26 Ekim 2011 Çarşamba

Van Depremi Doğa Olayı mı?

Bilindiği üzere Kuzey Kürdistan’ın ikinci büyük şehri Van’da yürekleri burkan ve Kürd halkını derinden sarsan bir deprem meydana geldi. Deprem henüz yaşanmıştı ki faşist kıtalar, Dünya’nın her bir yanından sanal âlemde ve TV kanallarında yayınladıkları mesajlarla sarf ettikleri sözlerde, bilindik ırkçı ağzı konuşturdular. Bu ağza, özgürlük mücadelesi veren Kürd halkı, yabancı değildi...
Bir iki sallantının dışında hayatımda hiç yıkıcı deprem anını birebir yaşamışlığım olmamıştır. En son Gölcük deprem görüntülerini izlerken, aklımda kalan, acı, feryat ve figanlar ne kulaklarımdan, nede gözlerimin önünden gitmemiştir.
Depremin yıkıcılığı ve sonrasının zorluğu bir yana, beni düşündüren şeyleri paylaşmak istiyorum. Bana ister “deli” deyin, ister “uçmuşsun” deyin ama ben bu düşündüklerimi paylaşmak zorunda olduğumu hissediyorum.
Bilindiği üzere Kâinata, Evren, Dünya ve nihayetinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya şekil vermek isteyen bir ‘Tanrı’ (ABD) gerçeği var. Bu gücün okyanuslar ötesinden bu bölgelere gelip müdahalelerde bulunmasındansa bir başka gücün müdahaleci olma gereksinimi doğmuş ve Türkiye, Tanrı’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki “elçi’si” konumuna getirilmiştir. Öyle ki Türkiye, Davos’tan bu yana buralardaki rolünü tüm bölgelere öyle veya böyle ilan etmiştir. Hiçbir engelin çıkmaması durumunda da Türkiye, lider ülke durumuna getirilecektir.
Bu lider ülke olacak müdahaleci güç, aynı zamanda komşularına da kafa tutan bir pozisyonda olmuş ki zaten konumu gereği bu Kasımpaşa ağzı da, doğaldır.
Türkiye, bunca kabarmalarla, bölgede bir güç olduğunu değişik biçimlerde ortaya koymak istemiştir. Erdoğanlı iktidar, kıvrak danslarıyla bir yerde mazlumun yanında olduğu görüntüsü çizerken, diğer yandan da sömürgeciliğin iyi bir elçisi olduğunu kanıtlamalı ki hem bölge halkları nezdinde iyi bir ‘Müslüman’ olduğunu göstersin, hem de sömürgecilere ne kadar sadık olduğunu.
Hal böyleyken, Tanrının Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmesinin önünde hiçbir engel ve güç olmamalıydı.
Onun için Erdoğanlı iktidar ilk başlarda Türkiye’nin bedenine yönelmeliydi ki yüzyıllık planlar işletilebilsin. Erdoğan bir yerde İsmet İnönü’nün yapamadığı İslam ayağını da, planlarıyla birleştirerek, halkları tümden sömürgecilere teslim etme gayreti içerisine girişti. Buna göre Mevcut iktidara karşı bağırsaklarını temizleme operasyonu adı verilen bir müdahaleyle, Türkiye sınırları içerisinde ki siyasi partiler, başkanlar, kurum ve kuruluşlarla, nihayetinde Ordu ve Polis gücü etkisizleştirildi. Bu kurumlar kendi zihninin düzeyine, yani itaate çekildi. Her türlü muhalefeti ortadan kaldırması gerekirdi ki, orduyu ve polisi dize getirsin ve yeni bir polis ve ordu gücüyle, olacaksa yeni bir muhalefet ve yeni bir medya inşa edebilsin.
Erdoğan almış olduğu rol ile bütün bunların hepsini çok iyi başardı ve şuanda Kürt özgürlük hareketi dışında bu zihnin önünde, değil bir kuruluş eğilmeyen tek bir birey dahi kalmadı. Varsa yoksa “son peygamber Erdoğan” sesleriyle oluşturulan bir halklar korosunun yer aldığı, bir Türkiye kuruldu/kurulacak. Bu Türkiye, ABD’nin Türkiye’sinden başkası değildir. Tek ABD’den inen ‘ayet’lerle şekillenen bir yönetim ve kadrosu oluşturuldu.
Türk Başbakanı Erdoğan, Tanrı’dan aldığı görev ile Ilımlı İslam diktatörlüğünün karşısında kalan tek güç ve engel olarak gördüğü Kürt muhalefetinin de içini boşaltma ve etkisizleştirmeyle, neredeyse marjinalleştirme yönündeki çabalarını doruğa ulaştırdı. Her gün dozajı biraz daha artan siyasi ve askeri soykırım operasyonlarıyla psikolojik savaş devam ederken, Türk metropollerinde de, Erdoğan’ın Ordu ve Polis gücünün yapamadığı linçler tezgâhlandı ve Kürt halkı bu linçlere maruz kaldı/ kalıyor.
Bir taraftan bunlar olurken, diğer taraftan KCK’nin askeri kanadı olan Halk Savunma Güçleri, görevlerini misliyle yerine getiriyor ve işgal edilen Kürdistan topraklarından düşman güçlerini çıkartma adına eylemlerini gerçekleştiriyorlar.
Normal şartlar altından sözüm ona bütün bölgeyi dize getiren Erdoğan, PKK’yi ve Kürt halkını da dize getirmeliydi. Ama olmuyordu. Erdoğan’ın orduları her koldan Kürde yöneldiği halde Kürdistan özgürlük hareketi tek bir adım dahi geri atmıyor ve düşmanın üzerine üzerine gidiyordu.
HPG’nin en son Çukurca eyleminde de görüldüğü gibi on sekiz ayrı işgal yuvasına birden baskın düzenlemesi, bütün dünyayı şaşkına çevirdi. Hiçbir ülke dile getirmese de bütün dünya adeta PKK’yi ayakta alkışladı. Nasıl olurda, adına “şaki, eşkıya, terörist dedikleri üç beş çapulcu” bu eylemi yapabildi, dediler. Her ne kadar da bu eylemin ardında, uzaylı desteğini arasalar da, Türkiye’nin prestiji fena halde yerlerde sürüklendi/sürükleniyor. Buna bir dur denilmeliydi. Aksi halde, ölen asker ve polislerin ardından gerçekleştirilen “Şehit yürüyüşleri” kontrol edilemeyecek ve içinden çıkılmaz bir hal alacaktı. Erdoğan her ne kadar “basına ayar verdiyse” de, “şehitler ölmez” yürüyüşlerinin önünü alamadı. Böyle gitmesi durumunda Erdoğan’ın iktidarı sallanacak ki zaten “Hükümet istifa” sloganları, cılız da olsa meydanlarda dillendiriliyordu. PKK, buna benzer bir kaç eylem daha yapsaydı, bu yürüyüşler hükümeti istifaya zorlayabilirdi. Hükümetin istifa etmesi demek de, doğallığında AKP iktidarının yok olması demek olacaktı. Bu yok oluş ABD’nin hiçbir şekilde işine yaramayacaktı ve bu gidişata bir dur denilmeliydi. Çünkü Tanrı’nın buralarda yapacağı daha çok şey var!
Şimdi sıra kimilerine göre “deli” olduğumu düşünmelerine neden olacak görüşüme geldi.
Düşünsenize; Koskoca bir Türkiye bütün dünyaya kafa tutuyor ve “üç beş çapulcu” diye adlandırdıkları bir örgüt, gelip dünyanın altıncı büyük ordusuna sahip ülkenin yüzlerce asker ve polisini bir anda yok edebiliyor. Bu düşünce Ortadoğu’da hesapları olan bütün ülkelerin aklına gelmiştir. Buna göre akla gelen diğer önemli bir nokta ise, “öyleyse Türkiye bir hiçtir”, düşüncesi oluyor. Ardından gelen sorulardan birisi de; bir örgüt ile baş edemeyen bir Türkiye nasıl olurda Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın elçiliğine soyunabilir ve yürütebilir, temelindedir.
İşte tüm bu soruları, büyük şef ABD’de sordu ve mevcut algı bir “ilahi güç” ile gündem değiştirme yoluna girildi. Öyle bir şey olmalıydı ki, hem mevcut siyasal süreçte Müslüman Kürt halkına bir “ilahi uyarı” verilmeliydi, hem de Türkiye gündemi, baskınların yarattığı tahribattan kurtarılmalıydı. Bunu yapacak tek güç ise tabi ki ABD’dir.
İlahi inanca göre Tanrı, bir şeyin olmasını istediği anda “ol” der ve istenilen şey anında oluverir, diye bilinir. Tanrı (ABD), Van’da hareketlendi ve Deprem yarattı.
Nasıl mı?
Bilindiği üzere ABD, diğer bütün konularda olduğu gibi Teknoloji ve İstihbarat konusunda da, diğer ülkelere göre imkânsız ve akıl almaz denilecek bir boyutta gelişmiştir, birinci sıradadır. Teknolojiyi kullanabilmek ve onu insanlık üzerinde deneylerle ilerletmek ancak bir sömürgeci zihnin tasarlayabileceği ve uygulayabileceği iştir. ABD’nin DNA’larında da bu sömürgeci yapı mevcut olduğundan, kurumunu “ilahi bir güç”, dünya halklarını da iyi birer “kul” olarak görüp ona göre dünyayı şekillendirmesi bu zihne göre gayet doğaldır.
ABD tarafından kurulmuş, kısa adı HAARP ( High Frequency  Active Auroral Research Program – Yüksek Frekenaslı Aktif Auroral Araştırma Programı ) olan teknolojik bir kurum var. Bu kurum Alaska’da kuruludur. Alaska’nın seçilmesinin nedeni buranın, dünyadaki elektromanyetik kuşakların özel bir kesişim bölgesi olması olduğu gibi ”Auroral” denilen ışımaların en yoğun yaşandığı bölgedir de. Bu yerin seçilmiş olmasındaki diğer önemli neden de, buradan dünyanın elektromanyetik alanlarına müdahale edebilme şansının olmasıdır. Auroral; bir gezegenin manyetik kutupsal bölgelerinde atmosferin yüksek katmanlarında gezegenin manyetik alan çizgileri boyunca hızlandırılan elektronların uyardığı atomlardan oluşan ışık huzmeleridir.
Donanld Goddard; Trail of the Octopus - Ahtapot’un İzi, adlı kitabında; HAARP’ın Alaska’da Anchorage’in 200 mil doğusundaki Gakona kasabasında, Arktik kompleksinde Pentegon tarafından inşa edildiğini söyler. HAARP’ın amaçlarına dönük ABD tarafından servis edilen haberlerin yanı sıra bunun tam karşıtı, bağımsız kaynakların ve HAARP üzerine yoğunlaşan araştırmacıların ileri sürdükleri iddialar, dudakları uçuklatır niteliktedir.
Mesela, Dr.Nick Begich ve Jeane Manning’in derlemelerinin yer aldığı Angels Don't Play This HAARP-Advencis in Tesla Technology ( Melekler, HAARP ile Oynamaz) adlı kitapta, HAARP projesinin amaçlarına ve yapabileceğine ilişkin iddialar ileri sürülmüştür. Ne hikmetse ABD Hükümeti bu korkunç iddiaların hiç birisi hakkında, aksi tek yorum dahi yapmamıştır.
Şimdi, HAARP karşıtı açıklamalara ve bu teorileri destekleyen olaylara bakalım.
Buna göre HAARP teknolojisi;
1. İklimleri değiştirebilir.
2. Kutupları eritebilir veya yerinden oynatabilir.
3. Ozon tabakası ile oynayabilir.
4. DEPREM yaratabilir.
5. Okyanus dalgalarını kontrol edebilir.
6. Dünyanın enerji kuşakları ile oynayarak insan biyolojisini ve beynini etkileyebilir.
7. Radyasyon yaymadan termonükleer patlama oluşturabilir.
Görüldüğü üzere ABD’nin HAARP projesi istenildiğinde uygulanabilmekte ve yukarıdakileri ve “tersini” de yapabilmektedir.
Yukarıda sıralanan maddelere göre bir değerlendirme yapacak olursak eğer (ki bu değerlendirme Eski İzmir Cumhuriyet başsavcısı iken Kars’a tayin edilen ve orada Ağır Ceza Üyeliğinden emekli olan ancak kendisinin bir istihbarat ajanı olduğunu tahmin ettiğim, Gültekin Avcı’nın İstihbarat Teknikleri adlı kitabında da mevcuttur)
1.     HAARP teknolojisinin uygulanması demek, Dünyanın enerji alanlarıyla oynamak ve insan beynini kontrol altına alabilmek, demek olacaktır. Bu teknolojinin uygulanması;  insanın ruh sağlığını bozarak düzensiz davranışlara, kan kimyasının olumsuz etkilenmesine, metabolik değişimlere, sinir sisteminin bozulmasına yol açabilir ve zihinsel fonksiyonları etkileyerek insanları şaşkın hale getirebilir.
2.     Eko sisteme zarar verebilir, hayvanları göç ettirebilir.
3.     ABD ordu komünikasyon sistemi çalışmaya devam ederken diğer tüm komünikasyon sistemlerini tümüyle işlemez hale getirebilir.
4.     ABD denizaltılarının olağanüstü alçak frekans kullanabilmesini sağlar.
Bizim için oldukça ilginç olan şey ise, HAARP projesi karşıtı pek çok insanın kaybedildiğidir; ABD’nin bu insanların iddialarına yanıt vermemesi ve “böyle bir şey yok” diyerek korkunç iddiaları çürütmemesine rağmen, yok edici güç CIA’in yargısız insafları sonucu ortadan kaldırılması ve susturulmasıdır.
HAARP teknolojisine göre büyük ölçekli depremler küçüğe, küçül ölçekli depremler de büyük depremlere yol açtırılabiliyordu. Bu konuda Ruslar’ın da deneyleri olmasına rağmen ABD diğer tüm kazanımlarda olduğu gibi, bunda da tek olmayı başarmıştı. Bilindiği gibi, Tek ve sorgulanmaz olan da Tanrı’dır.
Tanrı, yerin üstündekini bildiği gibi altındakini de bilir ve her ikisine de istediği oranda müdahale edebilir! Buna göre Teist, Deist ve Ateist araştırmacıların söyledikleri, Tanrı’nın (ABD) umurunda dahi değildir. Tanrı ABD, yer kabuğundaki değişimleri izleyerek, daha deprem oluşmadan tektonik katmanlar arasında artan basıncı değişik noktalardan patlatıp boşaltarak, büyük depremi küçük depremler ve tersi yol ile de küçük depremleri, büyük bir deprem haline getirmeyi başarmış bir teknolojiye sahiptir. Tıpkı Van gölünün altında yer alan volkanik hareketleri izlediği gibi, buradaki katmanlar arası değişimleri görebiliyor ve küçük kırılmaları devasa kırıklara dönüştürerek büyük bir deprem yaratabiliyor. Ayrıca bu tarz deprem denemeleri daha önceden büyük yıkımlara neden olan olaylar da tarih sayfalarında mevcuttur. Buna göre yakın tarih Gölcük depremi de bir HAARP teknolojisi ürünüdür. Maddeleri tek tek incelediğimizde Okyanus dalgalarını kontrol edebilir ve İklimleri değiştirebilir derken; hem Tsunami yaratabilir ve hem de yaz ayında; fırtına, kasırga, kar, tipi, kış ayında da günlerce güneşi tepemizden eksik etmeyebilir, demektir.
Ayrıca ABD’nin bu teknolojisinin denendiği ve kendisini ele verdiği yerlere bakarsak;
Bu deneme dünyanın hemen hemen her bölgesinde yapıldığı gibi, bir bölümü (deprem bölgesi olmayan) Kafkaslarda ve Avusturalya’nın çıplak ve seyrek nüfuslu bölgelerinde, açıktan yapılmıştır. Denemeler sonuç verince ABD bu deneyleri birebir deprem bölgelerinde yapmıştır. Buna göre; Kafkasların deprem bölgesi, Okyanus tabanı ve Güney Amerika’da Antlar’da tektonik uyarılar vermek suretiyle “endüktif deprem yaratma” aşamasını da geride bırakarak başarmıştır.
Bir başka ayrıntıyı incelersek, Çin’de bu teknoloji kendisini ele vermiştir. 1976 yılında Çin’in Tangshan eyaletinde 650 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan bir deprem yaşanmıştır. Saat 03.42’de yaşanan sarsıntıdan hemen önce gökyüzü, gündüz gibi aydınlanmış ve gözle görünür bir ışıma tespit edilmiştir. Bu görüntünün aynısı Gölcük depreminden önce de yaşanmış ve beyaz ve kırmızı olan çok renkli ışıklar 200 mil öteden de gözlemlenebiliyormuş. Ayrıca birçok ağacın yaprakları yanmış ve gelişmekte olan sebzeler bir ateş topu tarafından kavrulmuştu. Bu ışık huzmesinin anlamı araştırmacılara göre, elektriksel etkilerin elektromanyetik plazma ve top şeklinde aydınlatmayla bağlantılı olduğu ve garip parıltıların da HAARP vericilerinden yayıldığı yönündedir.
Bütün bunları hangi güç yapar? Tanrı!
Tek ve sorgulanmaz olan da ABD olduğuna göre,
şimdi soruyorum; bütün bunları yapabilen bir güç, kendi çıkarları için Van depremini neden yapmasın?
26.10.2011
mehmetserhatpolatsoy.blogspot.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder