3 Şubat 2012 Cuma

AKP, Güney Kürdistan’da Dile mi Geldi?

Bu yazımda, sizlerle doğal ama ilk bakışta ilginç gelebilecek olan bir ayrıntıyı paylaşacağım. Biliniyor ki ABD, tek-tipleştirmeye çalıştığı Ortadoğu bölgesine AKP modelini sunmuş ve Kuzey Afrika’da dâhil bu bölgedeki ülkelerde ideolojiden ve önderden yoksun halk ayaklanmaları gerçekleşmişti. Hatta birçok ülkede Türk istihbarat elemanlarının yoğun uğraşları sonucu Türkiye bayrakları ve Erdoğan posterleri halk tarafından taşınmış ve o ülkelerin ABD merkezli muhalifleri de, yeni yönetimlerde AKP modelini istediklerini koro halinde duyurmuşlardı. Yine ABD merkezli istenilen bu değişimlerle beraber sadece AKP’nin Ilımlı İslam modeli değil, dil ve pratikte de değişiklikler meydana gelmiş ve tek tek Ortadoğu’da ayakta kalabilen tüm liderler ve muhalifler, yeni dil ve pratiklerle halklarına “usturalı pamuk” dil ve pratiğini reva görmüşlerdir.
Burada işin, biz Kürdistan halkını ilgilendiren kısmına gelince, Sayın Mesut Barzani’nin dil ve pratiği dikkatlerden kaçmıyor.
Buna göre, Türk devletinin en tepesindeki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den Türk Başbakanı Erdoğan’a, Devşirme Kürt Bakanlarından kurmaylarına kadar her bir sömürgeci ustasının, bir yandan ‘demokratikleşme’ kandırmacaları ile baskı ve zulüm politikalarını izlemesi ve pratiğe geçirmeleri, diğer yandan “usturalı pamuk” modelleri, hem Güney Kürdistan yönetim ve Sayın Liderine, hem de “ithal ve yerli” devşirmelere ilham oldu.
Nasıl mı?
AKP nasıl bu güne kadar Kürd özgürlük hareketi ile Türkiye ve Kürdistan kamuoyunu, süslü, makyajlı, boyalı ve badanalı sözler ile oyalamış veya kandırmışsa, işte Güney Kürdistan yönetimi ile “ithal ve yerli” devşirme ve işbirlikçiler de, göründüğü kadarıyla Bağımsızlık ve Ulusal birlik adı altında, ABD politikalarını AKP modeliyle, dil ve pratiğini bir fabrika gibi işletmekle meşguller.
Sayın Barzani’nin “bırakujî” olmayacak ve Kürdistan Ulusal Birliğinden yana olan tüm yeminlerinin usturalı pamuk modeline kurban gittiğini, en son Hewlêr’de düzenlenen; PYD’siz, bir Suriye Kürdleri birliği konferansında hep beraber gördük.
Bu anlamda ortaya çıkan ve hakikat sıralamasına göre beliren sonuç; İstenmeyen bir PYD demek, istenmeyen PYD’li bir Batı Kürdistan demektir. İstenmeyen bir PYD, yine istenmeyen bir PKK demek, yani istenmeyen bir PKK’li Kuzey Kürdistan halkı demektir.
Oysa Kürdistan Ulusal birliğinden söz eden Sayın Barzani’nin, yine Batı Kürdistan halkının çoğunluğunu temsil ettiği ve desteklediği bir PYD’yi gözden çıkarması ve resmen çağırmayarak Batı Kürdistanlı bir örgütü saymaması manidar olduğu gibi, usturalı pamuk modelini uyguladığını da bizlere açıkça gösteriyor.
Öyle görünüyor ki Sayın Barzani, kendinden olmayan bir Kürdistan’i örgüt istemiyor. Yani Sayın Barzani PKK’yi, Ortadoğu’da istemiyor. Niye mi? Aslında Sayın Barzani’nin kendisi de söyledi. Barzani; PKK bizi hiç dinlemiyor, dedi…
Bu konuyla ilgili hem benim 20.Mayıs.2011 tarihinde yazdığım “Suriye Kürtleri Dikkatli Olmalı” başlıklı yazıma, hem SANSÜR’lenen “Barzani’nin Derin Türkiye İlişkisi”, hem KCK Başkanlık Konseyi’nin oldukça “sert” ve bir o kadar da Kürdistan’i kaygı içeren haklı açıklamasına ve son olarak da PYD Başkanı Sayın Salih Muslim Mihemed’in bugün ki açıklamalarına bakabilirsiniz.
Sömürgeci, Kuzey Kürdistan’da PKK’yi istemediği ve kendisi müdahale edip, birde devşirme Kürtleri sahaya sürdüğü gibi, öyle görünüyor ki Batı Kürdistan’da da, “adı Kürd olan” ama kendinden olmayanı istemeyen Güney Kürdistan Hükümet ve yönetimini kullanıyor. Şuanda görünüyor ki Sömürgeci işini çok güzel bir şekilde yürütüyor.
Mesela AKP ne yapıyor?
Önce süslü, makyajlı, boyalı ve badanalı sözler ile halkları ve mücadelelerini oyalıyor, sonra tutmadıysa, yeni yeni sözlerle kandırmaya çalışıyor. Aslında yazıyı çok uzatıp AKP’nin “dil’i”ni yazmaya gerek yok ki zaten her kesimce biliniyor.
Önemli olan bilinmeyenleri veya bilinip de söylenil(e)meyenleri söylemek ve hiçbir kesimden çekinmeden deşifre ve teşhir etmektir.
Zira benim hiçbir şekilde, iktidar, güç, para, sıkıntı, çekince ve kaygım olmadığından, hiçbir güce bağlı olmadan yazabiliyorum. Yani birileri üzülecek, kırılacak, birilerinin oyunları bozulacak, sömürgeci gücün planları deşifre olacak diye bir kaygım olmadığı gibi, onların bu planlarını bozucu yazılar yazmak da açıkçası, Kürdistan’i görevimi yerine getirmek adına bana mutluluk veriyor.
Kürd halkı, yüzyılların esaretini kırma adına destek sunduğu Kürd liderlerini, ne kendileri eleştirir ne de kimselerin eleştirmesini istemezler. Bu konuda haklı da olabilirler. Yazılarıma bundan kaynaklı tepki de gösterebilirler. Ancak benim amacım ne bir Kürd liderinin “liderliğini” sorgulamaktır, ne de Özgür ve onurlu bir Kürdistan inşasının önüne set döşemektir. Aksine yazılarımda da dile getirdiğim gibi, -hem önceki yazılarım da hem de şimdi aşağıda göreceğiniz çelişkili durumlardan kaynaklı- kaygılarım var ve bundan kaynaklı olumsuzlukları gördüğümden dolayı da, ABD güdümlü “Bağımlı bir Kürdistan’ın” önüne geçmektir.
Sizler de hakikat sıralamasına göre giderseniz eğer, benim kaygılarımın ne denli gerekçeli, belki de haklı ve önümüzdeki sürecin de bir o kadar tehlikeli ve -böyle giderse de- “onursuz” olacağını göreceksiniz.
Evet, buna göre öncelikle AKP nasıl “Güney Kürdistan” da dile geliyor onu görelim ve çelişkileri hep beraber sorgulayalım. Zira sorgulamadan kaçınmak, düşünen bir insana yakışmayacağı gibi, hem savunulan Lideri hem de Kürdistanı hesaba almamak anlamına gelecektir.
Sayın Barzani’li Güney Kürdistan yönetimi ne yapıyor?
Önce Ulusal Kürd Konferansından bahsediyor, sonra bu konferansı TC’nin hava ve kara operasyonlarına bağlayarak iptal ediyor. Bir yerde Sömürgecilerin, öz kardeşlerini katletmelerine seyirci kalarak izin veriyor. Sonra yakın zamanda da gördük ki, Batı Kürdistan halkının en büyük siyasi Kürd temsilcisi olan PYD’yi, Hewlêr’de düzenlenen diasporadaki Batı Kürdleri ulusal konferansına çağırmıyor.
Hem Kürd birliğinden bahsediyor, hem Batı Kürdistan’daki Kürdlerin en büyük temsilcisi PYD’ye resmi bir davetiye göndermiyor. Ama diğer taraftan da Türk istihbaratçısı Sinirlioğlu’nu ağırlamaktan da geri kalmıyor.
Sayın Barzani hem bağımsızlık diyor, hem ilk petrol anlaşmasını bir Türk şirketiyle yapıyor ve hem de Fettullah Gülen okullarına Güney Kürdistan kapılarını açıyor. (Biliniyor ki ABD, hakimiyetindeki tüm ülkelere Gülen okullarının o ülkelerde varlığını “şart” koşuyor). Buradan, en basitinden, Fetullah Gülen okullarının olduğu ve yavaş yavaş Türkleştirilen bir ülke, gerçekten “Bağımsız” olabilir mi diye bir soru çıkabilir.
Daha dün gördük ki; Türkmenistan, bu ülkenin idari ve kültürel yapısına sızmaya çalıştığı ve saf Türkmen gençleri arasından seçtiği genç dimağları ABD için casusluk yapmak üzere devşirdiği gerekçesiyle “Türk Okulları” adı altında faaliyet gösteren Fethullah Gülen cemaatinin okullarını kapattırdı. Sanırım daha önce de Rusya, Gülen okullarını aynı gerekçeyle kapatmıştı. Sonra Afganistan’da örgütlenen bu cemaat okulları Taliban yönetimince aynı gerekçeyle kapatılmış ve ABD’nin Afganistan işgaliyle birlikte yapılan barış görüşmelerinde ABD, Afganistan’da Fetullah Gülen okullarının olmasını barış anlaşmasının ilk şartları arasına koymuştu.
Önümüzde böylesi örnekler varken, bir tek Güney Kürdistan’a mı düştü Gülen cemaatine sahip çıkmak? diye sormadan edemiyor insan.
Hakikat sıralaması burada da devreye giriyor ve Sayın Barzani’nin ABD politikalarını uygulamaktan hiçbir sakınca görmediği, yine bu pratikte de karşımıza çıkıyor.
Sonra Sayın Barzani, hem Kuzeyli kardeşlerimiz diyor ve Roboski’ye göstermelik yardım gönderiyor, hem Kuzey kardeşlerinin Önderi Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ile ilgili zerre söz söylemiyor. Söylese de bunun tersi pratik içerisine giriyor. Ama diğer taraftan Haşimi’yi -belki de TC’nin isteği doğrultusunda- evinde misafir edebiliyor ve Sünni ittifak mantığıyla Şii’lere kafa tutabiliyor.
Yine, hem “bırakujî” olmayacak diyor, hem de TC‘nin katlettiği Kürd gerillalarına sahip çıkmayarak, topraklarını ve kapılarını sonuna kadar Türk savaş uçakları ile tanklarına açıyor ve yeni yeni katliamlara davetiye çıkarmasını biliyor.
Ardından, hem PKK’ye silahlı mücadele dönemi bitti, artık siyaset zamanı, git siyaset yap, diyor, hem de AKP’nin siyasi soykırım operasyonlarına zerre ses çıkarmıyor. Üstüne üstlük girilen derin ilişkilerle Avrupalardan “ithal” edilen kişilikleri ve üç-beş “yerli” yeminli PKK düşmanını siyaset adı altında konuşturmasını ve sahiplenmesini biliyor.
Evet, şuanda gördüğüm çelişkiler bunlar. Belki daha da çoktur ama öyle çok fazla uzatmaya gerek de yok ki zaten Sayın Barzani’nin nasıl bir “dil ve pratiğe” sahip olduğu herkesçe çok rahat bir biçimde anlaşılmıştır.
İşte Sayın Barzani liderliğindeki Güney Kürdistan yönetimi bu ve buna benzer birçok pratiği Kürd adına ve sözde “Ulusal Birlik ve Bağımsızlık” adı altında, maalesef yapabiliyor. İşte AKP, Güney Kürdistan yönetiminde böyle “dile” geliyor. Bu ilişki ve pratiğin gideceği en son nokta hem benim, SANSÜR’lenen yazım, hem de KCK Başkanlık Konseyinin kaygılarında var. Buna göre bu ilişkiler yumağıyla, hem Güney, Kuzey ve hem de Doğu ve Batı halkı, sömürgecilere altın bir tepside sunulmaya çalışıldığı anlaşılıyor.
Birileri Sayın Barzani’nin bu “dil ve pratiğini” belki de masum bir şekilde kılıflayarak; “Ne yapalım, yani dünyadan tecrit mi edilelim? ABD bugün dünyanın sahibi, biz ABD’ye ve onun temsilcisi Türkiye’ye kalkıp kafa mı tutalım? Bağımsızlık için ilk başlarda biraz “Bağımlı” olmakta ne zarar var, diye hem kendilerine inanmış olanları, hem de kendi kendilerini kandırıyorlar.
Çokça söylediğim gibi, biraz ABD ve TC demek az biraz bağımlılık demek değil, onlara tamamıyla göbekten bağlılık anlamına gelir ki bir daha asla kurtulamazsın. Sömürgeci, sırtını bir kez sıvazladı mı, artık kurtuluşun olmaz.
İşin aslına bakarsanız ben Sayın Barzani’li Güney Kürdistan yönetiminin sömürgeciler ile el ele verip yine öz kardeşi olan Kuzey, halkını “satıp”, PKK’yi yok etme veya marjinalleştirme pratiğinin içerisinde olacaklarına ihtimal vermiyor ya da vermek istemiyorum. Zira yukarıda paylaştığım dil ve pratik, tam anlamıyla AKP’nin dil ve pratiğiyle örtüştüğünden ve şuanda AKP’nin dil, pratik, üslup, yönelim ve operasyonel her türden saldırılarını gördüğümden açıkçası korkmuyor değilim.
Bir taraftan Saddam zulmüne uğramış ve sömürgecinin ne olduğunu bilen Sayın Barzani’nin, diğer taraftan isteyerek ve bilerek yine sömürgecilerin planlarına ortak olacağını istemiyor veya düşünemiyorum.
Özcesi, tüm bu çelişkiler yumağı ve bunda ısrar, açıkçası Newroz’da bağımsızlık ilan edilebilir açıklamalarının inandırıcılığını ortadan kaldırıyor. İnandırıcı gelmeyen tarafı Bağımsızlık ilanı değil, ‘Bağımsız’ ol(a)mayacağıdır. Onun için diyorum ki, bu çelişkilerde ısrar eden Sayın Barzani’li bir yönetimin ilan edeceği “Bağımsız bir Kürdistan”, olsa olsa ABD ve TC’ye bağımlı bir Güney Kürdistan olur.
03.02.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

1 yorum: