19 Kasım 2018 Pazartesi

Türkiye tarihi, başarısızlıkların tarihidir


Osmanlının fetih dediği yayılmacı politikaları, Türkiye'nin doğuşu ile birlikte içe dönük hale gelmiştir. Yayılmacılık evrime uğramıştır: Osmanlı, tıpkı bir süpernovaya dönüşmüş ve zerreciklerinden Türkiye doğmuştur. Türkiye artık, kaosun kurumsallaştığı bir parça haline gelmiştir. Osmanlının fetih adı altındaki işgalleri yüzyıldır, Türkiye'nin her karış toprağında gerçekleşmektedir. Öyle ki tek din, ırk, dil, millet gibi argümanlar bir politikaya dönüştürülmüş ve devletin belirlediği tekliğin dışında yer alanlar her türden baskı ile karşılaşmıştır. 

Her yeni iktidar devrinde, kendi ülkesinin içlerine operasyonlar geliştiren bir ülke düşünün! 

Sadece Türkiye sınırları içerisine hapsedilen Kürdistan halklarına dönük değil: Sadece Alevi, Êzîdî, Süryani, Ermeni, Rum, Kürt ve diğer halk ve inançlara dönük değil, her gelen iktidar kendi gibi düşünmeyen tüm kesimlere dönük operasyonlar geliştirmiştir.

Türkiye tarihi, başarısız yöneticilerin başarısızlıklarının tarihidir. Bu başarısızlıklar sadece Turancılık veya Türkçülük sözleşmesi gibi fantastik argümanların askeri-politik sonucu değildir. Osmanlıdan yaratılan zerrenin bile gün yüzü görmemesini isteyen hegemonyanın, Türkiye üzerine koyduğu kapitalist kurallar bunda belirleyicidir. Türklük sadece bir kılıf ve faşizmin uygulanmasına bahane bir argüman bir nesne haline getirilmiştir.

Türkiye, Ermenilere dönük gerçekleştirilen ve 'büyük felaket' olarak anılan talihsiz kırım sonrası ilan edilen bir devlet olurken, aldığı miras da bu anlamda katliamlar tarihi oluyor. Derken özerk yaşayan Dersim'e iç-işgal gerçekleştiriliyor. Ardından gelen Zilan katliamı sonrası Türkiye soluğu, "pogrom" olarak bilinen Rum, Ermeni ve Yahudilere dönük 1955 olaylarında alıyor. 60, 70 ve 80 darbeleri ile huzur ve güvenlik arayışına mı yoksa kaosun daha bir derinleştirilmesi mi amaçlanıyor Türkiye devleti açısından pek anlaşılamıyor. Hem iktidarların devletleşmek istemesi hem de devletin kendi içinde kliklere ayrılması bir boşluk yarattı. Bu boşluk kapitalist hegemonyanın Türkiye'de istediği gibi at koşturmasına, asrı saadetini henüz huzura ermemiş olan Türkiye'de yaşamasına neden oldu.

Vatan, millet, sakarya güzellemesi her devrin baskı politikalarının ideolojik dayanağı olurken Kürtler, Türkiye cumhuriyeti devletinin en azılı düşmanları ilan edildi. Düşman ilan edilen sadece Kürtler değil, aynı zamanda Kürt ve Kürdistan'ı tanıyan enternasyonalistler de Türkiye'nin hedefine alındı. Bunun nedeni de öyle sadece "bölünme paranoyasından" değildi: Kapitalist hegemonya ne daha fazla silah satmaya ve ne de daha fazla yer-altı ve yer-üstü zenginliklerine doymuyordu. Kutsal kitapların ilahının kutsadığı Dicle ile Fırat Kürdistan coğrafyasındaydı ve en büyük parça Türkiye'deydi. Bu denenle hiç bir savaş ıskalanmamalıydı!
Dünden bugüne kadar Türkiye'yi yöneten Türklük değil faşizmdir. Faşizm, kendisine Türk'ten başka bir kılıf bulamazdı ki Türkler, anayurtları Türkistan'dan buralara gelene kadar milliyetçiliklerinde rüştlerini ispat etmişlerdir. Devletler için sadece kılıf gereklidir; bugün Türk, Fars, Arap, Yahudi, yarın da başka bir halk faşizmin nesnesi olabilir.

Teker teker tüm hükümetlerin karakterlerine girmek yerine, hepsinin ortak noktasının iktidarda kalmak olduğunu söylemek yeterlidir. Türk hükümetleri Türk devlet tarihinin hiç bir döneminde, iktidarda kalmak ve faşizmi kurumsallaştırmak dışında başarılı olamamışlardır. En uzun süre iktidarda kalan CHP'nin başarısı ortadadır; Dersim ve Zilan katliamları ile CHP, faşizm adına büyük bir başarı elde etmiştir. Parti anlamında iktidarı kaybettikten sonra CHP, azınlıklara dönük "pogrom" ve ardından Menderes'in akıbeti ile 60 darbesini getirmiştir. Bugünlere kadar da üstlendiği misyon devleti, yani faşizmi korumaya dönüktür. Ana-muhalefet partisi olarak bilinir ama tek muhalifliği, devlete karşı olanlara muhalif oluşudur. Adında halk var ama hiç bir zaman devleti karşısına alıp halkın yanında yer almamıştır; çünkü CHP, Devletin ruhudur.

CHP'den sonra en uzun iktidarda kalan AKP hükümetleridir. AKP, CHP'nin halefidir. AKP de, iktidarda kalabilmek için tıpkı selefi olan CHP gibi faşizmi kurumsallaştırmıştır. Ekonomik kriz sonrası geldiği 2002'den bu yana, adalet, eşitlik ve özgürlük konularında imza attığı hiçbir başarılı eylemi yoktur. Ne siyasal, kültürel ve sosyal ne de ekonomi konusunda başarılı olduğu bir zaman dilimi mevcut değildir. AKP'nin başarıları da tıpkı CHP'ninkiler gibi olmuştur. Doksanlı yılların karanlığından henüz çıkmış olan Kürtler ve dostları bu defa da başka bir iktidarın zulmüne tanıklık etmiştir. Sadece Kürtler değil elbet. Rahip Santoro cinayeti, Zirve yayınevi vahşeti, Hrant Dink cinayeti, 1960'lı yıllara kadar olan büyük felaket ve pogromu işaret ediyordu. Yine Ceylan Önkol'un havan mermisiyle paramparça edilmesi Dersim katliamında çocuklara yapılan vahşetleri akıllara getiriyordu. Roboski ve Cizre-Sur gibi Kürt şehirlerinin yıkılması, bodrumlarda yüzlerce insanın yakılması da tekerrür edilen tarihe örnektir.

AKP hükümetleri hakikat temelinde hiç mi başarıya imza atmadılar? 2013-2015 arası yaşanan çözüm süreci bir başarı değil miydi gibi, karşı çıkışlar olabilir tabiki ama ortada bir başarı yoktu. Sayın Öcalan'ın çağrısıyla başlayan ve yine Öcalan'ın çabalarıyla iki yıl devam eden bir süreç vardı. Aslında öyle 2 yıl da sürmemiş ve gördüğümüz 'rüya' 2014 MGK kararlarıyla son bulmuştu. Sonrasında ise süreç milletvekilleri, belediye başkanları, yöneticiler, gazeteci, yazar, akademisyenlerle birlikte on binlerce siyasi tutsağın hapsedilmesi, yüzlerce asker, polis ve gerillanın yaşamını yitirmesiyle buralara kadar gelmişti. Buna rağmen AKP Genel Başkanı ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan dün "Son 16 yılda hiç kimsenin, hiçbir vatandaşın, etnik veya dini grubun özgürlük alanı daralmamış ve hayatına müdahale edilmemiştir" diyebildi. Yahu 'el insaf' da diyebiliriz ama bu, bir ülke için utanç vesikasından başkası değildir.

Derdimiz, karakteri ve özü gereği baskıcı olan bir devlet sisteminden 'başarı' beklemek değil, başarısızlıklarını bildiğimizi ve tüm yönelimlerine rağmen kaçmayacağımızı, halklara özgürlüğü getirmek için de her bedeli göze aldığımızı bilmeleridir. Türkiye'nin yüzüncü yılına giderken eldeki tek başarı acı, kan ve anaların dinmeyen gözyaşlarından başkası olmadı. Türk devlet erkanı geçmiş yüzyılına bir de bu pencereden bakmalı: Kendi kendilerine birde, "ezemedik, başarısızız; yenemedik, başarısızız; bu utanç bize yeter de, sahi, bizi kim yönetiyor" diye sormalılar.

18.11.2018
Mehmet Serhat Polatsoy