Yani toplumun önderi öyle tek, tek her bir birey değildir. Tek, tek her bir birey milyarlarca hücredir. Milyarlarca hücreler motor nöronların hareketlenmelerini sağlarlar. Beyni olan her insanın bir bilinci vardır muhakkak ama insanlar, sömürgeciliğin yaratmış olduğu toplumsal gerçeklik nedeniyle "robotlaşmış nesneler" olmaktan kurtulamamışlardır. Bu durum, her bireyi, "kendine göre" yani örgütsüz olarak yaşam sürmeye itmiştir. Örgütsüzlük ise bireycileşmeyi doğurarak kendine sevdalı kişilikleri doğurmuştur.

Sömürge toplumlarda "kendine sevdalı" kişiliklerin olması 'normal'dir; çünkü "bilinç kaybolmuştur" ve artık o yürüyen bir ceset ya da başı kesilen tavuğun sağa-sola savrulması gibi bir kişiliğe sahiptir. Nitekim, toplumumuzda taciz-tecavüz olayları ile birlikte, entegre anlamda sadist ve mazoşist eğilimler de oldukça yaygınlaşmıştır.

İşte "bilinç kaybı" denilen süreç de burada ortaya çıkıyor. Bilinç kaybının nedeni, bilincin, sömürgeciliğin laboratuarlarında işlenerek yoğrulduğu sonucunu doğuruyor. Öz, yitiyor. Öz'ün yittiği yer yokluğa dönüşüyor. Yokluk ve hiçlik. Hiçlik duygusu oluştuğu anda saldırganlık başlıyor; çünkü tanrı kusursuz bir insandı!

Saldırgan olan bireyler "özgür-irade, yani özerkliği", "ben toplumun üstündeyim" olarak görürken diğer tarafta da, "Bunca savaşlar oluyor, kan dökülüyor, analar ağlıyor ama toplum neden öfkelenmiyor" diye sorarak da kendini, 'sahibini' aramakla yükümlü hisseden bir çaresize dönüştürüyor. 

Özcesi birey, içe döndüğünde çelişkilerini görür; çelişkilerini gördüğü anda da her soruyu önce kendine sorar; cevabını bulduğu her soru çelişkinin bütünüyle ortadan kalktığı anlamına da gelmez.  Sadece, bulunan çelişkinin getirisi, öfkeyi doğurur. Öfke ise hareketlenmeyi sağlayan bilincin ta kendisidir. İşte bu yüzden "toplum, sen öfkelendiğinde hareketlenir".

06.02.2018 
Mehmet Serhat Polatsoy