23 Aralık 2012 Pazar

Rojava’ya Kızıl Kürdistan planı mı?


İçinden geçtiğimiz süreç 1800-1900’lü yıllara çok benziyor. Yani zaman farkı olmazsa şimdi, o yıllardayız denilebilecek pratikler sergileniyor. Özellikle Kürdistan’ın –tıpkı Kızıl Kürdistan gibi- küçük parçası Batı yakası üzerine gelişen uluslararası politikalar ve PYD’yi etkisizleştirme pratikleriyle genel olarak Kuzey, Güney ve Doğu Kürdistan’da sömürgeci ile girilen ‘derin ilişkilerle’ gelişmeler beni, böyle düşüncelere sevk ediyor.
Öncesinde her ne kadar işgal hareketleri olsa da bilindiği üzere Kürdistan 1639 öncesine dek tek parça olarak geldi. 1639’ta Osmanlı ve Farsların Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla birlikte bu tek parça “iki yakaya” dönüştürüldü. Ve herkesin zaman zaman ettiği; İki yakan bir araya gelmesin, bedduası da böylelikle ortaya çıkmış oldu. Bu beddua her ne kadar günümüze dek söylense de, Rusya ve İran’ın 1828’de imzaladıkları Türkmençayı anlaşması ile fiili olarak Kürdistan çoktan üç yakaya ayırılmıştı bile.
Lozan geldi çattı ve Kürdistan tam beş ayrı parçaya bölündü. Akabinde 1929 yılında Rusya-Türkiye arasında imzalanan Edirne anlaşmasıyla Kürdistan’ın beşinci parçası yani Kızıl Kürdistan resmi olarak koparıldı.
O dönem Stalin önderliğindeki Sovyetler gücü –her ne kadar bazı Sosyalistler kabul etmese de- Kürtleri darmadağın etti; öyle ki Kürtler, Sibirya’ya dek sürüldüler. Tehcir politikaları ustalıkla yapılıyordu ki Kürtler yarınlarda beşinci Kürdistan parçasıyla ilgili hiçbir iddiada bulunamasınlar. Öyle ya, halkı olmayan parça ne işe yarayacaktı ki!
Beşinci parça yok oldu; şimdilerde dahi hiçbir Kürt kurum-örgütü bu beşinci parçadan söz edemiyor. Nasıl etsinler ki, o parçada halk yok!
Kürdistan dört parça şimdi; Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasında dört ayrı parçadan ibaret bir ülke…
Tabi o dönemler sömürgecilerin bu pratikleri karşısında örgütlü bir Kürt gücü yoktu. Belirli stratejik programlar dâhilinde oldu tüm yaşananlar. Ancak şimdi öyle değil; Irak’ta dünyaca tanınmış Federe Kürdistan bölgesi, İran ve Türkiye’de terörist örgütler listesinde PJAK ve PKK, Suriye’de de –bölge ülkelerince marjinalleştirilmeye çalışılan- Kürtleri savunan bir PYD var.
O dönemler Kürtler sahipsiz olarak parçalara bölünüyordu. Şimdi ise savunanları var. Ancak Kürtler açısından -bu kadar örgüt olmasına rağmen hala ulusal birlik ruhu yakalanmadığından- büyük bir sıkıntı var; o da “dörde” düşürülen Kürdistan’ın böyle giderse “üç veya üç buçuk”  parçaya indirilme durumu.
Bu durumda büyük oranda belirlilik arz eden Güney Kürdistan yönetimi var. Yani birazda beni Rojava’nın –tamamı olmasa da bir bölümünün- satılığa çıkarıldığına dair şüphelere iten neden Güney Kürdistan yönetiminin Kuzey Kürdistan parçasındaki PKK ve Batı Kürdistan’daki PYD’ye karşı Türk devletiyle giriştiği anlaşmalar, açık ve gizli toplantılarla pratikleri oluyor.
Sanki İran-Türkiye anlaşması olan Sadabat Paktı benzeri bir anlaşma Rojava için Güney-Türkiye arasında imzalanmışa benziyor!
Türk devlet güçlerince hemen hemen her gün Güney topraklarına atılan bombalar, vurulan köyler ve siviller olmasına karşın Güney yönetiminin tüm bu onur kırıcı ve işgal pratiği olaylara sessiz kalması, açıkçası şüphelerimi fazlalaştırıyor. Sonra mesela PKK lideri Sayın Öcalan’ın tutukluluk ve tecrit konusu Güney’i rahatsız etmiyor. Roboski katliamı sonucunda tepki-kınama olmadı; aksine –ulusal ilkeye sığmayan maddiyatçı pratik ile- ulusal dayanışmanın yerine Güney yönetimince köylülere para dağıtıldı. KCK adı altında zindanlara konulan binlerce Kürt tutsak, Güney’in umurunda bile değil. Tüm bunlarla beraber Güney yönetiminin Rojava’daki “ulusal birliği” dinamitleyici tutum ve tavrı! PYD’yi marjinalleştirmek için yapılan birçok toplantı ve kamuoyuna yansıyan “delilli belgeler” hakkında Güney yönetiminden tek bir açıklama dahi gelmedi. Ayrıca Türkiye yetmezmiş gibi Güney yönetimi de Rojava’daki kardeşlerinin yüzüne kapıyı kapatmış ve halk perişan halde. İnanmayanların mutlaka özel olarak tek tek Rojava şehirlerini gidip görmesi gerek. Gördüğünüzde maalesef gözyaşlarınızı tutamayacağınız ve insanlığınızdan utanacağınız bir tabloyla karşılaşacaksınız.
Sömürgeciler 1639-1828-1922-1924-1929 yıllarında Kürtsüz olarak Kürdistan’ı paramparça ettiler. Şimdilerde yeni parçalanmalar maalesef ki son günlere yansıyan Güney pratikleri karşısında Kürtsüz değil gibi.
Ne Sayın Öcalan’a uygulanan ağırlaştırılmış tecrit, ne KCK adındaki siyasi soykırım operasyonları, ne zorla taban yaratılmaya çalışılan Hizbullah’ın Kuzey’de parti kurması, ne Zaza-Dimilî’lerin ayrı halk olduğunun propagandası, ne KDP ve Selahaddin Taburu ile iyi ilişkileri olan Azadî partisinin Rojava’daki pratikleri ve ne Güney Kürdistan yönetiminin sınır kapısını kapatması ve dahası Rojava halkının yaşamını tümden bitirmek olan sınıra Peşmerge konuşlandırarak kaçakçıların geçişini engellemesiyle birlikte TC ve ÖSO’yla olan derin ilişkileri bir birinden bağımsız değildir. Bu derin ilişki ve politikalara karşı en kısa sürede tüm parçalarda “ulusal birlik” sağlanmaz ve şayet güçlü bir duruş ve bir tedbir alınmazsa öyle görünüyor ki bu pratikler sömürgecilerin istediği şekliyle devam edecek ve Rojava’yı, Kızıl Kürdistan’ın trajedisi bekliyor olacaktır. Sonuçta ne mi olacak? En küçük parça olan Kızıl Kürdistan’dan şimdilerde nasıl söz edemiyorsak, belki yarınlarda da Rojava’dan öyle söz edemeyeceğiz. Nasıl Kürdistan “beşten dörde” düşürülmüşse yarınlarda da “dörtten üçe” düşürülecek.
Bilinmeli ki bugün Rojava halkının trajedisine sessiz kalanlar yarınlarda Kürdistan’ın tamamını kaybedebilirler.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder