26 Ocak 2012 Perşembe

Kürdistan Basını ve Kamuoyuna

Bu yazı RojevaKurdistan internet sitesinden ayrılma kararımı içeren bir açıklamadır. Yazının biraz uzunluğundan kaynaklı şimdiden sizin değerli vaktinizi aldığım için üzüntülerimi bildiriyorum. Ne yapalım, bana uygulanan yasakçı zihniyetin ürünü SANSÜR olmasaydı, ne büyük bir memnuniyetle yazarı olduğum “rojevakurdistan”dan ayrılırdım, ne de böyle uzun bir yazı ile sizleri uğraştırırdım. Ancak yazı her ne kadar uzun olsa da, içerisinde okuduğunuzda hayretlere düşeceğiniz -bir kısmı önceden tarafımca bilinen, diğer bir kısmı henüz öğrendiğim- kirli ilişkiler, ROJ TV’nin internet medyacılığına çekilmesinin altında yatan neden, PKK’yi internet medyası ile köşeye sıkıştırma ve bunda rol oynayanlarla, başlatılan yeni tasfiye sürecinin yeni yöneticilerinin amaçları ve AKP’den bağımsız olmayan bu sürecin Avrupa ayağının deşifre ve teşhiri var. Onun için yazının tamamını okumanızı özellikle rica ediyorum. Çünkü bu yazı parça-bütün ilişkisini ifade ettiğinden, bir paragraf diğer paragraftan ayrı ele alınıp yorumlanamaz.
Ben Kuzey Kürdistanlı ve Birleşik Bağımsız Özgür Kürdistan’dan yana olan ve aynı zamanda Demokratik, Ekolojik, Cinsiyet Özgürlükçü paradigmayı esas alan ve bu doğrultuda Ahlaki Politik toplumu felsefe edinmiş bir Kürd neferiyim. Kürdistan Özgürlük Hareketiyle tanıştığım 14 yaşından itibaren Kürd halkının özgürlüğü için elimden ne geldiyse bu güne kadar yaptım/yapıyorum ve enerjimin son demine veya kanımın son damlasına kadar da yapacağım. Şuanda Sosyoloji okuyor ve yine kendimce Tarih, İnsanlık tarihi, Dinler, Mitolojiler ve Kainat üzerine araştırmalar yapıyorum. Günümüz insanlığının neden bu halde olduğunu anlamaya çalışıyorum. Acaba Sömürgeciliğin insanlığı koyduğu bu çıkmazın kökeni nedir, nereye dayanıyor, diye soruyorum.
Bencil-bireysel yaşamın primatlardan sonraki temsilcisi olan Homo-Neandartaller’den Homo-Sapiensler, yani bireysel yaşamdan komünal yaşama geçişin çıkış noktası olan günümüz insanının bu yetmezliği, düşkünlüğü, iktidar para ve güç hırsı nedir, diye soruyorum. Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi kuramıyla yaşamıma yön vermeye ve bu temelde de, yazılar yazmaya çalışıyorum. Öyle uzun bir köşe yazarlık serüvenim yok. Son beş yıldır, ömrümün geri kalan kısmında okuduklarımı ve hala okumaya devam ettiğim araştırmalarımın neticesinde yazıyorum. Sömürgeciyi genç yaşta tanıdığımdan, sömürgeci gücü tanımayan anlayışlara ve beraberinde sömürgeci gücün yanında mazlumun karşısında duran kişi, kurum, şahsiyet, kuruluş, örgüt ve devletlere yazılarımda ateş püskürüyorum; onlara çok sert yöneliyorum. Bir yerde buna; Hakikati elinin tersiyle iten anlayışlara tahammül edemiyorum da, diyebiliriz. Farklılıklara değil, mazluma karşı sömürgeci sistemin yanında duran ve onunla işbirliğine giren, kendi halkına ihanet edenlere tahammül edemiyorum, diyorum.
Ben siyasetçi değilim. Düşüncelerimi olduğu gibi yazılarıma yansıtan bir Kürd neferiyim. Bir gerilla komutanı da değilim. Bir örgüt lideri de değilim. Sömürgecilerin çanak yalayıcılığını ve uşaklığını da yapmıyorum. Yazılarım da savunduğum komünal yaşam aşkının peşinde ve bu yaşama karşı duran tüm anlayışların tepesindeyim. Biliyorum, oldukça sert yazıyorum. Ama bu sertliğin içerisinde zerre kadar “hakaret” yoktur. Sadece sömürgeciye karşı öfke ve kin vardır. Hakaret etmediğim gibi, hele hele sömürgecileri tanımayıp yanlışa düşenlere hiçbir şekilde bir söz söylemiyorum. Sadece ahmaklara kızıyorum. Zira kimsenin olmayan onuruyla da oynamıyorum. Şimdi bazıları; bak herkese onursuz diyor, diyecek. Ama onlara söyleyeceğim şey şudur ki; çok heveslenmesinler, yazının tamamını okusunlar.
Olmayan ve sömürgeciler tarafından alınan onur diyorum. Sömürgeci sistem hangi birimizde onur namına bir kalıntı bırakmış ki, birileri onur ile oynasın? Bu defa ben sert yazınca da, hakaret gibi geliyor, onura saldırı gibi anlaşılıyor. Halbuki sömürgeci sistemin her gün, her an, her saat, günün yirmi dört saati bir şekliyle bizi taciz ve tecavüz ettiğini görmüyoruz veya göremiyoruz. İnsanlığın düşmanı senin onurunu ayaklar altına almışken, sende ulusal anlamda, namus adına tek bir zerrecik dahi bırakmamışken, ona saldırmak yerine kalkıp kendin gibi taciz ve tecavüze uğrayan bir “Aydın ya da Yazara”, artık ne derseniz deyin, SANSÜR uygulamak, kendini dev aynasında görmek olduğu gibi köle olduğun halde burnundan kıl aldırmamak anlamına da gelecektir.
Ortadoğu halklarının en büyük handikabıdır; kendini olduğundan farklı göstermek. Yahu sen sömürülüyorsun, tüketilmiş, yozlaştırılmış, silikleştirilmiş, verimsizleştirilmiş, heyecansızlaştırılmış, ziftleştirilmiş ve mücadelesizleştirilmiş bir yaşam sürüyorsun. Sömürgeci sana böyle bir yaşamı reva görüyor. Sen her gün, her an; kendince sömürgeciyi nasıl yenerim diyorsun ama görüyoruz ki bırakın onu yenmeyi, sen O’nlaşmışsın. Sen sömürgeleşmişsin. Sen katiline benzemişsin. Seni katleden ve düşüncene kelepçe takan, zincirlere vuran bir sisteme bürünmüşsün. Neden? Çünkü sömürgecinin sana gücü yetiyor. Elinde imkan var ve o, bu imkanını kullanıp seni ve halkını SANSÜR’lüyor. İyi de, şimdi senin de bana mı gücün yetiyor? Hem sansürü yiyeceksin, hem de SANSÜR mü uygulayacaksın? Durup iki yumruğunla kafanı sıkıştırıp düşündüğünde bu yaptığın sana da saçma gelmiyor mu? Sana zavallı “bê çare” demezler mi?
Sansür neden uygulanır, biliyor musun? Sen eğer seni sömüren sistemi onların planlarını veya o sistemden nemalanan, işbirlikçi ve hainleri teşhir ve deşifre edersen, ondan dolayı seni susturmak isterler ve sana SANSÜR uygularlar. İşte, O nasıl bir sistem ve seni engelliyor ise, sende o’nlaşmış ve beni engellemişsin. Ben asla ve asla bunu kabul etmiyorum.
Uzun bir girişten sonra RojevaKurdistan internet sitesinin yazımı neden SANSÜR’lediğine geçelim.
RojevaKurdistan (yeni site editörü) neden benim yazıma “SANSÜR” uyguladı, biliyor musunuz?
Çünkü ben sömürgecilerin ve onların işbirlikçilerinin planlarını deşifre ediyordum. Rojevakurdistan sitesi işbirlikçi bir sitedir demiyorum, sakın yanlış anlaşılmasın. O sitede yazan diğer yazar arkadaşlar ve Hasan Bildirici dahil hepsi çok değerli insanlar. Hepsinin Kürdistan ulusal mücadelesine öyle veya böyle benden daha fazla emeği geçmiştir. Kaldı ki ben emek verdiğimi de iddia etmiyorum. Sadece düşüncelerimi paylaşıyorum. Ancak ben burada rojevakurdistan’a çöreklenmiş bir “kliğin” varlığından söz ediyorum. Bu klik özel bir görev ile rojevakurdistan sitesinin tepesine kadar çıktı. Rojevakurdistan’ın yeni bir yönetimi var. Bu yeni oldu. Çünkü Sayın Bildirici; On yıldır bu görevi yürütüyorum, yoruldum, diyor. Öyle sanıyorum ki sitenin şu anki yöneticiliğini yapandan, Hasan Salah adlı (güya) okuruna kadar, Kürdistan Özgürlük Hareketini, aşağılayan, hakaretler üzerine hakaretler düzen ve Uluslararası bir komplo ile 13 yıldır hücrede tutulan, son altı ayı aşkındır ağır bir tecrit altında tutulan milyonların önderi olan ve bir halkı küllerinden var eden Sayın Abdullah Öcalan’ı aşağılayan ve hakaretler düzen bir süreci yürütüyorlar. Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni ABD’ye peşkeş çekmeye çalışıyorlar. Üstüne üstlük bunu doğallaştırıyorlar. Ona dönük yazılar yazarak gündem oluşturmaya ve Hareketi hem ülke de hem de Avrupa’da sıkıştırmaya çalışıyorlar.
Benim “ Barzani’nin Derin Türkiye İlişkisi “ “ http://mehmetserhatpolatsoy.blogspot.com/2012/01/barzaninin-derin-turkiye-iliskisi.html#comment-form “ başlıklı yazımı neden siteden kaldırdıklarını içeren açıklayıcı bir not “rojevakurdistan” yönetimi tarafından hala tarafıma iletilmiş değil. Sadece saygı duyduğum ve sevdiğim, onun saflığı ve iyi niyetine inandığım ve Kürdistan davasında ne kadar samimi ve sadık olduğunu bildiğim Sayın Hasan Bildirici’nin bir notu ve Rojevakurdistan’a yeni katılan ve yönetime geçen ve aynı zamanda Editörlüğünü yapan Faysal Dağlı adındaki ABD sevdalısı olarak gördüğüm, tam olarak nereye, kimlere, hangi odaklara bağlı ve Özgürlük Hareketinin Avrupa ayağı içerisine çöreklenmiş daha başka hangi isimlerle birlikte sömürgeciliğin yeni sürecini yönetiyor olduğunu tam çözemediğim bir kişinin şahsıma karşı hakaret içerici bir notunu aldım.
Hasan Bildirici’nin Mehmet Serhat Polatsoy’a göndermiş olduğu notu olduğu gibi yayınlıyorum;
Değerli M. Serhat Polatsoy
Sitenin teknik işleriyle ben ilgilenmiyorum. Sadece yazı asıyorum. O işi de yavaş yavaş başka arkadaşlara devrediyorum. 10 yıldır ayni isi yapmaktan yoruldum. Son yazının kurgusu birçok arkadaşın tepkisini aldı. İnsanlar Amerika ile ilişkileri savunabilir, bu bir görüştür. Bu savunuldu diye insanlar aşağılanamaz. Barzani ile ilgili yorumlarda ağır hakaretler var. Bilmiyorum, ben artık arkadaşlarla yazıları üzeri tartışmıyorum. M. Serhat Polatsoy tarzından söz ediyorsun. Bu da olabilir. Yazı alanında iddialı olduğunu söylüyorsun. Bu güzel bir şey. Ancak yazılar asgari bir adalet içermeli.
“Rojevakurdistan”ı şimdiye kadar büyük çoğunlukla tek başıma götürmeye çalıştım. Bu ağır bir yüktü. Site Artık bir yönetime kavuşuyor. Dün aksam bazı arkadaşlar yazılarındaki tarzdan duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. Son yazıdan ben de çok rahatsız oldum. Ben hiç bir arkadaşın kırılmasını ve bazı noktalardaki uyuşmazlıkların büyük bir alınganlık konusu yapılmasını istemem. Bu durumda hem bizim hem senin için yapılabilecek en doğru şey,  yazılarını bir süre “rojevakurdistan”a göndermemek olacaktır. Bu durum herkese bir düşünme zamanı sağlar.
Selamlar
Hasan Bildirici
Sayın Bildirici’den gelen bu not, benim yazımın sitede hala olduğu ama yer kaydırıldığı bir zamanda gelen nottur.
Görüldüğü üzere, 21.Ocak.2012 tarihinde rojevakurdistan’da yayınlanan ve önce okunma oranı düşsün diye yazı sıralaması kaydırılan ve 22.Ocak.2012 tarihi akşam saatlerinde de yayından kaldırılarak “SANSÜR”e uğrayan “Barzani’nin Derin Türkiye İlişkisi” başlıklı yazımda Hasan Bildirici’nin ve temasa geçtiğim birçok kişinin hem fikir olduğu gibi “onur kırıcı bir söz ve hakaret yok”. Yani yazımın SANSÜR yemesinin nedeni, hakaret ve onura saldırı değil. Öyleyse bir yazı, içerisinde bu tarz sorunları da barındırmıyor ise, neden önce yayına alınıp, sonra kaldırılır? İşte bunun şifrelerini Sayın Bildirici açık ve net bir şekilde bizlere veriyor.
Sayın Bildirici;
Son yazının kurgusu birçok arkadaşın tepkisini aldı. İnsanlar Amerika ile ilişkileri savunabilir, bu bir görüştür. Bu savunuldu diye insanlar aşağılanamaz. Barzani ile ilgili yorumlarda ağır hakaretler var, diyor… Yani hakaret yazıda değil, yazıma okurlar tarafından yapılan yorumlarda var. Bunu Sayın Bildirici’nin kendisi bizzat hem bana gönderdiği notta dile getirmiş, hem de birkaç kişiye daha söylemiş.
Her şey açık değil mi? Birçok arkadaşın tepkisini aldı diyor, Sayın Bildirici. Anlamadığım şey, ben, birçok arkadaş denilen kişilere göre mi yazı yazacağım, yoksa benden kendilerinin yazarları olmamı mı istiyorlar? Sonra; İnsanlar Amerika ile ilişkileri savunabilir, bu bir görüştür. Bu savunuldu diye insanlar aşağılanamaz, diyor Sayın Bildirici. Yine anlamadığım şey, bu cevabın benim yazımın yayından kaldırılmasıyla ilgili hiçbir bağlantısı yok. Öyle tahmin ediyorum ki, benden iki gün önce yazı yazan Faysal Dağlı’nın ABD sevdasıyla ve “aldığı görev” ile ilgili bir sorun var. Yazımın konusu bir yerlere değmiş olacak ki bir yerlerden düğmeye basılmış olacak ki, önce yayınlandı ve sonra yayından kaldırıldı. Açıkçası bu sansürün arkasında tehlikeli bir anlayışın yattığını düşünmekteyim. Şimdi, ROJ TV’yi susturan zihniyetlerle beni susturan zihniyetlerin bir olmadığını kim inkar edebilir? Sömürgeci egemen güçlerin birlik olup ROJ TV’yi SANSÜR’lemesiyle, “rojevakurdistan” sitesindeki ABD karşıtlığıyla bilinen ve Kürd özgürlük hareketinin paradigmasını benimsediğini söyleyen bir yazarın SANSÜR’lenmesinin zamanlaması sizce rastlantı mı, yoksa yeni başlayan sürecin bir göstergesi mi?
Sayın Bildirici; Dün aksam bazı arkadaşlar yazılarındaki tarzdan duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. Son yazıdan ben de çok rahatsız oldum. Ben hiç bir arkadaşın kırılmasını ve bazı noktalardaki uyuşmazlıkların büyük bir alınganlık konusu yapılmasını istemem, diyor. Buradan da anlaşılıyor ki birileri rahatsız olmuş. Ne yapalım, Serhat Polatsoy tarzı da böyledir. Birileri rahatsız olsun ki hakikatler açığa çıksın, değil mi? Yoksa sırf birileri rahatsız olmasın diye tarzımı değiştirecek değilim.
Avrupa’da çok tehlikeli işler dönüyor. Sanıyorlar ki biz Kuzey’de yaşayanlar diasporadan habersiz bir şekilde, onlara ağlıyoruz! Bizler orada bütün İnsani kurum, kuruluş ve basın çalışmalarında faaliyet gösteren ve bir yerlerden sömürgeciliğe göbek bağıyla bağlı sızıntı kişiliklerin tehlikeli icraatlar içerisine girdiklerini biliyoruz. Kim PKK’nin olmadığı bir toplantıda Suriyeli muhaliflerle görüşmüş ve oradaki kazanımları boşa çıkarmaya dönük planlamalara dahil olmuş, kim MİT ile PKK’nin Avrupa’da yalnızlaştırılması üzerine temaslarda bulunmuş, kim ROJ TV’nin internete çekilmesinde rol oynamış, kim ABD’den aldığı görev ile Kürd halkını PKK’yi sıkıştırması ve baskı kurması için, ABD ile görüşmesi, ona el pençe durması, ondan özgürlük dilenmesi için rol üstlenmiş, kim Kürd sitelerinde Kuzey, Doğu ve Batı halkını Güney Kürdistan’a bağlama projesinde, kim, Kürd sitelerinde “okur” adıyla farklı farklı isimlerle PKK’yi ve Sayın Öcalan’ı ABD ve onun işbirlikçilerine teslim olmaları yönünde çağrıları yapıyor ve akademik bir dille yorumlar yapıyor, hepsini biliyoruz. Günü geldiğinde hepsi tek tek açıklanacak ve Kürd halkı onların tek tek yüzüne tüküreceklerdir. Bugün Kürd halkı üzerinde AKP’nin tüm baskı araçlarıyla katliam politikalarını onaylayıp, PKK ve Sayın Öcalan’ı, Kürd halkının kanına girmiş Ergenekon ile ilişkilendirecek kadar alçalan Burkay ne ise bahsettiğim “klik” te onun, Kürd halkınca tanınmış, sevilmiş ve emek verdikleri sanılan Avrupa’daki uzantısıdır.
İşte bu klik iş başında ve nasıl Kuzey’de BDP’ye KCK adı altında siyasi operasyonlar yapıyorlarsa, Avrupa’da PKK’yi yalnızlaştırmaya ve Kürd sitelerinden de ABD ve Sayın Barzani politikalarını benimsemeyenleri tasfiye etmeye, olmadı kendilerine bağlamaya, o da olmadıysa sindirmeye çalışıyorlar.
Bu “klik” işe, rojevakurdistan’a çöreklenme ve beni SANSÜR’lemeyle başladı.
Bu klik, Kürdistan Özgürlük Hareketinin ABD’ye tavır aldığı bir zamanda ve ABD elçilikleri önünde eylemler yaptıkları bir zamanda, bunca ağır siyasi ve askeri operasyonlara maruz kalındığı bir anda ve bunun tek sorumlusu ABD, Türkiye, diğer Sömürgeci güçler ve onların işbirlikçileriyle hain takımıyken ve ben bu alçakların oyunlarını bir şekliyle boşa çıkarıcı yazı yazmışken, çok fazla kendilerini gizleyemezlerdi.
Yazımın siteden kaldırıldığını gördüğüm anda Editör Sayın Faysal Dağlı’ya bir not düştüm:
Not şöyle başlıyor; Öncelikle selam ve saygılarımı iletiyorum. Öyle sanıyorum ki rojevakurdistan ile yollarımız ayrılıyor. Sömürgeciler düşünceye kelepçe vuruyor diye AHİM'e giderken, biz özgürlük isteyenler, kendimiz gibi düşünmeyenlere “sansür” uyguluyor ve mahkum ediyoruz. Sayın Hasan Bildirici, son yazımdan dolayı birilerinin rahatsız olduğunu söyledi. Öyle sanıyorum ki Editör olarak siz de rahatsız oldunuz. Yoksa yazının siteden kaldırılması sizi rahatsız ederdi ve siz onurlu her bir insan gibi rojevakurdistan'dan ayrıldığınızı açıklardınız. Hasan Bildirici, birileriyle tartıştıklarını söylüyor. Birileri huzursuz olmuş. Kızmışlar. E ne olacak, en iyisi mi kimse kızmasın, biz Polatsoy'u siteden uzaklaştıralım... Hasan Salah adlı ( ABD'nin PKK masasından sorumlu ve Kürd siteleri için görevlendirilmiş ) kişi bir halkın önderi ve mücadelesine olmadık hakaretler sıralarken, onun yorumları yayınlanırken, benim Sayın Barzani'ye olan eleştirilerim suç sayılıyor. Sayın Faysal arkadaş, ben rojevakurdistan'ın bu tavrını ahlaklı bulmuyor ve bu site ile yollarımı ayırıyorum. Lütfen sitedeki diğer kalan yazımı da geri çekin ve Mehmet Serhat Polatsoy'u "şu nedenden dolayı siteden uzaklaştırdık diye rojevakurdistanda MANŞETTEN bir haber verin. Yani benim gibi bir katliamcıyı teşhir edin. Ahmet Altan'ın, Cengiz Çandar'ın ve diğerlerinin yazılarını asmaya devam edin. Hasan Salah'ı da boş geçmeyin. Onun, Önder Öcalan'a dizdiği hakaretlerin üzerine yeni hakaretler eklemesine müsaade edin ama Polatsoy'un yazısını siteden kaldırın ama Polatsoy ile yollarımızı ayırdık diye manşetten haber verin. Çünkü ben bugün itibariyle bu konuyu tüm Kürd siteleri, paylaşım siteleri ve mail kutumda olan 3000 bine yakın Kürd gazeteci yazar, aydın, kurum ve kuruluşların tamamına bildireceğim. Konuyu ve ilgili yazıyı paylaşacağım nota asacağım. Onlar da beni mahkum ederse, e ne yapalım. Kendi adıma oluşturduğum blogspot var, bundan sonraki yazılarımı oradan yayınlarım. Ama sadece gülüyorum biliyor musunuz? Durumumuz çok kötü. Yahu Hasan Bildirici ve benden rahatsız olanlar, siz düşüncenizden dolayı sürgünde değil misiniz? Eğer öyleyse beni niye sürgüne göndermeye çalışıyorsunuz. TC sizi gönderdi diye siz Kürdistan'i faaliyetlerinizden geri durdunuz mu? Bu mantık sömürgeci mantık değil mi? Sansür, sömürgecilerin işi değil mi? Türk medyası Banu Güven, Ece Temelkuran ve önceleri birçok kişiyi uzaklaştırmadı mı, biz onlara işte Türk devleti böyledir şöyledir demedik mi? Bir şey söyleyeyim mi; bizim de Türk devletinden aşağı yukarı kalır yanımız kalmamış. Siz rojevakurdistan olarak sesimi kesmeye beni susturmaya çalışıyorsunuz, ama ben direneceğim, nasıl faşist işgalci sömürgeci Türk devletine karşı gerçek ismimle Kürdistan'da direniyorsam, beni susturmaya çalışan zavallı insanlara karşı da direneceğim. Sesim hiç olmadığı kadar yüksek çıkacak. Bu kararı alan akıllara şaşmadığımı belirtiyor sadece acıdığımı haykırmak istiyorum. Acıyorum bize, çünkü bizler acınacak kadar kötü durumdayız. Size tekrar selam ve saygılarımı sunuyor, tüm Kürdistan'i çalışmalarınızda üstün başarılar diliyorum. Mehmet Serhat Polatsoy
Bu notuma karşılık bakın yazımı rojevakurdistan’da yayından kaldıran Sayın Faysal Dağlı bana gönderdiği notta ne diyor;
Serhat Polatsoy, sende siyasi ahlak, aile terbiyesi olsa, onuruna düşkün olsan, tanımadığın, uzağındaki insanların onurlarına saldırmazdın. Benim üzüldüğüm bir şey varsa böyle şeyler yazabilecek denli seviyesiz biri ile aynı sitede bulunmuş olmaktır. Kendini illa Türklerden birine de benzeteceksen, Emin Çölaşan sana uyuyor! Magandalık belgeni de olduğu gibi sana iade ediyorum.
Hem Sayın Faysal Dağlı’ya gönderdiğim not, hem de onun bana gönderdiği notu olduğu gibi yayınladım. Takdir sizindir. Sayın Dağlı’nın bana saldırmasını gerektirecek ve beni Emin Çölaşan’a benzetecek ne var yazım da?
Mesele ne biliyor musunuz? Tek mesele belli yerlerin planlarını teşhir etmek ve bunun rahatsızlığını duymak. Ama ben Kürdistan özgürlük hareketinin karşısında duran ve Kürd halkının kazanımlarını boşa çıkarmaya çalışan Sömürgeci güçler başta olmak üzere, tüm işbirlikçi ve hain takımını rahatsız etmeye devam edeceğim. Sayın Faysal Dağlı bu işin içinde mi, bu “klik” ile beraber mi hareket ediyor, yoksa buna alet mi oldu, bilemiyorum. Bildiğim tek şey, Sayın Faysal Dağlı’nın bana SANSÜR uygulama yanlışlığına düşmesidir.
Dil, üslup ve tarzım birilerine çok sert, birilerine göre de bunca yaşanan hainlikler ve alçaklıklar karşısında hafif geliyor. Kime göre hain ve alçak sorusu can alıcıdır. Tabi ki bu hain ve alçaklar, Bağımsız Birleşik Özgür Kürdistan’ın onurlu tesisi önünde duranlardır. Bakın, devlet demiyorum. Devleti reddediyorum. Devlet, kelimenin tam anlamıyla bünyesinde, iktidar ve tekçiliği barındırıyor. İktidar, bir devlet istiyor; bu mantık da hainlik ve işbirlikçiliği doğuruyor. Tarihe bakın göreceksiniz. Devlet demek iktidar demektir. Bu iktidar mantığı da beraberinde tekelciliği getiriyor. Para, Güç ve İktidar’da maalesef ahlaksız toplumları meydana getiriyor. Bin yıllardır iktidar savaşları yaşanıyor. Bu savaşlarda kan, gözyaşı, acı ve sürgün gördü halklar. Krallar ve İmparatorlar zulmetti insanlığa. Çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere geçişin sağlandığı zamanlarda en büyük savaşlar yaşandı. Dinlerin İmparatorluk adı altında ve devlet adı altında gizlenmiş iktidar hesaplarının acısını çekti halklar. Biz bunun en belirgin örneğini İslam Devlet’inde gördük. İslam’ı kullananların, İslam adı altında iktidarlaştıklarını ve halklara nasıl zulüm getirdiklerini gördük. İslam’ın felsefi yanının nasıl iktidar mantığıyla yok edildiğini gördük. Yanlış anlaşılmasın. Buradan İslam’a ve dinlere karşıymışım gibi bir algı çıkmasını istemem. Aksine Dinlerin toplumlar üzerindeki Felsefik ve Ahlaki boyutunu sonuna kadar destekliyorum. Tek tek her bir bireyin insanlığa sömürü ve yıkıcılık getirmediği takdirde fikir, düşünce, kimlik ve Din’ine sonuna kadar saygı duyuyorum.
Ne zaman ki Hz. Muhammed yaşamını yitirdi, o zaman iktidar kavgaları başladı. O zaman zulüm ve işkenceli uzun yıllar başladı. Peki kime karşı? Kendinden olmayan diğer din ve mazlum halklara karşı! Neden böyle oldu sorucu da can alıcıdır. Çünkü bu savaşların nedeni, İktidar ve bir Devlet’e sahip olmaktı. Bu da beraberinde rant, güç ve parayı getirdi. Bunların bulaştığı her yer ve insanlık yozlaştı. Ta on binlerce yıl evveline döndü insanlık. Sapiens, Neandartel oldu çıktı. Bırakın onu Primatlar bile iktidar mantığının çok ilerisindeydiler. Böyle bir mantıktan farklılıklara tahammül çıkar mı? Çıkmıyor, açıkçası çıkacağa da benzemiyor!
Oysa biliyoruz ki, Kâinatta, her bir evrende galaksi, her bir galaksi de yıldız sistemleri ve her bir yıldız sistemleri içerisinde de milyarlarca yıldız var. Sadece içinde olduğumuz Samanyolu galaksisinde iki yüz bine yakın yıldızın varlığından söz ediliyor. Bunların hepsi canlı ve hepsinin tekbir görevi var kâinatı sorunsuz bir şekilde işleterek doğallığında yol almaktır. Hepsi bir birinden farklı olsalar da doğallığında nefes alıyorlar. Milyarlarca yıldız var ve hepsinin görevi farklı. Nasıl hiçbir canlının parmak izi bir birini tutmuyorsa, hiçbir yıldız da ikiz görev taşımıyor. Başka bir şey de, iki farklı –alternatifli- yol var ve bunu dalga-parçacıktan anlayabiliyoruz. Bunu insana uyarlasak bile en basitinden ışık, tek yol ile ulaşmıyor. İnsanlığın hepsi birden aynı görüşü savunamaz. Her birinin kendine göre farklılığı var. Kainatta böylesine farklılıklar önümüzde duruyorken ve her bir insanın parmak izi birbirinden farklıyken, biz ezilmiş bir halk olan Kürd halkı neden farklılıklara tahammül gösteremiyoruz? Neden illa sömürgecilere benzemeye çalışıyoruz?
Bu kadar bilgi önümüzde duruyorken, farklılıklara tahammül göstermemek niye? Buradan çıkan sonuca göre, eğer katliamcı planları teşhir ve deşifrenin dışında bir nedeni yoksa bana SANSÜR uygulamalarının bundan başka bir nedeni olabilir mi?
Öyleyse son yazım bir yerlere dokundu ve ondan dolayı yayından kaldırıldı.
Yaşım 32. Öyle çok yaşlı biri de değilim. Ancak buna rağmen birçok kişi; çok heyecanlısın, bir genç gibi elde avuçta durmuyorsun, inatçısın, hiç idare edemiyor ve beklemiyorsun demektedirler. Açıkçası onlar mı haklı yoksa ben mi, bilemiyorum! Bazen kendi kendime soruyorum; Ben deli miyim, diye! Sonra, radikallik ne, liberallik ne diye başlıyorum düşünmeye. Ta ilk insanlığa kadar gidiyorum. En azından bilimin bizlere açıkladığı veya aydınlattığı insanlığa kadar! Sonra “hakikat” geliyor aklıma. Nedir diye soruyorum. Vicdan. Vicdan’ı buluyorum. Birden komünal, kollektif yaşamı tesis eden sapiensler geliyor aklıma. Ama onu da günümüzde bulamıyorum. Onur, şeref, haysiyet ve namus kavramları ahlakta karşılığını buluyor. Ahlak, politika üretiyor. Düşünsenize iktidarcı devletin ve bazılarının ısrarla istediği Devletin tesis ettiği bir ahlakı! Günümüzde ne kadar kötü sonuçlar doğurduğunu hepimiz görüyoruz. Politika mı Ahlakı belirler, Ahlak mı Politikayı! Benim vicdanım olmazsa ahlakım da olmaz. Gerçeği vicdanım bana söylüyor, diyorum.
Öyleyse ben Radikal mi olmalıyım, yoksa Liberal mi?
Sömürgecilerin yarattığı bir toplumsal gerçekliğimiz var. Vicdan’dan yoksun ve komünal, kollektif yaşamdan uzak. Adeta, Sapiens çağında Neandartel yaşamını dayatıyor sömürgeciler. Zor ile yaşatıyorlar. Radikalliği gençlik olarak yorumluyorum. Gençliğin gelecek olduğunu biliyorum. Ama nasıl bir gençlik sorusu da can alıcıdır. Genç iken radikal olan bir gençlik mi veya ömrünün sonuna kadar gençlik heyecanıyla ve aynı kararlılıkla yaşam süren bir gençlik mi? Ya da genç iken yine radikal olan bir gençlik mi, sonra yaşı kemale erdiğinde olgunluk kılıfı altında Liberalleşen bir bunaklık mı? Birincisi daha cazip geliyor ve Hayır diyorum ben Radikal olmalıyım. Her daim genç olmalıyım. İşte ben ömrümün sonuna kadar Radikal bir genç olarak kalmak istiyorum. Liberal görüş, kapitalizmin bir ideolojisi, emperyalistlerin günümüzdeki tiyatro oyuncularının arkasına sığındığı nane sêlê’nin bir diğer versiyonudur.
Gençler olmazsa Kürdistan özgürlük hareketi PKK bu noktaya gelemezdi değil mi, yine gençler ve savaşanlar olmasaydı Güney Kürdistan Federe Devleti diye bir şey yoktu değil mi? Öyleyse gençlere kızmayın. Bırakın sizi eleştirsinler. Hem bedel verecekler, ölümü göze alıp yol yürüyecekler, hem de sen gençsin, orada dur bakayım diyecekler. Hiçbir genç kabul edemez bunu. Ben de etmedim/etmiyorum ve etmeyeceğim de.
Radikal bir genç, para, güç ve iktidardan bir şey anlamaz. O hep, ben savaşayım ve ülkemi sömürgecilerden, işgalcilerden ve postal seslerinden kurtarayım der. Bunları gençler yapar. Ama sadece elde silah yapmazlar, ele silah alıp kuşananlar en onurlularımızdır. Onurlu yaşamı Kandil’de, Bagok’da, Cudi’de, Serhat’ta,  Amanoslar’da, Toroslar’da ve Dêrsim’lerde arar ve bulurlar.
Kimi gençler de benim gibi, ya kırsala çıkmaya çalışmış ve engellenmiş, yakalanmış işkence görmüş, sonra evlenmiş ve neden bir daha denemedim, neden sistemin daha bir köleleştiren ve sistemleştiren evliliğine düştün deyip, yine de zararın neresinden dönersen kâr’dır anlayışıyla Özgürlük Mücadelesine olduğu yerden destek sağlamaya çalışan bir genç gibi mücadele yürütüyordur. Kimisinin elinde silah, kimisinin kalem vardır. Benim silahım da kalemimdir. Bu kalem bir taraftan sömürgecilere sıkıldığı gibi, diğer taraftan da Kürd halkının özgürlüğü önünde duran, işbirlikçi, ajan ve hain takımına sıkılıyor.
Ondandır tüm yazılarımda hem Sömürgecileri işliyor hem de bu uşak takımına kalemimi doğrultuyorum. Onları sorguluyorum. Çünkü yanlışları var. Ne yapayım! Onlar yanlışa düşmesin, ben de sorgulamayayım.
Geleceğimiz olan gençler. Nasıl ki bu gençlere ihtiyaç duyuyorsak ve yardım istiyorsak, öyle de onların eleştirilerine anlam vereceğiz ve tahammül göstereceğiz. Kabul edilir veya edilmez, dinleyeceğiz. O zaman şöyle bir soru gelecek; Gençler kararlar almada olgun değil ki? Bir taraftan gençler olacak ve savaş verecek, diğer taraftan olgun denilen yaşlılar, karar verecek. Buradan şöyle bir sonuç çıkıyor o zaman, genç ölecek ama kalan yaşlılar yaşayacak ve yaşam böyle gidecek, öyle mi? Sonra da buna doğallık diyeceğiz.
Ben böyle doğallığı kabul etmiyorum.
Bu yazıyı okuyan birçok yaşlı; sen gençsin, ne anlarsın, ister kabul et ister etme diyecekler. Onlar sanıyorlar ki bir genç on sekizli yaşlarda gençtir ve öyle kalmalıdır. Sonra olgunlaşmalıdır! Olgunlaşma sürecini ben bir meyvenin “çürüme” süreç ve süresine benzetiyorum. Meyve, doğallığında çürüyor. Bu meyvedeki çürümeyle beraber, tat da gidiyor. Buradaki tadı, radikallik olarak ele alırsak, buradan “olgun” diye tabir edilen bireylerin büyük bir bölümünde radikallik yoktur, diyebiliriz. Bir de GDO’lu ürünler var. Bunlar samandan farksızdır. Bir samanın dahi doğallığı varken, bunların ki yoktur. Onlar Liberallerdir. Onlarda doğallık yoktur, çünkü çok geç çürürler. Bu da sadece kandırmacadır. Yanlıştır. Burada iktidar, para ve güç var. Bir yanlışlık var. Yanlış bir yaşam var. Ya da yaşamı yanlışlıkta arama var. Özcesi, “yanlış hayat doğru yaşanmıyor”. Yaşandığı an sorunlar çıkıyor. Zorluklar çıkıyor. Oysa doğallığında olsa, her şey olacak. Zorluk o an çıkıyor ve sen “an içinde yoğunlaşarak”, var olan sorun ve zorluğu aşabiliyorsun. Ya da o an aşamıyorsun diyelim. Ama insandaki kararlılık ve mücadele azminin, her şeyin üstesinden gelebileceğini biliyoruz. O an aşmadığın ve sürüncemede bıraktığın tüm her şey canlılığını yitiriyor, yozlaşıyor ve dedikodu kültürü ortaya çıkıyor. İnsan evrenin öznesidir. Evren var ve kainat hala genişliyorsa, bu kainatın canlılığını ortaya koyuyor demektir. Aslında İnsan, kainatın ta kendisidir. İnsanı çözmeden evren ve kainatı çözme arayışları ne kadar yanlış ve zor ise, genç insanı çözmeden hakikati aramak, o kadar yanlıştır. Gençlik gelecek olduğu gibi, şaşmaz bir hakikattir de.
Bu açıklamayı bir kitapçık haline getirmek ve sizleri daha fazla sıkmak istemediğimden, Kürdistan Basını ve Kamuoyuna başlığıyla yaptığım açıklamamın sonuna gelerek, diyorum ki;
“RojevaKurdistan”ın içine çöreklenmiş o klik dağılmadan ben, bu sitede yer almayacağım. Ben rojevakurdistan’ın adına yaraşır bir şekilde yayınlarına devam etmesini temenni ve umut ediyorum. Çok sevip saydığımı ve Kürdistan özgürlük hareketine bağlılığını bildiğimi ifade ettiğim Sayın Hasan Bildirici’nin yorulmamasını, bir köşeye çekilmemesini, sömürgecilerin Kürd halkını daha bir onursuzlaştırmaya çalıştığı bu dönemde, bu sömürgeci uşaklarına ve çanak yalayıcılarına meydan vermemesini ve tekrar rojevakurdistan’ın editörlüğünü almasını rica ediyorum.
Çünkü şuan ki editör Amerikancıdır. Benim yazımı yayından kaldırmasının bir diğer nedeni de benim Anti-Amerikancı duruşum nedeniyledir. Bu sitenin adında Kürdistan kelimesi var. Bu isim öylesine bırakılmış bir isim değil ki? Yoksa AKP’nin “demokratik açılım” adı altında katliam yapmasıyla, “Kürdistan’i” bir site olduğunu iddia ederek Kürdistan’ın kazanımlarını Amerika’ya peşkeş çekmekle arasında ne gibi bir farklı kalır. Hem adın Kürdistan, hem Amerikancısın, olacak şey mi? Bu biraz da AKP’nin modeline benziyor. Nedir o model; Hem demokratik açılım diye Kürd halkını kandıracaksın, hem de bu katliamlarını meşru kılmak için Hüseyin Çelik gibi bir devşirme Kürde açıklamalar yaptıracaksın, hem Kürdistan adıyla site olacak hem de Kürdistan’ı Amerika’ya peşkeş çekmeye çalışacaksın.
Bu durum; Anadilde eğitim görmemiş ve en az bir nesil yetiştirmemiş bir halkın milliyetçilik yapmasına benziyor.
Sen önce bir Kürdistan adını kazan. Dört parçadaki halkın birleşsin. Ondan sonra muhalefet mi yapıyorsun, parti mi kuruyorsun, git ne yapıyorsan yap. Öyle katliamlardan geçirilmiş bir halkın değerleriyle oynamak Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya benzer. Haddini bileceksin. Ben Sayın Hasan Bildirici’nin bunlara prim vereceğini sanmıyorum. Dediğim gibi, zaman dinlenme ve yorulma zamanı değil. Ne demek yoruldum ve bir köşeye çekiliyorum. Kürd halkının düşmanları katletmekten yoruldu mu ki sen de yorulup bir köşeye çekileceksin? Aksine her zamankinden daha çok çalışacak ve Bağımsız Birleşik Özgür Kürdistan’ı tesis edene kadar mücadele yürüteceksin. Bu senin asli görevindir. Kürd halk önderi Sayın Öcalan’da, Barzani’de, Talabani’de Kürd halkının liderleridir. Hata yapmadıkları sürece onlar, dört parça Kürdistan’ın başlarının tacıdır. Hem rojevakurdistan madem dört parça Kürdistan’ı ve her parçadaki onurlu özgürlükten yana Kürdistan’i örgütlerin görüşlerini yansıtıyorsa, o zaman ABD yanlısı bir editöre sahip olması bu sitenin objektifliğini ortadan kaldıracağı gibi Kürdistan ulusal davasına da hizmet etmez, edemez anlamına gelecektir. Editörü Amerikancı olanın Anti-Amerikancı görüş sahibi bir Yazara tahammül etmediğini düne kadar şahsımda gördük. Bence ya Sayın Faysal Dağlı’nın editörlüğüne son verilmeli ya da sitenin adı “rojevakurdistanê” değil, “rojevaemrikanê” olmalı. Çünkü bu mantık, bu anlayış bu gün kendini dizginlese bile yarın bir şekliyle yine kendisine hâkim olamayacak – tıpkı bunca yıl kendisini gizleyip, beni sansürleyerek deşifre ve teşhir olduğu gibi- ve yine huzursuzluk ortaya çıkacaktır. Ben Sayın Faysal Dağlı’nın editörlüğünü yaptığı bir sitede yazarlık yapamam ki zaten gördüğünüz gibi düşüncelerime SANSÜR uyguluyorlar. Yok, eğer “rojevakurdistan” özüne döner de eski -düşüncelere tahammül gösteren- çizgisini yakalarsa işte o zaman ben de bu sitedeki köşeme geri dönerim. Ama bugün ki koşullarda, bu şartlarda, Amerikancı editörlüğünde ve Amerika’nın sözcülüğünü yapan “okur” adı altında süreci yöneten Hasan Salah adlı (Gerçek ismi tarafımca ve Kürd halkınca bilinen ve günü geldiğinde açıklanmak üzere saklı kalan) kişinin varlığının olduğu bir yerde, yokum.
Gözden kaçırmamamız ve inkar etmememiz gereken bir başka gerçekte şudur ki; şu anda Heronların, Predatorların ve en gelişmiş teknolojik canavarların altında yaşam mücadelesi veren, kimyasallara maruz kalan, bombardımanlar sonucu etlerinin her parçası Kürdistan’ın her bir dağına dağılan PKK gerillaları ve komutanlarıdır. On üç yıldır tek kişilik hücrede tutulan da ne Sayın Barzani ne de Talabani’dir. Bugün Sayın Öcalan tarihte eşi benzeri görülmemiş bir direniş sergileyerek halkının onurunu korumaya çalışmaktadır. Bunun üzerine ağır bir tecrit ile senin Amerikan tarafından teslim alınmak isteniyor. Kimse kendisini kandırmasın. Kimse böylesi zor bir süreçte yok Amerikancıları eleştiriyorsun, yok -algı sapması yaratarak- Barzani’ye saldırıyorsun, demesin. Sayın Barzani’ye, Sayın Talabani’ye ve Sayın Öcalan’a (kazanımları satmadıkları ve Kürd halkının onurunu korudukları sürece) sonsuz saygım olduğunu daha önce de belirttim. Ondan sonra Kürdistan özgürlük hareketi öyle üç-beş ruhunu satmış, işbirlikçi, hain, ajan, şakşakçı ve çanak yalayıcılarının komplolarına pabuç bırakacak bir hareket değildir. Kimse gizli işler çevirdiğini sanmasın. Ne ben, ne de başkaları! Bugün sizlere veya bana bir yerlerde yer veriliyor, zerre kadar dokunulmuyor ve saygınlık gösteriliyorsa bu Hareketin hümanist karekterli yapısında ileri geliyor. Bedel verenlere saygılı olmaz ve oturduğumuz yerden bunca kazanılan değerleri üç-beş TL, Dolar veya Euro’ya satıp çarçur etmeye kalkarsak, Kürdistan özgürlük hareketinin küllerinden var ettiği onurlu halk, günün birinde bizim haddimizi bildirir.
Devrimci Selamlarımla
Bağımsız Köşe Yazarı
Mehmet Serhat Polatsoy
26.01.2012
Not: Bundan sonraki yazılarıma “ http://mehmetserhatpolatsoy.blogspot.com/ “ sayfasından ulaşabilirsiniz.

2 yorum:

  1. kümdür bu hasan salah ? onun abzürt ahlaksız pekçok yorumuna şahit oldum

    YanıtlaSil
  2. silav heval Mehmet, sizin sömürgecilere karsi olan yazilariniza deger vererek okuyan bir kardesinizim. Düsüncelerinizi kabul etmeyenlerin size karsi olan saygisizligi ve siteden yazinizin alinmasini kiniyorum. Hicbir partiyi-önderi esas almayan, sonuna kadar Kurdi düsünen sosyalist, özgür bir Kurdistan`dan yana biri olarak yazmanizi ve adinizdan daha fazla söz ettirmenizi temenni ediyorum. Cünkü sizi ilkeli durusunuzla tanidik... Basarilar ve Saygilarimizla halkimizin aydini, yeni yazilarinizi görme dilegiyle..

    YanıtlaSil