Elbet bu tarihler, sömürgeci
sistemce bilmemek üzere, sıradan ve günü birlik yaşam süren programlanmış insanlar
için hiçbir şey ifade etmiyor ve doğal olarak sıradan bir gün gibi geliyor.
Ya tahmin edenler için!
Onlar, Kürdün
katledilmediği hiç bir günü yok ki; 12 Eylül askeri faşist darbesinde
tutuklanan insanlara yapılan vahşeti gördük, biliyoruz veya duyduk; mutlaka bu
tarihte de Kürtlere karşı bir katliam yapılmıştır ki ondan dolayı 12’nin yanına
24 Eylül’ü de eklemişsiniz, diyecekler.
Peki ya tarihte yaşanılan
bugün, bilenler için ne ifade ediyor?
Bilenler, milli görüş
geleneğinin yürütücüsü ve kendine ‘insanım’, ‘Müslümanım’ diyen Necmettin Erbakan’ın
Başbakanlığını yaptığı hükümeti döneminde ve yine ‘Müslüman’ olduğunu söyleyen ‘biricik
bakanı’ olan, adalet bakanlığını Şevket Kazan’ın yaptığı dönem olan 24 Eylül
1996 yılında Amed zindanında demir kalaslarla 10 PKK'li tutsağın kafalarının
ezildiği ve beyinlerinin etrafa saçıldığını, söyleyecekler. Hani aynı ‘Müslüman’
Şevket Kazan’ın ‘Ulucanlarda kızıl bantlı devrimciler için’; onlar, gıda stoku
yapmış ve gizli gizli yiyorlar dediği ve onlarca özgür tutsağın şehadete
ulaştığı yıl olan 1996’dan bahsediyorum.
Demir kalaslarla beyinleri
darmadağın edilen 10 tutsak.
Tarih 24 Eylül 1996’yı
gösterirken Amed E tipi cezaevindeki 30 kişilik PKK’li tutsağa yönelik bir
katliam planlandı ve kendilerine göre gerekçelerle tutsaklara demir çubuklar,
zincirler, coplar ve kalaslarla kalleşçe saldırı düzenlendi. Saldırıya uğrayan
30 kişiden 10’u yaşamını yitirdi ve geriye kalanlara, kafalarında ikiye bölünen
işkence aletleri için “kamu malına zarar verme” suçlarından davalar açıldı.
O dönemlerde Amed’de yaşayıp
da Türk devletinin zulmüne tanık olup maruz kalmayan neredeyse tek bir Kürt
yurttaşı yoktur. O günlere tanık olup maruz kalanlar şimdi bu satırları
okuduklarında terleyecek, içlerine ateş düşecek, kalpleri çarpacak ve sanki
yeni olmuş gibi titreyerek herkesten uzak bir köşede ağlayacaklardır.
Zulme uğrayanlar, tıpkı Amed’deyken
henüz 15’ime girmemişken bana yapılan işkenceleri hatırladığım ve o anlara
dönerek öfkelendiğim gibi öfkelenecek ve göğüsleri sıkışacak.
Peki ya bugün! Bugünün ne
farkı var o yıllardan.
Kürt için zaman ve mekânın
bir anlamı yok çünkü içinde olduğumuz bugünler de 24 Eylül 1996.
Bugün on bin özgür tutsak
‘süresiz dönüşümsüz özgürlük’ uğruna başlattıkları ölüm orucunun 14. gününde ve
ölümler yavaş yavaş yaklaşıyor.
Özgür tutsaklar
cezaevlerinde rahatça yıllarını geçirsinler diye değil, bir halkın özgürlüğü,
onuru ve önderi için giriştiler bu yola. Yani bizler için. Salt Kürtler değil
insanlık için onlar bedenlerini hiç çekinmeden ve menfaat beklemeden yatırdılar
kayalıkların altına.
O günleri bilen, yaşayan,
gören ve duyan olarak bizler, dün bize tattırılan zulüm ve sonucundaki
katliamlarla şehadetleri unutacak mıyız, ya da unuttuk mu ki bugün 14.gününe
giren ‘süresiz özgürlük’ eylemcilerini yalnız bırakıyoruz..!
O yıllarda Amed DGM’de
yıkık dökük olan bir odaya getirirlerdi mahkemeye çıkaracak olan hücre ve
zindan sakinlerini. Hücre günlerimdeki gibi gözlerim bağlı değildi mahkemeyi
beklerken. Duyduğum onun sesiydi, “Selami” benim için Amed zindanının Esat
Oktay’ıyla aynıydı. Ve sesinden tanımıştım onu.
Sordum; bana işkence
yaparken hiç mi gözlerin yaşarmadı, hiç mi ellerin titremedi, hiç mi için
acımadı, diye.
Selami: Oğlum, ben aldığım
paraya bakarım paraya… demişti.
Esat Oktay ve diğerleri de
sistemce çalınmış zihinleri, viran olmuş insanlıklarından dolayı yapıyor/yaptırıyorlardı
o işkenceleri. Dün 12 Eylül ve 24 Eylül’ler’deki işkenceciler ve sorumluları
bugün hala var ve ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşıyorlar.
Eskileri yetmezmiş gibi şimdi
de hükümetinin her bir kadrosu bir Esat ve Selami’ye dönüşmüş ve Kürde kan
kusturmaya çalışıyorlar. Bunların zihinleri, sömürgeci sistem tarafından
işletilerek yönetiliyor. Bunlardan insanlık beklemek faydasız…
Dün belki korkaklığımız ve
belki de çaresizliğimizden dolayı özgür tutsaklara ses olamadık. Ancak bugün
çaresiz değil ve güçlüyüz. AKP hükümetinin katliam politikaları karşısında
sessiz kalmamalı ve özgürlük direnişçilerine ses olmalıyız.
Onlar şimdi bedenlerini
kayalıklar altına yatırmış ve özgürlüğe gün sayıyorlar; Artık bizler de elimizi
taşın altına koymalı ve tutsaklığımızdan sıyrılmalıyız. İş, aş, para,
kaygılarımızdan arınmalı ve olması gereken adrese karşı yönelmeliyiz. Bizler
sistemin ta kendisine yönelmeyip, evimizde oturup yaşanan ve yaşanacak
şehadetleri izledikçe sistem, daha nice Esat ve Selamiler türetecek ve
Kürdistan daha nice Kemal, Hayri ve Mazlumlarla nice Ceylan, Enes, Şerzan ve
Aydınlarını uğurlayacak…
PKK ve PJAK’lı tutsakların 426
gündür haber alınamayan Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın sağlık-güvenlik-özgürlük
koşullarının sağlanması amacıyla başlattığı süresiz-dönüşümsüz açlık grevi 14.
gününe girdi. Buna rağmen bizler, ‘bir ses vermek’ için henüz geç kalmış değiliz.
Sayın Öcalan nerede, sağ mı
değil mi bilemiyoruz; özgür tutsaklar ise gün be gün eriyorlar. Eğer hala
kendimize insanız diyorsak, onur ve hakikatten bahsediyorsak yeter demeli ve
olduğumuz her ortamda direnişe güç katmak adına bir ses vermeliyiz.
24.09.2012
Mehmet Serhat Polatsoy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder