13 Temmuz 2019 Cumartesi

PKK ve FARC / Barış'a vakit ayırmak gerekiyor!



Savaşlar iğrençtir! Önce mide bulanır, sonra ağlanır, ardından kusulur. Her üç eylem doğallığında gelişen insancıl tepkilerdir. Duygunun şahlanışı verir bu tepkileri. Savaş ve yaşanılanlar, elbet bir etki-tepki sonrası oluşur. Ama ha demeden çıkmayan savaşlar, ha demeden de bitmez/bitmemeli. Evet barış zordur ve bir yönüyle geç kalınmamalıdır ama tarafların mutlaka, barışacak bir zihniyete sahip olmaları gerekiyor. Adalet, eşitlik ve özgürlük kavramlarını sindiremeyenler ile bırakın bir barışı, barış üzeri yapılacak görüşmeler bile, zaman kavramının doğası için bir zül sayılır!

Vakit kaybı yaşanmaması için tarihte ve günümüzde, insanüstü diyebileceğimiz cinsten, vakit içinde vakit yaratılıyor. Mesela, iki taraf savaşın durması için bir yerde görüşmedeyken, yada bir görüşmeye giderken, yanı başlarında bombalar patlar veya çatışma çıkar. Ya bir taraftan, ya da diğer taraftan kayıplar olur. Açıklama üstüne açıklamalar yapılır ve bu, "savaşın doğasıdır; bizler de daha fazla kayıp olmasın diye görüşmelerde bulunuyoruz" denir ve hiçbir şey olmamış gibi görüşmeler devam eder. Sanırım bu şimdilik, olması gereken gibi duruyor...

Barış'a vakit ayırmak gerekiyor ve bu, hak ve özgürlüklerinin ardına düşen, doğuştan olan haklarını talep eden, renginden, dilinden, dininden dolayı ırkçılığa, ayrımcılık ve ötekileştirmeye maruz kalan ve bu nedenle özerklik isteyen, bağımsızlık isteyen ve buna karşılık duran tüm devletler ve örgütler için geçerlidir.

Yazı konusu için önümüzde iki örnek duruyor:
1) Kolombiya-FARC
2) Türk devleti-PKK

Her iki örgüt ve devletin hem çatışma tarihi, hem karakterleri ve hem de güçleri biliniyor. Bu nedenle uzun uzadıya yazmak yerine, onurlu bir barışa erişildiği düşünülen, barışı simgeleyen beyazlar ile tüm dünyaya poz verilen FARC ve Kolombiya için bir kaç gerçeği buraya taşımakta fayda var.

52 yıl süren ve 250 bine yakın insanın yaşamını yitirdiği, milyonlarca insanın yerinden yurdundan edildiği savaş sonrası Kolombiya hükümeti ile FARC gerillaları arasında 2016'nın Eylül ayında barış anlaşması imzalandı. Elbette bu, özlenen bir tabloydu. Her şeyden önce doğa tahrip edilmiş canlar kıyımdan geçirilmişti. Barış'a erişmek zor olmuştu. Fakat bir terslik vardı! Barış anlaşması imzalanmıştı ama her gün FARC gerillaları ve sosyal liderlerin ölüm haberleri basına düşmeye başlamıştı. Gazeteci Aykan Sever'in paylaşımları bu yazıyı yazmamı zorunlu kıldı çünkü kendisi çevirisi ile basına düşen haberlerden kamuoyunu bilgilendiriyordu.

Bizler, FARC ve Kolombiya barışının her gün biraz daha iğrenç hale geldiğini okuyor, böyle bir barışın olamayacağını görüyoruz. Düşünebiliyor musunuz, imzalanan bir barış anlaşması ve bu anlaşmadan sonra katledilen eski gerilla ve sosyal liderler var. Barış anlaşmasından sonraki süreçten bu güne kadar toplamda bine yakın eski gerilla ve sosyal lider vahşice katledildi. Bu durum ister istemez, 'olmaz olsun böyle bir barış' dememize neden oluyor. Bu duruma hem Kolombiya hükümeti -ki kendisine bağlı güçlerce işlenen katliamlar-, hem  de FARC sessiz kalıyor. FARC'ın bu durum karşısında sessiz kalması ölümleri daha da fazlalaştırdığı gibi, mücadelelerini de yozlaştırıyor. Barış anlaşması için arabulucu olan Küba'nın da sessiz kaldığı bu ortamda FARC'ın daha fazla sessiz kalması çok anlamlı gelmiyor. Bir sorun, bir sıkıntı var. Nasıl olur da FARC, mücadele arkadaşlarının katledilmesine bu kadar sessiz kalır! Ya örgüt lider kadrosu bir ihanet içerisinde ve kendilerine öldürülecekler listesi verilmiş ve anlaşma bunun üzeri imzalanmış, ya tekrardan savaş başlamasın diye katliamlara göz yumuluyor, ya da lider kadro artık yoruldu! Yoksa FARC dağıldı mı, artık yok mu? Eğer böyleyse bu sözde barış FARC tarafından değil, Kolombiya tarafından kısa süre içinde resmen bitirilecek. Ortada barışılacak kimse kalmazsa, öyleyse barışın ne anlamı var? Tamil kaplanlarına yapılanlar ile FARC gerillaları ve sosyal liderlere yapılanlar arasındaki fark sadece Kolombiya'nın resmi bir barış anlaşması imzalamış olmasıdır. İnfazları meşru kılan bir anlaşma!

PKK ile Türk devleti arasındaki savaş 36. yılına girerken 70 bine yakın insan yaşamını yitirdi, yüz binlerce insan işkencelerden geçirildi ve zindanlara atıldı. Yakılan, yıkılan köyler ve ilçeler nedeniyle milyonlarca insan yerinden yurdundan edildi ve edilmeye de devam ediyor. PKK lideri Abdullah Öcalan 20 yıldır İmralı adasında, tek kişilik hücrede barışın yollarını arıyor, adeta ilmik ilmik barışı örüyor. Dünya deneyimlerinden yola çıkarak, "onurlu bir barışın" şartlarını sunuyor. Bu anlamda, savaşacak çok vaktimiz oldu, barışacak vaktimiz de olsun diyor. Öcalan, onurlu bir barışa giden yolun önce temizlenmesi gerektiği, sonra olacaksa bu yol üzeri bir barışın olması gerektiğini söylüyor. Kırk yıl içerisinde her iki taraftan da yanlış, hata ve suçların olduğunu, bu nedenle bunların araştırılması gerektiğini defalarca dile getiriyor. Bunun için "Hakikatleri araştırma komisyonu" kurulması gerektiğini, 3. bir gözün sürece dahil edilmesindeki gereksinimleri tarihsel bilincinden aldığı anlaşılıyor. Zira Özal döneminden bu yana defalarca kez yürütülen görüşmeler, tek taraflı ateşkesler, barışa şans tanımalar ve nihayetinde yolların nasıl tıkandığını ve nasıl açılması gerektiğini biliyor. Öcalan'ın 'Bir muhatap arıyorum' başlıklı kitabı oldukça önemlidir. Başlığa yansıyan arayış, bu savaşın neden sonlanamadığını haykırıyor. Öcalan yıllar önce Mehmet Ali Birand ile yaptığı röportajda da dile getirmişti: Sizin, bizimle görüşecek bir önderliğiniz yok. Sizin bir önderlik kriziniz var! Evet, Öcalan bir muhatap bulamadığı ve önerdiği yolları yaşamsallaştıramadığı içindir ki, Kürt-Türk barışı sağlanamıyor.

Barış görüşmeleri esnasında savaş devam edebilir mi? Maalesef ama devam edebiliyor. İmza atılma anından bir saniye öncesine kadar, yine devam ediyor. Peki imza atıldıktan sonra? Evet, yine devam ediyor. Peki barış? Siz, "hayır, bu barış değil" diyebilirsiniz ama başkaları da "asıl savaş, barış anlaşmasından sonra başlıyor" der.

Mesela Sakine Cansız ve arkadaşlarının infazları!
Bu infazlar diyalogsuz bir savaş sırasında değil, diyalog halinde iken, hem de resmi kanallardan görüşme gerçekleştiriliyorken oldu. PKK'nin kurucuları arasında yer alan önder kadrolardan Sakine Cansız'ın vahşice katledilişinden sonra Recep Tayyip Erdoğan,  "olayın bir iç hesaplaşma ya da provokasyon olduğunu", söyledi. Konuyla ilgili konuşan Bülent Arınç ise, "Terörün sonlanması ile ilgili olarak MİT'in inisiyatifiyle gelişen bir durum" demişti.

Hatırlayacak olursanız eğer PKK daha sonrasında süreç tıkanmasın diye, üst düzey herhangi bir isme karşı eylem düzenlemedi. Kaldı ki basından da bildiğimiz kadarıyla bu güne kadar hiç bir siyasiye karşı böylesi bir eylem içerisine girmedi. Yani infaza karşılık bir pratik içerisine girmedi. Daha fazla insan yaşamını yitirmesin diye, kurucuları arasında yer alan Sakine Cansız'ı "Barış ve Demokrasi şehidi" ilan etti. PKK'nin bu tavrı 2.5 yıl silahların patlamamasına neden oldu. Türkiye halkları 2.5 yıl çatışma haberi duymadı. Bunun nedeni -her şeye rağmen- PKK'nin tavrından başkası değildi. Ama çatışmasızlık süresi içerisinde bir daha böylesi infazların yaşanmaması için Öcalan tarafından önerilen "hakikatleri araştırma komisyonu" kurulmadı, işlemedi. Ve Erdoğan, resmi olarak Dolmabahçe'de okunan mutabakatı tanımadığını söyleyerek süreci bitirdi.

2015-2019 arası Sur ve Cizre gibi ilçeler yıkılmış ve savaş, farklı bir boyut kazanmıştı. Erdoğan'ın, "süreç buzdolabındadır" dediği günden bu yana 4 yıl geçmiş ve Öcalan ile ne avukatları, ne HDP heyeti, ne de yakınları görüştürülmemişti. Bir tıkanıklık var ve aşılmalıydı. Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit bir şekliyle kırılmalıydı. Dışarıda siyaset kurumu umutsuz bir şekilde beklerken ses, içerilerden, zindanlardan geldi ve o sıra cezaevinde tutulan HDP'li milletvekili Leyla Güven, Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridin kaldırılması ve tekrar barış sürecinin başlaması için açlık grevine başladı. Kısa sürede HDP'li, Sol-Sosyalist, PKK ve PJAK'lı tutsaklar da açlık grevine dahil oldu. Cezaevlerinden ölüm haberleri gelmeye başlamış, açlık grevleri ölüm orucuna dönüşmüş, siyaset kurumu hareketlenmişti. Güven ve arkadaşlarının sesi duyulmuş, mücadeleleri sonuç vermiş ve Dünya'da da yankı bularak tecrit kapısı aralanmıştı. Öcalan ile görüşmeler tekrar başlamıştı. Sadece avukatları değil, devletin de Öcalan ile görüştüğünü anlamış oluyorduk.

Bugünler, tekrar İmralı kapısının kapatıldığı, tıkanıklığın başladığı günler olarak karşımıza çıkmış bulunuyor. Zaman akıp gidiyor ve hiç bir olgunluk emaresi görünmüyor.

Geçen hafta, KCK Başkanlık Konseyi Üyesi Diyar Garib, tıpkı yine KCK Başkanlık Konseyi Üyesi Zeki Şengali'ye uygulanan yöntem ile vuruldu ve yaşamını yitirdi. Atakan Mahir yine yakın dönemde öldürülen KCK Başkanlık Konsey Üyelerindendi. TSK'nın raporlarına göre son 4 yıllık süreçte aralarında sivillerin de olduğu 16 bine yakın PKK'li yaşamını yitirmiş! Rakamların şişirilmiş ve özel savaşın politikaları doğrultusunda verildiği biliniyor ama ölümlerin olduğu herkesin malumudur.

Peki Özal döneminden bu yana defalarca yapılan ve hala devam eden görüşmelerde hiç bir yol kat edilmedi mi de bu kadar insan yaşamını yitiriyor? Edilmedi. Çünkü savaşın bitirilmesi istenmiyor! Bir yol kat edilmiş olsaydı PKK'nin barış adına verdiği onca tavizler sonrası savaş biterdi. Mutlak büyük umut vardır ve olmalıdır ama en azından bu güne kadar denenen yöntemler ile bu savaşın hiç bir şekilde bitirilemeyeceği ve bu anlamda kat edilmişse de, kat edilen yolun buna hizmet ettiği görülmüş oldu.

Nasıl mı biter?
Barış'a, en az savaş kadar vakit ayrılırsa, görüşmeler sırasında yaşanan ölümlerin sorumluları en tepede bile olsa araştırılıp haklarında hüküm verilirse ancak, savaşlar bitme noktasına gelir. Yoksa Tamil Elam Kurtuluş Kaplanları ve Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri-Halk Ordusu örnekleri ortadadır.

Hiç kimse bu tarz ölümleri, "savaşın doğası" olarak göstermemeli. Bu, savaşın doğası değil, yöntemin sorunlu olması nedeniyledir. Ölümler ve tıkanıklıklar, Barış'a en az savaş kadar vakit ayrılmadığının ve 'bu anlamda aceleye' getirildiğinin sonucudur. Barış için gerekli olan, bir zihniyet devrimidir ki biliniyor. PKK ve Türk devleti arasındaki savaş 40 yıldır sürüyor. Sosyolojik olarak bu kadar yıl içerisinde bir kültür yaratılıyor. Kırk yıllık savaş bir kültür yarattı. Savaş kültürüne sahip bir toplum. Daha net olmak gerekirse: Düşünün ki PKK ve Türkiye arasındaki -eğer varsa- barış görüşmelerini  her yerden izole etseniz bile, yine de barış için, 1 kültür yılı gerekiyor.

Hala geç kalınmış değil, barışa mutlaka vakit ayırmak gerekiyor. Bunun için de şuanda bile, kimseyi beklemeden demokratik parti, STK ve şahsiyetler el birliği ile, bir Hakikatleri araştırma komisyonu kurarak kendilerini muhatap kılabilirler.

13.07.2019
Mehmet Serhat Polatsoy

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder