PKK ve PJAK’lı tutsakların
hakikat adına giriştikleri ve iki hak talep ile 66.gününe girerek ölüm orucuna
evirilen “süresiz-dönüşümsüz özgürlük” eylemleri, AKP’nin gerçeği ters yüz eden
tüm çırpınışlarına rağmen günden güne Kürdistan ve Türkiye gündemindeki
yakıcılığını artırmaktadır.
Özgür tutsakların
taleplerinin kabul edilmesi için –geç de olsa- geçtiğimiz günlerde Usta yazar
Yaşar Kemal ve Vedat Türkali’nin çağrısıyla toplanan aydın, yazar, sanatçı ve
akademisyenlerden oluşan vicdan sahipleri, ‘her an ölüm haberi gelebilecek’
zindanlara dikkat çekmek amacıyla hem Başbakan Erdoğan’a hem de dünya
insanlığına “insan olun, vicdana gelin” çağrısı yaptılar.
Bir kısım Liberal yazar ve
yandaş basın dışında yine, Kürdistan ve Türkiye’de ki Siyasi partiler, İnsan
hakları kuruluşları, İnanç örgütleri, Barolar ve Sivil Toplum Örgütleri de AKP
hükümetinin 66.gününe giren ölüm orucu eylemlerine olan duyarsızlığı için –yetersiz
olsa da- ellerinden geleni yapmaya ve taleplerin bir an önce kabul görüp –ölüm
olmadan- direnişçilerin eylemlerini sonlandırması için mücadelelerini
yürütüyorlar.
Kürt halkı ve dostları da meydanlarda
serhıldan ruhuyla ayakta ve halkın demokratik-meşru eylemlerine adeta düşmanca
yaklaşan AKP polislerinin cop, gaz ve gerçek mermileriyle ölümleri pahasına
siperden sipere mücadele ediyorlar.
Yine transatlantiğin öte
tarafındaki Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) sekreterliğinden Ivan
Marquez, açlık grevlerinin ülke gündeminde olduğu bir zamanda PKK’ye gönderdiği
videolu mesajda: “Bizim için transatlantiğin diğer tarafında bulunan Fırat ve
Dicle etrafında, Mezopotamya’da direnen bir halk ile direkt ilişkiler
geliştirmek büyük bir onurdur. En meşru bir tarzda, çoğunluğunun yaşadığı
Türkiye’de ve bölgede, demokratik mücadelesini yürüten, sorunun çözümüne
barışçıl ve diplomatik bir çözüm için çabalayan Kürt halkının dağlardaki temsil
gücünün yanındayız. Kürt halkının siyasi statüsünün tanınması, yani bir halkın
varlığının tanınmasının bölgenin demokratikleşmesi ve istikrara kavuşmasını
sağlayacağı kesindir. Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılmasını talep ediyoruz.
Bize göre, artık bütün duyarlı çevrelerin de kabul ettiği gibi Abdullah
Öcalan’ın özgürlüğü, aynı zamanda Türkiye’de demokrasinin ve Kürdistan’da
barışın gerçekleşmesini sağlayacaktır” diyerek Kürt halkına desteklerini
iletti.
Bir taraftan vicdan
sahipleri tüm duyarlılıklarıyla Kürt evlatlarının gerçekleştirdiği hakikat
eylemini destekliyorlarken, diğer taraftan Sayın Öcalan’ın sağlık-güvenlik ve
özgürlüğü ile Anadilde eğitim talepleriyle başlatılan açlık grevleri bugün 66.gününde
ve tüm vicdanlı kesimler ayaktayken adeta bütün dünya –oyalamanın dışında- sağır,
dilsiz, kör ve kalpleri mühürlü olarak sessizliklerini korumaya devam
ediyorlar.
Öte taraftan da İslam adına
hareket ettiğini söyleyen ve Müslümanlığa yeni bir şekil vererek
Pelsinvanya’dan Türk hükümetine emirler yağdıran ve bunu da İslam, Müslümanlık
ve sözde Said-i Kurdî talebeliği adına yapan Fettullah Gülen’in eylemcilere
dönük “ölüm fermanları” var.
Gülen, geçtiğimiz günlerde
Kuran’dan bir ayet vererek, eylemcilere müdahale edilmesi gerektiğini savundu
ve ölüm fermanı için fetva verdi.
Oysa biliyoruz ki Gülen’in,
“referans alıyorum, üstadımdır”, dediği Said-i Kurdî, Gülen gibi düşünmüyor ve
eylemcilerin taleplerini kendi –Kürdistan’ın en büyük âlimi- döneminde en çok
savunanlardan birisi olarak ve bundan dolayı da hem Abdulhamit’ten ve hem de
Atatürk’ten sürgün ve cezalar alan ve üstüne üstlük tımarhaneye yatırılan bir
Kürt olarak tanınıyor.
Said-i Kurdi II.
Abdulhamit’e yazdığı mektupta şunları belirtmiştir:
“Biz Kürt milleti olarak
Kürdistan’ın Özerkliğini istiyoruz. Kürdistan’da Kürtçe eğitim halkımız için
şart. Okullarda eğitimi Kürtçe bilen Kürt öğretmenler yapacak, Arapça mecburi
ikinci dil, Türkçe ise ek dil olarak öğretilecektir.”
Said-i Kurdî’nin mektubunu
okuyan Abdulhamit, “bu akıl sağlığından şüphe duyduğum kişi derhal tutuklanmalı
der ve Said-i Kurdî tutuklanarak bir yıl boyunca Tımarhaneye kapatılır.
Said-i Kurdi daha sonra
neden tımarhaneye kapatıldığını bakın hangi sözler ile açıklar;
“Cesaret, sadakat ve
diyanetin unvanı olan tabii Kürtlükle iftihar ediyorum. Nasıl ki zaman-ı
İstibdad’da bu tabii Kürtlük için tımarhaneye düştüm. “Ey Kürtler! Tımarhaneyi
kabul ettim, Kürtlüğü lekedar etmemek için irade-i padişahı ve maaş ve ihsan-ı
şahaneyi kabul etmedim.”
Said-i Kurdi daha sonra
çıkardıkları gazete ve dergilerde Kürtçe yazılar yazmaya başlar ve –Fettullah
Gülen’in tahrif ettiği- Mele Se’id imzalı bir yazısında aynen şöyle der;
“Ey gelî Kurdan! Îttifaqe
quwwet, ittihade de heyat, di biratîye de se’adet, huqûmete de selamet heye...”
Said-i Kurdî ilk “Kürtçe
anadilde eğitim” isteyen bir kimse olmakla birlikte Osmanlı’da ilk Kürtçe yazı
yazan da kendisidir.
Said-i Kurdî o dönem,
“Kürtler için ne gereklidir?” başlıklı bir yazı yazmış ve yazısında:
“Kürtlerin kaderini
garantileyecek şu iki fikirden başka hiçbir şey bulamıyorum: 1- Ulusal birlik. 2-
Dini bilim ile birlikte asgari uygarlık düzeyine ulaşmak için teknik sanatları
öğrenmek ve ileri götürmek. 3- Kürdistan’ın özgürleşmesi için büyük bir askeri
gücün oluşturulması gerekir, demiş ve daha o zamanlar “öz savunmanın” olmazsa
olmaz olduğuna dikkat çekerek Kürdistan’a da “adem-i merkeziyetçiliği”
önermiştir.
Said-i Kurdî yine Kürt
halkına yapmış olduğu bir çağrıda;
“Ey Asuriler ve Keyanilerin
cihangirlik zamanında pişdar kahraman askerleri olan aslan Kürtler. Beş yüz
senedir yattınız yeter. Artık uyanınız sabahtır...”demiş ve Kürt halkının
yattığı uykudan bir an evvel uyanması gerektiği önemine dikkat çekmiştir. Buna
karşılık Fettulah Gülen ne mi yapmıştır? Sözü olduğu gibi değiştirerek; “Ey eski çağların cihangir Asya ordularının
kahraman askerlerinin ahfâdı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim! Beş yüz senedir
yattığınız yeter. Artık uyanınız sabahtır...” şeklinde tahrifata uğratmıştır.
Said-i Kurdi’nin
talebesiyiz diye “hizmet” adı altında Kapitalist modernite için istihbarat
faaliyeti yürüten cemaatin lideri Fettullah Gülen, bir “ilham-ı ilahi” olan
Risale-i Nur Külliyatlarını Osmanlı’dan Türkçeye çevirirken tahrifatlara
uğratmış ve kitaplarda defalarca geçen Kürdistan kelimesi “vilayeti şark”,
“Kürdistan dağları” ifadesi “şark dağları”, “Kürt” kelimesi “şarklılar”, “Kürt
halkı” ifadesini ise “şark halkı” olarak, değiştirerek Said-i Kürdînin Kürd ve
Kürdistan yanını “okyanusa gömmek” istemiştir.
Fettullah Gülen, insanlığa
ihanet ve inanç sömürüsü olarak tarihe geçen bu pratikleri yetmezmiş gibi şimdi
de kalmış kendi Üstadım dediği Said-i Kurdî’nin tüm Kürd ve Kürdistan
emeklerini hiçe atıcı sözler sarf etmiştir. Gülen, 66. gününe giren PKK ve
PJAK’lı tutsakların hakikat eylemleri için aşağılayıcı ve alay edici bir
üslupla;
“Onlar, "cübb"
diye cehenneme düşecekler. Onlar, Hak katındaki değerlerini kaybetmiş ve
çöplüğe atılacak hale gelmişlerdir. "Canlı bombaları o işten vazgeçirmek
lazım. Ölüm orucuna niyet edenleri o işten vazgeçirmek lazım”, demiştir.
Sonra Gülen öyle bir söz
etti ki adeta kendi insanlığını kanıtlama gereksinimi duydu. İnsan olanların
neden “biz insanız” dediği sosyolojik, psikolojik nedenleri olan bir soru
olmakla birlikte bu bilim dalı, psikanalize girdiğinden biz sadece hakikat
eylemcileriyle dalga geçen sözüne yer vereceğiz. Gülen; "Herkes kendi
karakterinin gereğini yapar.. ama neylersin, insanız. Ölene üzülürüz. O türlü
levsiyat düşüncelerine sapanlar hakkında akıbetleri adına endişe duyarız, çünkü
insanız! diyerek sözün sonuna mecburiyetten dolayı “ünlem” işaretinin koyulması
gerektiğini ifade edici bir söz eyledi.
Hakikat aşkına!
Böylesine ölümlerin
yaklaştığı, her an iç savaşın çıkacağı bir zamanda ve ülke kaos halindeyken,
İslam ve Müslümanlığa hizmet adına yola çıktığını iddia ederek “ölüm
fermanları” veren Fettullah Gülen hiç mi “ahlak-ı aliye ve “ilham-ı ilahi” den
ders almamıştır?
Bilmelidirler ki Said-i
Kurdî bugün yaşasaydı, o da PKK ve PJAK’lı tutsaklar gibi direnir ve ölüm
orucuna yatardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder