İçinden geçtiğimiz süreç 1800-1900’lü
yıllara çok benziyor. Yani zaman farkı olmazsa şimdi, o yıllardayız
denilebilecek pratikler sergileniyor. Özellikle Kürdistan’ın –tıpkı Kızıl
Kürdistan gibi- küçük parçası Batı yakası üzerine gelişen uluslararası
politikalar ve PYD’yi etkisizleştirme pratikleriyle genel olarak Kuzey, Güney
ve Doğu Kürdistan’da sömürgeci ile girilen ‘derin ilişkilerle’ gelişmeler beni,
böyle düşüncelere sevk ediyor.
Öncesinde her ne kadar
işgal hareketleri olsa da bilindiği üzere Kürdistan 1639 öncesine dek tek parça
olarak geldi. 1639’ta Osmanlı ve Farsların Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla birlikte bu
tek parça “iki yakaya” dönüştürüldü. Ve herkesin zaman zaman ettiği; İki yakan
bir araya gelmesin, bedduası da böylelikle ortaya çıkmış oldu. Bu beddua her ne
kadar günümüze dek söylense de, Rusya ve İran’ın 1828’de imzaladıkları
Türkmençayı anlaşması ile fiili olarak Kürdistan çoktan üç yakaya ayırılmıştı
bile.
Lozan geldi çattı ve
Kürdistan tam beş ayrı parçaya bölündü. Akabinde 1929 yılında Rusya-Türkiye
arasında imzalanan Edirne anlaşmasıyla Kürdistan’ın beşinci parçası yani Kızıl
Kürdistan resmi olarak koparıldı.
O dönem Stalin
önderliğindeki Sovyetler gücü –her ne kadar bazı Sosyalistler kabul etmese de- Kürtleri
darmadağın etti; öyle ki Kürtler, Sibirya’ya dek sürüldüler. Tehcir
politikaları ustalıkla yapılıyordu ki Kürtler yarınlarda beşinci Kürdistan
parçasıyla ilgili hiçbir iddiada bulunamasınlar. Öyle ya, halkı olmayan parça
ne işe yarayacaktı ki!
Beşinci
parça yok oldu; şimdilerde dahi hiçbir Kürt kurum-örgütü bu beşinci parçadan
söz edemiyor. Nasıl etsinler ki, o parçada halk yok!
Kürdistan dört parça şimdi;
Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasında dört ayrı parçadan ibaret bir ülke…
Tabi o dönemler
sömürgecilerin bu pratikleri karşısında örgütlü bir Kürt gücü yoktu. Belirli stratejik
programlar dâhilinde oldu tüm yaşananlar. Ancak şimdi öyle değil; Irak’ta
dünyaca tanınmış Federe Kürdistan bölgesi, İran ve Türkiye’de terörist örgütler
listesinde PJAK ve PKK, Suriye’de de –bölge ülkelerince marjinalleştirilmeye çalışılan-
Kürtleri savunan bir PYD var.
O dönemler Kürtler sahipsiz
olarak parçalara bölünüyordu. Şimdi ise savunanları var. Ancak Kürtler
açısından -bu kadar örgüt olmasına rağmen hala ulusal birlik ruhu
yakalanmadığından- büyük bir sıkıntı var; o da “dörde” düşürülen Kürdistan’ın
böyle giderse “üç veya üç buçuk” parçaya
indirilme durumu.
Bu durumda büyük oranda belirlilik
arz eden Güney Kürdistan yönetimi var. Yani birazda beni Rojava’nın –tamamı
olmasa da bir bölümünün- satılığa çıkarıldığına dair şüphelere iten neden Güney
Kürdistan yönetiminin Kuzey Kürdistan parçasındaki PKK ve Batı Kürdistan’daki
PYD’ye karşı Türk devletiyle giriştiği anlaşmalar, açık ve gizli toplantılarla
pratikleri oluyor.
Sanki
İran-Türkiye anlaşması olan Sadabat Paktı benzeri bir anlaşma Rojava için
Güney-Türkiye arasında imzalanmışa benziyor!
Türk devlet güçlerince
hemen hemen her gün Güney topraklarına atılan bombalar, vurulan köyler ve
siviller olmasına karşın Güney yönetiminin tüm bu onur kırıcı ve işgal pratiği
olaylara sessiz kalması, açıkçası şüphelerimi fazlalaştırıyor. Sonra mesela PKK
lideri Sayın Öcalan’ın tutukluluk ve tecrit konusu Güney’i rahatsız etmiyor.
Roboski katliamı sonucunda tepki-kınama olmadı; aksine –ulusal ilkeye sığmayan maddiyatçı
pratik ile- ulusal dayanışmanın yerine Güney yönetimince köylülere para dağıtıldı.
KCK adı altında zindanlara konulan binlerce Kürt tutsak, Güney’in umurunda bile
değil. Tüm bunlarla beraber Güney yönetiminin Rojava’daki “ulusal birliği”
dinamitleyici tutum ve tavrı! PYD’yi marjinalleştirmek için yapılan birçok
toplantı ve kamuoyuna yansıyan “delilli belgeler” hakkında Güney yönetiminden
tek bir açıklama dahi gelmedi. Ayrıca Türkiye yetmezmiş gibi Güney yönetimi de Rojava’daki
kardeşlerinin yüzüne kapıyı kapatmış ve halk perişan halde. İnanmayanların
mutlaka özel olarak tek tek Rojava şehirlerini gidip görmesi gerek.
Gördüğünüzde maalesef gözyaşlarınızı tutamayacağınız ve insanlığınızdan
utanacağınız bir tabloyla karşılaşacaksınız.
Sömürgeciler
1639-1828-1922-1924-1929 yıllarında Kürtsüz olarak Kürdistan’ı paramparça
ettiler. Şimdilerde yeni parçalanmalar maalesef ki son günlere yansıyan Güney
pratikleri karşısında Kürtsüz değil gibi.
Ne Sayın Öcalan’a uygulanan
ağırlaştırılmış tecrit, ne KCK adındaki siyasi soykırım operasyonları, ne zorla
taban yaratılmaya çalışılan Hizbullah’ın Kuzey’de parti kurması, ne Zaza-Dimilî’lerin
ayrı halk olduğunun propagandası, ne KDP ve Selahaddin Taburu ile iyi
ilişkileri olan Azadî partisinin Rojava’daki pratikleri ve ne Güney Kürdistan
yönetiminin sınır kapısını kapatması ve dahası Rojava halkının yaşamını tümden
bitirmek olan sınıra Peşmerge konuşlandırarak kaçakçıların geçişini
engellemesiyle birlikte TC ve ÖSO’yla olan derin ilişkileri bir birinden
bağımsız değildir. Bu derin ilişki ve politikalara karşı en kısa sürede tüm
parçalarda “ulusal birlik” sağlanmaz ve şayet güçlü bir duruş ve bir tedbir
alınmazsa öyle görünüyor ki bu pratikler sömürgecilerin istediği şekliyle devam
edecek ve Rojava’yı, Kızıl Kürdistan’ın trajedisi bekliyor olacaktır. Sonuçta
ne mi olacak? En küçük parça olan Kızıl Kürdistan’dan şimdilerde nasıl söz
edemiyorsak, belki yarınlarda da Rojava’dan öyle söz edemeyeceğiz. Nasıl
Kürdistan “beşten dörde” düşürülmüşse yarınlarda da “dörtten üçe” düşürülecek.
Bilinmeli
ki bugün Rojava halkının trajedisine sessiz kalanlar yarınlarda Kürdistan’ın
tamamını kaybedebilirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder