16 Kasım 2012 Cuma

Ölüm oruçları, Said-i Kurdî ve Fettullah Gülen


PKK ve PJAK’lı tutsakların hakikat adına giriştikleri ve iki hak talep ile 66.gününe girerek ölüm orucuna evirilen “süresiz-dönüşümsüz özgürlük” eylemleri, AKP’nin gerçeği ters yüz eden tüm çırpınışlarına rağmen günden güne Kürdistan ve Türkiye gündemindeki yakıcılığını artırmaktadır.
Özgür tutsakların taleplerinin kabul edilmesi için –geç de olsa- geçtiğimiz günlerde Usta yazar Yaşar Kemal ve Vedat Türkali’nin çağrısıyla toplanan aydın, yazar, sanatçı ve akademisyenlerden oluşan vicdan sahipleri, ‘her an ölüm haberi gelebilecek’ zindanlara dikkat çekmek amacıyla hem Başbakan Erdoğan’a hem de dünya insanlığına “insan olun, vicdana gelin” çağrısı yaptılar.
Bir kısım Liberal yazar ve yandaş basın dışında yine, Kürdistan ve Türkiye’de ki Siyasi partiler, İnsan hakları kuruluşları, İnanç örgütleri, Barolar ve Sivil Toplum Örgütleri de AKP hükümetinin 66.gününe giren ölüm orucu eylemlerine olan duyarsızlığı için –yetersiz olsa da- ellerinden geleni yapmaya ve taleplerin bir an önce kabul görüp –ölüm olmadan- direnişçilerin eylemlerini sonlandırması için mücadelelerini yürütüyorlar.
Kürt halkı ve dostları da meydanlarda serhıldan ruhuyla ayakta ve halkın demokratik-meşru eylemlerine adeta düşmanca yaklaşan AKP polislerinin cop, gaz ve gerçek mermileriyle ölümleri pahasına siperden sipere mücadele ediyorlar.
Yine transatlantiğin öte tarafındaki Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) sekreterliğinden Ivan Marquez, açlık grevlerinin ülke gündeminde olduğu bir zamanda PKK’ye gönderdiği videolu mesajda: “Bizim için transatlantiğin diğer tarafında bulunan Fırat ve Dicle etrafında, Mezopotamya’da direnen bir halk ile direkt ilişkiler geliştirmek büyük bir onurdur. En meşru bir tarzda, çoğunluğunun yaşadığı Türkiye’de ve bölgede, demokratik mücadelesini yürüten, sorunun çözümüne barışçıl ve diplomatik bir çözüm için çabalayan Kürt halkının dağlardaki temsil gücünün yanındayız. Kürt halkının siyasi statüsünün tanınması, yani bir halkın varlığının tanınmasının bölgenin demokratikleşmesi ve istikrara kavuşmasını sağlayacağı kesindir. Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılmasını talep ediyoruz. Bize göre, artık bütün duyarlı çevrelerin de kabul ettiği gibi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü, aynı zamanda Türkiye’de demokrasinin ve Kürdistan’da barışın gerçekleşmesini sağlayacaktır” diyerek Kürt halkına desteklerini iletti.
Bir taraftan vicdan sahipleri tüm duyarlılıklarıyla Kürt evlatlarının gerçekleştirdiği hakikat eylemini destekliyorlarken, diğer taraftan Sayın Öcalan’ın sağlık-güvenlik ve özgürlüğü ile Anadilde eğitim talepleriyle başlatılan açlık grevleri bugün 66.gününde ve tüm vicdanlı kesimler ayaktayken adeta bütün dünya –oyalamanın dışında- sağır, dilsiz, kör ve kalpleri mühürlü olarak sessizliklerini korumaya devam ediyorlar.
Öte taraftan da İslam adına hareket ettiğini söyleyen ve Müslümanlığa yeni bir şekil vererek Pelsinvanya’dan Türk hükümetine emirler yağdıran ve bunu da İslam, Müslümanlık ve sözde Said-i Kurdî talebeliği adına yapan Fettullah Gülen’in eylemcilere dönük “ölüm fermanları” var.
Gülen, geçtiğimiz günlerde Kuran’dan bir ayet vererek, eylemcilere müdahale edilmesi gerektiğini savundu ve ölüm fermanı için fetva verdi.
Oysa biliyoruz ki Gülen’in, “referans alıyorum, üstadımdır”, dediği Said-i Kurdî, Gülen gibi düşünmüyor ve eylemcilerin taleplerini kendi –Kürdistan’ın en büyük âlimi- döneminde en çok savunanlardan birisi olarak ve bundan dolayı da hem Abdulhamit’ten ve hem de Atatürk’ten sürgün ve cezalar alan ve üstüne üstlük tımarhaneye yatırılan bir Kürt olarak tanınıyor.
Said-i Kurdi II. Abdulhamit’e yazdığı mektupta şunları belirtmiştir:
“Biz Kürt milleti olarak Kürdistan’ın Özerkliğini istiyoruz. Kürdistan’da Kürtçe eğitim halkımız için şart. Okullarda eğitimi Kürtçe bilen Kürt öğretmenler yapacak, Arapça mecburi ikinci dil, Türkçe ise ek dil olarak öğretilecektir.”
Said-i Kurdî’nin mektubunu okuyan Abdulhamit, “bu akıl sağlığından şüphe duyduğum kişi derhal tutuklanmalı der ve Said-i Kurdî tutuklanarak bir yıl boyunca Tımarhaneye kapatılır.
Said-i Kurdi daha sonra neden tımarhaneye kapatıldığını bakın hangi sözler ile açıklar;
“Cesaret, sadakat ve diyanetin unvanı olan tabii Kürtlükle iftihar ediyorum. Nasıl ki zaman-ı İstibdad’da bu tabii Kürtlük için tımarhaneye düştüm. “Ey Kürtler! Tımarhaneyi kabul ettim, Kürtlüğü lekedar etmemek için irade-i padişahı ve maaş ve ihsan-ı şahaneyi kabul etmedim.”
Said-i Kurdi daha sonra çıkardıkları gazete ve dergilerde Kürtçe yazılar yazmaya başlar ve –Fettullah Gülen’in tahrif ettiği- Mele Se’id imzalı bir yazısında aynen şöyle der;
“Ey gelî Kurdan! Îttifaqe quwwet, ittihade de heyat, di biratîye de se’adet, huqûmete de selamet heye...”
Said-i Kurdî ilk “Kürtçe anadilde eğitim” isteyen bir kimse olmakla birlikte Osmanlı’da ilk Kürtçe yazı yazan da kendisidir.
Said-i Kurdî o dönem, “Kürtler için ne gereklidir?” başlıklı bir yazı yazmış ve yazısında:
“Kürtlerin kaderini garantileyecek şu iki fikirden başka hiçbir şey bulamıyorum: 1- Ulusal birlik. 2- Dini bilim ile birlikte asgari uygarlık düzeyine ulaşmak için teknik sanatları öğrenmek ve ileri götürmek. 3- Kürdistan’ın özgürleşmesi için büyük bir askeri gücün oluşturulması gerekir, demiş ve daha o zamanlar “öz savunmanın” olmazsa olmaz olduğuna dikkat çekerek Kürdistan’a da “adem-i merkeziyetçiliği” önermiştir.
Said-i Kurdî yine Kürt halkına yapmış olduğu bir çağrıda;
“Ey Asuriler ve Keyanilerin cihangirlik zamanında pişdar kahraman askerleri olan aslan Kürtler. Beş yüz senedir yattınız yeter. Artık uyanınız sabahtır...”demiş ve Kürt halkının yattığı uykudan bir an evvel uyanması gerektiği önemine dikkat çekmiştir. Buna karşılık Fettulah Gülen ne mi yapmıştır? Sözü olduğu gibi değiştirerek;  “Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin ahfâdı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim! Beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız sabahtır...” şeklinde tahrifata uğratmıştır.
Said-i Kurdi’nin talebesiyiz diye “hizmet” adı altında Kapitalist modernite için istihbarat faaliyeti yürüten cemaatin lideri Fettullah Gülen, bir “ilham-ı ilahi” olan Risale-i Nur Külliyatlarını Osmanlı’dan Türkçeye çevirirken tahrifatlara uğratmış ve kitaplarda defalarca geçen Kürdistan kelimesi “vilayeti şark”, “Kürdistan dağları” ifadesi “şark dağları”, “Kürt” kelimesi “şarklılar”, “Kürt halkı” ifadesini ise “şark halkı” olarak, değiştirerek Said-i Kürdînin Kürd ve Kürdistan yanını “okyanusa gömmek” istemiştir.
Fettullah Gülen, insanlığa ihanet ve inanç sömürüsü olarak tarihe geçen bu pratikleri yetmezmiş gibi şimdi de kalmış kendi Üstadım dediği Said-i Kurdî’nin tüm Kürd ve Kürdistan emeklerini hiçe atıcı sözler sarf etmiştir. Gülen, 66. gününe giren PKK ve PJAK’lı tutsakların hakikat eylemleri için aşağılayıcı ve alay edici bir üslupla;
“Onlar, "cübb" diye cehenneme düşecekler. Onlar, Hak katındaki değerlerini kaybetmiş ve çöplüğe atılacak hale gelmişlerdir. "Canlı bombaları o işten vazgeçirmek lazım. Ölüm orucuna niyet edenleri o işten vazgeçirmek lazım”, demiştir.
Sonra Gülen öyle bir söz etti ki adeta kendi insanlığını kanıtlama gereksinimi duydu. İnsan olanların neden “biz insanız” dediği sosyolojik, psikolojik nedenleri olan bir soru olmakla birlikte bu bilim dalı, psikanalize girdiğinden biz sadece hakikat eylemcileriyle dalga geçen sözüne yer vereceğiz. Gülen; "Herkes kendi karakterinin gereğini yapar.. ama neylersin, insanız. Ölene üzülürüz. O türlü levsiyat düşüncelerine sapanlar hakkında akıbetleri adına endişe duyarız, çünkü insanız! diyerek sözün sonuna mecburiyetten dolayı “ünlem” işaretinin koyulması gerektiğini ifade edici bir söz eyledi.
Hakikat aşkına!
Böylesine ölümlerin yaklaştığı, her an iç savaşın çıkacağı bir zamanda ve ülke kaos halindeyken, İslam ve Müslümanlığa hizmet adına yola çıktığını iddia ederek “ölüm fermanları” veren Fettullah Gülen hiç mi “ahlak-ı aliye ve “ilham-ı ilahi” den ders almamıştır?
Bilmelidirler ki Said-i Kurdî bugün yaşasaydı, o da PKK ve PJAK’lı tutsaklar gibi direnir ve ölüm orucuna yatardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder