10 Mayıs 2019 Cuma

Öcalan'ı anlamak ve Türkiye'nin önderlik krizi!


Sekiz yıldan sonra PKK lideri Abdullah Öcalan'ın avukatları İmralı adasına giderek müvekkilleriyle 1 saat süren bir görüşme gerçekleştirdiler. Hem görüşmenin hangi koşullarda yapıldığına, hem de görüşme içeriğine ilişkin iki metin okudular. Avukatların görüşmenin içeriğine ilişkin paylaştığı metinde 3 ana başlık vardı. Buna göre: 1) Şiddetten uzak demokratik müzakere, yani çatışmasız diyalog ile bir toplumsal uzlaşının sağlanması gerektiği 2) Kürtlerin, Suriye'nin bütünlüğü çerçevesinde, Anayasal güvenceye kavuşturulmuş, yerel demokrasi perspektifiyle konumlarını korumaları ama Türkiye'nin hassasiyetlerine de duyarlı olunması gerektiği 3) Açlık grevi ve ölüm orucunda olan arkadaşların sağlıklarını tehlikeye atacak, eylemlerini ölümle sonuçlanacak konumlara taşımamaları gerektiği! Bir görünen bir de görünmeyen, bir de hakikat metinlerinin olduğu bilincinden yola çıkarsak eğer okunan metinde 3 ayrı başlığın (!) daha olduğunu görebileceğiz diye düşünüyorum.

Metine ilişkin görünen her 3 başlık da kendi içinde, öneri ve durum tespiti gibi noktaları barındırdığı kadar, aynı zamanda bir hakem konumuna da sahiptir. Mesela öneri sadece açlık grevlerine ilişkin görünmüyor. Yaşanan son 4 yılın değerlendirmesi yapıldığında hem Kürt Özgürlük Hareketi, Hükümet ve Devlet erkanına hem de Dünyayı yöneten sisteme bir öneri olduğu anlaşılabiliyor. Öcalan'ın çözümlemelerinin ışığında metnin içerik analizine eğilmeden önce, 8 yıl aradan sonra anayasal hak olan avukat görüşmesinin neden başladığına bakalım. Daha önceki gibi kardeşi de görüşmeye çağrılabilirdi ki talebin Öcalan'dan değil, devletin kendisinden geldiği görülebiliyor. Görüşme, devletin kendisinden geldi diye düşünüyorum çünkü hükümet ve devlet hem içte hem de dışta ciddi manada bir sıkışmışlık içerisindeydi. Kapitalist modernite yıkıldı ve Demokratik modernite kazandı, demiyoruz ama Öcalan'ın Ortadoğu'da nasıl bir güç olduğunun farkına varıldığını ve Öcalan'ın 30 yıl sonra tekrar haklı çıktığını da rahatlıkla görebiliyoruz.

Öcalan'ın önerileri neleri kapsıyor olabilir:
1)Dünya-sistem politiğin Suriye  ve Ortadoğu konusunda yaşadığı açmazın nasıl aşılabilineceğinin yollarını göstermesi
2) Suriye devletinin oyunlardan vazgeçip hatalarını görerek Kürtleri kabul etmesinden başka çaresinin olmadığını söylemesi
3) Türkiye'nin devlet, hükümet, muhalefet ve toplum olarak tıkanıklığı ve belki de bataklıktan çıkışın şartlarını sunması
4) Kürt hareketinin kendi gerçekliğinin farkına vararak neleri eksik bıraktığı ve yöntemsel hataların düzeltilmesi
5) Cezaevleri ve toplumsal hafızaya dönük,felsefi ve ideolojik perspektifler ışığında  onurlu ama doğru temelde nasıl yaşanırın çağrısı

Türkiye devleti, hükümeti, muhalefet ve toplumu ile birlikte tıkandı. Sonuç olarak şimdi Devlet yönetilemiyor çünkü hükümet güç zehirlenmesi yaşıyor. Muhalefet kendini işletemiyor çünkü toplum artık kendisine inanmıyor. Toplum nefes alamıyor çünkü alabildiğine parçalandı. Liberalizmin de ötesinde tek tek yaşanan bir narsist yaşam tarzı söz konusu. Dünyanın genelinde gelişen tüketim kültürü, Türkiye gibi ve hele muhalefete güvenini kaybetmiş toplumlardaki karşılığı, tamamen yıkım olabiliyor. Tamamıyla umutlar tükendi, bitti, yerle yeksan oldu demiyoruz ki Öcalan'a başvurulacak bir aklın olması, hala umut gerçeğinin canlı olduğunu gösteriyor.

Son 4 yıl içerisinde herkes bir çok yanlış yaptı. Kimimiz bu bedeli can ile kimimiz de artık insan yaşamında olabilecek herhangi bir kriz kadar, kimliğimiz ile birlikte gezdirdiğimiz zindan gerçekliği gibi, cezaevlerine girerek ödedik/ödemeye devam ediyoruz. Evet Devlet yanlış yaptı çünkü Öcalan'ı kullanmaya çalıştı. Hükümet yanlış yaptı çünkü Öcalan'ı kullanmaya çalıştı. Kürt hareketi yanlış yaptı çünkü Öcalan'ı anlamadı ve belki objektif olarak kullanmaya çalıştı. Bizler (Yönetici, Yazar, Aydın, Akademisyen, Radikal demokrat vb. gibi) yanlış yaptık çünkü Öcalan'ı anlayıp yerelde halka cevap olamadık. Ahlaki-Politik toplumu başta kendimiz içselleştiremedik, yaşamsallaştıramadık. Örnek kişiliklerin doğması bir yana, var olan değerleri çar-çur etme adına her şeyi yaptık. Bunlardan doğru, hükümeti ve devleti bir çözüme zorlayamadık. Ne Öcalan anlaşıldı ne de halk. Hiç bir şey vermeden çok şey istedik. Devlet, Hükümet, Özgürlük hareketi, Muhalefet ve demokratım diyenler olarak kendimizi aşıp rol çatışmasına girdik. Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde hala birinci sırada olmamıza karşın en üst sırada olduğumuzu sandık ve ne avukatı dinledik ne de mağduru!

Herkes bu süreçten bir ders çıkardı ya da çıkarmış mı henüz net değildir. Bu nedenledir ki ben hala Öcalan'ın sürece müdahale edeceğini düşünmüyorum. Düşünmüyorum çünkü şartlar buna müsait değildir. Önümüzdeki bir kaç yıl içerisinde de müsait olabilecek imkanı yok gibidir. Buradan, 'Öcalan, Kürt hareketine güvenmiyor, hükümet ve Devlet'i samimi bulmuyor olduğundan yeni bir süreci başlatmaz' sonucu çıkarılmamalı. Öcalan sadece düşüncelerini ve halkların güvenliğini alıyor. Güvenlik olmadan güvenin tesis edilemeyeceği kadar, kör bir güvenin oluşması da doğru değil ki, kimse beklememelidir. Öcalan'ın mesajında herkese bir uyarı vardır: Açık ve seçik olarak, "öyle kimse bana ucuz yaklaşamaz" diyen Öcalan, "bana gelecekseniz, önce toplumun onayını alacaksınız" diyor.

Türkiye ve Ortadoğu entegre olarak ve tüm bileşenleriyle siyasi ve ahlaki anlamda tıkanmış, çöküntüye uğramıştır. Türkiye'de toplum son yirmi yılda neredeyse sistematik kırıma tabi tutulmuştur. Son dört yılda hiç bir şey "Öcalan'dan haber var" açıklaması kadar umutvar olmamış, heyecan yaratmamıştır. Öcalan'ın avukatlarının basın açıklaması öncesi onlarca gazetecinin haber yapmak için koşuşturmalarını, heyecanlarını hepimiz gördük. Günden güne eriyen çocukları ölmesin diye sokaklarda polis şiddetine maruz kalan anaların heyecanlarını gördük. Erdoğan'ın ilgili mesajı YSK kararının olduğu günde avukatlara verdirmesinin altında yatan heyecanını, bıyık altından güldüğünü ve bu yönlü niyetini gördük. Kürtlerin seçimlerde bir özne olduğunu, belirleyici faktör olduğunu gördük. Hepimiz, herkes yanlışları da umudu da gördük.

Bizler Türkiye'de bir liderlik krizi olduğunu biliyoruz. Atatürk'ten sonra Türkiye'nin lidersiz kaldığını, Menderes ile başlayan ve neredeyse her on yılda bir yaşanan darbe süreçlerini biliyoruz. Ülke yöneticilerinin hiç birisinin liderlik vasfı taşımadığını, şişirilme şahsiyetler ile ülke yönetilemeyeceğini herkes görüyor. Evet Türkiye'nin, sorunlara köklü çözüm olabilecek bir lider, bir önderlik sorunu vardır.

Bakın otuz yıl önce Mehmet Ali Birand'ın yaptığı röportajda Öcalan ne söylüyor: Sizin bir önderlik kriziniz var. Ben size daha geçmişte bir önderlik kriziniz var dedim. Ve bu kriz hala çözümlenmiş değil. Gerçekler beni doğruladı. Önderlik, bir sözü bugün söyleyip yarın tersini yapmak demek değildir. Veya işte, yanlış anlaşıldım, özür dilerim demek değildir. Bunlar hep liderliğe terstir. O açıdan sizin, -parti düzeyinde, kişisel düzeyde- bizim karşımızda muhatap olabilecek bir önderliğiniz yoktur. Önderlik, gerektiğinde tek başına taraftarlarını susturabilendir. Tek başına onlara karşı tavır alabilendir. Tek başına onları, istemedikleri halde bir tavra yöneltebilendir. Önderlik temel çıkarı görüp, olumluluğu yakalayandır.

Röportaj otuz yıl önce yapılıyor ve Öcalan daha o zaman, Türkiye'nin bir önderlik krizinin olduğunu söylüyor. Öcalan bugün de aynı şeyi söylüyor ve Türkiye'nin bir önderlik krizi olduğunu, 'benim karşıma çıkacak bir muhatabın olmadığını' söylüyor. Diğer yandan, önderliğe sahip olan Kürtler ve Kürt hareketinin de Öcalan'ı anlamadığı görülüyor: Sadece duygusal boyutta ve yetersiz de olsa kısmen teoride kalındığı, bu nedenle pratikte yöntemsel hataların tekrarının olduğu ki bunu biz yerelde kendimizde dahi, tüm yaşanılan olumsuzluklardan anlayabiliyoruz.
Erdoğanlı ya da değil, tekrar yeni bir çözüm süreci yaşanabilir mi bilemiyoruz ama Kürtler ve Türkler kısa sürede bir çözüm masası kurup adımlar atamazlarsa, önümüzdeki on yılın geçmiş on yıldan daha sancılı geçeceği nettir.

10.05.2019
Mehmet Serhat Polatsoy

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder