“Platon bizden bir yer altı mağarasında yaşayan bir takım
insanlar düşünmemizi ister. Bu insanlar, dışarıdan en küçük bir ışığın
girmediği büyük yer altı mağarasının en dibinde ellerinden, ayaklarından ve boyunlarından
zincire vurulmuş olarak oturmaktadırlar. Bu yüzden yalnızca önlerindeki duvarı
görebilirler. Onların arkalarına uzun ve büyük bir perde çekilmiştir. Perdenin
gerisinde ise birbirleriyle konuşarak koşuşturup duran insanlar bulunmaktadır.
Bu koşuşturan insanların arkalarında büyük bir ateş bulunduğu için onların
gölgeleri duvara vurmaktadır. Zincire vurulmuş insanlar, perdeden duvara vuran
gölgeleri gerçek sanırlar; aslında arkadan gelen insan seslerinin duvardaki
gölgelerden geldiğini düşünürler. Onlar bütün hayatları boyunca görüp
durdukları bu gölgelerin gerçek olmayabileceğinden en küçük bir şüphe
duymazlar. Platon bu noktada bir teklifte bulunup, bizden bu kez “bu mahkûmlardan
birinin prangalarından kurtarılarak, yüzünün geriye, ışık kaynağına çevrilmesinin
sağlandığını” düşünmemizi ister. Eski mahkûm bu yeni duruma, muhtemeldir ki
uyum sağlamayacaktır; onun gözleri kamaşacak, hatta belki de kör olabilecektir.
Platon’un yorumuna göre insanın alışkanlıklarını terk etmesi çok zor olduğu
için, o eski yerine, zincirlerine dönmek isteyecektir.“
Yukarıdaki örneği vermemdeki neden, Erdoğan, Cemaat ve
zümresinin “her gürültüyü kendi lehlerine sanmaları” nedeniyledir.
Gelişen son süreç ile ilgili tartışmalar devam eder, Kürt
halk önderi Sayın Öcalan’ın mesajı için Türkiye ve Kürdistan halkları pür
dikkat Newroz’u beklerken, Erdoğan başta olmak üzere AKP kurmayları ve Türk
basınının çoğu; “Terör belasından kurtulmalı ve ‘Büyük’ Türkiye’ye doğru
ilerlemeliyiz” gibisinden Kürt halkını kuşkuya düşürecek sözler sarf ediyorlar.
Yani Kürt halkının özgürlük ve haklarından bahsetmeyip direkt olarak “çözüm
süreci” denilen süreci “terör belasından kurtuluş” olarak görüyorlar.
Kendilerinin bu temelde görmesi yetmezmiş gibi, Sayın Öcalan’ın halklara
özgürlük ve barış getiren projesine de sahip çıkıp tersten alarak Öcalan’ı da
yıpratma mücadelesi sürdürüyor ve halkların böyle algılaması içi ellerinden
geleni yapıyorlar. Sadece Erdoğan, AKP kurmayları ve Türk basını değil Fetullah
Gülen’in sözcüsü olduğu iddia edilen Hüseyin Gülerce tarafından da niyete dair
yazılar döşeniyor.
Gülerce; “Öcalan neden öyle konuştu?” başlığıyla kaleme aldığı
yazısını; “Bu millet, büyük Türkiye
için ayağa kalkmış bir kere. Çelmelensek de Allah’ın izniyle aydınlanan
ufkumuzun müjdeleri var...” cümlesiyle sonuçlanıyordu.
Sayın Öcalan’ın “barış ve
kardeşlik” adına yürüttüğü mücadeleyi Erdoğan ve bilinen çevre, Kürtlerin
haklarından bahsetmeyip “terör belasından kurtulma” adına işletmeye ve bunun
adına da “Büyük Türkiye” diyerek süreci ilerletmeye ve mümkünse “tasfiyeyi”
derinleştirerek de istediği temelde sonuçlandırmaya çalışıyor.
Bu çevrelerin “Büyük Türkiye”
demesinin çerçevesi Kürdistan’ı içine alan bir Türkiye mi olduğunu bilmiyoruz
elbet! Gelişecek olan sürecin sonunda Türk ve Devlet hassasiyetleri kadar, Kürt
ve Kürdistan hassasiyeti, yani Demokratik bir Türkiye mi yoksa Kürdistan’ın
ismini ve Kürtlerin özgürlüğünü daha bir baskılayıp Büyük Türkiye’yi tesis etme
mi olduğunu göreceğiz.
Bir de Kürt hareketi
cephesinden süreç ve sonuna ilişkin taşıdığı risklere bakacak olursak eğer;
süreç sonunda ya bir barış gelişecek ve halklar özgür olacaktır ya da
eskisinden daha kapsamlı bir baskı ve direniş gelişecektir. Zaman zaman bu
konuda KCK tarafından; “Biz savaşa da barışa da hazırız ve hazırlıklarımızı ayrıca
bu temelde de yürütüyoruz, gibi açıklamalar da gelmektedir.
Yüz yılda bir gelen böylesi
süreçlerin Kürt tarafınca heba edilmeyeceği hem Öcalan’ın samimiyeti ve ilkeli
duruşu ve son olarak hem de KCK’nin karşılıksız ve sadece bir jest ve iyi niyet
anlamı taşıyan esir askerlerin bırakılmasından da anlayabiliyoruz.
Öcalan Kürt ve Türk haklarının
gönüllü birlikteliğinden bahsediyor ve ortak vatan diyorken bilinen çevrenin “Büyük
Türkiye’de” ısrar etmesi hem Kürt halkında “acaba tekrardan oyalanıyor muyuz?”
sorusunu sorduruyorken, hem de diğer taraftan da bu çevrelerin, büyüklük
taslama “alışkanlık”larından vazgeçmediğini ve bu alışkanlıklarının da halklara
pahalıya mal olabileceğini gösteriyor, diyebiliriz.
Platon’un “mağara
benzetmesi”ne dönecek olursak eğer, alışkanlıklar bir zihinsel evrimleşme
sürecini de beraberinde getiriyor. Erdoğan ve Cemaat’in Büyük Türkiye sevdası,
“alışkanlıklardan” kaynaklanmaktadır. Yani Türk ve Türkiye her zaman güçlü
olmak durumundadır/güçlüdür, sonucuna varılması o’nlarca bir zorunluluk ve bir
alışkanlıktır. Bu alışkanlık beraberinde ötekiyi de ötekileştirmek ve mümkünse
etkisiz kılmaya çalışıyor. Dolayısıyla hümanizmaya ters anti-hakikat çizgisinde
bir zihniyet ile sürece bakmalarına neden olabiliyor. Mesela bu çevreler
alışkanlıklarından dolayı işte zincirlerinden kopmaktan korkuyor ve aslında
Kürtlerin ve mücadelesinin gelmiş olduğu bilinç, tecrübe, inanç, kararlılık,
azim ve zafer aşklarının ne denli çelikleşmiş ve güçlü olduğunu bir türlü görmek
istemiyorlar. Mağarada kala kala zihinleri kararanlar dış dünyayı yani hakikati
görmekten ve Kürdün direniş gücünü tanımaktan korkuyorlar.
Bu çevreler Platon’un mağara
benzetmesindeki bir mahkûmun zihnine sahiptirler. Doğru bildiği güç o mağarada ve
hep onun gördüğü gibidir. Arkadan gelen sesler ve gölgelerin sadece aldatma ve düşünsel
deney olduğunu yani kalıcı olmadığını kavrayamıyorlar. Erdoğan ve Cemaat
zümresi buna göre yine de “her gürültüyü kendi lehlerine sanıp” alışkanlıklarında
ısrar edebilirler. Mağaralarında kalıp zincirlerine bağlanılmak isteyebilir ve bizim
gerçek barışa evirilmesini istediğimiz süreci heba da edebilirler. Ancak Kürt
halkı zaten direniyor olduğundan görünecek o ki, bırakın Erdoğan ve AKP’nin kör
olarak gidişatını, Türkiye tümden kaybedecek ve halkların kopuşu
gerçekleşebilecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder