Osmanlının fetih dediği
yayılmacı politikaları, Türkiye'nin doğuşu ile birlikte içe dönük hale
gelmiştir. Yayılmacılık evrime uğramıştır: Osmanlı, tıpkı bir süpernovaya
dönüşmüş ve zerreciklerinden Türkiye doğmuştur. Türkiye artık, kaosun
kurumsallaştığı bir parça haline gelmiştir. Osmanlının fetih adı altındaki
işgalleri yüzyıldır, Türkiye'nin her karış toprağında gerçekleşmektedir. Öyle ki
tek din, ırk, dil, millet gibi argümanlar bir politikaya dönüştürülmüş ve
devletin belirlediği tekliğin dışında yer alanlar her türden baskı ile
karşılaşmıştır.
Her yeni iktidar devrinde, kendi ülkesinin içlerine
operasyonlar geliştiren bir ülke düşünün!
Sadece Türkiye sınırları içerisine
hapsedilen Kürdistan halklarına dönük değil: Sadece Alevi, Êzîdî, Süryani,
Ermeni, Rum, Kürt ve diğer halk ve inançlara dönük değil, her gelen iktidar
kendi gibi düşünmeyen tüm kesimlere dönük operasyonlar geliştirmiştir.
Türkiye tarihi, başarısız
yöneticilerin başarısızlıklarının tarihidir. Bu başarısızlıklar sadece
Turancılık veya Türkçülük sözleşmesi gibi fantastik argümanların askeri-politik
sonucu değildir. Osmanlıdan yaratılan zerrenin bile gün yüzü görmemesini isteyen
hegemonyanın, Türkiye üzerine koyduğu kapitalist kurallar bunda belirleyicidir.
Türklük sadece bir kılıf ve faşizmin uygulanmasına bahane bir argüman bir nesne
haline getirilmiştir.
Türkiye, Ermenilere dönük
gerçekleştirilen ve 'büyük felaket' olarak anılan talihsiz kırım sonrası ilan
edilen bir devlet olurken, aldığı miras da bu anlamda katliamlar tarihi oluyor.
Derken özerk yaşayan Dersim'e iç-işgal gerçekleştiriliyor. Ardından gelen Zilan
katliamı sonrası Türkiye soluğu, "pogrom" olarak bilinen Rum, Ermeni
ve Yahudilere dönük 1955 olaylarında alıyor. 60, 70 ve 80 darbeleri ile huzur
ve güvenlik arayışına mı yoksa kaosun daha bir derinleştirilmesi mi amaçlanıyor
Türkiye devleti açısından pek anlaşılamıyor. Hem iktidarların devletleşmek
istemesi hem de devletin kendi içinde kliklere ayrılması bir boşluk yarattı. Bu
boşluk kapitalist hegemonyanın Türkiye'de istediği gibi at koşturmasına, asrı
saadetini henüz huzura ermemiş olan Türkiye'de yaşamasına neden oldu.
Vatan, millet, sakarya
güzellemesi her devrin baskı politikalarının ideolojik dayanağı olurken
Kürtler, Türkiye cumhuriyeti devletinin en azılı düşmanları ilan edildi. Düşman
ilan edilen sadece Kürtler değil, aynı zamanda Kürt ve Kürdistan'ı tanıyan
enternasyonalistler de Türkiye'nin hedefine alındı. Bunun nedeni de öyle sadece
"bölünme paranoyasından" değildi: Kapitalist hegemonya ne daha fazla
silah satmaya ve ne de daha fazla yer-altı ve yer-üstü zenginliklerine
doymuyordu. Kutsal kitapların ilahının kutsadığı Dicle ile Fırat Kürdistan
coğrafyasındaydı ve en büyük parça Türkiye'deydi. Bu denenle hiç bir savaş
ıskalanmamalıydı!
Dünden bugüne kadar
Türkiye'yi yöneten Türklük değil faşizmdir. Faşizm, kendisine Türk'ten başka
bir kılıf bulamazdı ki Türkler, anayurtları Türkistan'dan buralara gelene kadar
milliyetçiliklerinde rüştlerini ispat etmişlerdir. Devletler için sadece kılıf
gereklidir; bugün Türk, Fars, Arap, Yahudi, yarın da başka bir halk faşizmin
nesnesi olabilir.
Teker teker tüm hükümetlerin
karakterlerine girmek yerine, hepsinin ortak noktasının iktidarda kalmak
olduğunu söylemek yeterlidir. Türk hükümetleri Türk devlet tarihinin hiç bir
döneminde, iktidarda kalmak ve faşizmi kurumsallaştırmak dışında başarılı
olamamışlardır. En uzun süre iktidarda kalan CHP'nin başarısı ortadadır; Dersim
ve Zilan katliamları ile CHP, faşizm adına büyük bir başarı elde etmiştir. Parti
anlamında iktidarı kaybettikten sonra CHP, azınlıklara dönük "pogrom"
ve ardından Menderes'in akıbeti ile 60 darbesini getirmiştir. Bugünlere kadar
da üstlendiği misyon devleti, yani faşizmi korumaya dönüktür. Ana-muhalefet
partisi olarak bilinir ama tek muhalifliği, devlete karşı olanlara muhalif
oluşudur. Adında halk var ama hiç bir zaman devleti karşısına alıp halkın
yanında yer almamıştır; çünkü CHP, Devletin ruhudur.
CHP'den sonra en uzun
iktidarda kalan AKP hükümetleridir. AKP, CHP'nin halefidir. AKP de, iktidarda
kalabilmek için tıpkı selefi olan CHP gibi faşizmi kurumsallaştırmıştır.
Ekonomik kriz sonrası geldiği 2002'den bu yana, adalet, eşitlik ve özgürlük
konularında imza attığı hiçbir başarılı eylemi yoktur. Ne siyasal, kültürel ve
sosyal ne de ekonomi konusunda başarılı olduğu bir zaman dilimi mevcut
değildir. AKP'nin başarıları da tıpkı CHP'ninkiler gibi olmuştur. Doksanlı
yılların karanlığından henüz çıkmış olan Kürtler ve dostları bu defa da başka
bir iktidarın zulmüne tanıklık etmiştir. Sadece Kürtler değil elbet. Rahip
Santoro cinayeti, Zirve yayınevi vahşeti, Hrant Dink cinayeti, 1960'lı yıllara
kadar olan büyük felaket ve pogromu işaret ediyordu. Yine Ceylan Önkol'un havan
mermisiyle paramparça edilmesi Dersim katliamında çocuklara yapılan vahşetleri
akıllara getiriyordu. Roboski ve Cizre-Sur gibi Kürt şehirlerinin yıkılması,
bodrumlarda yüzlerce insanın yakılması da tekerrür edilen tarihe örnektir.
AKP hükümetleri hakikat
temelinde hiç mi başarıya imza atmadılar? 2013-2015 arası yaşanan çözüm süreci
bir başarı değil miydi gibi, karşı çıkışlar olabilir tabiki ama ortada bir
başarı yoktu. Sayın Öcalan'ın çağrısıyla başlayan ve yine Öcalan'ın çabalarıyla
iki yıl devam eden bir süreç vardı. Aslında öyle 2 yıl da sürmemiş ve
gördüğümüz 'rüya' 2014 MGK kararlarıyla son bulmuştu. Sonrasında ise süreç milletvekilleri,
belediye başkanları, yöneticiler, gazeteci, yazar, akademisyenlerle birlikte on
binlerce siyasi tutsağın hapsedilmesi, yüzlerce asker, polis ve gerillanın
yaşamını yitirmesiyle buralara kadar gelmişti. Buna rağmen AKP Genel Başkanı ve
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan dün "Son 16 yılda hiç kimsenin, hiçbir
vatandaşın, etnik veya dini grubun özgürlük alanı daralmamış ve hayatına
müdahale edilmemiştir" diyebildi. Yahu 'el insaf' da diyebiliriz ama bu,
bir ülke için utanç vesikasından başkası değildir.
Derdimiz, karakteri ve özü
gereği baskıcı olan bir devlet sisteminden 'başarı' beklemek değil,
başarısızlıklarını bildiğimizi ve tüm yönelimlerine rağmen kaçmayacağımızı,
halklara özgürlüğü getirmek için de her bedeli göze aldığımızı bilmeleridir. Türkiye'nin
yüzüncü yılına giderken eldeki tek başarı acı, kan ve anaların dinmeyen
gözyaşlarından başkası olmadı. Türk devlet erkanı geçmiş yüzyılına bir de bu
pencereden bakmalı: Kendi kendilerine birde, "ezemedik, başarısızız;
yenemedik, başarısızız; bu utanç bize yeter de, sahi, bizi kim yönetiyor"
diye sormalılar.
18.11.2018
Mehmet Serhat Polatsoy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder