30 Mayıs 2019 Perşembe

Davutoğlu dönemi ve Kürtler!



Daha çok 'Stratejik Derinlik' kitabıyla gündeme gelen Ahmet Davutoğlu, Yeni Şafak gazetesinde köşe yazarlığına başlamadan önce Malezya Uluslararası İslam Üniversitesinde doçentlik yapıyor. Daha sonra Marmara üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümünde çalışan Davutoğlu bir dönem Silahlı Kuvvetler Akademisi ve Harp Akademilerinde ders veriyor. Kökeni itibariyle İsrail ile bağlarının olduğu iddiası çok kereler dillendirilen Davutoğlu'nun yaşamı, çok hızlı bir yükselişe sahne oluyor. Parlamentoda olmamasına rağmen 2009 yılında Dış işleri bakanlığı görevine atanması ve öncesinde (2013) Ahmet Necdet Sezer ve Abdullah Gül tarafından Büyükelçi ünvanı verilmesi dikkatlerden kaçmıyor. Foreign Policy dergisinin 2010 yılındaki "İlk 100 Küresel Düşünür" listesine girdikten sonra 2011 seçimlerinde Konya'dan AKP milletvekili seçilen Davutoğlu kabinede, Dış İşleri bakanlığı görevini aynen devam ettiriyor.


Yeni Osmanlıcılık politikası ile birlikte Pan-İslamizme dayalı dış ilişlikler geliştirmek isteyen Davutoğlu ilginçtir ki aynı zamanda bir NATO üyesi kalmakla birlikte, Türkiye'nin Avrupa birliğine girmesini de isteyerek batı yanlısı olduğunu saklama gereği duymamıştı. 2011'de bu defa Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte "İlk 100 Küresel Düşünür" listesine girmiş ve Erdoğan ile olduğu 2. proje için kolları sıvamıştı. Davutoğlu, Erdoğan ile birlikte belki de Türkiye tarihinde ilk defa Ermenilerin yaşadığı, (katliam-kırım-soykırım, büyük felaket diye de adlandırılan) kendilerinin tabiriyle "Büyük felaket" için 9 ayrı dilde, konunun araştırılması için bir bildiri yayınlatmıştı. Milletvekili olmadan önce Erdoğan tarafından Dış İşlerine getirilen Davutoğlu'nun 30 Haziran 2010 tarihinde Brüksel'de bir gizli toplantı gerçekleştirdiği öğrenildikten sonra toplantının içeriğine dönük mecliste bir bilgilendirme yapmıştı. Toplantı İsrail ile yapılmış ve toplantının gizli olmasına dönük teklifin de İsrail'den geldiği söylenmişti.

Basamakları hızlı bir şekilde tırmanan Davutoğlu 27 Ağustos 2014'te AKP genel başkanı olarak seçildikten sonra 6 Eylül'de resmen Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olmuştu. Davutoğlu'nun hızlı yükselişinde artık sona doğru geliniyordu. 2015 tarihinde 4 Bakan'ın karıştığı 17 Aralık yolsuzluk olayında Davutoğu ile Erdoğan arasında gerginlikler başlamış ve bu birliktelik, 22 Mayıs 2016'da kabinesiyle birlikte istifasını Cumhurbaşkanına sunmasıyla son bulmuştu.

Uzun süreler ortalıkta görünmeyen Davutoğlu, Diyarbakır'da çıktı karşımıza. O tarihten bu yana sesi-soluğu çıkmayan Davutoğlu, Diyarbakır'a gideceğini söylemiş ve bu, yeni parti startının Diyarbakır'dan verileceği söylentilerine neden olmuştu. AKP içerisinde oluşan çatlak sonrası Davutoğlu, Babacan ve Gül üçlüsünün temelde aynı ama prensipte farklı bir çizgi üzerinde seyrettikleri görülebiliyor. (Bu konu elbette farklı bir yazı ile analize muhtaçtır. Bu nedenle dokunmadan, esas konumuza dönelim)

Yukarıda Ahmet Davutoğlu'nun, tabiri caizse, (Stratejik Derinlik..) gökten zembille inmiş gibi Türkiye'nin son 16 yılına damgasını vurduğunu görebiliyoruz. Yukarıdakiler Davutoğlu'nun kısmen, Türk devleti ve hükümetleri içerisindeki aydınlık ve 'karanlık' sicili ile devlet -ya da güçler- lehine çalışmalarını yansıtıyorken, aşağıda okuyacaklarınız Davutoğlu'nun ne denli bir düşünce düşmanı ve toplum kıyımcısı olduğunu gösteriyor. Başından tavuk geçirilmiş ve arınmış mıdır bilemiyoruz ama gelin hep beraber 28 Ağustos 2014 ve 24 Mayıs 2016 tarihleri arasındaki Davutoğlu'nun Başbakan olduğu süre içerisindeki hak gaspları ve katliamlar silsilesine bakarak yazıya son verelim.

Davutoğlu dönemi nasıl başladı?

*Özel tim ve özel eğitimli askerler ve TSK güçleri şehirleri kuşatıp, mahalle ve yerleşkelere operasyonlar düzenledi.
*Sur ve Cizre vb. gibi onlarca ilçede yüzlerce insan öldürüldü, yaşam alanları tahrip edildi ve yurttaşların geri dönüşleri ortadan kaldırıldı.
*Kürtlerin haber alma -TV ve basın gibi- hakları ellerinde alındı.
*Siyaset kurumu adına her şey ortadan kaldırıldı ve HDP milletvekilleri, polisinden valisine kadar kimse tarafından muhatap alınmadı.
*Şehirlerin stratejik noktalarına tanklar ve zırhlı araçlar konumlandırıldı.
*Operasyonun olduğu bölgelere giriş-çıkışlar yasaklandı. Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Hakkari, Elazığ, Muş ve Batman'dan oluşan 7 ile ait 39 ilçede süresiz sokağa çıkma yasakları getirildi.
*İnsanların günlük ihtiyaçları olan elektrik, gaz, su, ekmek, gıda vb. gibi ihtiyaçları kolluk kuvvetlerinin bilgisi ve gözetimi dahilinde sağlandı.
*DBP'li belediye eşbaşkanları tutuklandı.
*Yüzlerce insan yaşamını yitirdi. Binlerce insan yaralandı. Doğa tahrip edildi. On binlerce insan gözaltına alındı, işkence gördü ve tutuklandı. Milyonlarca insan, ne zaman gözaltına alınırım, gözaltındayken, ne zaman işkence yapacaklar diye paranoyak oldu. Yüz binlerce insan şehirlerini, on binlerce insan ülkesini terk etmek zorunda kaldı. İHD ve TİHV verilerine göre sadece 1 Ocak ile 5 Aralık 2015 tarihleri arasında yaşanan çatışmalar nedeniyle 171'i asker, polis, korucu, 195'i PKK'li, 157'si sivil olmak üzere toplam 523 kişi yaşamını yitirdi.

Şimdi de Davutoğlu döneminde hafızalara kazınan toplum psikolojisini alt-üst eden olaylar ve katliamlara bakalım:

*6-7 Ekim olaylarında 50 kişi yaşamını yitirdi.
*Karaman'ın Ermenek ilçesindeki maden kazasında 18 işçi yaşamını yitirdi.
*HDP Diyarbakır mitinginde 2 ayrı patlama oldu. Katliam girişiminde 4 kişi yaşamını yitirirken 100'ün üzerinde HDP'li yaralandı.
*Suruç'ta, Kobani'deki çocuklara oyuncak götürmek isteyen ESP'nin gençlik örgütü SGDF'li devrimci-sosyalist gençler Suruç Amara Kültür merkezinde açıklama yaparken patlama meydana geldi. IŞİD'in gerçekleştirdiği saldırıda 34 kişi yaşamını yitirirken 100'ün üzerinde yaralananlar oldu.
*Urfa'nın Ceylanpınar ilçesinde,-PKK'nin yaptığı söylenerek çözüm sürecinin bitmesine neden olan ama PKK ile ilgisinin olmadığı anlaşılan ve hala faillerinin açığa çıkarılmadığı- 2 polis evlerinde infaz edildi.
*Ankara'da 10 Ekim'de barış mitingine IŞİD tarafından üç ayrı saldırı gerçekleştirildi. Katliamda 107 kişi yaşamını yitirirken 500'ün üzerinde yaralananlar oldu. Davutoğlu bu süreçte şahsımı hedefe koyup, ilgimin olmadığı bir konu ile itham etmiş, tüm TV ve Basında algı oluşturarak şahsım üzerinden linç kampanyaları düzenletmiş, HDP'yi ve PKK'yi patlamayla ilişkilendirmiş, kokteyl örgüt demişti. Sanık iken mahkemece tanık konumuna getirilmiş ve konu ile ilgimin olmadığı, mağdur edildiğim anlaşılmış ve patlamaların IŞİD tarafından yapıldığı, HDP ve PKK ile ilgisinin olmadığı da netleşmişti.
*Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi Diyarbakır Sur'da infaz edilerek katledildi.
*Sultanahmet'te IŞİD tarafından turistlere dönük canlı bomba saldırısı gerçekleştirilmiş ve saldırıda 13 kişi yaşamını yitirmişti.
*Sadece 1 yıl içerisinde 200'e yakın basın çalışanı hapsedilirken yine bir o kadar medya kuruluşu ve dernek kapatılmıştı.
*Milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması ile birlikte, Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ gibi HDP Eşgenel başkanları ve milletvekilleri dahil, binlerce partili tutuklanmıştı.

Aşağıda, İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) dokümantasyon merkezlerinin Ahmet Davutoğlu döneminde yaşananları kapsayan net veriler bulunmaktadır. Sizleri rakamlara boğmak istemezdim ama veriler rakamlar üzerinden gittiğinden, siz değerli okuyuculardan şimdiden özür diliyorum:

2014

*Yargısız infaz nedeniyle 103 kişi yaşamını yitirdi.
*11 bin 262 kişi gözaltına alınıp, 1273 kişi tutuklandı. 232 ırkçı/ideolojik saldırıda 285 kişi yaralandı.
*İfade özgürlüğü nedeniyle 193 kişiye soruşturma açıldı.
*Yapılan 646 gösteriye polis müdahale etti.
*47 siyasi parti, sendika ve derneğe baskın yapıldı, saldırıya uğradı. 5 dernek için kapatma davası açıldı.
*Kelepçeli muayene, hastaneye götürülmeme, rapor alamama gibi nedenlerden ötürü İHD'ye cezaevlerinden 117 başvuru yapıldı.
*2014 verilerine göre cezaevlerinde 2282i ağır olmak üzere, 678 hasta tutuklu bulunuyordu.

2015

*289 kişi yargısız infaz ile katledildi.
*250 kişi cezaevlerinde yaşamını yitirdi.
*45 kişi, resmi hata ve ihmalden yaşamını yitirdi.
*42 kişi şüpheli şekilde yaşamını yitirdi.
*176 kişi yaşanan saldırılarda yaşamını yitirdi.
*483 kişi çatışmalarda yaşamını yitirdi.
*48 kişi bomba patlaması ve kuşkulu bir şekilde yaşamını yitirdi.
*44 kadın intihar ederek yaşamını yitirdi.
*392 kadın tecavüz ve şiddetten dolayı yaşamını yitirdi.
*32 çocuk intihar ederek yaşamını yitirdi.
*55 çocuk tecavüz ve şiddetten dolayı katledildi.
*5671 kişi, işkence, kötü muamele, onur kırıcı ve küçük düşürücü davranış ve cezalandırmalara maruz bırakıldı.
*637'si çocuk 13 bin 189 gözaltı yaşandı.
*99'u çocuk 1860 tutuklama yaşandı.
*32 gazeteci tutuklandı.
*Miting, konser, tiyatro ve sinema gibi 18 etkinlik yasaklandı.
*Kitap, dergi, radyo, TV kanalı ve gazeteye 84 kapatma ve yasak gibi davalar açıldı; yasaklandı kapatıldı.
*26 dergi, matbaa, yayınevi ve TV binalarına baskınlar düzenlendi.
*Onlarca haber ajansına ait siteler engellenmiş ve engellenen ajans siteleri ve internet sitelerinin sayısı  26 bin 851 olarak kayıtlara geçmiştir.
*Yüzlerce üniversite öğrencisine davalar açılmış, kimi davalar hala devam ederken, kimi davalar beraat, kimi davalar da para yada hapis cezalarıyla sonuçlanmıştır.
*68 kuruma, örgütlenme özgürlüğüne yönelik ihlal tespit edilmiştir.
*464 defa siyasi parti, dernek ve sendikaya saldırılar düzenlenmiştir.
*Cezaevlerinde 900'e yakın (sağlık, sevk, sürgün, haberleşme ve disiplin cezalarından oluşan) ihlal kayıtlara geçmiştir.

2016

*594 kişi yargısız infaz sonucu öldürüldü.
*1.723 asker, polis, gerilla ve sivil yaşanan çatışma, güvenlik güçlerinin müdahalesi ve bombalı saldırılarda yaşamını yitirmiştir.
*34 şüpheli ölüm yaşanmıştır.
*150'si çocuk, 6860 kişi gözaltına alınmıştır
*40'ı çocuk 1724 kişi tutuklanmıştır.
*647 işkence ve kötü muamele iddiaları kayıt altına alınmıştır.
*116 toplumsal olaylara müdahale, darp ve yaralanma tespit edilmiştir.
*1103 cezaevlerinde ihlal yaşanmıştır.
*250 gazeteci çeşitli suçlamalarla gözaltına alındı.
*219'u çocuk, 2581 kişi toplumsal gösterilerde kolluk güçlerinden şiddet gördü.
*212 sivil canlı bomba saldırılarında yaşamını yitirdi.
*1.900 milyon kişinin sokağa çıkma yasakları nedeniyle eğitim ve sağlık hakları ihlal edildi. En az 500 bin insan zorla yerinden edildi, göçe zorlandı.
*128 imzacı akademisyen Barış istedikleri için ihraç edildi.
*240'ı çocuk, 5028 kişi hakkında Erdoğan'a hakaretten dava açıldı.
*328 kadın erkekler tarafından katledildi.
*12 mahkumun cezaevlerinde intihar ettiği açıklandı.
*1348 kişi cezaevlerinde işkence ve kötü muamele gördü.
*Cezaevlerinde 1015 sağlık hakkı, 204 haberleşme hakkı ihlal edildi. Yine 533 disiplin cezası verilerek, 2 bin 227 sevk uygulaması yaşandı.
*35 kişi intihar, işkence, kötü muamele, kaza, ihmal, hastalık ve mahkumlar arası kavga nedeniyle yaşamını yitirdi.
*10 şüpheli asker ölümü yaşandı..
*6 faili meçhul cinayet işlendi.
*10 il ve en az 39 ilçede resmi olarak tespit edilen en az 169 gün süresiz ve gün boyu sokağa çıkma yasağı uygulandı.
*16 Ağustos 2015 ile 20 Nisan 2016 tarihleri arasındaki sokağa çıkma yasakları sırasında 79'u çocuk, 71'i kadın en az 321 sivil yaşamını yitirdi.
*5042'si çocuk 13 bin 957 kişi gözaltına alındı. 133'ü çocuk, 3 bin 336 kişi tutuklandı.
*1970 işçi, iş cinayetlerine kurban verildi.
*97 bin 679 kamu çalışanı ihraç edildi.
Yukarıda yazılanların tamamı Ahmet Davutoğlu döneminde yaşananlar olmasına rağmen kendisi bunlardan bihaber Diyarbakır'a gidiyor. Adeta bir demokrasi havarisi kesilen Davutoğlu, iktidarın demokrasi anlayışını beğenmediğini söyleyerek, toplumun gözünün içine baka baka hak-hukuktan bahsediyor.

Yıl 2019!

Davutoğlu, özellikle Kürt halkına hak ve hukuktan bahsetmesin. Davutoğlu ve onun gibi Başbakan eskileri bilsin ki Kürtler yüz yıllık Türk devleti tarihinde sayısız baskı, katliam, sürgün ve göçe tabi tutulmalarına rağmen hiç bir iktidara yaslanmadan kendi küllerinden yeniden doğabilmişler, varolabilmişlerdir. Kürtlerin, ezilen ve sömürülenlerin Ahmet Davutoğlu gibilerine ihtiyacı yoktur.

29.05.2019
Mehmet Serhat Polatsoy


10 Mayıs 2019 Cuma

Öcalan'ı anlamak ve Türkiye'nin önderlik krizi!


Sekiz yıldan sonra PKK lideri Abdullah Öcalan'ın avukatları İmralı adasına giderek müvekkilleriyle 1 saat süren bir görüşme gerçekleştirdiler. Hem görüşmenin hangi koşullarda yapıldığına, hem de görüşme içeriğine ilişkin iki metin okudular. Avukatların görüşmenin içeriğine ilişkin paylaştığı metinde 3 ana başlık vardı. Buna göre: 1) Şiddetten uzak demokratik müzakere, yani çatışmasız diyalog ile bir toplumsal uzlaşının sağlanması gerektiği 2) Kürtlerin, Suriye'nin bütünlüğü çerçevesinde, Anayasal güvenceye kavuşturulmuş, yerel demokrasi perspektifiyle konumlarını korumaları ama Türkiye'nin hassasiyetlerine de duyarlı olunması gerektiği 3) Açlık grevi ve ölüm orucunda olan arkadaşların sağlıklarını tehlikeye atacak, eylemlerini ölümle sonuçlanacak konumlara taşımamaları gerektiği! Bir görünen bir de görünmeyen, bir de hakikat metinlerinin olduğu bilincinden yola çıkarsak eğer okunan metinde 3 ayrı başlığın (!) daha olduğunu görebileceğiz diye düşünüyorum.

Metine ilişkin görünen her 3 başlık da kendi içinde, öneri ve durum tespiti gibi noktaları barındırdığı kadar, aynı zamanda bir hakem konumuna da sahiptir. Mesela öneri sadece açlık grevlerine ilişkin görünmüyor. Yaşanan son 4 yılın değerlendirmesi yapıldığında hem Kürt Özgürlük Hareketi, Hükümet ve Devlet erkanına hem de Dünyayı yöneten sisteme bir öneri olduğu anlaşılabiliyor. Öcalan'ın çözümlemelerinin ışığında metnin içerik analizine eğilmeden önce, 8 yıl aradan sonra anayasal hak olan avukat görüşmesinin neden başladığına bakalım. Daha önceki gibi kardeşi de görüşmeye çağrılabilirdi ki talebin Öcalan'dan değil, devletin kendisinden geldiği görülebiliyor. Görüşme, devletin kendisinden geldi diye düşünüyorum çünkü hükümet ve devlet hem içte hem de dışta ciddi manada bir sıkışmışlık içerisindeydi. Kapitalist modernite yıkıldı ve Demokratik modernite kazandı, demiyoruz ama Öcalan'ın Ortadoğu'da nasıl bir güç olduğunun farkına varıldığını ve Öcalan'ın 30 yıl sonra tekrar haklı çıktığını da rahatlıkla görebiliyoruz.

Öcalan'ın önerileri neleri kapsıyor olabilir:
1)Dünya-sistem politiğin Suriye  ve Ortadoğu konusunda yaşadığı açmazın nasıl aşılabilineceğinin yollarını göstermesi
2) Suriye devletinin oyunlardan vazgeçip hatalarını görerek Kürtleri kabul etmesinden başka çaresinin olmadığını söylemesi
3) Türkiye'nin devlet, hükümet, muhalefet ve toplum olarak tıkanıklığı ve belki de bataklıktan çıkışın şartlarını sunması
4) Kürt hareketinin kendi gerçekliğinin farkına vararak neleri eksik bıraktığı ve yöntemsel hataların düzeltilmesi
5) Cezaevleri ve toplumsal hafızaya dönük,felsefi ve ideolojik perspektifler ışığında  onurlu ama doğru temelde nasıl yaşanırın çağrısı

Türkiye devleti, hükümeti, muhalefet ve toplumu ile birlikte tıkandı. Sonuç olarak şimdi Devlet yönetilemiyor çünkü hükümet güç zehirlenmesi yaşıyor. Muhalefet kendini işletemiyor çünkü toplum artık kendisine inanmıyor. Toplum nefes alamıyor çünkü alabildiğine parçalandı. Liberalizmin de ötesinde tek tek yaşanan bir narsist yaşam tarzı söz konusu. Dünyanın genelinde gelişen tüketim kültürü, Türkiye gibi ve hele muhalefete güvenini kaybetmiş toplumlardaki karşılığı, tamamen yıkım olabiliyor. Tamamıyla umutlar tükendi, bitti, yerle yeksan oldu demiyoruz ki Öcalan'a başvurulacak bir aklın olması, hala umut gerçeğinin canlı olduğunu gösteriyor.

Son 4 yıl içerisinde herkes bir çok yanlış yaptı. Kimimiz bu bedeli can ile kimimiz de artık insan yaşamında olabilecek herhangi bir kriz kadar, kimliğimiz ile birlikte gezdirdiğimiz zindan gerçekliği gibi, cezaevlerine girerek ödedik/ödemeye devam ediyoruz. Evet Devlet yanlış yaptı çünkü Öcalan'ı kullanmaya çalıştı. Hükümet yanlış yaptı çünkü Öcalan'ı kullanmaya çalıştı. Kürt hareketi yanlış yaptı çünkü Öcalan'ı anlamadı ve belki objektif olarak kullanmaya çalıştı. Bizler (Yönetici, Yazar, Aydın, Akademisyen, Radikal demokrat vb. gibi) yanlış yaptık çünkü Öcalan'ı anlayıp yerelde halka cevap olamadık. Ahlaki-Politik toplumu başta kendimiz içselleştiremedik, yaşamsallaştıramadık. Örnek kişiliklerin doğması bir yana, var olan değerleri çar-çur etme adına her şeyi yaptık. Bunlardan doğru, hükümeti ve devleti bir çözüme zorlayamadık. Ne Öcalan anlaşıldı ne de halk. Hiç bir şey vermeden çok şey istedik. Devlet, Hükümet, Özgürlük hareketi, Muhalefet ve demokratım diyenler olarak kendimizi aşıp rol çatışmasına girdik. Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde hala birinci sırada olmamıza karşın en üst sırada olduğumuzu sandık ve ne avukatı dinledik ne de mağduru!

Herkes bu süreçten bir ders çıkardı ya da çıkarmış mı henüz net değildir. Bu nedenledir ki ben hala Öcalan'ın sürece müdahale edeceğini düşünmüyorum. Düşünmüyorum çünkü şartlar buna müsait değildir. Önümüzdeki bir kaç yıl içerisinde de müsait olabilecek imkanı yok gibidir. Buradan, 'Öcalan, Kürt hareketine güvenmiyor, hükümet ve Devlet'i samimi bulmuyor olduğundan yeni bir süreci başlatmaz' sonucu çıkarılmamalı. Öcalan sadece düşüncelerini ve halkların güvenliğini alıyor. Güvenlik olmadan güvenin tesis edilemeyeceği kadar, kör bir güvenin oluşması da doğru değil ki, kimse beklememelidir. Öcalan'ın mesajında herkese bir uyarı vardır: Açık ve seçik olarak, "öyle kimse bana ucuz yaklaşamaz" diyen Öcalan, "bana gelecekseniz, önce toplumun onayını alacaksınız" diyor.

Türkiye ve Ortadoğu entegre olarak ve tüm bileşenleriyle siyasi ve ahlaki anlamda tıkanmış, çöküntüye uğramıştır. Türkiye'de toplum son yirmi yılda neredeyse sistematik kırıma tabi tutulmuştur. Son dört yılda hiç bir şey "Öcalan'dan haber var" açıklaması kadar umutvar olmamış, heyecan yaratmamıştır. Öcalan'ın avukatlarının basın açıklaması öncesi onlarca gazetecinin haber yapmak için koşuşturmalarını, heyecanlarını hepimiz gördük. Günden güne eriyen çocukları ölmesin diye sokaklarda polis şiddetine maruz kalan anaların heyecanlarını gördük. Erdoğan'ın ilgili mesajı YSK kararının olduğu günde avukatlara verdirmesinin altında yatan heyecanını, bıyık altından güldüğünü ve bu yönlü niyetini gördük. Kürtlerin seçimlerde bir özne olduğunu, belirleyici faktör olduğunu gördük. Hepimiz, herkes yanlışları da umudu da gördük.

Bizler Türkiye'de bir liderlik krizi olduğunu biliyoruz. Atatürk'ten sonra Türkiye'nin lidersiz kaldığını, Menderes ile başlayan ve neredeyse her on yılda bir yaşanan darbe süreçlerini biliyoruz. Ülke yöneticilerinin hiç birisinin liderlik vasfı taşımadığını, şişirilme şahsiyetler ile ülke yönetilemeyeceğini herkes görüyor. Evet Türkiye'nin, sorunlara köklü çözüm olabilecek bir lider, bir önderlik sorunu vardır.

Bakın otuz yıl önce Mehmet Ali Birand'ın yaptığı röportajda Öcalan ne söylüyor: Sizin bir önderlik kriziniz var. Ben size daha geçmişte bir önderlik kriziniz var dedim. Ve bu kriz hala çözümlenmiş değil. Gerçekler beni doğruladı. Önderlik, bir sözü bugün söyleyip yarın tersini yapmak demek değildir. Veya işte, yanlış anlaşıldım, özür dilerim demek değildir. Bunlar hep liderliğe terstir. O açıdan sizin, -parti düzeyinde, kişisel düzeyde- bizim karşımızda muhatap olabilecek bir önderliğiniz yoktur. Önderlik, gerektiğinde tek başına taraftarlarını susturabilendir. Tek başına onlara karşı tavır alabilendir. Tek başına onları, istemedikleri halde bir tavra yöneltebilendir. Önderlik temel çıkarı görüp, olumluluğu yakalayandır.

Röportaj otuz yıl önce yapılıyor ve Öcalan daha o zaman, Türkiye'nin bir önderlik krizinin olduğunu söylüyor. Öcalan bugün de aynı şeyi söylüyor ve Türkiye'nin bir önderlik krizi olduğunu, 'benim karşıma çıkacak bir muhatabın olmadığını' söylüyor. Diğer yandan, önderliğe sahip olan Kürtler ve Kürt hareketinin de Öcalan'ı anlamadığı görülüyor: Sadece duygusal boyutta ve yetersiz de olsa kısmen teoride kalındığı, bu nedenle pratikte yöntemsel hataların tekrarının olduğu ki bunu biz yerelde kendimizde dahi, tüm yaşanılan olumsuzluklardan anlayabiliyoruz.
Erdoğanlı ya da değil, tekrar yeni bir çözüm süreci yaşanabilir mi bilemiyoruz ama Kürtler ve Türkler kısa sürede bir çözüm masası kurup adımlar atamazlarsa, önümüzdeki on yılın geçmiş on yıldan daha sancılı geçeceği nettir.

10.05.2019
Mehmet Serhat Polatsoy