Savaşlar
iğrençtir! Önce mide bulanır, sonra ağlanır, ardından kusulur. Her üç eylem
doğallığında gelişen insancıl tepkilerdir. Duygunun şahlanışı verir bu
tepkileri. Savaş ve yaşanılanlar, elbet bir etki-tepki sonrası oluşur. Ama ha
demeden çıkmayan savaşlar, ha demeden de bitmez/bitmemeli. Evet barış zordur ve
bir yönüyle geç kalınmamalıdır ama tarafların mutlaka, barışacak bir zihniyete
sahip olmaları gerekiyor. Adalet, eşitlik ve özgürlük kavramlarını
sindiremeyenler ile bırakın bir barışı, barış üzeri yapılacak görüşmeler bile,
zaman kavramının doğası için bir zül sayılır!
Vakit
kaybı yaşanmaması için tarihte ve günümüzde, insanüstü diyebileceğimiz cinsten,
vakit içinde vakit yaratılıyor. Mesela, iki taraf savaşın durması için bir
yerde görüşmedeyken, yada bir görüşmeye giderken, yanı başlarında bombalar
patlar veya çatışma çıkar. Ya bir taraftan, ya da diğer taraftan kayıplar olur.
Açıklama üstüne açıklamalar yapılır ve bu, "savaşın doğasıdır; bizler de
daha fazla kayıp olmasın diye görüşmelerde bulunuyoruz" denir ve hiçbir
şey olmamış gibi görüşmeler devam eder. Sanırım bu şimdilik, olması gereken gibi
duruyor...
Barış'a
vakit ayırmak gerekiyor ve bu, hak ve özgürlüklerinin ardına düşen, doğuştan olan
haklarını talep eden, renginden, dilinden, dininden dolayı ırkçılığa,
ayrımcılık ve ötekileştirmeye maruz kalan ve bu nedenle özerklik isteyen,
bağımsızlık isteyen ve buna karşılık duran tüm devletler ve örgütler için
geçerlidir.
Yazı
konusu için önümüzde iki örnek duruyor:
1)
Kolombiya-FARC
2)
Türk devleti-PKK
Her
iki örgüt ve devletin hem çatışma tarihi, hem karakterleri ve hem de güçleri
biliniyor. Bu nedenle uzun uzadıya yazmak yerine, onurlu bir barışa erişildiği
düşünülen, barışı simgeleyen beyazlar ile tüm dünyaya poz verilen FARC ve
Kolombiya için bir kaç gerçeği buraya taşımakta fayda var.
52
yıl süren ve 250 bine yakın insanın yaşamını yitirdiği, milyonlarca insanın
yerinden yurdundan edildiği savaş sonrası Kolombiya hükümeti ile FARC gerillaları
arasında 2016'nın Eylül ayında barış anlaşması imzalandı. Elbette bu, özlenen
bir tabloydu. Her şeyden önce doğa tahrip edilmiş canlar kıyımdan geçirilmişti.
Barış'a erişmek zor olmuştu. Fakat bir terslik vardı! Barış anlaşması
imzalanmıştı ama her gün FARC gerillaları ve sosyal liderlerin ölüm haberleri
basına düşmeye başlamıştı. Gazeteci Aykan Sever'in paylaşımları bu yazıyı
yazmamı zorunlu kıldı çünkü kendisi çevirisi ile basına düşen haberlerden kamuoyunu
bilgilendiriyordu.
Bizler,
FARC ve Kolombiya barışının her gün biraz daha iğrenç hale geldiğini okuyor,
böyle bir barışın olamayacağını görüyoruz. Düşünebiliyor musunuz, imzalanan bir
barış anlaşması ve bu anlaşmadan sonra katledilen eski gerilla ve sosyal
liderler var. Barış anlaşmasından sonraki süreçten bu güne kadar toplamda bine
yakın eski gerilla ve sosyal lider vahşice katledildi. Bu durum ister istemez,
'olmaz olsun böyle bir barış' dememize neden oluyor. Bu duruma hem Kolombiya
hükümeti -ki kendisine bağlı güçlerce işlenen katliamlar-, hem de FARC sessiz kalıyor. FARC'ın bu durum
karşısında sessiz kalması ölümleri daha da fazlalaştırdığı gibi, mücadelelerini
de yozlaştırıyor. Barış anlaşması için arabulucu olan Küba'nın da sessiz
kaldığı bu ortamda FARC'ın daha fazla sessiz kalması çok anlamlı gelmiyor. Bir
sorun, bir sıkıntı var. Nasıl olur da FARC, mücadele arkadaşlarının
katledilmesine bu kadar sessiz kalır! Ya örgüt lider kadrosu bir ihanet
içerisinde ve kendilerine öldürülecekler listesi verilmiş ve anlaşma bunun
üzeri imzalanmış, ya tekrardan savaş başlamasın diye katliamlara göz yumuluyor,
ya da lider kadro artık yoruldu! Yoksa FARC dağıldı mı, artık yok mu? Eğer
böyleyse bu sözde barış FARC tarafından değil, Kolombiya tarafından kısa süre
içinde resmen bitirilecek. Ortada barışılacak kimse kalmazsa, öyleyse barışın
ne anlamı var? Tamil kaplanlarına yapılanlar ile FARC gerillaları ve sosyal
liderlere yapılanlar arasındaki fark sadece Kolombiya'nın resmi bir barış
anlaşması imzalamış olmasıdır. İnfazları meşru kılan bir anlaşma!
PKK
ile Türk devleti arasındaki savaş 36. yılına girerken 70 bine yakın insan
yaşamını yitirdi, yüz binlerce insan işkencelerden geçirildi ve zindanlara
atıldı. Yakılan, yıkılan köyler ve ilçeler nedeniyle milyonlarca insan yerinden
yurdundan edildi ve edilmeye de devam ediyor. PKK lideri Abdullah Öcalan 20
yıldır İmralı adasında, tek kişilik hücrede barışın yollarını arıyor, adeta
ilmik ilmik barışı örüyor. Dünya deneyimlerinden yola çıkarak, "onurlu bir
barışın" şartlarını sunuyor. Bu anlamda, savaşacak çok vaktimiz oldu,
barışacak vaktimiz de olsun diyor. Öcalan, onurlu bir barışa giden yolun önce
temizlenmesi gerektiği, sonra olacaksa bu yol üzeri bir barışın olması
gerektiğini söylüyor. Kırk yıl içerisinde her iki taraftan da yanlış, hata ve
suçların olduğunu, bu nedenle bunların araştırılması gerektiğini defalarca dile
getiriyor. Bunun için "Hakikatleri araştırma komisyonu" kurulması
gerektiğini, 3. bir gözün sürece dahil edilmesindeki gereksinimleri tarihsel
bilincinden aldığı anlaşılıyor. Zira Özal döneminden bu yana defalarca kez
yürütülen görüşmeler, tek taraflı ateşkesler, barışa şans tanımalar ve
nihayetinde yolların nasıl tıkandığını ve nasıl açılması gerektiğini biliyor. Öcalan'ın
'Bir muhatap arıyorum' başlıklı kitabı oldukça önemlidir. Başlığa yansıyan
arayış, bu savaşın neden sonlanamadığını haykırıyor. Öcalan yıllar önce Mehmet
Ali Birand ile yaptığı röportajda da dile getirmişti: Sizin, bizimle görüşecek
bir önderliğiniz yok. Sizin bir önderlik kriziniz var! Evet, Öcalan bir muhatap
bulamadığı ve önerdiği yolları yaşamsallaştıramadığı içindir ki, Kürt-Türk
barışı sağlanamıyor.
Barış
görüşmeleri esnasında savaş devam edebilir mi? Maalesef ama devam edebiliyor.
İmza atılma anından bir saniye öncesine kadar, yine devam ediyor. Peki imza
atıldıktan sonra? Evet, yine devam ediyor. Peki barış? Siz, "hayır, bu
barış değil" diyebilirsiniz ama başkaları da "asıl savaş, barış
anlaşmasından sonra başlıyor" der.
Mesela
Sakine Cansız ve arkadaşlarının infazları!
Bu
infazlar diyalogsuz bir savaş sırasında değil, diyalog halinde iken, hem de
resmi kanallardan görüşme gerçekleştiriliyorken oldu. PKK'nin kurucuları
arasında yer alan önder kadrolardan Sakine Cansız'ın vahşice katledilişinden
sonra Recep Tayyip Erdoğan, "olayın
bir iç hesaplaşma ya da provokasyon olduğunu", söyledi. Konuyla ilgili
konuşan Bülent Arınç ise, "Terörün sonlanması ile ilgili olarak MİT'in
inisiyatifiyle gelişen bir durum" demişti.
Hatırlayacak
olursanız eğer PKK daha sonrasında süreç tıkanmasın diye, üst düzey herhangi
bir isme karşı eylem düzenlemedi. Kaldı ki basından da bildiğimiz kadarıyla bu
güne kadar hiç bir siyasiye karşı böylesi bir eylem içerisine girmedi. Yani
infaza karşılık bir pratik içerisine girmedi. Daha fazla insan yaşamını
yitirmesin diye, kurucuları arasında yer alan Sakine Cansız'ı "Barış ve
Demokrasi şehidi" ilan etti. PKK'nin bu tavrı 2.5 yıl silahların
patlamamasına neden oldu. Türkiye halkları 2.5 yıl çatışma haberi duymadı.
Bunun nedeni -her şeye rağmen- PKK'nin tavrından başkası değildi. Ama çatışmasızlık
süresi içerisinde bir daha böylesi infazların yaşanmaması için Öcalan
tarafından önerilen "hakikatleri araştırma komisyonu" kurulmadı,
işlemedi. Ve Erdoğan, resmi olarak Dolmabahçe'de okunan mutabakatı tanımadığını
söyleyerek süreci bitirdi.
2015-2019
arası Sur ve Cizre gibi ilçeler yıkılmış ve savaş, farklı bir boyut kazanmıştı.
Erdoğan'ın, "süreç buzdolabındadır" dediği günden bu yana 4 yıl
geçmiş ve Öcalan ile ne avukatları, ne HDP heyeti, ne de yakınları görüştürülmemişti.
Bir tıkanıklık var ve aşılmalıydı. Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit bir
şekliyle kırılmalıydı. Dışarıda siyaset kurumu umutsuz bir şekilde beklerken
ses, içerilerden, zindanlardan geldi ve o sıra cezaevinde tutulan HDP'li
milletvekili Leyla Güven, Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridin
kaldırılması ve tekrar barış sürecinin başlaması için açlık grevine başladı.
Kısa sürede HDP'li, Sol-Sosyalist, PKK ve PJAK'lı tutsaklar da açlık grevine dahil
oldu. Cezaevlerinden ölüm haberleri gelmeye başlamış, açlık grevleri ölüm
orucuna dönüşmüş, siyaset kurumu hareketlenmişti. Güven ve arkadaşlarının sesi
duyulmuş, mücadeleleri sonuç vermiş ve Dünya'da da yankı bularak tecrit kapısı
aralanmıştı. Öcalan ile görüşmeler tekrar başlamıştı. Sadece avukatları değil,
devletin de Öcalan ile görüştüğünü anlamış oluyorduk.
Bugünler,
tekrar İmralı kapısının kapatıldığı, tıkanıklığın başladığı günler olarak
karşımıza çıkmış bulunuyor. Zaman akıp gidiyor ve hiç bir olgunluk emaresi
görünmüyor.
Geçen
hafta, KCK Başkanlık Konseyi Üyesi Diyar Garib, tıpkı yine KCK Başkanlık
Konseyi Üyesi Zeki Şengali'ye uygulanan yöntem ile vuruldu ve yaşamını yitirdi.
Atakan Mahir yine yakın dönemde öldürülen KCK Başkanlık Konsey Üyelerindendi.
TSK'nın raporlarına göre son 4 yıllık süreçte aralarında sivillerin de olduğu
16 bine yakın PKK'li yaşamını yitirmiş! Rakamların şişirilmiş ve özel savaşın
politikaları doğrultusunda verildiği biliniyor ama ölümlerin olduğu herkesin
malumudur.
Peki
Özal döneminden bu yana defalarca yapılan ve hala devam eden görüşmelerde hiç
bir yol kat edilmedi mi de bu kadar insan yaşamını yitiriyor? Edilmedi. Çünkü
savaşın bitirilmesi istenmiyor! Bir yol kat edilmiş olsaydı PKK'nin barış adına
verdiği onca tavizler sonrası savaş biterdi. Mutlak büyük umut vardır ve
olmalıdır ama en azından bu güne kadar denenen yöntemler ile bu savaşın hiç bir
şekilde bitirilemeyeceği ve bu anlamda kat edilmişse de, kat edilen yolun buna
hizmet ettiği görülmüş oldu.
Nasıl
mı biter?
Barış'a,
en az savaş kadar vakit ayrılırsa, görüşmeler sırasında yaşanan ölümlerin
sorumluları en tepede bile olsa araştırılıp haklarında hüküm verilirse ancak, savaşlar
bitme noktasına gelir. Yoksa Tamil Elam Kurtuluş Kaplanları ve Kolombiya
Devrimci Silahlı Güçleri-Halk Ordusu örnekleri ortadadır.
Hiç
kimse bu tarz ölümleri, "savaşın doğası" olarak göstermemeli. Bu,
savaşın doğası değil, yöntemin sorunlu olması nedeniyledir. Ölümler ve
tıkanıklıklar, Barış'a en az savaş kadar vakit ayrılmadığının ve 'bu anlamda aceleye'
getirildiğinin sonucudur. Barış için gerekli olan, bir zihniyet devrimidir ki
biliniyor. PKK ve Türk devleti arasındaki savaş 40 yıldır sürüyor. Sosyolojik
olarak bu kadar yıl içerisinde bir kültür yaratılıyor. Kırk yıllık savaş bir
kültür yarattı. Savaş kültürüne sahip bir toplum. Daha net olmak gerekirse:
Düşünün ki PKK ve Türkiye arasındaki -eğer varsa- barış görüşmelerini her yerden izole etseniz bile, yine de barış
için, 1 kültür yılı gerekiyor.
Hala
geç kalınmış değil, barışa mutlaka vakit ayırmak gerekiyor. Bunun için de
şuanda bile, kimseyi beklemeden demokratik parti, STK ve şahsiyetler el birliği
ile, bir Hakikatleri araştırma komisyonu kurarak kendilerini muhatap
kılabilirler.
13.07.2019
Mehmet
Serhat Polatsoy