26 Kasım 2011 Cumartesi

Öcalan’a Müdahale mi Bekleniyor?

2009 yerel seçimler ile beraber start alan kapsamlı siyasi soykırım operasyonları dün Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ı savunan avukatlara kadar ulaştı. Dolayısıyla Kürd halkının yaşayan ve direnen Önder’ine kadar giden bu sindirme harekâtını; Kürt halkı sömürgeci yasalarla hukuk dışına itiliyor, olarak değerlendirebiliriz. Birçok kesim tarafınca her ne kadar da gidilmesi gereken en son noktaya kadar ulaşıldı denilse de gelinen noktanın esasında “nokta” değil, oldukça uzun bir paragrafı oluşturan yine uzunca cümleler arasındaki açımlayıcı kelimeleri ayıran “virgül”lerden başkası olmadığını söyleyebilirim.
Daha önceleri de çokça dile getirdiğim gibi Kürt hareketi, döneminde çektiği acı ve zor koşulları gördüğünden ve ayakta kaldığından, gelinen süreci, hep gördüğü ve buna rağmen ayakta kaldığı/kalabildiği sürece benzetir.
Bu düşünce sistemi, ezilen ve sömürülen halklarda vardır. Kürt halkı da mazlum bir halk olduğundan ve yöneticileri de Kürt olduğundan, dolayısıyla Kürt halkı, gördüğü, bildiği, duyduğu ve yaşadığı acıyı; baskı, zulmü ve sömürüyü bilir. Yani Kürt hareketi veya içerisinde yer alanlar, gördüğü baskı ve sindirmenin esasında gelinen son nokta olduğunu kabul etmek ister. Bu kabul ediş beraberinde strateji ve taktiklerde dönülmez hatalara yol açar. Mesela Kürt hareketi Amed zindanından başka bir acıyı görmez/göremez veya görmek istemez. Niye? Çünkü Kürt hareketi o büyük zindan direnişi sonrası ayakta kalabilmiş de ondan. Bu düşünce sistemi ister bir mücadele içerisinde olsun, ister olmasın her bir ezilen ve sömürülen günümüz insanında mevcuttur. Aslında günlük yaşantımızda bile bu tarz olaylar karşımıza çıkar ve biz, bundan daha büyük bir sorun, acı, baskı ve sömürü olabilir mi diye hayıflanır dururuz. Sırf yaşıyoruz ve ayaktayız diye sistemin olabilecek bütün yönelimlerini düşünmek dahi istemeyiz/istemiyoruz.
Hâlbuki karşımızdaki devletin sömürgeci yasalarla yönetilen bir sistem olduğunu anlayabilseydik, alınacak tedbirler de bu yönlü olur ve hiçbir şekilde boşluğa düşmezdik! Sonrasında oluşan boşluklar sömürgecilerce de doldurulamazdı.
Bu düşünce sistemimiz bir yerde, her birimizin tek tek aslında “günü birlik” bir yaşam sürdürdüğümüzün de kanıtı oluyor. Mantığı kavrayışımız bize 90’lı yıllardan başka bir acıyı da düşündürmez. Neden? Çünkü on binlerce insanımız asit kuyularında çürütülmüş, köylerimiz yakılmış, kadın ve kızlarımıza tecavüz edilmiş, dedelerimize “bok” yedirilmiş ve “bundan başka daha büyük bir acı ve baskı olmaz/olamaz” düşüncesiyle hareket edip ona göre yaşam sürmüşüz de ondan.
Yanılıyoruz ve uyuduğumuz bu uykudan bir an önce uyanmamız gerekiyor. Karşıdaki düşmanı tarif ettiğimiz kadar anlamamız ve tanımamız gerekiyor. Hem düşmanın sömürgeciliğini söyleyeceğiz hem de bu sömürgeciyle birlikte bir yaşamdan bahsedeceğiz. Hem tüm dünyanın Kürdün karşısında cepheleştiğini söyleyeceğiz, hem de bu cephenin kuklası bir devletçik tarafından gördüğümüz zulmü belgeleyerek yine cephecilere sunup bu devletçiği mahkum etmesini bekleyeceğiz. Biz bu halimizle rüyadan başka bir şey görmüyoruz. Hem öyle kardeşlik nutukları atmanın da bir anlamı kaldığını sanmıyorum, çünkü karşındaki kardeşin değil.
Kürt hareketi belki de yüzyılın iyilik hareketidir, ancak karşısındaki güç dünya kuruldu kurulalı insanlığı kul ve köleleştirmeye çalışan ve bu anlamda ahırlaştırdığı her bir dünya toprağında özgür zihinlerin karşısında durarak, makineleşmiş zihinler üreten ve onları hapsederek kullanmaya çalışan bir sömürgeci sistemdir. Öyle ki R.T. Erdoğan’ı da Çiller’leştirdik. Bunu söyleyerek aslında zihnimizin almak istediğini düşündük. Bilinçaltımıza yönelemedik. Dêrsim ve Zilan öylece kalsın dedik. Sömürgecinin unutmadığını ve fırsatını eline geçirdiğinde yeni Dêrsim’ler yapacağını düşünmek bile istemedik. Sanki biz düşünsek, o da düşünür gibi hep korktuk ve sonunda da korktuğumuz başımıza geldi. Öyle oldu ki sömürgeci Dêrsim katliamını bize hatırlattı ve Kürtlerle resmen alay etti. Ama biz bunun bile farkına varamıyor ve günü birlik yaşamda ısrar ediyoruz.
Hâlbuki Sayın Öcalan, Hakkâri katliamında söylemişti; sömürgeci sistemin amacının buraları Dêrsim’leştirmek olduğunu. Aslında onun öncesi de var. Mazıdağı Zankırta (Bilge) köyünü unuttuk herhalde. Nasıl da kadın, yaşlı ve çocuk dinlemeden öldürüldüler? Sömürgeciler bize yeni Dêrsim’lerin olacağını ta o zamanlardan beri göstermişlerdi.
Sen söylemez ve düşman dediğin düşmanı bir Dêrsim katliamcısına benzetmez de, ayakta kaldığın 12 Eylül ve Çiller dönemine benzetirsen, düşman sandığın ama tedbirini almadığın düşman sana, mesele Kürt olunca nasıl bir “Nazi” kesilebileceğini, sana soluttuğu Çelê kimyasal örneğiyle gösterir.
“Sen istediğin kadar beni tanımamaya çalış ama ben sömürgeciyim”, der ve seni şaşkına çevirir.
İntikam yemini eden Abdullah Gül’ün ‘iyi şeyler olacak’ açıklaması sonrasında kaleme aldığım yazılar, umarım hafızalardadır. O günlerde, olacak olan ‘iyi şeyler’ değil, ‘kötü şeyler’dir ve aslında ‘iyi şeyler’ denilen sadece “kendileri ve zümreleri için yapılmak istenenlerdir, yani olacaksa ‘iyi şeyler’, Kürt halkı değil Türkiye Devleti için olacak” sözlerime karşın, “Dil ve üslubum sürece ters düşüyor” diye “Günlük Gazetesi”ndeki haftalık köşe yazılarım bıçak keser gibi kesildi ve bir daha yayınlanmadı. O günden bu güne “sömürgeci sistemi tanımıyoruz ve tanımak istemiyoruz” tarzında birçok –kendimce- uyarı amaçlı yazı kaleme almıştım. Bu yazılar arasında en son beni şaşırtan bir olay yaşandı ki, bunu yine yazımı da yayınlamamakta ısrar eden “Günlük Gazetesi” Editörüne de yazdım; Hakkâri’de 9 sivil katledilmeden tam “iki” gün önce kaleme aldığım “Tekçi ve Tekelci Zihniyeti Tanıyorsak” başlıklı yazıda Hakkâri’de katliam olabileceğini ve amacın ise Dêrsim’leştirmek olduğunu söylemiştim. Yazıdan iki gün sonra Hakkâri katliamı yaşandı ve ardından 9 gerilla da katledildi. Tam on gün sonra Sayın Öcalan, köşe yazımda değindiğim konu ve cümlenin aynısını görüşme notunda dile getirmişti. Sayın Öcalan, dışarıda olan biriyle aynı derecede, olan biteni ve olacakları kestirebiliyordu. Kendi kendime soruyordum; Neden yine dışarıda olan diğerleri veya yazılarımı yayınlamayanlar, yaşanabilecekleri kestiremiyordu?
Peki, neden neydi? Süreç.
Süreçmiş! Tamamıyla Kürt halkını yok etmeye dönük süreç. Her gün biraz daha eritmeye dönük, onursuz bir süreç. Gün be gün silikleşen, belleği ziftleşmiş, mücadeleden koparılan, özgür insanın yaşam arayışından uzak ve sorgulamadan ve kaçışı düşünerek yenilgiyi peşinen kabullenen bir halk yaratılmak istenen süreç.
Bakın bu süreç içerisinde cezaevinden mektup yazan PKK davasından ömür boyu hapis cezası almış Mesane Kanseri olan Taylan Çintay ne diyordu;
"Sen; kalabalıklaşan sessizlik: bırak içerdeki insan ölsün. Emin ol, o ışıltılı an geldiğinde son nefeslerini anılarıyla birlikte sevdiklerine emanet edip çekip gideceklerdir. Ya sen! Ayakta, dışarıda ve yaşıyorken; birileriyle konuşuyor ya da önündeki yemeği kaşıklıyorken, hiç mi ağzında 'ölü eti' hissetmeyeceksin?"
Aslında kanser olanın Taylan arkadaş değil, topyekûn bizler olduğunu anlamak istemedik ve hala duyarsız bir şekilde de beklemekteyiz.
Bir bakıma şimdi Taylan arkadaşın mektubu karşısında cevap olamadığımız için bir bir cezaevlerine gidiyoruz. Belki aynı hastalık veya benzerleri bu kez bizi de bulacak! Kim bilir belki yarın “rojevakurdistan” ve yazarı olduğum diğer sitelerde; “Yazarımız Serhat Polatsoy’da tutuklandı veya öldürüldü” diye haber okursunuz.
Erdoğan, Çillermiş!
Erdoğan’ın Dêrsim ve Zilan, Halepçe ve daha nice katliamların planlayıcısı bir sömürgeci kuklası olduğunu ve hatta aynı mantığın Hitler versiyonu olduğunu iki yıldan bu yana her yazım(ız)da dile getiriyorum ve getiriyoruz. Şimdi mi Erdoğan’ın zihniyeti anlaşılıyor? Aslında hala anlaşılmış değil! Hala “anlamsız ve çürüten” bir umut var. Elbet “umut olmasın” demiyorum, insanız ve umudumuz elbet olacak, ancak bu umut neden Cegerxwin’in umudu gibi olmasın ki?
Gün geçmiyor ki yeni bir tutuklama ve katliam yaşattırılmasın Kürde. Bir taraftan bunca gözaltı, tutuklama ve ölümler yaşanırken, diğer taraftan sömürgeci tiyatro sanatçısı usta oyuncu Erdoğan çıkıp; varsa literatürde böyle bir şey, ben Dêrsim halkından özür diliyorum, diyor. Kimse çıkıp da, bunun hesabını sormuyor. Yok, özür böyle mi dilenir, yok eski dosyalar açılsın, yok samimiysen şöyle böyle yap, diye her kafadan bir ses çıkıyor.
Yahu karşında seninle alay eden bir sömürgeci ustası var, sen ondan ne bekleyebilirsin ki?
Kendimize şaşıyorum!
Hala bu sömürgeci devlet ve yöneticilerinden medet umuyoruz! Hala Kürt halkının haklarını tanımalarını bekliyoruz. Yahu adam gün be gün eritiyor; and içmiş direnen Kürdü bitirmek için. Bilmem ki daha ne olması bekleniyor. Fetva’da çıktı. Fetullah katliam fermanını vermedi mi?
Ne bekleniyor? Sayın Öcalan’ın yok edilmesi mi? He bunca yaşanan olaylar müdahale değil de, bir de fiziki müdahale olması mı bekleniyor?
Kendimizi kandırmayı bırakalım ve biran önce uyuduğumuz bu çılgın uykudan uyanalım. Hem bizler, “Sömürgecileri tanımayanların önce sömürüldüğünü ve ardından da sürüngenleştiğini bilmiyor muyuz? Bilmiyorsak eğer biz Kürtler ya çok saf’ız ya da çaresiz ve zavallıyız.
26.11.2011
mehmetserhatpolatsoy.blogspot.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder