23 Mayıs 2013 Perşembe

Cezaevlerindeki baskılardan TC değil, bizler sorumluyuz!


İHD’nin 2012 hak ihlalleri raporuna göre bu yılda Kürdistan cezaevlerinde;
Ölen ve yaralananların sayısı: 26 ölü – 65 yaralı… İşkence: 186… Sevk: 1303… Sağlık hakkı ihlali: 239… Aile görüşü engellenenler: 25… Tecrit ve izolasyon: 28… Haberleşme ve bunun gibi hakları engellenenler:319… Açlık grevleri sırasında yaşanan ihlaller: 15… Diğer ihlal ve başvurular: 32 olarak 2012 hak ihlalleri kayıtlara geçmiş ve bu ihlaller 2013 yılında da artarak devam etmiştir.

2013 yılının başından bugüne kadar ki hak ihlalleri de 2012 yılını aratmamaktadır. En son Tekirdağ zindanındaki açlık grevleriyle doruğa çıkan hak ihlallerinden de anlaşılıyor ki AKP hükümetinin veya Türk devletine ortak diğer güçlerin PKK’nin iyi niyetini istismar edip bu anlamda da “süreci umursamayarak” uyguladığı ve sistematik olarak da yürüttükleri bir baskı ve zulüm politikalarının olduğu anlaşılmaktadır.

Ancak 2012 yılını karakter olarak 2013 yılından ayıran bilindiği gibi, Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın başlatmış olduğu “çözüm süreci”dir. Böylesi bir süreçte zindanlardaki hak ihlalleri Türk devleti ve AKP hükümetinin niyetini soruşturmalık kıldığı kadar Kürt halkının da sürece “daha fazla temkinli” yaklaşmalarını mecbur kılmaktadır. Belki mevcut baskıcı sistemin istediği de Sayın Öcalan’ın başlatmış olduğu halkların eşitliği ve gönüllü birlikteliği sürecini provoke edip sürece yaymak ve mümkünse içini boşaltarak sabote etmektir. Özellikle Tekirdağ zindanındaki hak ihlallerinin akıl almaz boyutlara ulaşması bir yerde de bunun göstergesi gibiydi!

Yine basına çok fazla yansımayan Kürdistan ve Türkiye cezaevlerindeki hak ihlalleri Türkiye’de hala çok başlılığın olduğunu gösteriyor.

Dün ajanslara düşen Şakran cezaevindeki durum da biraz bu yönlüdür. Şakran zindanında “kimin denetiminde olduğu netleşmeyen” çeteci gardiyanlar grubu, kadın tutsakların olduğu koğuşlara girerek çıplak arama dayatmasında bulunup tutsaklara saldırmış. Bunun sonucunda bu onursuz uygulamayı kabul etmeyerek direnen 3 kadın tutsağın da yaşanan saldırıda, yaralandığı bildiriliyor. Yine Bolu zindanında da bu yönlü uygulamaların olduğu görüşlere giden arkadaşların anlatımlarında ortaya çıkıyor. Açlık grevi ardından Tekirdağ zindanındaki baskı ve zulmün ciddi boyutlara ulaştığı yine bugün ajanslara: “Tekirdağ F tipinde kitap ve yemek işkencesi sürüyor” olarak yansıdı.

Sayın Öcalan tarafından başlatılan çözüm süreci ekseninde tıpkı Gerillalar çekilirken, askeri faaliyet, keşif, pusu ve bombardımanlarına devam eden TSK’nin “kimin denetiminde olduğu” sorusu akıllara geldiği ve Polislerin Hizbikontralar eşliğinde yurtsever öğrencilere saldırmasıyla “Polisler kimin denetiminde” olduğu sorusu gibi yine zindanlarda da sergilenen böylesi çeteci gardiyan pratikleri de akıllara; “Cezaevleri hangi güçlerin denetiminde?” sorusunu getiriyor.

Başta Kürtler olmak üzere Barış ve Demokratik çözüm sürecinin olması gerektiği gibi sonuçlanmasını isteyen tüm çevrelerin, zindanlarda yaşanan bu baskı ve zulüm politikalarına karşı ses vermeleri ve demokratik tepkilerini yüksek sesle eylemselleştirmeleri gerekmektedir. Çok geç kalınmadan DTK, BDP ve HDP’nin Kürdistan ve Türkiye’de “demokratik meşru direnişi” örgütlemeleri ve zindanlarda bu uygulamaları yapan yönetimleri geri adım atmaya zorlamaları gerekmektedir.

Sayın Öcalan’ın başlattığı çözüm süreci de aslında baskıcı otoriteye karşı “demokratik meşru direnişin” örgütlendirilip hareketlendirilmesi ve sürece cevap olması temelindedir.

Bizler özgürlüğün diğer hak talepleriyle birlikte “bir yerde de”, ancak zindanlardaki tutsaklara sahip çıkmayla da geleceğinin bilincinde olmalı ve bu temelde Türk devletini çözüme zorlamalıyız. İHD’nin 2012 yılına ilişkin yayınladığı hak ihlallerinin 2013 yılında da yaşanmaması için görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmek durumundayız.

Eğer bugün zindanlarda bu kadar baskı ve zulüm varsa bu bir yerde sorumluluğunu yerine getir(e)meyen bizlerin eksiklik ve yetersizliği nedeniyledir.

Türk devletinin çok başlılığı ve cezaevlerinin Gülen örgütü mü yoksa danışıklı olarak AKP hükümetinin mi kontrolünde olduğuna bakmazsızın yeni sürecin direnişçi ruhuna cevap olmalıyız. Olacaksa da “Demokratik kurtuluşla özgür yaşamı inşa etme” sürecinin öyle 2012 yılında olduğu gibi yetersiz değil ancak baskı, zulüm, sömürü ve işgale karşı “demokratik meşru” tepkiler vererek sonuç alıcı olacağını da ciddi anlamda bilince çıkarmamız gerekmektedir.

Görev ve sorumluluğumuzu yerine getirmediğimiz müddetçe zindandaki baskı ve zulümleri TC değil, hakikate göre elimizde her türlü demokratik direniş imkânı olduğu halde, tepki örgütlemeyip vermeyen DTK, BDP, HDP ve diğer kendine devrimci demokratım diyen STK’larla Aydın ve Yazarlarımız, yani bizler yapıyor olmuş sayılacağız.

2 yorum:

  1. neden artık yazmıyorsunuz

    YanıtlaSil
  2. memlekette oksijen mi yok? bu nasıl bi kafa. ne içiyon onu da bi vakit uzun uzun yaz.

    YanıtlaSil