11 Temmuz 2019 Perşembe

Davutoğlu'nun elinde balta var!



Size de Davutoğlu sanki ortada kalmış gibi gelmiyor mu? Bu durum bir muamma mı yoksa, enterne edilme hali mi? Öyle ya, Erdoğan'ın kavgalı olduğu, Babacan'ın istemediği, bu nedenle de Gül'ün uzak durduğu Davutoğlu'nun ekibi de, çok net değil. Bugün kurucuları arasında olduğu partisi AKP'den istifa edip "yeni parti sinyali" veren Babacan'ın ekibinin Davutoğlu için bu nedenle, "Erdoğan'ın ajanı" iddiasında bulundukları da, duyulmuyor değil. Bir taraftan bu yönlü şüpheler çekilirken diğer yandan Erdoğan Davutoğlu'na 'Mazlum' gibi yaklaşıp: Şehirleri dolaşıyormuşsun, parti kuracakmışsın, diyor. Anlayacağınız Davutoğlu görünürde, ortalarda bir yerlerde!

Peki, AKP'nin kurucuları arasında yer alan ve tarihine bakıldığında da böylesi akademik bir kariyere sahip olan biri nasıl olur da ortada olur ya da yalnızlaşır! Mesela milletvekili olmadan kabinede yer alan ender politikacılardan biriydi. Türkiye'nin komşularla ilişkisinde gökten zembille inmişçesine AKP'nin tamamı ve devlet tarafından da ardından gidilen "Stratejik derinlik" kitabının yazarıydı.

Hoca lakaplı Davutoğlu nasıl büyük bir hata yapmış yada suç işlemiş ki Erdoğan ile kimi konularda kavgalı olmuş! Kitapları esas alınarak Türkiye'nin iç-dış politikasına yön veren bir şahsiyet, neden kimse tarafından kabul görmez! Halbuki Sur, Cizre katliam ve yıkımları kendi döneminde olmuş, AKP ve Devlet nezdinde takdir görmüştü. Yine örgütlenmesi, nasıl eleman devşirdiği, İsrail'e dokunmaması, Hamas'ı tehdit etmesi, Kürdistan coğrafyasına elinde kılıç ile girerek Êzidîlere 73. fermanı yaşatan, Kobani'de "burası en son savaşların olacağı bir yer, bu topraklar bize vaad edilmiş" diyen ve bu anlamda bir 'sır' olan IŞİD için "öfkeli çocuklar" diyen, yine Davutoğlu'ydu. Kendisi, Kürt halkına karşı Devlet refleksini en sert haliyle pratikleştiren biriydi. Davutoğlu'nun Devlet ile hiç bir problemi yoktu. O zaman akıllara şu soru geliyor: Uzun yıllar ülke dışında olması, Sezer döneminde ödül verilmesi, dışarıdan AKP'ye dahil edilmesi, Başbakanlığa kadar çıkarılması, Sur, Cizre katliamlarının onun döneminde gerçekleştirilmesi gibi her şey, bir görevin mi gereğiydi?

Bu ve buna benzer bir çok sorular sorulabilir ama biraz da Davutoğlu, Gül ve Babacan'ın AKP tabanındaki gerçek karşılığına eğilmekte fayda var.
Dün, 18 yıldır AKP'li olan biri ile son süreci konuştuk. Erdoğan için öncesinde 'peygamber' benzetmesi bile yapan, neredeyse ona tapan bu kişi konu, Babacan'ın AKP'den istifa etmesine gelince, "hepsi aynıdır" diyerek konuşmaya başladı: Ben nasıl 18 yıldır AKP'li isem, Davutoğlu, Gül ve Babacan da 18 yıldır gücü elinde bulunduranlardandı. Onlar da neticesinde, iktidarın nimetlerinden faydalanan AK Partililerdi. Davutoğlu'nun şehir şehir dolaşması, Gül'ün kendini ağırdan satması, Babacan'ın yeni bir parti kurma yönünde olan açıklamasının benim için hiç bir önemi yoktur çünkü bunların AK Parti'den hiç bir farkları yok. Yol dediler, ihalesi verilen yollar bir türlü bitmiyor. Hastane dediler, bizler hala hastanelerde kuyruklardayız. İlaçlar pahalı, fakirlere ölümden başka seçenek bırakılmadı. Ekonomi dediler, ben her sene 5 yıldızlı otellerde tatile giderdim, bu sene çarşıya bile gidemiyorum. Kürt sorunu çözülecek, terör bitecek dediler, her gün asker cenazesi geliyor. Suriye'de mi bizde mi savaş oldu belli değil. Suriye'den gelen insanlar savaştan kaçıp bize sığındı. Kültürümüz farklı, yaşantımız farklı, kimi değer yargılarımız farklı. Topluma kazandırılması için kamplarda olması gereken Suriyeliler şehir merkezlerine taşındı. Bu yanlıştı. Uyum sorunu yaşayacakları belli iken, neden böyle yaptıklarını anlayamadım. Şimdi de kalkıyoruz, en küçük bir hatalarında onları linç etmeye çalışıyoruz. Onlar isteyerek gelmedi ki, zorunlu olarak buraya kaçtılar. Urfa şehir nüfusu 1 milyon iken, resmi rakamlara göre Urfa'daki Suriyeli sayısı 470 bin. Suriyeliler bize geldi, bizimkiler de FETÖ ve PKK'dan yargılandı, yüz binlerce insan KHK ile ihraç edildi, bir o kadar gözaltına alındı, yurtdışına kaçtı. AK parti yanlış yaptı. Olmaz, artık hangi eski AK partili yeni bir parti kursa, çıkıp toplumdan özür dilemedikçe samimiyetsizdirler, dedi.

AKP'li, "elim kırılsaydı da oy vermeseydim" demedi ama artık AKP'ye oy vermeyeceğini kararlılıkla belirtti. Elbet eski bir AKP'linin söylemleri için, AKP'nin toplum nezdindeki karşılığı budur diyemeyiz. Ama büyük bir kırılma yaşandığı hem meclis kulisleri, hem AKP'nin yerel teşkilatlarında birbirlerine düşmesi, hem güç zehirlenmesi yaşayan bürokratların aşırı harcamaları, kişi kayırmaları, olduğu kurumu aile kurumuna dönüştürmeleri, savurganlık ve savrulmuşlukları ve hem de partideki resmi kopuşlardan anlayabiliyoruz. Gemi su mu alıyor yoksa boşalıyor mu, zaman gösterecek ama artık AKP'nin toparlanması pek ihtimal dahilinde görünmüyor. Kürt hakikati dışında Türkiye'nin diğer sorunlarını çözse, ekonomik refahı yükseltse, asgari ücreti beş bin TL yapsa bile 23 Haziran seçimlerinde Kürt'süz olunamayacağını görmüş oldular. Yazı buraya kadar akmışken, Kürt tarafının artık AKP ile bir çözüm süreci yürütmek istemediklerini de not olarak buraya taşımakta fayda var.

Gelelim Davudoğlu'nun neden eline balta aldığına!
Yazının başlarında: Davutoğlu'nun pratikleri, görevi nedeniyle miydi? diye ortaya, bir soru bırakmıştık. Stratejik derinlik kitabı esas alınarak uygulanan 'sıfır sorun' başlık, program ve politikasından başlayabiliriz. Sıfır sorun konusu esasında ruhu itibariyle, 'sadabat paktı'na varan bir konu oluyor. Hedefte yine Devlet'in sinir uçlarına dokunan Kürtler ve aynı zamanda mevcut iktidarın miadını doldurduğu, artık gitmesi için gerekli zeminlerin hazırlanma süreci var. Bir çizgi, bir hat çizilmesi gerekiyor ki herkes sınırını bilsin. Sıfır sorun dediysek, sınırsızlık demedik. Sıfır sorun politikası bir kaç uzak ülke ile yapılan vize serbestisi yada ekonomik ilişkiler değildi. Osmanlı'da Tanzimat ile denenmek istenen ama hangi ülke için olacağı netlik kazanmayan bir Fransız modeli üzerinde çalışılacaktı ama keskin bir dönüş ile bu proje saptırıldı ve sınırların üzerinden tekrar geçildi. Yani Kürdistan coğrafyası sınırlarının kalın duvarlarla örülmesi öncesi, görüntüde  Türkiye sınırlarını büyütme arayışları... Tam bu sırada gelişen bir Arap baharı ve bu da Ortadoğu'nun yeniden dizaynında yetersiz kalınca laboratuarda üretilen DAİŞ devreye alındı. İlginçtir kİ DAİŞ ortaya çıktığı andan itibaren hep, Türkiye ile anılıp ilişkilendirildi. Davutoğlu'nun da sonradan söylediği gibi, "öfkeli gençler topluluğu" 'sıfır sorun' için biçilmiş kaftan oldu.

Türkiye'nin Musul-Kerkük acısını bilmeyen yoktur. Yine ilginçtir ki DAİŞ, buralardan yayılıp genişliyor ve Türkiye ile doğallığındaymış gibi gelişen ilişkisine ilk buralarda başlıyor. Şimdiki CHP'li vekil bu ilişkiyi en iyi bilenlerden olarak zaman zaman, "söylerim haa" minvalindeki  tehditleri de herkesçe malum oluyor. Mesela DAİŞ'in Kuzey Suriye hattı boyunca ilerlemesi ile Suriye-Türkiye sınırındaki mayınlı arazilerin temizlenmesi meselesinde bahsi geçen km2'lik alan aynı oluyor. Burada, 2009'da rafa kaldırılan bir projeden bahsediyoruz.

Nasıl ki Sadabat paktı ile birlikte Dersim'de katliam gerçekleştirilmişse, Sıfır sorun politikası ile paralel de DAİŞ çıkmış ve Şengal'de Êzidîler bu örgüt tarafından soykırımdan geçirilmek istenmiş, büyük ölçekli bir katliam yaşanmıştır. Nasıl ki Dersim'de Alevi Kürtler katledilmiş ve zorunlu göçlerle dünyanın dört bir yanına dağılmışlarsa, aynı şekilde Êzidî Kürtler katledilmiş ve verimli hilalin kadim inanç ve halklarından olan Êzidîler dünyanın dört bir yanına zorunlu göç ile dağılmışlardır. Toprağından, kökünden koparılan halklar ve inançları bekleyen bir tehlike de, asimile olmak ve yozlaşmaktı. Katliamdan kurtulan Êzidîler bu tehlikeleri görecek bir zamana sahip olmamış, haklı olarak canlarının derdine düşmüşlerdi. Binlerce Êzidî kadın ve çocuk kaçırılmış, köle pazarlarında satılığa çıkarılmış ve tecavüze uğramışlardır. Dersim katliamında yaşanan vahşet tekrar yaşanmış, Alevi Kürtlere uygulananlar ile Êzidî Kürtlere uygulananlar arasında fark kalmamıştır. Sadabat Paktı 1937. Dersim katliamı 1937-38. Yine Davutoğlu'nun Foreign Policy Dergisinde " Yeni Dönemde Sıfır Sorun Politikası " başlıklı makalesi 21 Mart 2013'te yayınlanırken, adı Irak İslam devleti olan örgüt, Nisan 2013'te Irak-Şam İslam devleti adını aldı. DAİŞ'in Şengal katliamı 3 Ağustos 2013 tarihinde olurken, Davutoğlu'nun yine Ağustos ayındaki IŞİD tanımı, "radikal terörize bir yapı olarak görülebilir ama oraya katılanlar arasında Türkmen, Türk, Arap ve Kürt gençler vardır" şeklinde bu örgütü meşru çizgiye oturtarak olmuştu. Davutoğlu ve IŞİD arasında bir bağ var mı, varsa derinliği nedir, bilemeyiz ama Stratejik derinliğin başlıklarından biri olan 'sıfır sorun' ile Sadabat paktının ruhunun aynı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yukarıda, Davutoğlu'nun devlet ile bir problemi olmadığını yazmıştık. Evet, görünürde devlet için görevlerde bulunan bir profil çizen Davutoğlu'nun 'hangi devlet' ile probleminin olmadığını tam olarak bilemeyiz. Amerikancı yoksa Rusyacı mı, bilemeyiz. Sanki devletin içinde olan esas yapıya bağlı gibi duruyor çünkü her yer ona mesafeli dururken o, Devletin üniter çizgilerine tehdit görülen Kürtler dışında hiç bir yere mesafeli değil. Devletin esas yapıları Wallerstain'in "dünya-sistem" dediği bir üst yapıya bağlı ve bu üst yapı tüm devletleri, kendi çıkarları doğrultusunda yönlendiren büyük ölçekli bir organizasyon oluyor. Mesela kişi Türk devletinin bir memurudur ama pratikleri ne devlet ne de milletine değil, bağlı olduğu sisteme hizmet etmektedir. Türkçülük esasları aidiyet için olmazsa olmazdır çünkü kişinin görev yapabilmesi için bu esasların argümanlarına sarılması gerekmektedir. Kuşanılan ideoloji, giyilen kamuflaj sonrası istenilen ameliyat yapılabilecektir. Belki de Erdoğan'ın "ülkemize ameliyat yaptırmayız" dediği, böyleleri eliyle yapılmak istenen ameliyattı. Bilemeyiz!

Türkiye'de 1955'ler gibi bir pogrom yaşanır mı, ya da pogromun tekerrür hali bir katliamsa ve bu da Êzidîler ve IŞİD'in Kuzey Suriye'de uyguladığı vahşetse, bir üst aşamaya (Menderes sonrası) geçilmiş sayılır ama değilse ve bir pogrom yada katliam yaşanırsa hedefte hangi kesim/ler olur bilemiyorum ama eğer IŞİD'in katliamları tarihin tekerrür olmuş hali değilse hedefte yine Kürtler, belki yine Alevi Kürtler olabilecek. Yine, içinden geçtiğimiz sürecin Menderes süreci ile benzerliği ortadadır. Kılıçdaroğlu'nun ve çizgisinin İsmet İnönü'ye benzemesi, yumruk olayı ile İnönü'nün şehre sokulmaması birbirine benzerdir. 15 Temmuz ile yine Menderes dönemi benzerdir. Menderes iktidarının devamı için yasaklardan oluşan alınan tedbirler, kendi basınını kurması, iktidar yanlısı olmayan, basın dahil tüm çevrelerin terörize edilmeleri gibi pratikleri bugün de yaşıyoruz. Tek fark 23 Haziran seçimleri ile tarihin -bir yönüyle- tekerrür edilmediğidir. Artık AKP miadını doldurmuştur. Sadece tabanın hayal kırıklığı bir partiyi yıkmak için yeterli gelmeyeceğinden, kollar sıvanmış ve parti içinden yeni partilerin çıkması için çalışmalara başlanmıştır. Bunun için hem kafa karışıklığı gerekiyor, hem üç ayrı partinin oluşma ihtiyacının doğallığındaki propagandası, hem de bunlara yol açacak bir ormancı. İşte o ormancı Davutoğlu'nun ta kendisi oluyor. Tıpkı Mesih gelmeden önce, onun yolunu açmak için elde baltalar ile İsa döneminde vahşet saçan Yahudi partizanlar topluluğu gibi! (Bu benzetmeyi kullanırken, anti-semitist olmadığımı da belirtmek isterim)

Davutoğlu misyonu gereği elinde balta ile yol açıyor. Bu, yolun ne Gül ne de Babacan için olmadığı kesin ama ne Erdoğan, ne Gül ve ne de Babacan bunun farkında değil. Belki AKP atomlarına ayrılacak ama bunun ötedeki sorumluları hiç bir zaman bulunamayacak.

10.07.2019
Mehmet Serhat Polatsoy


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder