16 Şubat 2012 Perşembe

ABD'NİN KÜRDİSTANI, İHANETİN RESMİDİR


Sayın Yazar Selda H.Aksoy'un "KÜRD MEDYASINDA KAFA KARIŞIKLIĞI" başlığıyla kaleme aldığı ve yazarı olduğu internet sitesinde "bugün" yayınlanan bu yazısını -kendisinin de bilgisi dâhilinde- "ABD'nin Kürdistanı, İhanetin Resmidir" olarak değiştirip sayfamda paylaşarak siz değerli okurlarıma sunmaktan onur ve mutluluk duyuyorum. Yazı, ABD ve çevrelerine tokat niteliğinde olup, sömürgeciliğin PKK'ye karşı olan tüm planlarını teşhir edici nitelikte ve olgunluktadır.
Selda H. Aksoy
Geçtiğimiz Ocak ayında Almanya'nın Köln kentinde yapılan Kürt Medya Konferansı'nın sonuç bildirgesinde dikkatimi çeken en önemli hususlardan biri: Kürt halkına karşı ihanetin faşizme en büyük zemin olduğu vurgulanmış ve dünya genelinde tecrit edilmiş, insanlığın yüzkarası sayılıp lanetlenen faşizm gibi ihanetin de lanetlenmesi gerektiği vurgulanmıştır denmekteydi. Bu konferans Güney Kürdistan'da yapılan Kürt Basın Konferansı'nın akabinde toplanmıştı. Bana göre birçok eksikliği içinde barındırmasına rağmen yine de önemli bir adımdır, Kürt medyası açısından. Gel gelelim, sonuç bildirgeleri ne derse desin ahali bildiğini okumaktan geri durmayacaktır.
Son haftalarda Kürt medyasında daha çok yaygınlaşarak tartışılan sağ-sol meselesini hayretler içerisinde izlemekteyim. Şu ana kadar tartışmalara katılmayışımın nedeni meselenin varacağı noktayı merak etmemdir. Görülüyor ki; dünya devrimci hareketinin ve bunun şu an en önemli dinamiklerinden biri olan Kürt Özgürlük Hareketi'nin canı ve kanıyla elde ettiği değerler; zindan-tecrit-işkence- kaybedilme- işsizlik- açlık ve sömürüyle karşı karşıya kalarak yarattıkları mücadele hiçe sayılarak veya bir çırpıda tepelenerek bir ABD, dolayısıyla emperyalizm âşıklığıdır almış başını gidiyor.
Uzun bir süredir Kürt basını ve medyası içerisinde var olmaya ve mevzi elde etmeye çalışan gerici-sağ ve liberal çevrelerin palazlanmaya çalıştığını gözlemlemekle beraber, daha solda duran çevrelerin sol geleneği bu denli hırpalaması ve itmesi anlaşılamayacak derecede üzücüdür. Kürt medyasında furya halinde başlatılan ve Rojeva Kürdistan'ın yazarlarından ve okurlarından önemli bir bölümünün de katıldığı bu sağ-sol tartışması neye hizmet ediyor, ben de birçokları gibi anlamakta güçlük çekiyorum.
Bu tartışmalardan çıkarsadığım sonuç ise: neredeyse devrimci - sol gelenekten gelmenin, Kürt davasına ihanetle eşdeğer tutulacak veya horlanacak bir hal almış olmasıdır. Liberalizmi, ABD işbirlikçiliğini, Ortadoğu'ya emperyal müdahaleyi savunmak Kürt davasına bağlılık ve Kürtlerin tek kurtuluş yolu olarak savunulurken, bunlara karşı çıkmak ise, eski değerleri savunmak ve Sovyetlerde yaşanan kısa pratiğin (tüm kazanımlarına rağmen) bedelini Kürt ve Türk devrimcilerine ödetmek olarak algılanıyor. Bu noktada insan şunu düşünmeden edemiyor: Kürt davasına sahip çıkmak için insanın sağ, liberal veya faşist gelenekten mi gelmesi gerekiyor?
Bu da yetmiyor, savunulması gereken toplumsal proje olarak milliyetçiliğin en üst sınırında seyreden ulus devlet projesinin tek seçenek olduğu dayatması yapılıyor. Bir taraftan Devrimci sol gelenekler her şeyi devrim sonrasına havale ettiler diye solu eleştirirken, diğer taraftan 'Kürtler hele bir devletlerini kursun diğer sorunları sonra çözeriz' gibi ucubeliğinin sınırı belli olmayan söylemlerle, Kürt özgürlük hareketinin bu güne kadar yarattığı değerler de altüst edilmeye çalışılıyor veya doğru anlaşılamıyor.
Kürtler neden Ortadoğu'da farklı bir halktır? Neden mazlum bir halktır, neden daha demokrattırlar, neden kendi öz güçlerine ve kardeş emekçi-devrimci güçlerle dayanışmaya güvenmek zorundadırlar bunu düşünmeden yapılan tespit ve öneriler havada asılı kalıyor.  Neyse ki, Kürt hareketinin önder kadroları, dağdaki gerillaları ve hatta Kürdistan'da her gün zulme maruz kalan ve evlatlarından sonra ölmek gibi bir cezaya çarptırılan ana-babalar eminim ki çok önceden bunu görmüş ve tespit etmişler ki; bu tartışmanın afakiliğine kapılmak yerine doğru bir hatta mücadele etmeye devam ediyorlar. Oysa aydın ve yazarlarımız meselelerin etrafında dolanarak ve halkların haklı ve meşru gücünü küçümseyerek veya hiçe sayarak, ABD öncülüğünde bir Kürdistan kurma hevesiyle halüsinasyonlar görmeye devam ediyorlar.
Öncelikle bu alanda yaşanan kafa karışıklığına biraz açıklık getirmek için Kürt gerçeğine ve davasının seyrine bakalım. Bu yazıda bir ulus devlet projesi temelinde Kürt ulusuna önerilen seçeneğe karşı çıkarken, birçoklarının idealistlikle- solculukla suçladıkları ve ama Kürt özgürlük hareketinin de amaçladığı ulus devleti aşan projeden bahsetmek istiyorum. 
Birincisi, Kürtler Ortadoğu'daki diğer halkların çoğundan farklılıkları olan bir halktır. Kürtlerin köklü devlet geleneğinin olmaması onları hiyerarşik ve hegemonik devlet ilişkisinden azade kılmıştır. Bu elbette Kürtlerin bir devleti olmasın ya da Kürtler kendi kendini yönetmesin manasında bir sonuç çıkarmayı gerektirmez. Ama Kürtler bu güne kadar bir başka ulusu sömürmemiş, ezmemiş ve asimile etmeye çalışmamışlardır. En azından bunu elinde devlet aygıtı var olarak yapmamışlardır. Bu da Kürtlerin mazlum ve haklı mücadelesinin en önemli nedenlerinden biri olmuştur. Bugün kendi kendimizi yönetmek arzusundaysak, bunu ille de ulus devletle mi yapmak gerekiyor? Bu iyi düşünülmesi ve karar verilmesi gereken hayati bir konudur.
İkincisi, Kürtler çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü bir halktır. Kürtlerin dil konusunda Kürtçenin dört lehçesini de konuşmaları ve aynı zamanda da Arapça, Farsça, Türkçe, İbranice konuşmaları ve iletişimi tüm bu dillerde kurabilmeleri (dayatmayla ve zorla öğrenilmiş diller olsalar bile) bugün Kürtlerin zenginliğidir. Kürtçe üzerindeki tüm yasaklar kalktığı, Kürtçe konuşulabildiği, kullanılabildiği sürece bu dillerin var olması, Kürtler açısından bir sorun teşkil etmeyecektir. Sorun bu dillerin var olması değil, Kürtçenin yasak edilmesi ve yok edilmeye çalışılmasıdır. Bu nedenle Kürtler dört lehçe konuştukları ve coğrafyalarında Süryanice, Ermenice vb. diller de konuşulduğu için; Türkler, Farsiler veya Araplar gibi tek dilli olma hevesinden ziyade kendi dillerini özgürleştirirken, birlikte yaşadıkları toplumların dillerine de aynı eşit mesafede yaklaşarak Kürdistanı özgürleştirme gayretindedirler. Meseleye bu açıdan bakmakta fayda vardır. Ulus olmanın ayaklarından biri dil olmasına rağmen dilde tektipleştirme, Kürtler açısından mümkün ve de doğru değildir. O halde milliyetçiliğin ulus devletle bizlere dayattığı dil bütünlüğü konusundaki tek tipleştirmeye, Kürtlerin sığamadığı iyi anlaşılmak zorundadır. Bu alanda Kürtlerin farklılığını aynı zamanda da zenginliğini görmek gerekir.
Kürt toplumu inanç bakımından da Türk-Fars ve Arap toplumundan ayrışır. Kürtlerin inançları da tek tip değildir ve tektipleştirilmesi de zor ve baskı araçları kullanılmadan imkânsız ve de gereksizdir. Ulus olmak için bu tektipleştirme ille de gerekli midir diye soracak olursak bunun cevabı da elbette hayırdır. Kürtlerin Hristiyan’ı, Yahova Şahidi, Müslümanı, Yahudisi, Alevisi, Ezidisi, Ateisti... vardır.  Bu hem kendi içimizde ve hem de bir arada yaşadığımız topluluklarla- karşıtımıza benzemeyi reddederek- daha insani, daha eşit, daha adil ve daha özgür bir gelecek kurmayı bizlere dayatan bir olgudur. Birbirimizin veya başkalarının inancına, diline, farklılığına tahammül etmeyi içselleştirerek daha özgür bir gelecek kurulabilir. Bu bahsedilen toplum projesi ulus devletle bağdaşan bir olgu değildir, ulus devlet projesine ve sözleşmesine de aykırı ama onu aşan bir projedir. Böyle bir toplumsal akit, Kürdistan'ın özgürleşmesini isteyenler açısından olmazsa olmaz bir zorunluluktur.
Üçüncüsü, Kürdistan coğrafyası tarih boyunca emperyalistlerin iştahını kabartan bir zenginlikler hazinesidir. Petrolden, içme suyuna, bor madeninden islenmemiş diğer yeraltı zenginliklerine kadar dünyanın ihtiyacı olan tüm zenginlikler Kürt topraklarında mevcuttur. Bunun da ötesinde Kürdistan tam bir medeniyetler beşiğidir. Semavi dinlerin kutsal toprak saydıkları (yukarı Mezopotamya- Harran-Urfa'dan başlayan ve Kudüs'e kadar uzanan üç hilal olarak da adlandırılan bölgeler) ve üzerinde Haçlı seferlerine tutuştukları toprakların önemli bir bölümü Kürtlere aittir. Bu olgu kendi başına emperyalistlerle Kürtlerin -Kürt ulus devleti olsa bile- her daim kavga etmesini gerektiren önemli bir realitedir.
Kürtleri sadece dindar, geri, feodal gören anlayışlara göre sınıfsal mücadele veya emperyalistlere karşı halkların özgürlük mücadelesi, Kürtler için lüks ve hatta terk edilmesi gereken bir şeydir. Tam da bu bakış açısından dolayı bazı “aydınlarımız”  ABD ve dünya emperyalistlerinin neden Kürt sorunu konusunda üç maymunu oynadığını açıklayamamakta sorunu 'kendimizi onlara iyi anlatamamak veya ABD ve diğer emperyal güçlerle yeteri kadar dost olamamak' temelinde Kürtlerin gücünü ve ileri mücadelesini de aşağılayan bir tarzda ele almaktadırlar. Bunun bir üst aşaması olarak da 'emperyalistlere ne kadar yakın durursak, haklarımızı o kadar kolay elde ederiz' yanlışına düşülmekte veya bu “çözüm” bilinçli olarak servis edilmektedir.
Oysa Kürt hareketi, Dünya devrimci geleneğinden aldığı mirasla bu olguyu aşmış ve mücadele tam da emperyalizme ve faşizme karşı verilen bir hatta seyretmektedir. Kürtlerin özgürleşmesi faşizmden ve emperyalist dayatmalardan kurtulmasından başka nedir ki? Kürtlerin kendi kendilerini yönetmeleri için gerekli olan koşullar ancak emperyalistlerle ve faşist ulus devletlerle mücadele edilerek kotarılacak bir şeydir, başka türlüsünü beklemek hayaldir.
Şöyle de denebilir: Kürtler kendi coğrafyalarında özgürleşirken aynı zamanda Ortadoğu halklarını da özgürleştirmektedirler. Özgürleşme; baskıcı-egemen faşist sistemlere karşı verilen bir mücadeledir ve bunu solda durarak yapmaktan başka şansınız da yoktur. Bugün emperyalizme karşı savunulacak soldan başka ve daha özgürlükçü bir alternatif olmadığına göre, sol değerlere saldırmak olsa olsa sorunun kaynağı ve baş müsebbibi olan güçlere yaranmaktan ve mücadeleye zarar vermekten başka bir işe yaramayacaktır.
Bugün liberal “aydınlarımızın” canla başla savundukları batılı değerler de dâhil olmak üzere insanlık adına kazanılan tüm hak ve hürriyetler emperyalizm ve faşizme karşı solun, emekçilerin kazandığı değerlerdir. Hitler bile açıktan faşizmi savunarak iş başına gelemediği için sol değerleri (neo-sosyalizm) savunarak yani toplumda belli bir refah düzeyi vaad ederek gelmiş ve sonra da faşizmi yukardan aşağıya inşa etmiştir. Yani takkiye yapmak zorunda kalmıştır.
Sorunun kaynağı olan emperyalistler, bölüşüm savaşlarında Kürtleri dört parçaya bölmüş ve bu faşist ulus devletleri Kürtlerin başına bela etmişlerdir. O günden bu güne Kürtler açısından değişen tek şey, Kürtlerin yükselttikleri haklı ve meşru mücadeleleri olmuştur. Dünya emperyal devletlerinin Kürt sorunu konusundaki bakış açısını değiştirecek olan da bu mücadeleden başka bir şey değildir.
Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı diğer tüm uluslar gibi elbette vardır. Bu tespit bile başlı başına sol bir değerdir ve sahiplenilmeyi gerektirir. Bu konuda DTK'nın aldığı Demokratik Özerklik projesi, ulus devlet talebinden daha ileri ve daha demokratik bir taleptir. Dileyen ulus devlet talebini de savunabilir ama gelinen aşamada, birleşik ve bağımsız Kürdistan'ı savunuyorum diye Kürt özgürlük hareketini geriye çekmeye ve emperyalizme ve faşizme yedeklemeye kimsenin hakkı yoktur, olmamalıdır. Ulus devletin reddi aynı zamanda Türk-Arap ve Fars ulus devletlerinin de parçalanması demektir. Ulus devletin reddiyle Kürt özgürlük hareketi- sırf kabadayılık veya bir böbürlenme olarak değil, bir gerçeklik olarak - kendini Ortadoğu halklarını da özgürlüğe kavuşturacak bir itici güç ve lokomotif olarak görmektedir ve buna konuda da haklıdır.
Bir taraftan Kemal Burkay'ın AKP faşizmine yedeklenmesi karşısında haklı olarak hiddete kapılan aydın ve yazarlarımızın, diğer taraftan ABD işbirlikçiliği ve öncülüğünde bir Kürdistan kurmayı düşlemeleri büyük bir handikaptır. Kemal Burkay, iki binli yıllarda beş yıl arayla Londra'da yaptığı iki panelde de 'Ortadoğu'da dengeler değişiyor, ABD ve müttefikleri Ortadoğu'ya girsinler, bu bizim hayrımıza olur. Düşmanımın düşmanı dostumdur' derken bu şahane tespitini de 'tavşan-avcı ve ayı meseliyle' örneklendirmişti. Elbette her iki panelde de Burkay'ın düşüncelerine karşı çıkmış ve Kürtlerin tavşan olmadıklarını savunurken,  tüfeği elinde bulunduran avcının ayıyı vurduktan sonra tavşana da yönelebileceğinin altını çizmiştik. Başka halkların acıları ve ölümleri üzerine kurulacak bir Kürdistan düşümüzün olmadığını, en azından amacımızın bu olmadığını savunmak sanırım o günlerde de yanlış değildi, bugün de yanlış değildir. Aksini düşünen aydınlarımızın, Kürt Özgürlük Hareketinin seyrini ve geldiği aşamayı tam olarak kavramadıklarını düşünmek sanırım yanlış olmayacaktır.
Selda H.Aksoy
selda1@live.co.uk

2 yorum:

  1. sayin selda aksoyun ulusal kurdistan mucadelesini yaklasik bir iki senedir yakinda takip etmesi sevindirici bir durumdur,ancak kurdistan ulusal mucadelesini,bir sag sol liberal demokrat argumanlarla kiyaslamasi etiket ve ideoloji bulmaya calismasi kanimca hala cok erkendir,elestiri ve yorumlar yapilirken toplumun sosyal siyasal gelisimi guz ununde bulundurmak gerekir,ve bu sevyeye gure elestiri dozunu vermelidir yazar sadece teorilerden tikanip kalan turk sol kesiminde agirlikli sekillendigi ve etkilendigi icin hala o cenderelerin etkisinden kurtulmamis olsa gerek ki ulusal kurd mucadelesinide etiketlendirerek mucadele vermesini oneriyor,buda kendi gurusudur saygi duyariz,yanliz sayin selda hanimin unutmamasi gereken cok eski tarihlere degil pkk nin baslangic ve kurulus tarihine bir guz atmasi gerekir,o dunemin yanlis adlandirma etiketlendirme taniminin acisini ve ne kadar zorluk ve dagilmayi kendiyle beraber getirdigini net bir sekilde gurecektir.N eyidi bu yanlis kisaca deginelim,eger yillar yili muslumanlik dayatmalariyla harmanlanmis sekilenmis inanmis radikallenmis bu halkin cogunlugunada tekabul eden insanlara gidersen,sosyalistlikten comnistlikten bahs edersen aha buyle mucadeleyide yillara sigarsin aci ve guz yaslardanda baska bir sey elden edemesin, bazi kirintilardan baska,pkk nin icinde kirilan ve ortaya cikan muhalefetin disarda kalan aydin ve entelectuellerin elestiri ve analizleri bir nevide olsa pkk yi o yanlis hatalardan geri cevirdi,ornek verilmek gerekirise son secimlerden diyarbekir meydanlarindan topluca kilinan cuma namazlari, ve kazanilan kanaat onderleri,dolayisiyla buylesi bir yaklasimla toplumsal orgutleme tezide guclendirmis oldu.orgutleme salt bir ideolojik tanimla ulusal mucadelelerden basari elden edilmiyecegini karl max suyle der toplumun deger yargilarini oksiyarak mucadeleler verilmelidir ve bu bir realitedir,hele bir var ol ondan sonra sekillen,toplumumuzun butun ideolojik katmanlarina saygili ve demokratik temelde yaklasilmaliyiz,dusunuyorum oyleise varim bir asir boyu dogrulugunu korudu,ancak gunumuzde, varim onun icin dusunuyorum,cunku kurdlerin bir ulusal varlik mucadelesi var.ve dunyada biraz esi benzeri cok az olan bir mucadele,hayli bir karmasik sosyal dukuya sahip pir halk.Hic bir halk varmidirki dunyada uluslasmadan once 350 ile 400 yuz arasinda guclu feodal asirete bulunmus?YINE Hic bir halk varmidir uluslasmadan,7 semavi dine 30 yakin tarikatlara bulunmus,Hic bir halk varmidirki uluslasmadan ortadogu egemenlerince cografyalari 4 parcaya bulunmus ve semavi inanclar zorla empoze edilmis fasist devletlerin guya egitim yerleri olan okularda beyinleri tornadan gecirilmis,bu saydiklarimiz baslibasina kurdlerin kaynasmasini zorlastiran en buyk engeller degilmidir.kurulacak bir kurdistanda senin abd resmini gurmen o senin nasil ve hangi pencereden baktigina baglidir,yeryuzunde bir fabrika kurarak tum dunyayi icinde hayin ve dusman ilan edemesiniz bol bol ajan uretemezsiniz ve yer kuremizde dostsuz ve yaya kalacaksiniz,herkes kendi halk toplulugunun refahi icin calisir,kurdlerde itifaklarini guclendirerek bu calismalari beraber guturmek zorunluluklari vardir,ozgur bagimsiz demokratik bir kurdistan dilegiyle hoscakalin.serhat sever

    YanıtlaSil
  2. ocalan, demokratik moderniteyi turkiyeye onerirken ve savunurken, bu tanimi kurdistana nicin onermiyor?
    YANI BAGIMSIZ DEMOKRATIK MODERN BIR KURDISTAN OLAMAZMI?

    YanıtlaSil