25 Eylül 2012 Salı

Kürde her gün 12, her gün 24 Eylül


Elbet bu tarihler, sömürgeci sistemce bilmemek üzere, sıradan ve günü birlik yaşam süren programlanmış insanlar için hiçbir şey ifade etmiyor ve doğal olarak sıradan bir gün gibi geliyor.
Ya tahmin edenler için!
Onlar, Kürdün katledilmediği hiç bir günü yok ki; 12 Eylül askeri faşist darbesinde tutuklanan insanlara yapılan vahşeti gördük, biliyoruz veya duyduk; mutlaka bu tarihte de Kürtlere karşı bir katliam yapılmıştır ki ondan dolayı 12’nin yanına 24 Eylül’ü de eklemişsiniz, diyecekler.
Peki ya tarihte yaşanılan bugün, bilenler için ne ifade ediyor?
Bilenler, milli görüş geleneğinin yürütücüsü ve kendine ‘insanım’, ‘Müslümanım’ diyen Necmettin Erbakan’ın Başbakanlığını yaptığı hükümeti döneminde ve yine ‘Müslüman’ olduğunu söyleyen ‘biricik bakanı’ olan, adalet bakanlığını Şevket Kazan’ın yaptığı dönem olan 24 Eylül 1996 yılında Amed zindanında demir kalaslarla 10 PKK'li tutsağın kafalarının ezildiği ve beyinlerinin etrafa saçıldığını, söyleyecekler. Hani aynı ‘Müslüman’ Şevket Kazan’ın ‘Ulucanlarda kızıl bantlı devrimciler için’; onlar, gıda stoku yapmış ve gizli gizli yiyorlar dediği ve onlarca özgür tutsağın şehadete ulaştığı yıl olan 1996’dan bahsediyorum.
Demir kalaslarla beyinleri darmadağın edilen 10 tutsak.
Tarih 24 Eylül 1996’yı gösterirken Amed E tipi cezaevindeki 30 kişilik PKK’li tutsağa yönelik bir katliam planlandı ve kendilerine göre gerekçelerle tutsaklara demir çubuklar, zincirler, coplar ve kalaslarla kalleşçe saldırı düzenlendi. Saldırıya uğrayan 30 kişiden 10’u yaşamını yitirdi ve geriye kalanlara, kafalarında ikiye bölünen işkence aletleri için “kamu malına zarar verme” suçlarından davalar açıldı.
O dönemlerde Amed’de yaşayıp da Türk devletinin zulmüne tanık olup maruz kalmayan neredeyse tek bir Kürt yurttaşı yoktur. O günlere tanık olup maruz kalanlar şimdi bu satırları okuduklarında terleyecek, içlerine ateş düşecek, kalpleri çarpacak ve sanki yeni olmuş gibi titreyerek herkesten uzak bir köşede ağlayacaklardır.
Zulme uğrayanlar, tıpkı Amed’deyken henüz 15’ime girmemişken bana yapılan işkenceleri hatırladığım ve o anlara dönerek öfkelendiğim gibi öfkelenecek ve göğüsleri sıkışacak.
Peki ya bugün! Bugünün ne farkı var o yıllardan.
Kürt için zaman ve mekânın bir anlamı yok çünkü içinde olduğumuz bugünler de 24 Eylül 1996.
Bugün on bin özgür tutsak ‘süresiz dönüşümsüz özgürlük’ uğruna başlattıkları ölüm orucunun 14. gününde ve ölümler yavaş yavaş yaklaşıyor.
Özgür tutsaklar cezaevlerinde rahatça yıllarını geçirsinler diye değil, bir halkın özgürlüğü, onuru ve önderi için giriştiler bu yola. Yani bizler için. Salt Kürtler değil insanlık için onlar bedenlerini hiç çekinmeden ve menfaat beklemeden yatırdılar kayalıkların altına.
O günleri bilen, yaşayan, gören ve duyan olarak bizler, dün bize tattırılan zulüm ve sonucundaki katliamlarla şehadetleri unutacak mıyız, ya da unuttuk mu ki bugün 14.gününe giren ‘süresiz özgürlük’ eylemcilerini yalnız bırakıyoruz..!
O yıllarda Amed DGM’de yıkık dökük olan bir odaya getirirlerdi mahkemeye çıkaracak olan hücre ve zindan sakinlerini. Hücre günlerimdeki gibi gözlerim bağlı değildi mahkemeyi beklerken. Duyduğum onun sesiydi, “Selami” benim için Amed zindanının Esat Oktay’ıyla aynıydı. Ve sesinden tanımıştım onu.
Sordum; bana işkence yaparken hiç mi gözlerin yaşarmadı, hiç mi ellerin titremedi, hiç mi için acımadı, diye.
Selami: Oğlum, ben aldığım paraya bakarım paraya… demişti.
Esat Oktay ve diğerleri de sistemce çalınmış zihinleri, viran olmuş insanlıklarından dolayı yapıyor/yaptırıyorlardı o işkenceleri. Dün 12 Eylül ve 24 Eylül’ler’deki işkenceciler ve sorumluları bugün hala var ve ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşıyorlar.
Eskileri yetmezmiş gibi şimdi de hükümetinin her bir kadrosu bir Esat ve Selami’ye dönüşmüş ve Kürde kan kusturmaya çalışıyorlar. Bunların zihinleri, sömürgeci sistem tarafından işletilerek yönetiliyor. Bunlardan insanlık beklemek faydasız…
Dün belki korkaklığımız ve belki de çaresizliğimizden dolayı özgür tutsaklara ses olamadık. Ancak bugün çaresiz değil ve güçlüyüz. AKP hükümetinin katliam politikaları karşısında sessiz kalmamalı ve özgürlük direnişçilerine ses olmalıyız.
Onlar şimdi bedenlerini kayalıklar altına yatırmış ve özgürlüğe gün sayıyorlar; Artık bizler de elimizi taşın altına koymalı ve tutsaklığımızdan sıyrılmalıyız. İş, aş, para, kaygılarımızdan arınmalı ve olması gereken adrese karşı yönelmeliyiz. Bizler sistemin ta kendisine yönelmeyip, evimizde oturup yaşanan ve yaşanacak şehadetleri izledikçe sistem, daha nice Esat ve Selamiler türetecek ve Kürdistan daha nice Kemal, Hayri ve Mazlumlarla nice Ceylan, Enes, Şerzan ve Aydınlarını uğurlayacak…
PKK ve PJAK’lı tutsakların 426 gündür haber alınamayan Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın sağlık-güvenlik-özgürlük koşullarının sağlanması amacıyla başlattığı süresiz-dönüşümsüz açlık grevi 14. gününe girdi. Buna rağmen bizler, ‘bir ses vermek’ için henüz geç kalmış değiliz.
Sayın Öcalan nerede, sağ mı değil mi bilemiyoruz; özgür tutsaklar ise gün be gün eriyorlar. Eğer hala kendimize insanız diyorsak, onur ve hakikatten bahsediyorsak yeter demeli ve olduğumuz her ortamda direnişe güç katmak adına bir ses vermeliyiz.
24.09.2012
Mehmet Serhat Polatsoy


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder