21 Nisan 2012 Cumartesi

Barzani ve Erdoğan Katliam İttifakı mı yaptı?

                                                                  21.04.2012 - Mehmet Serhat Polatsoy
Şimdiden belirtmek isterim ki; gündemi yoğun ve süreci belirsizliklerle dolu olan bir Ortadoğu ve Kürdistan ile ilgili yapılacak tespit, çözümleme ve analizler maalesef kısa tutulamıyor.
Bir yandan Strazburg’da bedenini, Sayın Öcalan şahsında Kürt ve Kürdistan olmak üzere tüm dünya insanlığı için yatırmış 15 devrimci ve Kuzey Kürdistan’da sömürgeci zindanlarındaki binlerce ölüm orucu eylemcilerinin devrimci, kararlı duruşu, diğer yandan son hız devam eden Kürt siyasetçilerine yönelik siyasi soykırım operasyonlarıyla beraber, teknolojik canavarlarca üzerlerine gidilen ve sayısız şehadetler yaşayan gerilla direnişleri…
KCK, tüm dünyanın gözünü ve kulağını kapadığı bu direnişlerin bizce amacına ulaşıldığı yönünde açlık grevi eylemcilerine çağrı yaparak eylemi sonlandırmalarını istedi. Ve eylemciler dün ve bugün yapmış olduğu açıklamalarla eylemlerini sonlandırdıklarını ve Zafer elde ettiklerini duyurdular. Zira mevcut konjonktürel durum arkadaşların şehadetlerini değil, bir an evvel eylemin sonlandırılmasını gerektiriyordu; tabi bu tarz eylemlerin yerine de oldukça kısa zamanda yeni ve sonuç alıcı eylemlerin pratikleşmesi şartıyla!
Evet, süreç belirsiz dedim çünkü mevcut haliyle giden sürecin seyri bir şekliyle Kürt ve Kürdistan lehine sonuçlanmaya doğru evirilebilirdi! İşte tüm dünya devletleri de ondan dolayı üç maymunları oynayarak sessizliklerini korudular!
Bir taraftan ABD konseptinin gereği olarak ölüm sessizliği sürerken, diğer taraftan son süreçteki KCK açıklamaları ve sonuç alıcı eylem türleriyle gerillaların direnişleri ve yavaş yavaş “devrimci halk savaşıyla” TC’yi soluksuz bırakma kararlığı belli bir aşamaya gelmiş bulunuyordu. En azından işaretler o yöndeydi. Tabi hala bu temelde sonuç alınmaya dönük kararlılık devam etmektedir. Elbet bu sonuç dünya insanlığını nefessiz ve sessiz bırakmaya çalışan Kapitalist modernitenin sözcüsü ABD’nin çıkarlarına tersti. Öyleyse hem bu gidişat hem de bariz olan belirsizliğe bir müdahale gerekiyordu. ABD için her hareket, kendi deneylerinin sonucu açısından gerekliydi. Onun için oluşturdukları deney (Ortadoğu) alanı içerisine bıraktıkları farelerin (yönetim liderleri) ses, ışık veya her hangi bir nesneye (günlük oluşturulan yapay tartışmalar) olan tepkileri planlarının sağlıklı bir şekilde işletilmesi için anlam taşıyordu. Bu yöntem sömürgecinin belki de dört yüz yıldan bu yana uyguladığı bir yöntem ve oldukça başarılıydı. Açıkçası yine, başarmış gibi görünüyor ve Kürt özgürlük hareketi müdahale etmediği sürece de bu gidişatlarını sürdüreceğe de benziyorlar!
Buna göre Ortadoğu, gelişen halk ayaklanmalarından sonra önce boşluğa bırakıldı, sonra ortam sessizleşti ve ardından da çok yoğun tartışmalar yaşandı ve şimdi de olgunlaşan tartışmalarla sömürgeci müdahale zamanına gelindi. Öyle sanıyorum ki geçenlerde Talabani’nin açıklamasıyla start alan kapsamlı ABD planları, Erdoğan-Obama ve ardından Barzani-Obama, şimdi de Barzani-Erdoğan görüşmesiyle devreye koyuldu.
Sırasıyla görüşmelere bakıp bir değerlendirmede bulunacak olursak;
Erdoğan-Obama görüşmesinden sonra, Erdoğan’ın yaptığı açıklama, hem Irak’ın toprak bütünlüğüyle ilgili ve ABD desteğinin vermiş olduğu güven ile hem de PKK ile kesintisiz ve sonuç alıcı hem askeri hem de siyasi mücadelenin kararlıca devamı yönündeydi.
Barzani-Obama görüşmesinden sonra, Barzani’nin yaptığı açıklama, yine Erdoğan’ın yapmış olduğu açıklamaya benzer olarak, Irak’ın toprak bütünlüğünü vurgulayıcı sözler olmakla birlikte, diğer taraftan Güney halkına dönük de “Bağımsızlık” söylemlerini tekrar ederek halkı (keşke olsaydı ama) içi boş bir umuda sokup hem güven tazeleme ve hem de kendinin bundan sonra yapacağı tüm temasları meşrulaştırıcı girişimlerde bulunmaya dönüktü.
İstanbul-SNC görüşmesi ardından Burhan Galyun, “Suriye Kürdistan’ı diye bir şey yok” diyerek, bir taraftan Kürtlere ölümü gösterip sıtmaya razı etme anlayışıyla kurulan yeni tezgahta “hem biz hem de Ulusal Çalışma Grubu var” diyerek iki gruptan birinin Suriye’nin geleceğinde karar kılıcı olduğunu, tehdit ederek, göstermek istemektedir. Tıpkı Kuzey Kürtlerine; bakın MHP sizleri ezer geçer, onun için AKP’ye razı olun mantığıyla ileride Suriye’de hem Suriye Ulusal Konseyi ve hem de Ulusal Çalışma grubunun görünürde çatışmacı bir pozisyonda olsalar da perde arkasında bir yerde beraber hareket edeceklerinin sinyalini Galyun’un vermiş olduğu; Barzani neden görüş değiştirdi? mesajından anlayabiliyoruz. PKK’nin bu mesajı çok iyi anlaması gerekmektedir.
El Cezire Televizyonuna konuşan Talabani, Irak açısından büyük oranda Erdoğan’a ve bir kısmıyla da örtülü olarak aslında Barzani’nin açıklamalarına denk gelecek bir açıklama yaparak, Irak’ın parçalanmasını istemediklerini, bunun önüne geçeceklerini ve Bağımsız bir Kürdistan’ın söz konusu olamayacağını söyleyerek, ABD’nin kısa dönem belki de stratejiye dönüşmeyecek ve PKK’nin tasfiyesine dönük taktiksel sıçrayışının şifrelerini vermiş oldu.
Ardından yaşanan bir gelişme de, hem Strasburg ve hem de Kürdistan-Türkiye cezaevlerinde açlık grevlerinde olan binlerce PKK-PJAK’lı devrimcilerle dayanışma amacıyla Hewlêr’de toplanan PÇDK’lilere Güney Hükümeti Asayiş Güçlerinin müdahalesi oldu. Bu müdahale KCK Siyasi Komitesince sert bir dille kınandı. Buna göre,
KCK Siyasi Komitesi: Bu masum ve haklı eylemi terörize eden saldırının komplike mi yoksa yeni kurulan Neçirvan Barzani’li hükümetin inisiyatifiyle mi gerçekleştiğini ve Federe Hükümetinin bu konuya bir açıklık getirmesi gerektiğini içeren sert bir açıklaması geldi. Bu sert açıklama ve ardındaki sorudan anlaşılan Barzani’nin niyetinin ne olduğunu anlamaktan başka bir şey değildi. Yani KCK, ABD’nin yeni saldırı planını tahmin edebiliyordu!
Ve Barzani-Erdoğan görüşmesi öncesi Sayın Murat Karayılan’ın açıklaması, yukarıda sorulan soruyla parelellik içeren bir uyarıydı. Buna göre KCK, Barzani’nin girmiş olduğu ilişkinin boyutundan haberleri olduğunu ve CIA’nın PKK’yi tasfiye amaçlı Güney’de istihbarat toplayıp tasfiyeye öncülük edecek kişiler aradığını bildiklerini hissettirmek amacıyla, Mesut Barzani’ye; AKP politikalarına uymaması ve oyuna gelmemesi yönünde telkinlerde bulundu.
Sonrasında gelişen Barzani-Erdoğan görüşmesinde Erdoğan, PKK için, Ya silahları bırakırlar, ya da sonuçlarına katlanırlar, türünden yeni ve kanlı saldırıların olacağı sinyalini vererek PKK’yi çok sert bir dille tehdit etti.
İşin ilginç görünen yanı Erdoğan’ın Talabani ile ortaklaştığı noktaydı. Buna göre Erdoğan,  hem ABD dönüşü sonrası hem de Barzani görüşmesi ardından; ”Bizim başından beri hedefimiz, arzumuz; Irak'ın toprak bütünlüğüdür. Temenni ederiz ki böyle bir bölünmeye, böyle bir parçalanmaya da kimse fırsat vermez diyerek, açıkça Talabani ile aynı yerlerden beslendiğini ortaya koymuş oldu. Yani bir yerlerden düğmeye basıldığını net bir şekilde PKK’ye ve bölge devletlerine iletmiş oldu.
‘Bağımsız’ Kürdistan başka baharlara!
Dikkat edin!
Tüm bu görüşme ve açıklamalar son 25 gün içerisinde oldu. Bu bir tesadüf ve konjonktürel sürecin bir gereği mi yoksa önceden hazırlanmış planların devreye koyulması mı, varın ona da siz karar verin! Kimse ne kendisini ne de Kürt halkını boşu boşuna kandırmasın, Sayın Barzani yine beni yanıltmadı ve görünen kadarıyla TC ile kol kola girerek PKK’ye; “Ya silahları bırakırsın ya da seni topraklarımda barındırmam” diyerek yeni olmayan tehditlerini savurmayı sürdürdü.
İşte siyasetler ve deneyler sonucu olgunlaşmadan sonra belirlenip pratiğe koyulan politikalar, tam da burada Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın “Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak” adlı son savunmasında, Sömürgecilerin Güney Kürdistan’a biçtiği tarihsel ve günümüz rolü ile “Bağımsız Kürdistan”’a getirdiği hakikatli değerlendirmesiyle netleşiyor.
Öcalan diyor ki; Irak sınırında kalan Kürtler üzerindeki diğer önemli bir oyun da Kürt ulusal kimliğinin oluşumundaki çarpık, uyduruk, sünni burjuva karakterdir. Tarihin en zengin kültürlerinden birini günümüze kadar taşıyan Kürt halk ve kavim gerçekliğinden, onun çok zengin kabile, aşiret ve inanç kültüründen; kapitalist modernitenin en tortumsu ilkel milliyetçiliğin ve Sünni din gericiliğinden beslenen yapay bir Kürt ulusu inşa edilmek istenmektedir. Demokratik ulusal toplum yerine ulus-devletçiliği kutsal ütopyası sayan demokratik olmayan, özgürlüğe ve eşitliğe kapalı, kadın düşmanı bir ulusal kültür adeta tek toplumsal gerçeklikmiş ve onu da onlar temsil edebilirlermiş gibi yapay bir hakikat algısı yaratılmaya çalışılmaktadır.
Irak sınırındaki Kürtler üzerindeki derin bir hesap da Kürt sorunun çözümünün yegâne yolunun kapitalist moderniteden geçtiğine ilişkindir. Hegemonik ilişkilerin uzun vadeli planlamasında Irak Kürtleri hep bir laboratuvar malzemesi olarak kullanılmak durumundadır. Kürt ulusal gerçekliğinin vücut bulması ancak kapitalist ilişkilerle mümkün olan bir olgu, inşa olarak projelendirilmiştir. Devrimci, demokratik, sosyalist nitelikli ulusal gerçeklik sanki mümkün olamazmış gibi bir algı sürekli gündemde tutulur. Bunun için ellerindeki en önemli alet, Bağdat merkezli Arap-Sünni veya Şii milliyetçiliğidir. Arap milliyetçi tehdidini Kürtler üzerinde hep canlı tutarak sığınmalık bir durumda tutarlar. Aynı tehdit Kürtlerden Araplara yönelik olarak da canlı tutulur. Aynı biçimde Kürt devleti ha kuruldu ha kurulacak diye Türkiye, Suriye ve İran devlet rejimleri tehdit edilir. Tersine bu üçlü, dörtlü öğeler de birer tehdit kaynağı halinde tutularak Kürtlerin kendilerine tam sadakati sağlanmış olur. Görülüyor ki laboratuvar politik oyunlar tezgâhlamakta hayli üretkendir. Sistemler kurulur, yıkılır. Ama Irak Kürt laboratuvarında bir türlü kalıcı bir malzeme (politika) oluşturup yaşamsallık kazanmaz. Hep efendilerin emrinde üretken kılınmaya devam eder. Ortadoğu’da en eski bir sorun olmasına rağmen Kürt sorununun çözümlenmemesinde bu mantık temel rol oynar.
Nasıl ki İsrail Siyonizmi açısından Anadolu’daki Beyaz Türk ulusçuluğu proto-İsrail rolü oynamışsa Irak Kürdistan’ındaki Kürt milliyetçiliği özellikle Barzani kabilesi üzerinden benzer bir rol oynamıştır. Bir nevi Beyaz Kürt ulusçuluğudur. Aynı güçler tarafından ideolojik ve pratik olarak inşa edilmişlerdir. Beyaz Türk ulusçuluğuyla Beyaz Kürt ulusçuluğu arasında sadece teorik değil pratikte de güçlü bağlar mevcuttur. KDP (Kürdistan Demokrat Partisi) Kürtlerin CHP’si olarak planlanıp 1925’ten beri faaliyette olan komplocu güçlerin devam edegelen faaliyetlerinin bir parçasıdır. Bir yandan Kürtler 1925-1940 döneminde katliamlardan geçirilmeye çalışılırken; diğer yandan aynı komplocu güçler Kürdistan’ı 1926’da zoraki olarak parçalamakla yetinmiyorlar. Irak parçası üzerinde bu sefer kurtarıcı pozisyonda Beyaz Kürt ulusçuluğunun temellerini atıyorlar…
Gelelim sonuca,
Sayın Barzani’nin ABD’ye gitmesi sanki dönüşte bir Bağımsız Kürdistan’ın ilanı olacak havasıylaydı. Yani aslında güney halkı Sayın Barzani’den “Barzani’nin sürekli dile getirdiği; az kaldı kuracağız, halkımıza soracağız, artık sabrımız tükenmekte ve son nokta vb. söylemlerle birlikte halkın beklediği bir cevap” vermesini istiyordu. İstenilen buydu ve Barzani’de halkı kırmayıp ayağının tozuyla geldiği gibi; Güney halkına dönük bir mesajla; Ya çözüm ya da herkes kendi yoluna. Başka bir karar almamız gerekecek, diyerek Güney halkının Bağımsızlık hayalini yeni bir beklentiye aldı. Yani halk tekrar oyalanmış oldu.
Hem Obama, Talabani ve hem de Erdoğan ile Burhan Galyun’un Sayın Barzani’den farklı açıklama yapması doğaldır. Çünkü Barzani iki gün önce “Bağımsız Kürdistan” derken, bugün bu hayal suya düştü diyemez ve halkın tepkisini çekemezdi. Onun için ABD dönüşü yine “Bağımsızlık” söylemlerine sarıldı ve halkı umutlu tutmaya devam etti.
Açıkçası Obama, Talabani ve Burhan Galyun’un açıklamalarından sonra en son Barzani ile Erdoğan’ın açıklamaları ve ortaklaştıkları nokta, bir “ kirli ittifak” mı oldu sorusunu akıllara getirdi. Barzani: PKK, “bizi dinlerse iyi eder, yok dinlemezse biz PKK'nın çatışmayı bölgemize çekmesine izin vermeyiz. PKK'ye karşı; baskı, nasihat, konferans ne gerekirse, bütün yöntemleri kullanacağız. PKK, silahı yöntem olarak kullanırsa Güney Kürdistan’da hüküm sürmesine izin vermeyeceğiz diyerek, aslında ABD ve AKP’nin politikalarına ne denli sadık olduğunun ilk olmayan ama net işaretlerini verdi. Öyle yapmış olduğu; “Biz barış için varız!” gibi açıklamalar da tüm Kürt halkını oyalamadan başka hiçbir şey değildir.
Tüm bu gelişmeler ışığında siz olsanız objektif olarak; Yoksa ABD-Barzani, Erdoğan-İran, Suriye Ulusal Konseyi-İstanbul ve Erdoğan-Barzani görüşme ve açıklamalarından sonra, “katliam ittifakı” mı yapıldı? diye bir soru sormaz mısınız? Ben soruyorum.
21.04.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

2 yorum: