10 Mart 2013 Pazar

Erdoğan'ın 'şov'dan kastı ne?


Kürt halk önderliği ile yapılan ikinci İmralı görüşmeleri sonrası Pervin Buldan’ın basına yaptığı ilk açıklama Sayın Öcalan’ın “PKK’nin elindeki esir askerlerin kısa bir zaman sonra bırakılması” ile ilgili temenni mesajı ve BDP, Avrupa ve Kandil’e ulaştırılmak üzere olan üç mektup ile ilgiliydi. Mektuplar üç parça halinde ilgililere ulaştırılmak için heyet üyelerince yola koyulundu. Mektup BDP ve Avrupa’ya henüz ulaşmış ve Kandil yolundaydı ki görüşme tutanakları basına sızdırıldı. Bir taraftan mektubu kimler ve neden sızdırdı sorusu cevabını ararken diğer taraftan son zamanların en büyük Kandil saldırısı ellerde mektup ile heyet üyelerinin üzerlerine tonlarca bombaların bırakılmasıyla devam ediyordu. Diğer taraftan da yer yer KCK operasyonları devam ediyor, tutuklulara ağır cezalar veriliyor ve askeri operasyonlar Kürdistan’ın birçok bölgesinde artıyor ve sınıra yığınaklar sürüyordu.

Tüm bu gelişmeler karşısında heyet üyesince yapılan resmi açıklamadaki temenni mesajı yerini buldu ve KCK’den konuyla ilgili; ”Elimizdeki esir asker, polis ve kaymakamı bir hafta içinde bırakacağız” açıklaması geldi.

Süreç hassas (!) ve olması gereken de böylesi Türk hassasiyetini gözeten bir açıklama sonrası pratik yaşanmalıydı. Açıklama oldu ancak henüz asker, polis ve kaymakamdan oluşan esirlerin bırakılma zemini yaratılmadı. Derken Türk basını konuyu işledi ve “o’nların da bir ailesi, eşi ve çocukları var, tez elden bırakılmalı ve ailelerine kavuşmalılar” tarzından Türk hassasiyetinin tavan yapmış halinin yansıtılma gereği duyuldu. AKP’lilerin sürecin gidişatını sekteye uğratacak üsluptan kaçınmaları da ayrıca gözlerden kaçmadı. Bu arada konuyla ilgili Erdoğan’dan da bir açıklama geldi ve “aman Habur olmasın” tedbiri alınmak istendi.

Evet, tam olarak söylenilmek istenen, esirler bırakılsın ama ‘şov’ yapılmasındı. Hani Kürtler Habur’da kardeşlerini karşıladıklarında şov yapmışlardı ve Oslo masası devrilmiş ve süreç tıkanmıştı ya, işte ondan dolayı PKK’nin elindeki yalnızca birkaç esirin bırakılma anında ‘bu tekrarlanmasın’ denmek isteniyor.

Dikkat edilmesi gereken, Erdoğan şov derken, öyle davul zurna ve sevinç çığlıklarından falan bahsetmiyor. Erdoğan’ın bahsettiği tamamen “güç” meselesidir. ‘Şov’ derken, “PKK’nin gücü resmileşmesin” istiyor. Açlık grevlerini bitiren olarak nasıl Öcalan’ın Önderliği Türk basını ve dünya nezdinde resmileşmişse, basına yansıyacak olan esir askerlerin bırakılma görüntüleriyle de PKK’nin “aslında üç-beş çapulcu ve terörist olmadıkları” aksine hümanist karakterli bir yapıda olduğu netlik kazanacaktı. Bununla birlikte PKK’nin NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip bir devleti nasıl zora soktuğu ve Ortadoğu’da o’nsuz karar alınamayacağını ve dolayısıyla geçit vermez bir pozisyonda olduğu gerçeği perçinleşecekti. İşte tüm bunlardan dolayı Erdoğan; aman ‘şov’ olmasın, tedbiri almak istiyor.

Diğer taraftan ‘şov’un tahlilini yapmak için düz mantıkla bir yaklaşımda bulunursak eğer, bilindik “şov olmasının” değerlendirmesine karşılık o zaman KCK’liler bırakılsın; Şov başlasın! demek sanırım Kürt hassasiyeti noktasında önemlidir. Sanırım Kürt halkı için PKK’nin esir asker, polis ve kaymakamı serbest bıraktığında şov yapmaması ama Türk devletinin KCK’lileri bıraktığında şov yapması pek önemsenecek bir konu olmaz. Çünkü Kürt halkı PKK’yi de Türk devletini de tanıyan bir halktır. On yılların özgürlük mücadelesiyle erişmiş olduğu felsefik düşün eylemiyle politik bilinç düzeyi Kürt halkındaki bu tarz gereksiz kaygıları çoktan atmıştır.

Bir de ikinci olarak Erdoğan’ın ‘şov’dan ne kastettiğini ve aslında niyetinin ne olduğunu kestirebilmek ve anlamak için yayınlanan, Roboski raporunun ciddiyetine bakmak gerek.

Hükümetin Roboski raporundaki ‘kasıt yok’ (!) zihniyetinden doğru niyeti ile 2009 yılındaki Erdoğan DTP görüşmesi birbirine çok benziyor.

Roboski raporu çok taze olduğundan, belleklere o görüşmeyi getirecek olursak eğer; bilindiği üzere 2009 yılında Erdoğan’ın “zorunlu” olarak yaptığı bir görüşme vardı. Zorunluydu çünkü Gül’ün ‘Kürt sorununda iyi şeyler olacak’ demesine paralel olarak işletilmesi gereken bir “tasfiye süreci” var ve DTP ile görüşme yapılması ve Türkiye ve Kürdistan kamuoyuyla Kürt tarafının sürece inanması gerekmekteydi. Her ne kadar da Erdoğan DTP için; “Bulgaristan Hak ve Özgürlükler Partisi çizgisine gelmeyene kadar görüşmem”, dese de sürpriz bir şekilde ‘görüşmem’ dediği partiyle görüştü. Erdoğan, Sayın Ahmet Türk ile yani DTP ile görüştü görüşmesine de, Türkiye Başbakanı değil de “AKP genel başkanı sıfatıyla” görüştü. Öyle ya kapatılacak olan bir parti ile Başbakan sıfatıyla nasıl görüşme olsun ki. Eğer Erdoğan Başbakan sıfatıyla DTP ile görüşmüş olsaydı öyle kapatılma falan olmayacaktı.

İşte şimdi de Roboski raporunda hakikat ortaya serilse ve failleri açıklanıp olay aydınlatılsaydı, yarınlarda ne yeni katliamlar olacak ne de kaotik ortam olacaktı. Ya ne peki? Niyet kötü. Niyet ne?

Erdoğan’ın “aman Habur gibi olmasın, aman ‘şov’ olmasın, aman Oslo gibi masa devrilmesin” kaygısı öyle “barış sürecine olan hassasiyetinden” değil, öyle olmadığını hem devam eden askeri ve siyasi operasyonlardan ve hem de Roboski raporundan anlayabiliyoruz. Umudumuz bu sürecin hakikatli bir şekilde ilerlemesi ve Kürt halkının onurlu bir statüye kavuşmasıdır ancak söylemler her ne kadar bir barış süreci var gibi gösterilse de pratikler, zihniyeti değişmeyen bir Erdoğan’ı işaret ediyor.

1 yorum:

  1. Ali,
    Her satırına içtenlikle imza atabileceğimi söylemek isterim.
    Yüreğinize dost sıcaklığı gide! Sevgi imanımız ola! Muhabbet mihmanımız ve düşleniz yaşamınız ola.

    YanıtlaSil