3 Ağustos 2012 Cuma

Erdoğan’ın Kürtlerle Tanrı-Kul savaşı!

Toplumsal eylem belli bir bilinç seviyesine ulaşmış örgütlü güç ile olurken, eylemin doğasında bir bilinç olmazsa zaten o eylemin ürünü toplumsal hayata fayda sağlamayacağı gibi doğrudan kapitalist modernitenin hizmetine sunulmaktan da kurtulamaz. Tıpkı yaratılan sahte bir Arap baharının örgütsüz, ideolojiden yoksun ve öndersiz olarak işlenmesi sonucu ele edilen ürünün, sermayenin fabrikalarında halklara yedirilmek üzere yeniden hammadde haline dönüştürülmesi gibi.
Tüm bunlardan bağımsız olarak Kürt halkının özgür irade beyanıyla ahlaki-politik topluma ulaşmak için gelmiş olduğu özgürlük bilinç düzeyi, sömürgecileri ve sacayaklarını işlemez kılmıştır. Çünkü halk, örgüt, ideoloji ve önderliği mutlak öznellik haline getirmiş ve kapitalizmle robotlaştırılıp nesneleştirilen insan ırkı, öznelliğine kavuşuncaya dek de yeni insan felsefesiyle yoğrulan bilinçler öyle görünüyor ki toplumsal eylemliliklerini sürdüreceklerdir.
Türk Başbakanı Erdoğan, Kürt halkının bu direngen hali ve kul’laşmaya karşı duruş pratiğini bildiğinden, elinden geldiğince özgürlük menşeili toplumsal refleksleri önlemeye ve zaman zaman da varlığını kanıtlamak için doğal felaketler gibi toplumu Roboski katliamı gibi katliam tehditleriyle terbiye etmeye çalışmaktadır. Teori ve pratikte hegemonyasını kurmuş her diktatörün yapısında kendi sistemine karşı olanları ezme ve olmadı yok etme mantığı her daim olmuştur. Günümüzde devleti yönetenlerin tarifi, başkan, cumhurbaşkanı ve başbakan olurken, binlerce yıl önce Tanrı veya Tanrı-Krallardı.
İşte bu tanrı-krallar dün olduğu gibi bugün de halklar üzerinde bir baskı ve zulüm düzeni kurarak itaat ve kulluğu kanıksatmaya, mutlaklaştırmak için de sorgulanmalarını önleyici bireyselliği ön planda tutup, toplumsal eylemlere başkaldırılara, yani uyanışlara geçit vermek istememektedirler. Onlar için toplumsal olmayan her hareket değerli ve başı okşanması gereken, ödül verilmesi gereken bir eylemselliktir. 2009 yılındaki Başbuğ-Erdoğan görüşmesi sonrası Başbuğun; bireysel haklar verilebilir, demesinin nedeni de; biz sistem olarak gelişecek herhangi bir toplumsal olaya terörist yapılanma olarak bakar ve o temelde gerekeni yaparız’dı.
Buna uç bir örnek verecek olursak; bizce en ağır, ancak sistemce en basitinden bir yakma pratiğinde dahi vatandaş, isterse birey olarak gider kendisini bir köşede yakar ama toplu olarak yakamaz. Diğer taraftan bir birey bedenine bomba bağlayıp boş bir tarlada kendi kendisini imha etse sistem; “bu onun hakkıdır” anlamında müdahalede dahi bulunmaz ancak yine aynı sistem o bireyin bedenine bağladığı bombayı gidip kendisiyle beraber sistemi de yok etme pratiğinde; “bu terörist bir eylemdir” der ve mümkünse eylemin gerçekleşmemesi için öncesindeki istihbari bilgilerle bireyi pasifleştirir. Çünkü sistemin zulüm laboratuvarlarında patlayacak bir bomba, soru ve sorguların doğmasına neden olacağından, sistem olan Tanrı-Krallar yok hükmünde yani sorgulamanın doğumuyla ihtiyarlık dönemlerinin son demini-ölümü tadacak anlamına gelecektir. Bu örnek bile mevcut sistemin tanrılık iddiasının ne denli pervasızca işlendiğini apaçık ortaya sermektedir.
Türkiye’de iktidar Erdoğan olduğuna göre kendisini iktidara geldiği 2002 yılından bu yana Kürt ve diğer ezilen halk, inanç, kültürlere karşı dayatan sistem, Erdoğan’ın tanrısallık sistemi oluyor.
Yani aslında hakkını vermek adına Erdoğan, bir nevi tüm diktatörlerin sentezidir de diyebiliriz.
Bireye indirgendiğinde bu kişilik yapısı tarihteki birçok diktatörlük yapısında görülmekle birlikte Neolotik çağ sonrası mit ve mitolojilerle dinlerin özne-nesne ikilemini de yansıtmaktadır. Türk ırk devlet sisteminin Başbakanı özne, yani Tanrı olurken, ona muhalif başta Kürtler olmak üzere tüm güçler nesne, yani birer kul olmaktan kurtulamazlar. İnsanın özne olduğu bir doğada, maalesef insan nesne, mekanik akıl ve makinalarda özne haline gelmişler.
Erdoğan’ın yönettiği Türk ırk devletinde boy veren tüm gerçeklikler sorunlaştırılmış ve hakikat olan nesneleştirilerek yaşamdan soyutlanmıştır. Hakikat olanın hakkı Tanrı sistemince belirlendiğinden, halkların en küçük bir hak talebinde bile (cehennem) zindan ve ölüm kolaylıkla gösterilebilmektedir. Zaten sömürgeci sistem bunu yapmazsa adına layık olmaz ve kendilerini tanrılaştıranlar iktidar diye bir gücü de elinde tutamazlar.
Erdoğan’ın tanrı hastalığı sadece kendi ülkesinde değil diğer ülkelere el atmasında da kendisini göstermektedir. Komşularla sıfır sorun politikasının çökmesindeki en önemli neden de zaten bu kendisini dayatması ve Tanrı halleridir. Komşu Tanrı-Kral’ı dinlemezse o komşu bırakın kardeşliği tanınan bir kişi dahi olamaz. İnsan yüzüyle kendini perdeleyenler için bir gün önce kardeş olan diğer bir gün düşman olabilir. Tıpkı Esad kardeşimden “Esed” diktatörüne kadar gibi.
Erdoğan bırakın kendi ülkesindeki doğa, fizik ve biyolojik varlıklarla olayları, dış devletlerdeki hakikatleri bile tar u mar etmek ve kendi hizmetine koşmak için hiç çekinmeden müdahale etmek olmadı haritadan silmek isteyebiliyor. Mesela Tanrının melekleri Özgür Suriye Ordusuna destek sunup, emellerini gerçekleştirmek için, Batı Kürdistan’ın özgürlüğüne engel olmaya çalışabiliyor. Bunları yaparken de hiçbir kimseye danışmadan yapıyor ve bu şekilde sonuca gidebileceğini de düşünebiliyor.
Yine Erdoğan’ın Kürtlerle olan Tanrı-Kul savaş oyunu, en son kendisini Şemzinan’da da göstermiş durumda. Tam on iki gündür HPG gerillalarının denetiminde olan Şemzinan, Erdoğan’ın mutlak güç, sorgulanamayan ve yenilmez lider ve dahası Tanrılığını kanıtlaması için bir fırsat gibi görünüyor. Ondandır ki Türk basınında büyük bir sessizlik yaratarak, bir taraftan Kemal Burkay ve diğer taraftan da Bülent Arınç’ları konuşturuyor ve yoğun bir teknoloji kullanarak gerillaları katletmek ve bu katliamla Türkiye’nin gerillalarca çizilmiş imajını düzeltmek, bölge devletlerine yedirirse yenilmezliğini göstermek, Ortadoğu’da Jandarma olduğunu resmileştirmek ve BOP Eş başkanlığı da devam ettirmek niyetinde oluğunu söylüyor.
Dikkat ederseniz Erdoğan, “ustalık ve çıraklık” dönemlerinden bahsediyordu. Erdoğan çıraklık döneminde partili arkadaşları ve il başkanlarınca Peygamber olarak anılıp ve tanıtılırken, şimdi Ustalık döneminde ya, ismi koyulmasa da Ustalığını, en geliştirilmiş Tanrısallık olarak kabul ediyor ve ona göre hareket ediyorlar da, diyebiliriz.
Ancak bu ‘Tanrı ve Kul’ savaş oyununda Erdoğan’ın bilmediği ve belki bildiği ama bilmemezlikten geldiği gerçek Kürt halkının “kul” olmayı kabul etmeyip Kandillerin ışıklı yolunu tutması ve destanlar yazmasıdır. Öcalan önderlikli PKK hareketinin ideolojisiyle yeniden yaratılan Kürt halkı hem dağda ve hem de ovada her türden zulüm ve baskı çarklarını kırmak için mücadele yürütmekte ve hakikat felsefesiyle de inkarcılara; görülmeyeni gösterme, duyulmayanı duyurma, konuşulmayanı konuşma iddiasıyla yeni insan ve yaşamı örme yolunda ilerlemektedirler.
Sömürgecilerin her türden oyunları ve tüm alfabedeki harflerin oluştuğu planları olsa da unutulmamalı ki Kürt alfabesinde Türkçeden daha fazla harf vardır. Dolayısıyla Erdoğanlı AKP devletinin bu tanrı-kul savaş oyununda diretmeleri boşuna sallanan kürek gibi olmaktan öteye gitmeyecektir; zira gerçek acı, hakikat ise her türden, kendini bilmezliğe yatıranlara karşı mükemmel ‘öldürücü’ bir silahtır.
Günümüz kapitalist modernite, Toros Zağros dağ silsilelerinin olduğu alanlarda filizlenip boy verdiğine göre hakikat savaşı da buralarda sürecek ve mutlak galip gelecektir. Bakalım tanrı-kralların en olmaz yönelimleri altından inim inim inleyen Kürtler mi kapitalist moderniyle kahrolup "kul" olmaya devam edecek, yoksa demokratik modernite mi bu modern Tanrılara galip gelecek, bekleyip göreceğiz.
03.08.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

1 yorum:

  1. önce peygamber sonra tanrı yaptın adamı Allah akıl fikir versin sana. Allah herkese akıl fikir verirken sen hangi ... çukurundaydın

    YanıtlaSil