Mehmet Serhat Polatsoy
Kürtlere biçilen fiziki yaşam
ile ölüm arasındaki mesafe, tıpkı kutsal kitaptaki sırat köprüsünün çizgisi
kadar, siyasal yaşam ile ölümü arasındaki mesafe ise her dem "araf"
halidir.
Hegemonik devletler kendi
sistemlerini koruma adına dün olduğu gibi bugün de Ortadoğu'dalar ki burası
kaynıyor. Halklar ve inançlar yüzyıldır işgal, talan, asimilasyon, soykırım ve
sömürü ile acı düzenini an be an yaşıyor ve kendi coğrafyalarında adeta köle statüsündeler.
Halkların hala acı çektiği
doğru ama inanın bugün sadece halk ve inançlar değil, Hegemonya da kaynıyor,
kıvranıyor. Düzenlerini tesis edip belki bir yüzyıl daha kalmak istiyorlar;
olmuyor. Bunun için bir çıkış arıyorlar ama ne yer altı-yer üstü kaynakları ve
ne de yürürlükteki vahşi politikaları hegemonyanın 'kendince' düzenli
olabilecek çıkışını olanaklı kılmıyor. Burada daha düne kadar tek
dayanakları Ulus-Devletlerdi. Ve bu sistem son otuz yıldır kendisini Neoliberal
politikalarla ayakta tutmaya çalışsa da, bunun da bir çare olmadığı ve son
kertede de artık işlemediği anlaşıldı. Çıkışın yeni yeni ulus-devletler
olmadığını artık biliyorlardı. Ondandır ki çoğunluğu İslam olan Ortadoğu'ya
İslam'ın Radikal ve Ilımlı halini denemek istediler de olmadı; tutmadı.
Hem Ortadoğu hem de
Dünya'nın diğer coğrafyalarında Ulus-Devletlerin sorunlara çözüm olma anlamında
yok hükmünde olduğu nettir. Bu, çok önceleri, yani AB'nin kuruluşundan itibaren
bilinen bir gerçek iken, özellikle Kürdistan'ın içerisinde olan Ulus-Devletler
kendilerinin lağv edilmesi gereken sistemler olduklarını bile bile hala da
çırpınıp duruyorlar.
Oysa henüz devletleşmeyen
Güney Kürdistan'da yapılan "Bağımsızlık" referandumundan da gördük ki
yeni bir Ulus-Devlet'in varlığı ne kabul edilebilir ne de bu devletin gıdasını
aldığı milliyetçilik kendini var edebilir. Hem milliyetçiliğin hem de Devlet
yönetimlerinin eskisi gibi olamayacağına ilişkin iki örnek işareti de
bölgemizden verecek olursak; birincisi Barzani'nin ihanet ve ısrarı sonucu
görevden el çektirilmesi ve diğeri de MHP içinden "İYİ Parti"nin çıkarılması.
Konumuza dönecek olursak, egemenler,
koşulların yüz yıl önceki koşullar ve Kürtlerin de yüz yıl önceki Kürtler
olmadığını bilmelerine rağmen sömürü düzenlerinden vazgeçmek istemiyorlar.
Kürtlere ve hatta dizayn etmeye çalıştıkları coğrafyanın tamamındaki halk ve
inançlara yine, köleliği reva görüyor ve alttan alta -olacaksa da- kendilerine
göre bir Devletleşmeyi ya da boyunduruk altına girecekleri bir sistemi salık
veriyorlar.
Lakin herkes en son Rojava özgülünde de gördü ki Kürtler, "yaşamak-yaşatmak" için hazırlamış oldukları yeni bir sistemi inşa etmek istiyorlar. 3. yol olarak da adlandırılan bu sistem İmralı adasında yirmi yıla yakın bir süredir rehin tutulan Sayın Abdullah Öcalan'ın kavramlarla kuramsallaştırdığı "Demokratik Konfederalizm"den başkası değildir. Kuzey Suriye (Rojava) ve sonra da Suriye'nin bir bölümü, hiç bir düzenli ordunun baş edemediği IŞİD teröründen Öcalan'ın üçüncü yoluna inananlar tarafından kurtarıldı. Hiç bir teknolojinin üstesinden gelemediği terör, inanç ve iradenin üstünlüğü ile sonlandırıldı.
Hegemonlar Kürtler içinde Öcalan'ın, Barzani ya da bir başka parti başkanı gibi olmadığını çok iyi biliyorlar. Öcalan onlarda bu fikrin oluşmasını hem teori hem de pratik sahada verdi ki başlı başına birinci örneği İmralı zindan direnişi iken ikincisi sarf ettiği şu sözlerle açıklığa kavuşuyor:
"Nemrutlara boyun mu eğeceğim? Ağa taslaklarına boyun eğmem. Ulus-Devlet ideolojisi haramdır; bin defa kuru ekmek yerim, bu devletlere minnet etmem; onların her şeyi haramdır".
Kapitalist Modernitenin can
çekiştiği ve hatta ruhunu teslim etme aşamasında olduğu, Dünya-Sistem
yürütücülerince de idrak edilmiş durumdadır. Ruhu arafta olan bu sistem mutlak
bir çıkış arıyor. Hem Ortadoğu'dan hem de kendi içinde bulunduğu krizden çıkmak
için pekala Demokratik Konfederalizmi esas alabilir. Bunu halkların çıkarına
değil, belki de tıpkı Lenin ile Wilson'un diyalektik ilişkilerinde olduğu gibi
kendi lehlerine de dönüştürebilirler. Tabi yine Öcalan'ın dediği gibi, "bu
durumu halkların direnişi belirleyecek".
Öcalan'ın
kuramsallaştırdığı Demokratik Modernitenin politik hali olan Demokratik
Konfederalizm'in sadece Kürtler değil, Ortadoğu hatta bütün Dünya ülkeleri için
uygulanabilirliği şüphe götürmez bir gerçek. Kürtler dünden çok önde ve bu öncü
konumlarında sıçrama yapabilirlerse de Demokratik Konfederalizm Ortadoğu'da
uygulanacak olan tek model ve hatta can çekişenlerin de tek çıkış umudu olacak.
Özcesi; Öcalan İmralı'da
teslim alınmaya çalışıldı ama direndi/direniyor. Bizler her geçen gün Öcalan'ın
neden hala esir tutulduğunu daha iyi anlayabiliyoruz. Bu esaret koşullarının
devam etmesinin altında yatan neden sadece tüm Ulus-Devletlere ideolojik savaş
açtığı ve varlığını koruma adına gerilla ordusuna sahip olduğundan değil. Haram
ideolojilerden, bütün dünyayı değiştirecek olan İnsani yaşama doğru büyük bir
felsefeye ve şimdilik Ortadoğu için ideal olan yönetim şeklini bağrında
taşıdığı ve sahip olduğu içindir.
31.10.2017
Mehmet Serhat Polatsoy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder