Sekiz yıldan sonra PKK lideri Abdullah Öcalan'ın avukatları
İmralı adasına giderek müvekkilleriyle 1 saat süren bir görüşme
gerçekleştirdiler. Hem görüşmenin hangi koşullarda yapıldığına, hem de görüşme
içeriğine ilişkin iki metin okudular. Avukatların görüşmenin içeriğine ilişkin
paylaştığı metinde 3 ana başlık vardı. Buna göre: 1) Şiddetten uzak demokratik
müzakere, yani çatışmasız diyalog ile bir toplumsal uzlaşının sağlanması
gerektiği 2) Kürtlerin, Suriye'nin bütünlüğü çerçevesinde, Anayasal güvenceye
kavuşturulmuş, yerel demokrasi perspektifiyle konumlarını korumaları ama
Türkiye'nin hassasiyetlerine de duyarlı olunması gerektiği 3) Açlık grevi ve
ölüm orucunda olan arkadaşların sağlıklarını tehlikeye atacak, eylemlerini
ölümle sonuçlanacak konumlara taşımamaları gerektiği! Bir görünen bir de
görünmeyen, bir de hakikat metinlerinin olduğu bilincinden yola çıkarsak eğer
okunan metinde 3 ayrı başlığın (!) daha olduğunu görebileceğiz diye
düşünüyorum.
Metine ilişkin görünen her 3 başlık da kendi içinde, öneri ve
durum tespiti gibi noktaları barındırdığı kadar, aynı zamanda bir hakem
konumuna da sahiptir. Mesela öneri sadece açlık grevlerine ilişkin görünmüyor.
Yaşanan son 4 yılın değerlendirmesi yapıldığında hem Kürt Özgürlük Hareketi,
Hükümet ve Devlet erkanına hem de Dünyayı yöneten sisteme bir öneri olduğu
anlaşılabiliyor. Öcalan'ın çözümlemelerinin ışığında metnin içerik analizine
eğilmeden önce, 8 yıl aradan sonra anayasal hak olan avukat görüşmesinin neden
başladığına bakalım. Daha önceki gibi kardeşi de görüşmeye çağrılabilirdi ki
talebin Öcalan'dan değil, devletin kendisinden geldiği görülebiliyor. Görüşme,
devletin kendisinden geldi diye düşünüyorum çünkü hükümet ve devlet hem içte
hem de dışta ciddi manada bir sıkışmışlık içerisindeydi. Kapitalist modernite
yıkıldı ve Demokratik modernite kazandı, demiyoruz ama Öcalan'ın Ortadoğu'da
nasıl bir güç olduğunun farkına varıldığını ve Öcalan'ın 30 yıl sonra tekrar
haklı çıktığını da rahatlıkla görebiliyoruz.
Öcalan'ın önerileri neleri kapsıyor olabilir:
1)Dünya-sistem politiğin Suriye ve Ortadoğu konusunda yaşadığı açmazın nasıl
aşılabilineceğinin yollarını göstermesi
2) Suriye devletinin oyunlardan vazgeçip hatalarını görerek
Kürtleri kabul etmesinden başka çaresinin olmadığını söylemesi
3) Türkiye'nin devlet, hükümet, muhalefet ve toplum olarak tıkanıklığı
ve belki de bataklıktan çıkışın şartlarını sunması
4) Kürt hareketinin kendi gerçekliğinin farkına vararak neleri
eksik bıraktığı ve yöntemsel hataların düzeltilmesi
5) Cezaevleri ve toplumsal hafızaya dönük,felsefi ve
ideolojik perspektifler ışığında onurlu
ama doğru temelde nasıl yaşanırın çağrısı
Türkiye devleti, hükümeti, muhalefet ve toplumu ile birlikte
tıkandı. Sonuç olarak şimdi Devlet yönetilemiyor çünkü hükümet güç zehirlenmesi
yaşıyor. Muhalefet kendini işletemiyor çünkü toplum artık kendisine inanmıyor.
Toplum nefes alamıyor çünkü alabildiğine parçalandı. Liberalizmin de ötesinde tek
tek yaşanan bir narsist yaşam tarzı söz konusu. Dünyanın genelinde gelişen
tüketim kültürü, Türkiye gibi ve hele muhalefete güvenini kaybetmiş
toplumlardaki karşılığı, tamamen yıkım olabiliyor. Tamamıyla umutlar tükendi,
bitti, yerle yeksan oldu demiyoruz ki Öcalan'a başvurulacak bir aklın olması, hala
umut gerçeğinin canlı olduğunu gösteriyor.
Son 4 yıl içerisinde herkes bir çok yanlış yaptı. Kimimiz bu
bedeli can ile kimimiz de artık insan yaşamında olabilecek herhangi bir kriz kadar,
kimliğimiz ile birlikte gezdirdiğimiz zindan gerçekliği gibi, cezaevlerine girerek
ödedik/ödemeye devam ediyoruz. Evet Devlet yanlış yaptı çünkü Öcalan'ı
kullanmaya çalıştı. Hükümet yanlış yaptı çünkü Öcalan'ı kullanmaya çalıştı.
Kürt hareketi yanlış yaptı çünkü Öcalan'ı anlamadı ve belki objektif olarak
kullanmaya çalıştı. Bizler (Yönetici, Yazar, Aydın, Akademisyen, Radikal
demokrat vb. gibi) yanlış yaptık çünkü Öcalan'ı anlayıp yerelde halka cevap
olamadık. Ahlaki-Politik toplumu başta kendimiz içselleştiremedik,
yaşamsallaştıramadık. Örnek kişiliklerin doğması bir yana, var olan değerleri
çar-çur etme adına her şeyi yaptık. Bunlardan doğru, hükümeti ve devleti bir
çözüme zorlayamadık. Ne Öcalan anlaşıldı ne de halk. Hiç bir şey vermeden çok
şey istedik. Devlet, Hükümet, Özgürlük hareketi, Muhalefet ve demokratım
diyenler olarak kendimizi aşıp rol çatışmasına girdik. Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde
hala birinci sırada olmamıza karşın en üst sırada olduğumuzu sandık ve ne
avukatı dinledik ne de mağduru!
Herkes bu süreçten bir ders çıkardı ya da çıkarmış mı henüz
net değildir. Bu nedenledir ki ben hala Öcalan'ın sürece müdahale edeceğini
düşünmüyorum. Düşünmüyorum çünkü şartlar buna müsait değildir. Önümüzdeki bir
kaç yıl içerisinde de müsait olabilecek imkanı yok gibidir. Buradan, 'Öcalan,
Kürt hareketine güvenmiyor, hükümet ve Devlet'i samimi bulmuyor olduğundan yeni
bir süreci başlatmaz' sonucu çıkarılmamalı. Öcalan sadece düşüncelerini ve
halkların güvenliğini alıyor. Güvenlik olmadan güvenin tesis edilemeyeceği kadar,
kör bir güvenin oluşması da doğru değil ki, kimse beklememelidir. Öcalan'ın
mesajında herkese bir uyarı vardır: Açık ve seçik olarak, "öyle kimse bana
ucuz yaklaşamaz" diyen Öcalan, "bana gelecekseniz, önce toplumun onayını
alacaksınız" diyor.
Türkiye ve Ortadoğu entegre olarak ve tüm bileşenleriyle siyasi
ve ahlaki anlamda tıkanmış, çöküntüye uğramıştır. Türkiye'de toplum son yirmi
yılda neredeyse sistematik kırıma tabi tutulmuştur. Son dört yılda hiç bir şey "Öcalan'dan
haber var" açıklaması kadar umutvar olmamış, heyecan yaratmamıştır. Öcalan'ın
avukatlarının basın açıklaması öncesi onlarca gazetecinin haber yapmak için koşuşturmalarını,
heyecanlarını hepimiz gördük. Günden güne eriyen çocukları ölmesin diye
sokaklarda polis şiddetine maruz kalan anaların heyecanlarını gördük. Erdoğan'ın
ilgili mesajı YSK kararının olduğu günde avukatlara verdirmesinin altında yatan
heyecanını, bıyık altından güldüğünü ve bu yönlü niyetini gördük. Kürtlerin
seçimlerde bir özne olduğunu, belirleyici faktör olduğunu gördük. Hepimiz,
herkes yanlışları da umudu da gördük.
Bizler Türkiye'de bir liderlik krizi olduğunu biliyoruz.
Atatürk'ten sonra Türkiye'nin lidersiz kaldığını, Menderes ile başlayan ve
neredeyse her on yılda bir yaşanan darbe süreçlerini biliyoruz. Ülke
yöneticilerinin hiç birisinin liderlik vasfı taşımadığını, şişirilme
şahsiyetler ile ülke yönetilemeyeceğini herkes görüyor. Evet Türkiye'nin,
sorunlara köklü çözüm olabilecek bir lider, bir önderlik sorunu vardır.
Bakın otuz yıl önce Mehmet Ali Birand'ın yaptığı röportajda
Öcalan ne söylüyor: Sizin bir önderlik kriziniz var. Ben size daha geçmişte bir
önderlik kriziniz var dedim. Ve bu kriz hala çözümlenmiş değil. Gerçekler beni
doğruladı. Önderlik, bir sözü bugün söyleyip yarın tersini yapmak demek
değildir. Veya işte, yanlış anlaşıldım, özür dilerim demek değildir. Bunlar hep
liderliğe terstir. O açıdan sizin, -parti düzeyinde, kişisel düzeyde- bizim
karşımızda muhatap olabilecek bir önderliğiniz yoktur. Önderlik, gerektiğinde
tek başına taraftarlarını susturabilendir. Tek başına onlara karşı tavır
alabilendir. Tek başına onları, istemedikleri halde bir tavra yöneltebilendir.
Önderlik temel çıkarı görüp, olumluluğu yakalayandır.
Röportaj otuz yıl önce yapılıyor ve Öcalan daha o zaman,
Türkiye'nin bir önderlik krizinin olduğunu söylüyor. Öcalan bugün de aynı şeyi
söylüyor ve Türkiye'nin bir önderlik krizi olduğunu, 'benim karşıma çıkacak bir
muhatabın olmadığını' söylüyor. Diğer yandan, önderliğe sahip olan Kürtler ve Kürt
hareketinin de Öcalan'ı anlamadığı görülüyor: Sadece duygusal boyutta ve
yetersiz de olsa kısmen teoride kalındığı, bu nedenle pratikte yöntemsel
hataların tekrarının olduğu ki bunu biz yerelde kendimizde dahi, tüm yaşanılan
olumsuzluklardan anlayabiliyoruz.
Erdoğanlı ya da değil, tekrar yeni bir çözüm süreci
yaşanabilir mi bilemiyoruz ama Kürtler ve Türkler kısa sürede bir çözüm masası
kurup adımlar atamazlarsa, önümüzdeki on yılın geçmiş on yıldan daha sancılı
geçeceği nettir.
10.05.2019
Mehmet Serhat Polatsoy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder