Tarihinde
değişik isimlerle anılan Suruç, Ön-Asya ve Avrupa'ya açılan bir kapı olarak
jeo-stratejik, merkez siyasi-politik ve çevresel faktörler nedeniyle de
demografik açıdan oldukça önemli merkezlerden biridir. İpek Şehri olarak da
bilenen Suruç, bakîr bir toprağa sahip, alüvyonlarca kaplı zengin bir ovadır.
Bu anlamda tarıma oldukça elverişlidir. Suruç, tarımın dışında üç cephesinde
yer alan kıraç bölgeler nedeniyle de hayvancılığın oldukça geliştiği bir
bölgedir. Ayrıca At binicilik ve yetiştiriciliğinin tarihi de milattan öncesine
kadar dayanmaktadır. Suruç'un İpek şehri olarak bilinmesi sadece İpek yolu
üzerinde olması ve jeo-stratejik konumu nedeniyle değil, ipek
yetiştiriciliğinin ana-vatanı olarak da kaynaklarda yer alması nedeniyledir.
Tarihi
kaynaklarda Serug olarak da bilinen Suruç'un Hz.İbrahim ile de ilişkisi vardır.
Hz. İbrahim'in Kenan Eli'ne Suruç üzerinden geçtiği yine kaynaklarca
desteklenen bir gerçektir. Osmanlı arşiv kayıtlarına göre 1500'lü yıllarda
Suruç'ta Ermeni, Kürt nüfusu dışında (her ne kadar tarih çelişkili olsa da) bir
Yakubi nüfusundan da söz edilmektedir. Suruç, ipek yolu üzerinde olması
nedeniyle, merkez olarak kadim bir coğrafyadır ve yazılı tarihi en erken M.Ö.
2000'lere dayanmaktadır. Hz.İbrahim'in şehri olarak da anılan şehir esasında homojen
bir yapıya sahip değildi.
Hurri-Mitanni
topraklarına dahil olan Suruç, önce Aramilerin Bit-Ad ini Devletinin, daha
sonra da Asurluların egemenliği altına girmişti. Suruç'un jeo-stratejik konumu
bitmek tükenmek bilmeyen işgalleri beraberinde getirmişti. Suruç'un Ortadoğu'ya
açılan önemli merkezlerden biri olması işgallerin nedenini de kısmen açıklamaktaydı.
Suruç, İslam
dönemine kadar sırasıyla; Persler, Selevkoslar, Orshone krallığı ve Roma
imparatorluğunun egemenliği altına alınmıştı. Bu işgaller beraberinde talan ve
katliamları getirmekle birlikte ilk defa demografik yapı ile de İslam döneminde
oynanmıştı.
Halife
Ömer'in döneminde Bizanslılardan alınan Suruç'un demografik yapısının değişmesi
için 'Suruç çevresine' Araplar ve kısmen 'içlerine' de Türkmenler getirilerek
yerleştirilmişti. Bu politikaya, Suruç tarihinin ilk ırksal temelli kuşatması
da diyebiliriz. Suruç'un çevresinde işgal orduları değil artık, sonradan
bölgeye yerleştirilen yabancı halklar da vardı. Evliya Çelebi bu konuya
seyahatnamesinde de değinmekteydi.
Suruç aynı
zamanda İran'ı Akdeniz'e bağlayan Tebriz-Halep kervan yolunun menzili konumundaydı
ki Suruç, sadece işgal edenin değil, denize kavuşmak isteyen diğer devletlerin
de iştahını kabartmaktaydı! Döneminde denize bir yol, Suruç üzerinden
geçmekteydi.
Emeviler ve
Abbasiler döneminde Bizanslılara karşı üs olarak kullanılan Suruç,
Selçukluların eline geçmeden önce tekrar Bizanslıların eline geçmişti. Selçuklu
akınları diye tarihe geçen işgaller uzun yıllar sürdü. Suruç'un çevresi
Alpaslan ile Selçuklulardan Kutalmış'ın saltanat savaşlarına da ev sahipliği
yaptı. Savaş Suruç'ta değildi ama bu savaşta ölen Kutalmış'ın tüm akrabaları
Urfa İle Birecik arasına yerleştirilerek Suruç çevresi yine bir başka halk
tarafından da kuşatılmış oldu.
Suruç'un Urfa
haçlı kontluğuna dahil olması, Alpaslan'ın Malazgirt savaşı öncesi Birecik
üzerinden Fırat'ı geçerek işgal amacıyla Halep'e yürümesiyle başladı. Yine
Birecik'i karargah haline getiren Süleyman Şah o dönemde Antakya'yı kuşatmış ve
yüklü miktarda haraç almıştı. Suriye'nin Selçuklu Meliki olan Tutuş ile
Süleyman şah arasında ölümle sonuçlanan savaş sonrası Melikşah gelmiş ve
bölgenin tamamını kendisine bağlamıştı. Daha sonra Melikşah'ın Tutuş ile
giriştiği savaş sonrası ölümü ile başlayan iç savaş, Musul Hakimi İmadeddin
Zengi'nin denetimine geçene kadar Latin'lerin Suruç-Samsat dahil Urfa Haçlı
Kontluğuna sahip olmasıyla sonuçlanmıştı. Zengi'nin denetiminde bulunan Suruç,
Urfa ve çevresi daha sonra Selahaddin'i Eyyübi'nin hakimiyetine girecekti.
Yaklaşık
yarım asır sonra Alaeddin Keykubad Suruç'u işgal etmiş ancak çok uzun sürmeden
Suruç, Harezm'lilerden önce tekrar Emevi devletinin eline geçmişti. Harizmliler,
-bugünkü Kuzey Suriye'de- Moğol istilasından kaçan Türkmen beyleriyle birlik
olmuş ve çevre ülkelere yağmalamalara girişmişlerdi. Moğollara yenilen
Selçuklulardan sonra Suruç, Urfa ve çevresi Hülagu'ya teslim edilmiş ve Moğol
istilası karşısında direnen Suruç halkı katliamdan geçirilmişti.
Moğollarca harabe
bir şehir haline getirilen Suruç daha sonra Dügeri Emirliğinin hakimiyeti
altına girdi. Suruç Osmanlı hakimiyetine geçtikten sonra Halep'e bağlı Urfa sancağının
bir kasabası olmuştu. Harabe olan Suruç'un akarsuları, bahçe ve bol meyveleri
ile doğasının güzelliği yine, Çelebi tarafından kayıt altına alınmıştı.
17. asırda
Suruç, içerisinde Süryani, Yakubi Hıristiyan, Türk, Kürt ve Arapların yaşadığı bir
kasaba olarak artık kayıtlara geçirilmişti. Mondros mütarekesinden sonra Suruç
önce İngilizler tarafından işgal edilmiş, daha sonra da Fransızlara
bırakılmıştı. Cumhuriyetin ilanı ile Suruç Urfa'nın ilçesi olmuştu ve
Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar da oldukça sönük bir ilçe görünümünde
kalmıştı.
Suruç toprakları
yaklaşık yüz yıldır Türk Devletinin hakimiyeti altındadır. Suruç nasıl 4000 bin
yıl önce bir cazibe merkezi idiyse, şuan itibariyle de aynı cazibeliğini
korumakta ve işgal yetmezmiş gibi işgal içinde işgal amaçlanmaktadır.
Suruç ve
çevresinin demografik yapısı ilk olarak İslam döneminde değiştirilmeye
çalışılmış ve sırasıyla Araplar, Türkmenler ve Türkler asimilasyon amacıyla buralara
yerleştirilmişlerdir. Her ne kadar genetik olarak heterojen olmasına rağmen ilginçtir
ki Suruç şuan ruhen, homojen bir yapıdadır. Suruç ilçe, köy ve çevresinde her
ne kadar çok az sayıda kalsalar da yaşayan Türk ve Türkmenler Kürtlerle
kaynaşmıştır. Şuanda Suruç ve çevresinde hiç bir Türkmen'e, "siz
Türkmensiniz" diyemezsiniz; kabul etmez, büyük tepki gösterirler. (Anne
tarafım Türkmendir)
Bu nedenle,
yukarıdaki anlam itibariyle Suruç ilçesinin tamamı şuan Kürtlerden
oluşmaktadır. (Baba tarafım şuan Müslüman ama 200 yıl öncesinde Êzidî inancına
sahip bir Kürttü) Moğollarca harabe haline getirilen Suruç, var olan nüfusunun
dışında, Şengal'den gelen Êzidî inancına sahip Kürtleri de ağırlamıştır. Ama
ilginçtir ki Suruç'un büyük çoğunluğunun kültürel ritüelleri, oyunları,
giyim-kuşam ve konuşulan Kurmanci lehçeleri, fizyolojik yapılar ile kimi
duaları Êzidî inancına ait kültürün devamı gibidir.
Suruç, her ne
kadar ova olsa da, esasında çoğunluğu dağ halkıdır. Suruç, jeo-stratejik,
jeo-politik ve bundan doğru karakteristik özelliği gereği, iradeli bir halktır.
Yukarıda da özetlendiği gibi sayısız işgal girişimine sahne olan Suruç'un daha
önce toprakları, son yüzyıldır da halkı teslim alınmak, zihinler işgal edilmek
istenmektedir. Üstelik tüm bunlar da, her seçim dönemi dağıtılan kömür-makarna
ile yapılmak istenmektedir.
Cumhuriyet
tarihi boyunca iki hükümetçe Suruç'un önemi dikkat çekicidir. Birincisi
Çillerli DYP, ikincisi ise Erdoğanlı AKP hükümetleri!
Suruç'un kıtaları
aşmış bir su sorunu vardı. Öyle ki artık Suruç halkı kendi aralarında,
"Devlet bize ceza veriyor ama susuz kalırız da, asla onursuz
kalmayız" diyordu. Bölgeye pamuk ekmeyi öğreten Suruç halkıydı. Suruç
halkı, DYP'yi Suruç'tan kovmuştu.
GAP
kapsamında Suruç-Baziki projesi ile Suruç suya kavuşacaktı fakat Çiller projeyi
değiştirerek suyun yönünü Harran-Akçakale'ye verince Suruç nezdinde zaten bir
itibarı olmayan Çiller ve DYP tarih olmuş ve bir sonraki seçimlerde de zaten
Türkiye genelinde kaybetmişti. Suruç'u kaybeden ve kovulan sadece Çiller
değildi. Mantar gibi türeyen faizciler de Suruç'u, -ilginçtir; ta ki AKP
iktidara gelene kadar- terk ederek Suruç ve Urfa dışına yerleşmek zorunda
kalmışlardı.
AKP ile
birlikte Suruç tekrar teslim alınılmaya çalışılmış ve Çiller'in vermediği içme
suyu ve sulama suyu AKP döneminde, -halkı teslim almaya dönük- bir proje ile
hayata geçirilmişti. Seçim propagandalarının birinde şuan tekrar Cumhurbaşkanı
seçilen Erdoğan: Siyasi hayatımda iki yerde taciz edildim; bunlardan biri Hopa,
diğeri Suruç'tu, demişti. Hopa ve Suruç'ta halk Erdoğan'ı protesto etmiş ve
Suruç'ta Erdoğan'ın aracına Suruçlular tarafından yumurta atılmıştı.
Suruç halkı suya
rağmen teslim alınamadı. Diğer belediyeler gibi Suruç halkının da belediyesine
kayyum atandı. Bu yetmeyince Suruç'ta seçim öncesi provokasyon geliştirilerek,
bir vahşetin yaşanmasına sebep olundu. Teslim alınamayan Suruç'un yapısı,
cenazelere farklı yaklaşımların olmasına neden oldu. Tüm baskı ve şiddete
rağmen Suruç halkı seçimlerde %65'i aşan bir oy oranı ile tarafını HDP'den yana
koyarak iktidara, "sizi hiç bir şartta istemiyoruz" diyerek 'büyük katliama'
rağmen Moğollara karşı olan direnişini hatırlattı. Bu sonuç, Suruç'tan umudun
kesildiğinin göstergesi değildi elbette. Suruç, en geç 2019'da yapılacak olan
yerel seçimlerde de gündeme oturacak ve mutlak anlamda ruhun teslim
alınabilmesi için AKP tarafından büyük oyunlara sahne olacak.
AKP mi?
AKP artık bir
tabela partisidir; uygulanan ve daha ağırı uygulanacak olan baskı ve zor
günleri bizi bekliyor olabilir ama bu şeklen ve kendi zihniyetlerini tatmin
etmeden öteye varamayacak. CB Erdoğan'ın seçim galibiyeti Türkiye için, sadece
Ortadoğu'yu yeniden dizaynda bir geçiş hükümeti olarak görülebilir. Zira seçim
öncesindeki İngiltere ziyareti ve Musevi cemaatleri ile olan görüşmelerinde
yeniden dizayn ile ilgili bu geçiş sürecinde iktidarda kalmaları, Devlet'in de
istediği bir sonuçtu.
Aynı zamanda
"vaad edilmiş toprakların menzili" olan Suruç, önemli bir merkez ve
dikkatle incelenmeli, üzerinde durulmalıdır. Bizler her şeye rağmen bu
topraklarda adalet, eşitlik ve özgürlüğün tesis edileceğini biliyor ve ona göre
nefes alıyoruz.
29.06.2018
Mehmet Serhat
Polatsoy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder