17 Mart 2013 Pazar

Büyük Türkiye’ye Platon hoca ne diyor?


“Platon bizden bir yer altı mağarasında yaşayan bir takım insanlar düşünmemizi ister. Bu insanlar, dışarıdan en küçük bir ışığın girmediği büyük yer altı mağarasının en dibinde ellerinden, ayaklarından ve boyunlarından zincire vurulmuş olarak oturmaktadırlar. Bu yüzden yalnızca önlerindeki duvarı görebilirler. Onların arkalarına uzun ve büyük bir perde çekilmiştir. Perdenin gerisinde ise birbirleriyle konuşarak koşuşturup duran insanlar bulunmaktadır. Bu koşuşturan insanların arkalarında büyük bir ateş bulunduğu için onların gölgeleri duvara vurmaktadır. Zincire vurulmuş insanlar, perdeden duvara vuran gölgeleri gerçek sanırlar; aslında arkadan gelen insan seslerinin duvardaki gölgelerden geldiğini düşünürler. Onlar bütün hayatları boyunca görüp durdukları bu gölgelerin gerçek olmayabileceğinden en küçük bir şüphe duymazlar. Platon bu noktada bir teklifte bulunup, bizden bu kez “bu mahkûmlardan birinin prangalarından kurtarılarak, yüzünün geriye, ışık kaynağına çevrilmesinin sağlandığını” düşünmemizi ister. Eski mahkûm bu yeni duruma, muhtemeldir ki uyum sağlamayacaktır; onun gözleri kamaşacak, hatta belki de kör olabilecektir. Platon’un yorumuna göre insanın alışkanlıklarını terk etmesi çok zor olduğu için, o eski yerine, zincirlerine dönmek isteyecektir.“

Yukarıdaki örneği vermemdeki neden, Erdoğan, Cemaat ve zümresinin “her gürültüyü kendi lehlerine sanmaları” nedeniyledir.

Gelişen son süreç ile ilgili tartışmalar devam eder, Kürt halk önderi Sayın Öcalan’ın mesajı için Türkiye ve Kürdistan halkları pür dikkat Newroz’u beklerken, Erdoğan başta olmak üzere AKP kurmayları ve Türk basınının çoğu; “Terör belasından kurtulmalı ve ‘Büyük’ Türkiye’ye doğru ilerlemeliyiz” gibisinden Kürt halkını kuşkuya düşürecek sözler sarf ediyorlar. Yani Kürt halkının özgürlük ve haklarından bahsetmeyip direkt olarak “çözüm süreci” denilen süreci “terör belasından kurtuluş” olarak görüyorlar. Kendilerinin bu temelde görmesi yetmezmiş gibi, Sayın Öcalan’ın halklara özgürlük ve barış getiren projesine de sahip çıkıp tersten alarak Öcalan’ı da yıpratma mücadelesi sürdürüyor ve halkların böyle algılaması içi ellerinden geleni yapıyorlar. Sadece Erdoğan, AKP kurmayları ve Türk basını değil Fetullah Gülen’in sözcüsü olduğu iddia edilen Hüseyin Gülerce tarafından da niyete dair yazılar döşeniyor.

Gülerce; “Öcalan neden öyle konuştu?” başlığıyla kaleme aldığı yazısını; “Bu millet, büyük Türkiye için ayağa kalkmış bir kere. Çelmelensek de Allah’ın izniyle aydınlanan ufkumuzun müjdeleri var...” cümlesiyle sonuçlanıyordu.

Sayın Öcalan’ın “barış ve kardeşlik” adına yürüttüğü mücadeleyi Erdoğan ve bilinen çevre, Kürtlerin haklarından bahsetmeyip “terör belasından kurtulma” adına işletmeye ve bunun adına da “Büyük Türkiye” diyerek süreci ilerletmeye ve mümkünse “tasfiyeyi” derinleştirerek de istediği temelde sonuçlandırmaya çalışıyor.

Bu çevrelerin “Büyük Türkiye” demesinin çerçevesi Kürdistan’ı içine alan bir Türkiye mi olduğunu bilmiyoruz elbet! Gelişecek olan sürecin sonunda Türk ve Devlet hassasiyetleri kadar, Kürt ve Kürdistan hassasiyeti, yani Demokratik bir Türkiye mi yoksa Kürdistan’ın ismini ve Kürtlerin özgürlüğünü daha bir baskılayıp Büyük Türkiye’yi tesis etme mi olduğunu göreceğiz.

Bir de Kürt hareketi cephesinden süreç ve sonuna ilişkin taşıdığı risklere bakacak olursak eğer; süreç sonunda ya bir barış gelişecek ve halklar özgür olacaktır ya da eskisinden daha kapsamlı bir baskı ve direniş gelişecektir. Zaman zaman bu konuda KCK tarafından; “Biz savaşa da barışa da hazırız ve hazırlıklarımızı ayrıca bu temelde de yürütüyoruz, gibi açıklamalar da gelmektedir.

Yüz yılda bir gelen böylesi süreçlerin Kürt tarafınca heba edilmeyeceği hem Öcalan’ın samimiyeti ve ilkeli duruşu ve son olarak hem de KCK’nin karşılıksız ve sadece bir jest ve iyi niyet anlamı taşıyan esir askerlerin bırakılmasından da anlayabiliyoruz.

Öcalan Kürt ve Türk haklarının gönüllü birlikteliğinden bahsediyor ve ortak vatan diyorken bilinen çevrenin “Büyük Türkiye’de” ısrar etmesi hem Kürt halkında “acaba tekrardan oyalanıyor muyuz?” sorusunu sorduruyorken, hem de diğer taraftan da bu çevrelerin, büyüklük taslama “alışkanlık”larından vazgeçmediğini ve bu alışkanlıklarının da halklara pahalıya mal olabileceğini gösteriyor, diyebiliriz.

Platon’un “mağara benzetmesi”ne dönecek olursak eğer, alışkanlıklar bir zihinsel evrimleşme sürecini de beraberinde getiriyor. Erdoğan ve Cemaat’in Büyük Türkiye sevdası, “alışkanlıklardan” kaynaklanmaktadır. Yani Türk ve Türkiye her zaman güçlü olmak durumundadır/güçlüdür, sonucuna varılması o’nlarca bir zorunluluk ve bir alışkanlıktır. Bu alışkanlık beraberinde ötekiyi de ötekileştirmek ve mümkünse etkisiz kılmaya çalışıyor. Dolayısıyla hümanizmaya ters anti-hakikat çizgisinde bir zihniyet ile sürece bakmalarına neden olabiliyor. Mesela bu çevreler alışkanlıklarından dolayı işte zincirlerinden kopmaktan korkuyor ve aslında Kürtlerin ve mücadelesinin gelmiş olduğu bilinç, tecrübe, inanç, kararlılık, azim ve zafer aşklarının ne denli çelikleşmiş ve güçlü olduğunu bir türlü görmek istemiyorlar. Mağarada kala kala zihinleri kararanlar dış dünyayı yani hakikati görmekten ve Kürdün direniş gücünü tanımaktan korkuyorlar.

Bu çevreler Platon’un mağara benzetmesindeki bir mahkûmun zihnine sahiptirler. Doğru bildiği güç o mağarada ve hep onun gördüğü gibidir. Arkadan gelen sesler ve gölgelerin sadece aldatma ve düşünsel deney olduğunu yani kalıcı olmadığını kavrayamıyorlar. Erdoğan ve Cemaat zümresi buna göre yine de “her gürültüyü kendi lehlerine sanıp” alışkanlıklarında ısrar edebilirler. Mağaralarında kalıp zincirlerine bağlanılmak isteyebilir ve bizim gerçek barışa evirilmesini istediğimiz süreci heba da edebilirler. Ancak Kürt halkı zaten direniyor olduğundan görünecek o ki, bırakın Erdoğan ve AKP’nin kör olarak gidişatını, Türkiye tümden kaybedecek ve halkların kopuşu gerçekleşebilecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder