21 Haziran 2012 Perşembe

Leyla Zana'nın son çıkışının arkasında ne var? / CEMİL KILIÇ

Yazar: Cemil Kılıç  
Hemen belirtelim ki, eğer gerçekten de Avni Özgürel’in yansıtmaya çalıştığı gibi, Leyla Zana'nın bu son çıkışının arkasında, Qandil’den habersiz bir söz söyleyeceğine inanılmaz, diye ve türün misali bir durum ve ya bilinçli bir arka plan politikası yoksa ortada çok ciddi bir durum var demektir. Ki bana göre kesinlikle bu anılan anlamda, yani Qandile dayalı ve haberli bir yönlendirme durumu asla yoktur. Onun için de hakikaten mesele çok ciddidir. Dolaysıyla daha çok, Leyla Zana’nın bu çıkışının arkasında Qandılden Ziyade, doğrudan bir Uluslar arası güçlerin plan ve projeleri yatıyor. Bunu Radikal gazetesi muhabiri çok somut ve açık olarak ortaya koydu. Buna göre Leyla Zana,  ABD’li bir heyetle görüşüp konuştuktan sonra bu çıkışı yapıyor. Ancak burada daha ziyade ve en isabetli düzlem, yani esas  güç merkezi olarak Güney Kürdistan’ı ve MİT teşkilatını görmek, bilmek gerekiyor. Ayrıca bütün bunların arkasında da ABD’nin olması zaten işin tabiatıdır.
Dolaysıyla bir biçimiyle uluslar arası güçler tarafından örgütlenen bir karşı devrim operasyonuyla karşı karşıyayız. Bunun kokusu yayılıyor.  Bu gelişme çok ciddi bir durumdur ve asla küçümsenmemelidir. Peki, bu oyunda rol üstlenen Leyla Zana ne söyledi: “Burada bir gerçek vardı. Bunu hepimiz açıkça söyleyelim ve kabul edelim. Bu işi isterse en güçlü durdurur. O güçlü kimdir, şimdiki hükümettir. O hükümetin başı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Tarihin en güçlü hükümetinin başındaki isim isterse o iradeyi gösterir, buna gücü yeter ve bu sorunu da çözer. Ben onun bu işi çözeceğine inanıyorum. Buna dair umudumu da, inancımı da asla yitirmedim. Yitirmek de istemiyorum.”
Peki, aynı şekilde Leyla’nın bu içine girdiği konuma karşın, ya Selahattin Demirtaş, ne diyor ve ya bu durumu nasıl ele alıyor? Onun da dediği şudur: "Cumhuriyet tarihinde en sinsi asimilasyon politikalarını yürüten parti AKP olmuştur. Her kim ki Başbakan'dan umutluysa bu saflıktır, AKP gibi düşünmektir."
Gerçekten de Sayın Selahattin Demirtaş çok doğru söylüyor. Çünkü her şey bir yana, daha hiçbir dönemde, bu günkü gibi bir yılı bulan, Sayın Öcalan’a yönelik tecrit uygulaması söz konusu olmadı. Besbelli ki, bunun birince derecede mimarı ve sorumlusu da, bizzat Erdoğan’ın ta kendisidir. Her halde bu konuda hiç kimsenin bir kuşkusu yoktur. Bu halde Erdoğan’a inanmak ve güvenmek ne anlama gelir? Leyla Zana’nın kendisi, açlık grevine yatan insanları ziyaret etti ve onların kaygılarını paylaştığını söylemişti. Ve biliniyor ki, açlık grevinin esas amacı da, Öcalan’a uygulanan izolasyondu.  Çünkü politik nedenler bir yana, bu konuda hem ulusal ve hem de uluslar arası hukuk kurallarını bile hiçe sayılıyor, çiğneniyordur. Bu demek oluyor ki, Erdoğan öncesi bu düzeyde bir izolasyon sistematiği hiç hayata geçirilmedi. Ha keza gerilla güçlerine karşı da, hem kimyasal silah kullanımı ve hem de toplu halde katletmeler hiç bu denli yoğun olmadı. Yine Leyla’nın kendisinin de ifade ettiği gibi, özellikle de KCK adı altında soykırım operasyonları asla ve hiçbir zaman bu düzeyde yaşanmadı. O kadar ki,  en başta 5 milletvekili olmak üzere, neredeyse tüm belediye başkanları zindandalar. Yani Kürdistan davası karşılında rehin alınmış durumdalar.
Dolaysıyla bütün bunlara rağmen Leyla’nın içine girmiş olduğu bu pozisyon, tamı tamına bir saf değiştirme durumudur, konumudur. Onun için, açıkçası bana göre de şu anda ve hali hazırda Leyla Zana, tam bir AKP’li gibi düşünüyor ve pratik olarak da aynen öyle hareket ediyor. Aksi halde, yani  Avni Özgürel’in dediği biçimde bir gizli ajanda ya da politik arka plan operasyonu olmuş olsaydı, hiç kuşkusuz durum çok daha farklı olurdu,  olması gerekiyordu. En azında BDP’ye karşı bu denli suçlayıcı ve kırıcı olunmazdı. BDP ki, neredeyse kolu- kanadı kırılmış durumdadır. Bütün bunların arkasında Erdoğan’ın rolünü ve sorumluluğunu görmemek körlüktür.
Leyla’nın tutumunda, BDP’ye karşı eleştiriyi çok çok aşan bir durum da söz konusudur. Dolaysıyla bu düşmanlık da neyin nesi oluyor, diye düşünmek gerekiyor. Özellikle de BDP’ye karşı şu itham ve suçlaması asla kabul edilmezdir ve kesin süratle kedisine iade etmek gerekiyor. Yani diyor ki; “ Ak Parti’deki Kürt milletvekilleri duyguda Kürt, düşüncede Kürt değildir. BDP’dekiler ise düşüncede Kürt, duyguda değil. İkisi de olaya yarım yarım bakıyor. Yani düşüncede Kürt değil demekle Ak Parti milletvekilleri Kürtlerin geleceğine dair bir şey beslemiyor, düşünmüyor. BDP’liler ise geleceği düşünüyor, ama Kürtlerin duygusuna uzak olduğu için çok mekanik kalıyor. BDP’deki eksikliğin hissedilmesi çok önemli. Yani sadece BDP’li arkadaşlar sokak gösterilerine destek. Kamera karşısında sert ve güçlü mesajlar ya da cenaze törenlerinde halkla bir araya gelmenin haricinde kameralardan uzak sofralarda da insanlarımızla bir araya gelmeli, ekmeği paylaşmayı öğrenmeli. Tarladaki kadının terini silebilmeyi, emeğin ne olduğunu anlayabilmeyi, eşeksırtında eve su taşıyan teyzenin testisinden bir bardak su içmeyi bilmeli. BDP’nin dikkat edeceği bir önemli husus da kapalı kapılar ardında olumlu, Kürtlere yönelik kameralar önünde ise bunun tam tersi olan gerilim dilinden vazgeçmeli. Yani içeride başka, dışarıda başka konuşmamalı.”
Durum gerçekten de çok ciddidir. Doğrusu, galiba Zana’nın ağzından çıkanın kulağı hiç duymuyor. Zamanlaması bakımından da dikkat çekicidir. Beşir Atalay’ın yaptığı ‘teslim alma’ çağrılarının hemen ardından bunların söylenmesi oldukça önemlidir. Leyla ne söylediğinin farkındadır, her şeyi çok bilinçli ve planlı bir biçimde söylüyor. Çünkü ABD, Barzani ve Talabani böyle buyurmuşlardır. Emir büyük yerden, ne diyelim.
Açıkça belirtelim ki, Leyla Zana, içine girdiği bu pozisyonla, çok büyük bir komplonun içinde yer alıyor gibime geliyor. Yani Leyla Zana üzerinden devreye konulan bu plan ve projenin özü; daha önce fiyaskoyla sonuçlanmış olan Kemal Burkay operasyonun bir versiyonudur. Tabi bunun başarı şansı çok daha zayıftır. Zira eskilerinin bir kopyası ve ya karikatürü türündendir. Biz bu filimi daha önce de, Osman ve Botan ikilisi gibi zavallıların somut yaşamları üzerinden görmüştük, izlemiştik. Hiç kuşkusuz ki, belki Leyla’ya denilen çok inandırıcı hususlar olmuştur. İleri sürülen bunca vaat ve verilen çokça sözler de söz konusu olmuştur. Örneğin belki de bizzat İmralı’dan, Sayın Öcalan’dan vs. sözüm ona kimi haberler, mesajlar da getirilmiştir. Yani kısacası bu türden kimi entrika hamleleri de söz konusu olmuş olabilir. Yalınız ne olursa olsun, bu işin arkasında çok büyük bir hile ve entrika olduğu muhakkaktır. Sömürgeci ve emperyalistler bunu iyi kotarmışlardır. Şahsen bundan asla hiçbir kuşku duymuyorum.  İşte bunun için de, bu,  çok ciddi bir durumdur ve mutlaka üzerinde durmak gerekiyor. 
Özellikle BDP’nin iki yüzlülük yaptığını ve içerde başka dışarıda başka konuştuğunu iddia etmesi, tam bir provokatör pratiği ve ibret vesikasıdır. Şayet Leyla’nın dediği ve ileri sürdüğü bu iddialar doğruysa, besbelli ki BDP’liler,  halka karşı çok büyük bir ikiyüzlülük yapıyorlar ve bana göre derhal da istifa etmelidirler. Ama yok, eğer Leyla Zana iftira atıyorsa, tabi ki bu durum ve halde de BDP, bu terbiyesizliğin gereğini Leyla’ya layıkıyla bildirmesini bilmelidir. Bu tür konularda her kes ama herkes, mutlaka Kürdistan halkının emeğine ve değerlerine saygılı olmak zorundadır. Çok hassas bir tarihi süreçten geçildiği bu günlerde, halkımızın moralini bozmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Oportünistlik yapmayıp, doğruyu söyleyecek olursak Leyla’nın bu girişimleri ihanetle eşdeğerdedir.
Hele özellikle bu arada Diyarbakır’ın efsane ve halkın sembolik önderi ve de Kürdistan davasının rehini, esiri durumunda olan Hatip Dicle’yi çok iyi düşünmek ve anmak gerekiyor. Gerçekten de onu düşünmenin ve anmanın tam zamanıdır. Acaba ta o günden bu güne ayarlı bir sömürgeci plan mı vardı? Biliniyor ki,  sömürgeci Türk-AKP ve onun faşistçe bir darbesiyle, hak gaspıyla yerine milletvekili yaptığı bir onurdan mahrum Oya Eronat gerçekliği vardır. Bunun arkasında da Erdoğan’ın olduğu çok iyi biliniyor. Bu gerçekliğe rağmen, şimdi Leyla Zana kalkmış AKP’yi ve Oya Eronat’ı hem meşru gösteriyor ve hem de üstelik onu BDP’lilerle ayni değerler kefesinde resmediyor, böyle bir karşılaştırma yapıyor.
Açık ki Leyla’nın, BDP’lilere yönelik yaptığı bu ithamlar çok büyük bir akıl dışılıktır, vicdansızlıktır. Fakat ne yazık ki, güya Leyla Zana şimdi bunu bir ustaca politika yapmak adına kotarıyor ve yapıyor. Adeta elbirliği etmişçesine tüm Türk basının da bu çıkışı olumluyor, destekliyor ve sahip çıkıyor. Bu bile başlı başına çok manidardır.
Her şeyden önce bu tutum ve duruş, hem politik hem de ahlaki olarak en başata Hatip Dicle’ye karşı bir yoldaşlık terkidir ve ona karşı sırtını dönme hareketini içeriyor. Herkes de bunun çok iyi farkındadır, bilincindedir. Peki, buna rağmen neden Leyla Zana, Hatip Dicle’yi satı ve Oya Eronat’ın lideri Erdoğan’a inanmaya ve güvenmeye başladı? Bu ileri günlerde çok daha net ortaya çıkacaktır. Ne diyelim, işte burası Türkiye.
Bu vesileyle bir kez daha Sait Rıza’yı saygıyla ve nimetle anmak gerekiyor. Çünkü Sait Rıza’nın bu vasiyeti, her Kürdün beyninde ve ruhunda mutlaka baki olmak zorundadır. Dediği şudur; “Ben sizin hilelerinizle baş edemedim, bu bana ders olsun, ama bende sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun.” İşte bu tarihi değerde ki deyişini asla ve hiçbir zaman unutmayalım. Dolaysıyla şimdi bu ruhun ve vasiyetin sembolik temsilcisi olarak bizzat Hatip Dicle’yi görmek gerekiyor.
Bütün bunların politik arka planında veya merkezinde ABD’nin olduğunu sağır sultan bile biliyor. Hiç kuşkusuz ki,  Leyla Zana’ın, tüm bunlardan bağımsız olduğunu ben de düşünmüyorum. Bunlar, Avni Özgürel’in Qandil kâşifi, CHP’nin çıkışı ve Barzani ile Talabani hattı üzerinde yaşananlardır. İlerde de bu konuları irdelemeye devam edeceğiz.
Cemil Kılıç
16.06.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder