24 Temmuz 2012 Salı

Batı Kürdistan’da PKK’ye Tamil Tuzağı mı?

Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu yazı, bugüne kadar (küçük ve güneybatı olarak da bilinen) Batı Kürdistan üzerine yazılıp çizilen makale ve açıklamaların içeriğine hiç benzemiyor. Farklı bir bakış açısıyla yazılan bu yazıdan dolayı, biraz canınız sıkılabilir. Şimdiden siz okurlarımın canını sıktığımdan dolayı üzüntülerimi bildiriyorum. İki gün önce hazır olan bu yazı bazı nedenlerle geç yayınlandığı için de ayrıca okurlarımdan özür diliyorum.
*
Kürtler Batı Kürdistan’da yüzyıllık esaret zincirlerini tek tek parçalıyor ve baskıcı Baas’ın zulüm kalelerini birer birer yıkıyorlar. Halk büyük bir sevinç içerisinde kutlamalar yapıyor ve her Kürt şehrinde inançlı Kürt kadınları tilililer ve gowendlerle özgürlük yoluna kızıl güller döşüyorlar. Elde silahlarla genç kadınlarımız da Batı Kürdistan’ın geleceğinin kendilerinden sorulduğunu dik duruşlarıyla bütün dünyaya ilan ediyorlar. Gençler Baas rejiminin tüm karakol ve devlet binalarına demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü paradigma inancıyla giriyor ve göndere Kürt halk önderi Abdullah Öcalan, Sarı-Kırmızı-Yeşil, Konfederalizm, Federal Kürdistan, PYD ve PKK bayraklarını çekiyorlar. Kobani, Afrin, Cinderês ve Derika Hemko ile devam eden yönetime el koyma devrim harekâtı ileriki günlerde diğer Kürt şehirlerine de sıçrayacak gibi görünüyor.
Buraya kadar sevinç çığlıkları atmak ve tek tek direniş kaleleri yaratıp tüm Kürt örgütlerinin bayraklarını çekmek normal ve elbet Kürdün doğal bir hakkı. Ancak zafer sarhoşluğu ve rehavet duygusuna kapılmak için, henüz çok erken diye düşünüyorum. Kaldı ki statünü kazandıktan sonra dahi tek bir anlık rehavete yer olmamalı.
Erken dedik! Çünkü sömürgeci güç gözlemlerde bulunuyor. Ne olacak ne bitecek diye bekliyor. Belki de bugüne gelinmesini hazırlayan da ta kendileridir! Tek Kürdistan değil bütün dünya sömürgeci için bir deney alanı. Doğallığında deneklerin içinde her aldığı her ‘alan’ da o’nun yeni yeni evrenleri oluyor! Hal böyleyken süreci oldukça iyi analiz edip yine iyi yorumlamamamız gerektiği düşüncesindeyim.
Sizin de dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama Rusya, Suriye’nin genelinde yaşanan olaylara ilişkin açıklamanın ötesinde bir pratik sergilemiyor. Bunun yanı sıra Rusya, bir Kürt siyasetçisini Türkiye’ye teslim ediyor. Derken Türk Başbakanı Erdoğan Rusya’ya ziyarette bulunuyor. Biri Akdeniz’e açılan tek kapısı olan ve Suriye’ye dış müdahaleyi ‘sözde’ kabul etmeyen Rusya ile görünürde ‘bıraksalar’ bugün Suriye’yi başta Batı Kürdistan üzerinden işgal edecek olan Türkiye arasında yaşanan bu Kürt pazarlığı da, acaba neyin nesi oluyor? Hatırlarsanız eğer Suriye’de olayların patlak vermeye başladığı anda da 3 PKK gerillası Suriye tarafından Türkiye’ye teslim edilmişti.
Sormadan edemiyor insan; acaba Suriye üzerine Rusya ve Türkiye dolayısıyla ABD, en son Erdoğan’ın ziyaretiyle bir anlaşma mı imzaladılar? Sorunun cevabı ve içeriğini yazının devamında aramaya devam edeceğim.
Batı Kürdistan’ın dün ve bugününü doğru okumak ve yarının tahlilini de yine hakikat temelli yapmak her bir aydınım diyenin sorumluluğundadır. Batı Kürdistan ile ilgili bir tespit yapılmak isteniyorsa bu, “bir yazıyı okuyup içerik analizi yapmak” gibi olmamalı ve “süreç olduğu gibi kabul edilerek söz söylenmemeli”. Bunun yerine, derinlemesine okumalar ve hakikat süzgeciyle yaşanabileceklere bakmak ve dolayısıyla çıkacak olan sonuç temelinde bir yorumlamaya gitmek daha yerinde ve anlamlı olacaktır. Tabi belirsizlik ilkesini de elden bırakmamak şartı ile!
Buradan direniş olmasın anlamı çıkmamalı; elbette son deme dek direniş yaşanmalı ve son tahlilde de varoluş anlamını bulmuş olmalı. Ama hesaplı kitaplı tabi! Fakat bakıyorum; en değme yazarlarımız dahi süreci ya (benim de istediğim) “tek ve istenilen yön, yani Kürt halkının özgürlüğünden” ya da (bir aydına yakışmayan) “yüzeysel değerlendirmelerle” okuyor ve geçiştiriyorlar.
Tüm yazılan, çizilen ve yorumlananlar “olan” üzerinedir. Yani bir yerde “düz çizgisel bir hat” izleniyor. Hiçbir yorumda öngörü ya da sezgisellik yok; “belirsizlik” desen, adından söz eden dahi yok. Varsa yoksa ele geçirilen şehirler! Peki ya sonrası? Ne olacak sonra? Sömürgecilerin ne gibi planları olabilir? Bunlar neden yazılıp çizilmiyor? İhtimaller neden tek bir “kelimeye” sığdırılıyor? Çok cömert olan yazarlarımız da sadece tek “bir cümlelerini” ayırıyorlar ihtimallere.
Şimdi bunları yazıyoruz diye sakın kimse; neden hep moral bozucu ve olmuşuz şeyler yazıyorsun, demesin sakın. Unutmayalım ki “gerçek ne kadar acı ise, hakikat de bir o kadar yanlışa karşı öldürücüdür”!
Öyle tümden olumsuz olmayalım ama tümden de kimse ne kendini ne de halkı kandırmasın! Kürdistanı sağlam temeller üzerine oturtmak istiyorsak olabilecekleri de söylemek ve ona göre tedbir almak gerek; Sömürgecilerin karanlığa çevirdiği Kürdistan’da bir ateş yakıp aydınlığa evirmek ve ışık olmak istiyorsak, tüm ihtimalleri söyleyip ufuk açıcı olmak durumundayız.
Pek tabi süreci, öyle güllük gülistanlıkmış gibi yutturmak, yüzeysel değerlendirmelerde bulunmak, halkı tozpembe hayallere daldırmak ve kendimiz de polyannacılık oynamak ve bu tarz yazılar döşemek yerine hakikatli işlere imza atabiliriz. Birçok yazar ve aydınımız yeteri kadar bu tarz işlere imza atıyorlarken, benim de buna benzer bir yazı döşemem gereksiz diye düşünüyor ve sorgulamalarla birlikte olabilecekleri sıralamak istiyorum.
Buna göre;
Suriye Kürtlerinin birleşimi gibi PKK ve Güney yönetimi neden birleşip en azından halkı savunma amaçlı birlik kurmadılar? Buna PKK mi yoksa Güney yönetimi mi karşı çıktı? Bilinmeli ki Batı Kürdistan halkı arkasında bir güç olmadan istenilen özgürlüğe kavuşamayacağı gibi dört parçanın birliği olmadan girişilen pratikler de sömürgecilere hizmet etmekten başka bir işe yaramaz!
Göründüğü kadarıyla ellerinde silah olanların büyük bir bölümü halktan oluşuyor! Öyle çok da savaş taktikleri konusunda bilgili ve tecrübeli değiller. Yani arkalarında bir güç yok gibi.
O zaman sormak gerek; neden Güney Kürdistan yönetimi resmi olarak Batı’ya asker göndermiyor? Engel mi var? Varsa o engel nedir? Yoksa o zaman bu halk diğer örgütlere ve sömürgeci teknolojilerine yem mi edilecek? Yok öyle değilse, peki nasıl direnecek? Arkasında bir güç olmasa direnebilir mi? Güç derken öyle ABD desteğinden falan değil, yukarıda da değindiğim gibi ya Güney ya da PKK’den, yani öz Kürt güçlerinden bahsediyorum. Sonuçta Güney’in bir statüsü var değil mi? Girmek istese girer ve halk ile peşmergeler sırt sırta vererek bir sonuca ulaşabilirler. Mevcut süreçte PKK’de oraya giremeyeceğine “o düz alanda üstlenemeyeceğine” ve Türkiye ve NATO’ya kendisini yem edici bir pratiğe girmeyecek kadar tecrübeli ve sezgili olduğuna göre halk, nasıl kendisini arkasında bir güç olmadan koruyacak? Hem de böylesine coğrafi yapısı gerilla mücadelesine elverişli olmayan bir saha da. Öyleyse PKK şartlardan kaynaklı Batı’ya “resmi” anlamda giremese de Peşmergeler çok rahatlıkla halkını korumak için girebilir, değil mi? İyi de o zaman neden girmiyorlar? Beklenen nedir? Bu sadece bir sorudur; belki girmesi şuan için sakıncalıdır, bu işin farklı bir boyutu!
O zaman daha somut olarak “belli aralıklarla” neler yaşanabilir diye bir bakalım;
Şimdi halk birer birer askersiz olan devlet kurumlarını ele geçirdi ve Kürt şehirlerinin tamamı, kurulan Kürt Yüksek Heyeti iradesiyle de ele geçirilmeye çalışılacak.
Sonra!
Sonrasında ele geçirilen şehirlerde Özgür Suriye Ordusu ve “belki” Esad askerleriyle çatışmalar başlayacak. Batı Kürdistan şehirlerinin Coğrafi yapısı öyle diğer parçalardaki şehirler gibi korunaklı olmadığı ve teknolojik üstünlükten dolayı Kürtlerden can kayıpları yaşanacak.
Sonra belli bir süre PKK’nin kısmen ve Güney Kürdistan’ın resmi olarak devreye girmesiyle olaylar durulacak.
Bu arada PKK doğallığında, Kuzey Kürdistan mücadelesiyle birlikte süreç içinde zorda kalması muhtemel olan Batı Kürdistan’da da mücadeleye destek sunmaya başlayacak; dolayısıyla güçlerinin bir bölümü şartlardan ve zorunluluktan kaynaklı halkı koruma adına Batı’ya kaydırılacak.
Ardından öncekilerden daha sert çatışmalar başlayacak.
Stratejik öneme sahip birkaç Kürt şehrinde eş zamanlı katliamlar düzenlenecek.
Sonra PKK ve Güney Kürdistan yönetimi Batı Kürdistan halkına, yanlarında olduğu hissini hem manevi ve hem de pratik anlamda verecek ve birkaç ay bu sahiplenme duygusuyla süreç devam edecek.
Ardından bölge ve sömürgeci güçlerin şimdiki gibi bir ikinci Kürdistan’a tahammül göstermeme durumları olacak ve ondan dolayı kaotik süreç yaşanarak işler iyice sarpa saracak. Devamında Güney Kürdistan yönetimi işin içinden çıkamayacağını ve Batı Kürdistan halkını koruyamayacağını pratiklerde gösterecek. Tabi bunun anlamı ileride de göreceksiniz ki; PKK bizi dinlemiyor olacak! Bu nokta çok önemli ve ileride göreceğiz!
Ardından mı?
İşte en ilginç olanı burası ya!
Geçen süre zarfında yaşanan pratiklerden dolayı PKK’nin üssü buraya kaydırılması amaçlanacak.
PKK Kandil’den çıkarılıp Batı Kürdistan’da saha verilerek sonrasında Tamil-vari yönelimle vurulmaya çalışılacak. Halkın arasına karışmış gerillalar olacağından sömürgeciler Tamil gerillalarını katletmek için kullandığı taktikleri buralarda da deneyecek ve gerilla ile halk sömürgecilerin hedefinde olacak. Gerillaların olduğu ve ele geçirilen şehirlerde belki Halepçe’den büyük katliamlar yapılacak. Hani Kandil ile başaramadıklarını Batı Kürdistan ile yapmaya çalışacaklar. Yerleşim merkezlerinin olduğu farklı ve düz bir coğrafya! Tabi PKK hareketi bu oyuna gelir mi; açıkçası hiç sanmıyorum! Fakat tüm ihtimalleri göz önünde bulundurarak sömürgecilerin planlarını teşhir etmemiz gerektiğinden yazılması gereken ve yapılması gereken uyarıları yapmak boynumuzun borcudur.
İşte sömürgecilerin Batı Kürdistan halkını daha bir sindirme ve PKK’yi yok etme planları bunlar! Nerden mi biliyorum? İnanın ben sömürgecileri çok iyi tanıyorum. (belirsizliği de göz önünde bulundurarak) Hakikat şaşmaz diyor ve biliyorum işte diyorum.
Buna rağmen; henüz ortada somut hiçbir şey yokken zafer sarhoşluğunda olan ve rehavet ile kendiniz ile beraber halkı da uykuya daldırmaya çalışan siz süreci yüzeysel değerlendirenler; sizler hala zafer sarhoşluğunda ve içinde olduğunuz rehavet uykusundan uyanmayacak mısınız?
Bir köşeye not edin; Eğer Güney ve Kuzey Kürdistan tez elden Kürdistan Ulusal Konferansını toplamaz ve askeri, diplomatik ve siyasal temelde güçlerini belli yönlerde birleştirmezse çok değil 2 yıl sonra sömürgecilerin amacının yukarıdakiler olduğu net bir şekilde görülecektir. Demem o ki sadece Batı Kürdistan örgütlerinin birleşimi yetmiyor; dört parça Kürdistan örgütleri birleşmeli ve söylenecekse dost ve düşmana ortak kararlarla söz söylemeli ve olacaksa da ortak kararlarla pratikte bulunulmalıdır, diyorum.
Demedi demeyin!
23.07.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder