1 Aralık 2011 Perşembe

PKK, Kısas-a Kısas’ı Gündemleştirirse

Bir yanlışlık var ama…
Evet, büyük bir yanlışlık var. Bu yanlışlık “sömürgeci mantığı, ‘insan olması’ yönünde düzeltme gayreti ve çabası” yanlışlığıdır.
Soruyorum kendime; Sömürgeci mantık ve Kapitalist sistem, düzelir mi diye. Cevap, büyük bir hayır!
Öyleyse bu sisteme karşı hümanizm duygusuyla karşı koymak niye?
Yine soruyorum; Baskı ve sömürüye karşı demokratik direniş niye? Cevap, belki insafa gelirler, gelmeseler de, yarınlarda biz onları yaptıkları yanlışlıklardan dolayı mahkûm ederiz, oluyor.
Hemen aklıma Ermeniler geliyor; kim ve hangi güç Türkiye’yi Ermeniler konusunda mahkûm etti? Aradan geçen zamana bakıyorum da, büyük bir sıfır. Peki, hangi konuda sıfır? Tabi ki de zalimlerin “demokratikleşmesi” yönünde.
Zalim “Demokrat” olur mu, daha doğrusu “İnsan” olur mu sorusu can alıcıdır. Olursa niye bu zamana kadar olmadı, olmazsa neden bu zalimlere karşı bu kadar (insan için anlamlı) (sömürgeci için )anlamsız demokratik tavır, sergileniyor! Belki olurlar diye beklemek, oldukça yanılgılıdır.
Bir taraftan PKK’nin, diğer taraftan Sömürgecinin mücadelesine bakıyorum da, her ikisi de bir amaç uğruna savaş veriyorlar. PKK, Sömürgecilerce her türden soykırımdan geçirilen Kürd halkının özgürlüğü için mücadele yürütürken, Sömürgeci, yine Kürd halkına sömürüsünü bildik ve bilinmedik yöntemlerle ve yine Kürd halkını baskı altına alma, ezme, sindirme ve dahası yapılabilirse yok etme temelinde mücadelesini sürdürüyor. Buna göre normal olarak yapılması gereken, onurlu bir cevap ve direniş temelinde olmalı ve sömürgeciliğin her türden kurumunun Kürdistan’da işlevsiz kılınması ve sömürgeci yuvalarına topyekün yönelimin olması gerekirken, hala bir şeyler bekleniyor!
Bunu söylerken PKK neden layıkıyla savaşmıyor demiyorum. Sadece bir yerlerde bir hatanın olduğunu ve beklemenin de bundan kaynaklandığını düşünüyor ve dikkat çekmek istiyorum.
Peki, beklenilen nedir? Öyle görünüyor ki sömürgecilerin insafa gelmesi ve bazı hakları tanıması bekleniyor.
Zaten verilen tüm savaşlar (onurlu veya onursuz) öyle veya böyle bir yaşam için değil mi? Onun için de kendince (zalim veya mazlumca) hak alınması veya verilmesi gerekiyor. Kürd, onurlu bir yaşam istiyor veya bu temelde mücadele ediyor, Sömürgeci kendisini yaşatmak ve robotlaşmış insanlardan oluşan onursuz bir yaşam dayatıyor.
Sosyolojik olarak Kürd halkının doğuştan kaynaklı hakları olduğu biliniyor. Aslında bunu sömürgeci de biliyor. Kürd tarafı bunun için savaş veriyor ve bu hakları tekrar kazanmaya çalışıyor. Sömürgeci taraf da, kendisi ve yaşaması için savaş verdiği gibi, kendisinin karşısında duran tüm güçlere karşı savaş veriyor ve “sömürgeci adını” alıyor. Sömürgeci cephesinden bakıldığı zaman sömürgeci olunmayacağı gibi, bu yöntemin işlevselleştirilmesi halinde onların mantığını anlamak da kolaylaşacaktır.
Dikkat ediliyor mu bilmiyorum ama hep ezilen taraf, ezen tarafa “empati yapmalarını” öneriyor. Oysa sömürgecinin empati yapma gibi bir derdi, doğallığında yoktur. Onun yerine empatiyi sömürgeciliğin karşısında duranlar yapmalı ve sömürgeci mantığının varoluş sebebine bakarak, yürünecekse bu temelde bir yol yürünmesi gerektiğini de en ince ayrıntısına kadar bilmeli.
Nedir sömürgeci mantık? Kısacası dünya insanlığını kendi sistemi için robotlaştırma ve dolayısıyla bütün düşünen canlıları da işlettiği bu sistem için koşturma. Konuya istediğiniz jargonlarla yaklaşın ama işin özü budur.
Diğer taraftan Sömürgeci mantık, insanlığın özgürlüğü için savaş veren bir örgüt ile neyin diyaloguna girer? Ya da PKK, Sömürgeci mantıkla çözüm olmadığı halde neden diyaloga devam etmek ister? Sömürgeci herhalde “gel beni insan et” demez ki bu zaten onun doğasına ve ismine aykırıdır. Öyleyse sömürgecinin giriştiği diyalogların anlamı ne oluyor? Tabi ki bu örgüt ya da devlet üzerinden, “kendimi daha nasıl bu mantıkla yaşatabilirim”, “daha nasıl ömrümü uzatabilirim”, oluyor.
Sömürgeci insan mıdır sorucu da can alıcıdır ve cevabı da tersidir; yani sömürgeci insan değildir. Sadece insanlardan oluşan bir zihniyetin sistemidir. Tarihin hangi bir yaprağı veya döneminde, kayıt altına alınmış veya alınmamış hangi evresinde “sömürgeci insani yaklaşımla kaybetmiştir” sorusuna gelirsek, belki birçok örneklemeler verebiliriz. Ancak bu örneklerin hepsinde insanlıkla beraber, topyekün savaş ve kısas-a kısas’ın var olduğunu göreceğiz.
Yukarıda değindiğim, sömürgeci bakış açısıyla konuya eğilip bu mantığın yapabileceği pratikler hesaplanabilirse, ona göre tedbir alınabilir ve verilen özgürlük mücadelesi de bu temelde başarıya ulaşabilir!
Madem bir rejim değişikliği varsa ki var; o zaman neden bu değişiklikte sömürgeciye yardım ediliyor?
Evet, şu anda Kürd hareketi “istemeden” sömürgecilere yardım ediyor. Ona yaşam alanı tanıyor.
TC kuruldu kuruları Kürde yaşattırılan her türden yönelim, Kürd aklını yerle bir etmiş ve sağlıklı düşünmesine fırsat tanımıyor. Oysa en ufak bir hümanist pratiğin bile “işgal alanında” sömürgeciye yaradığını anlamak gerekirdi!
Anlaşılmadığı gibi zaman zaman ideolojiden kaynaklı isyan ve felsefeden kaynaklı doğal sömürgeci yönlendirmenin dışına çıkma arayışı içerisine girildiği de görüldü. Ancak bir türlü sömürgeciliğin “doğal” yönlendirmesinden çıkılamadı! Tam, çıkıldı denecekken, bir daha giriliyor ve sömürgeci, süreci istediği gibi yürütmeye devam ediyor. Bu, sıradan bir yaşamdan, günlük davranış pratiğine kadar böyledir. Attığımız her adım sömürgeciye yarıyor. Çok uç bir örnek verecek olursam eğer: Tıpkı şuanda klavyenin tuşlarına basıp onu eskittiğimizde yerine yeni klavye alma zorunluluğumuz olduğu ve sonucunda da bunun maddi külfetinin kapitalizme ve sömürgeciye gidip yaradığı gibi!
Sömürgeci şuanda dünyanın kendisine göre Ortadoğu’sunda yöntem değişikliğine gidiyor. Buna göre Ülke yöneticileri bir bir değişiyor. Ama görüldüğü gibi sömürgeci mantık değişmiyor. Zaten değişmez de. Bunu beklemek artık saflıktan da ötedir.
Madem Ortadoğu’dan kaynaklı TC rejimi de değişiyor, o zaman bu rejimin içinde “biz de olmalıyız” demek, sömürgeciye hayır getirmekten başka bir anlama gelmez/gelmiyor/gelmeyecek gibi de duruyor! Çünkü yeni TC’nin içinde (onurluca) olmak istiyoruz bile demek, kan kaybetmiş olan bir bedene sonsuz ünitelerce kan pompalamak gibi bir şey ve yaşamasını sağlamak oluyor. Yani TC’yi ayakta tutmak Kürd hareketinin işi olmamalıdır.
Diğer taraftan, Sömürgeci var diye bütün mücadele bırakılsın veya ona teslim olunsun demiyorum. Aksine mücadele mantığı “doğallığında” gelişsin diyorum. Yani etki-tepki olayının önüne geçilmesin! Hayvani etkiyi doğuran tepkinin önüne insani temelde çıkılırsa, doğanın kanununa karşı gelmiş olursun. Burada hayvanlaş da denilmiyor. Evet, sömürgeci mantık doğaya müdahale ediyor ve tüm insani değerleri ayaklar altına alıyor. Hiç olmadığı yerden vurmanın sömürgeci işi olduğu su götürmez bir gerçektir. Fakat sömürgecinin vurduğu yerde doğan boşluk şayet doldurulmaz ise, o zaman vuran ilk taraf bir gözlemci oluyor. Dolayısıyla gözlemcinin etkisi de yine kendi lehine dönüşebiliyor. Çünkü sömürgeci tüm kainatı bir deney, yaşayan tüm canlıları da bir denek olarak kullanıyor. Buradan bile yola çıksak, “şu anki karmaşık süreçte” sömürgecinin müdahalesi karşısında etkisiz ve tepkisiz kalınamayacağı ortaya çıkar.
Mesela son KCK adı altında yapılan operasyonlarda 33 avukat tutuklandı ve çürüten zindanlara gönderildiler. Bunun karşısında eğer PKK kısas-a kısas yapsaydı, inanın sömürgeci neye uğradığını şaşardı! Ama ne oldu, şaşkın olan yine Kürd tarafı oldu. Sömürgeci yine her zaman ki gibi Kürdü şaşkına çevirdi. Aslında öyle şaşılacak bir şey de yok. Adı üzerinde sömürgeci bunlar.
Şaşma olayı her hareketi ve yaşamı Hakikatçe ahlaklı ve doğru olan bir insanın hiç beklenilmeyeni yapmasıyla veya Belirsizlik İlkesini yaratan atom altı parçacıkların “Bilim adamlarınca” anlamsız hareketlenmelerinden oluşuyor. Ama sömürgecinin bunu her zaman yaptığını ve yapabileceğini bilmemize rağmen, ona şaşıyoruz. Sömürgeci de ahlak var mı? Yok. Öyleyse onu ahlaka davet etmek neyin nesi oluyor?
Yapılan operasyonlara karşılık; “Nasıl olur, daha nereye kadar, burası uç nokta, artık zirveye ulaşıldı, bundan sonra gitmez” gibi kendimizi kandıran bir pozisyondan çıkmamız gerekiyor. Sömürgeci için saldırının zirvesi yoktur. Her an ve zaman onun için saldırı anıdır ki zaten günün yirmi dört saati saldırmazsa yaşayamaz. Tıpkı bir bakteri gibi her yerde varlar. Onurlu bir yaşam temiz ve sağlıklı bir zihin ise, sömürgeciyi bu temiz ve sağlıklı zihinlerden atmak gerekiyor.
PKK neden kısas-a kısas yapmıyor?
Korkuyor mu? Hayır. Gücü mü yok? Yine hayır. E peki nedeni ne? Hümanizm ve bundan kaynaklı “Terörist” bir örgüt olmaması. Kendisi ve onu tanıyanlar; PKK Terörist değil, Hümanist bir örgüttür, diyor. Ancak sömürgeci ne diyor; PKK Teröristtir.
Sömürgeci sana PKK hümanist bir örgüttür, der mi? Demez. O zaman tersten ele almak ve onun anladığı ve aslında kabul ettiği bir dilde yaklaşmak gerekir! Ancak öyle baş edilebilir ki, sömürgeci de rahat etsin!
Senin karşında tüm dünya hakları için “iyi ve onurlu şeyler” yapmak isteyen, “fakat yanlış yolda yürüyen” birileri varsa, buna bir şey denilemez elbet.
Evet, PKK, yanlış yolda olanı mevcut ideoloji ve felsefesiyle doğru yola sevk etme kurumu olduğu gibi, yeni insanın da gelmesi gerektiği en iyi noktalardan biridir. Ki bu konuda Sayın Abdullah Öcalan; Yanlış hayat doğru yaşanmaz” diye tarihi bir söz de söylemiştir. Fakat senin karşında bir insan yok ki ideolojik ve felsefik yaklaşasın. Düşünüyorum da; Bir insan, insan olmayan bir sisteme bu temel de nasıl yaklaşır?
Belki çok uzak bir örnek gibi görülebilir; Mesela sen bir hayvana, “demokratik ekolojik cinsiyet özgürlükçü paradigma”yı anlatabilir misin? Anlatsan kaç para eder! O hayvan sana saldırıyor ve yaşamak için seni o alandan çıkarmak istiyorsa, doğallığında sana saldırır ve karşısında tepki vermeyen birisi oldu muydu da öldürür, kaldı ki öldürüyor. İşte senin karşındaki sömürgeci güç, tam olmasa da, bir hayvandır. Sen istediğin kadar bu hayvana insanca yaklaş ve Kürt-Türk birlikteliğini amaçladığını söyle, bu hayvan anlamaz; çünkü insan değil. Biliyorsun ki karşında, erk egemenlikli iktidara sahip bir “yaratık sistemi” var.
Elbet insanlar, insani kurallar çerçevesinde bir yaşam sürer. Kaldı ki insanın olduğu bir yerde doğanın vahşi kanunları işletilemez! Fakat karşında bir insan yoksa ve her an yok etmek ve çürütmek için saldırıyorsa, sen neden hala insanlıkta ısrar edersin ki? Bu hayvana karşı insanlık kaç para eder?
Tüm bunlara rağmen hayvana karşı insanlıkta ısrar, inanın mücadeleyi “yozlaştırır”. Değişen Ortadoğu’da da hiçbir yer edinemezsin. Olacağın ve gideceğin en iyi yer, eskisi gibi sadece “kölelik statüsü” olur. Çünkü Sömürgeciyle yapılan hiçbir hiç bir insani anlaşma onurlu olmaz ki zaten biliniyor, sömürgeci insana değer vermiyor.
Onun için sömürgeciyi bir karar kılıcı ve baba gibi görmemek ve ona “mevcut süreçte” insani temelde “yüklenmemek” gerekiyor! Ne kadar yüklenirsem ve ağlarsam köşeye sıkışır, dayanamaz, elbet bir hak verir, düşüncesinden sıyrılmak gerekiyor. Bu sömürgecidir, bunda duygu olmadığı gibi insanlıkta yoktur.
Unutmayalım ki Sömürgecileri tanımayanlar önce sömürülür ve sömürgeleşir, ardından da sürüngenleşir giderler.
01.12.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder