23 Haziran 2012 Cumartesi

Rozerin ve Şoreşger’den özür diliyorum!

Kızım Rozerin yedi ve oğlum Şoreşger 5 yaşındalar. Doğdukları günden bu yana her ikisiyle de –bildiğim- kadarıyla Kürtçe konuşuyorum. Anlamadıkları zamanlar oluyor tabi ve ben zaman zaman Kürtçenin ardından Türkçesini de söylüyorum ki iletişimimiz de bir sorun veya aksaklık yaşanmasın. Hevalim, yani Anneleri Kürt ama evde kimse Kürtçe konuşmadığı ve dolayısıyla hem aile hem de yetişmiş olduğu çevrede Kürtçe konuşulmadığı için benimle evlendiğinde tek kelime dahi Kürtçe bilmiyordu; aksine bir Kürt olarak aynı benim gibi bir Türk’e taş çıkartacak kadar diksiyonlu bir şekilde Türkçeyi iyi kullanıyor.
Bende yirmili yaşlara kadar neredeyse Erê ve Na’nın dışında tek kelime Kürtçe bilmiyordum. Babam eski komünist ve Kürt yurtseverlerinden bir devlet memuru iken (2001 yılında kaybettiğimiz) Annem, Lenin ve Marksın kitaplarıyla adeta babamın yanında büyüyüp yetişen iyi bir sosyalistti. Babam kendine komünist ve devrimci, annem ise hem bize hem de çevresine sosyalistti. Annem Suruç’un tanınmış ama evde Türkçe konuşan ailelerinden birinin kızıydı. Evlerinde Türkçe konuşulduğundan dolayı Annem Kürtçeyi, Babamla evlendikten sonra köyümüze gidip gelerek ve bir de babamla birlikte çıktığı sürgünlerde öğrenmişti.
Onlar devletin baskısından epeyce nasiplerini almışlardı ancak korkmuş ve sinmiş olacaklar ki evde bizimle tek kelime dahi Kürtçe konuşmuyorlardı. Hemen hemen her babada olan bencillik benim babamda fazlasıyla vardı. Hani; aman çocuğuma bir şey olmasın mantığı, var ya. Babamın hem bencilliğinden kaynaklı ve hem de tüm engellemelerine rağmen yine de Kürt özgürlük hareketi içerisinde yer almayı başarabilmiş ve HADEP’in hala konuşulan meşhur Dağkapı mitinginde yüzü maskeli bir görevli olarak yer almıştım. Sonrasında yürüttüğümüz legal faaliyetlerden kaynaklı bir gece evimiz basılarak nereye götürüp işkence ettiklerini bilmediğim on günlük hücreli günlerimin ardından sorgu sonrası 1995 yılının Mart ayında ERNK’den 12,5 yılla yargılanmıştım. Dava 3 yıl devam etmiş ve delil yetersizliğinden beraat etmiştim. O zaman henüz 15 yaşındaydım. Kürtlüğün ne demek olduğunu tam olarak anladığım zamanlardı.
-Amed’de büyüdüm ama devletin baskı, zulüm ve korkusundan olsa gerek, çevremizde Kürtçe konuşan hiçbir arkadaşımız yoktu. Ben Kürtçeyi 1996 yılında Amed’den kaçıp Urfa’ya yerleştiğimiz yıllarda öğrenmeye başladım. Kaçtık çünkü devlet tarafından ciddi anlamda rahatsız ediliyorduk; babam da; oğlum dağa çıkar, endişesiyle tayinini istedi ve on iki yılımızın geçtiği Amed’den ayrılırken her birimiz kamyonun arkasında Amed’in yollarda kalan havasını soluyarak kardeşlerimizle beraber ağlaşıyorduk. Tüm çevremiz oradaydı, Urfa’da kimseyi tanımıyorduk; yeni çevre ve yeni arkadaşlara da o ruh haliyle öyle hazır değildik; on beş yıl geçmesine rağmen hala Amed’deki arkadaşlarımla görüşüyor ve vazgeçmiş değilim-.
Çırılçıplak, el ve gözlerim bağlı olarak sorguda, ayaktaydım. Sorgu sırasında işkenceci ile aramızda geçen diyalog oldukça ilgi çekiciydi. İşkenceci dişlerini sıkmış bir ses tonuyla; Ulan o….. çocuğu, senin şimdi Ofis caddesinde kızlarla gezip tozman, gönül eğlendirmen gerekirken  ne işin var Apocularla dolaşıyorsun, ne b.. yemeye dağa çıkacaktın? O anda nasıl bir güç ve cesaret geldi bilmiyorum ama birden, başımı kaldırarak verdiğim cevap; Herhalde Kürt olduğumdan dolayı, olunca yeni işkence zamanının da böylelikle gelmiş olduğunu gördüm.
Ben Kürt ve Kürtçenin zorluğu ve ağırlığını verdiğim o cevap ve sonrasında aldığım işkence ile daha iyi öğrenmiştim. Ayda bir defa babamın neredeyse atletinin arasına koyup saklayarak getirdiği Welat gazetesini okuyabiliyor ama anlayamıyordum. -Kürtçe okumam o zamanlardan beri iyidir ama konuşmam yetersizdir-.
İşte Rozerin ve Şoreşger ile inatla bildiğim kadar Kürtçe konuşmam birazda, bu yukarıdaki yaşanmışlık nedeniyledir.
Şimdi tıkanıyorum. Çünkü ben mevcut Türkçe bilgilerimle kendimi Kürtçe ifade edemiyorum. Rüyasını Türkçe gören bir Kürt’ten başka ne beklenir ki? Bu da benim acizliğim; Türkçe okuyup yazdığım kadar Kürtçe okuyup yazsaydım şimdi bülbül gibi Kürtçe konuşurdum. Her ne kadar sistemin baskı ve zulmü olsa da, ben bu zihnimle Kürtçeyi şuana kadar öğrenmeliydim. Biliyorum, ben de hatalıyım.
Hata önce devlet, sonra yurtsever olduklarını iddia eden ailemiz ile bizlere Türkçeyi en ince ayrıntısına kadar öğreten Kürt olan Türkçe öğretmenleri ve sonuçta da bu zihnimle kendimi geliştirmeyip Kürtçe öğrenemeyen bende.
Dedim ya Kürtçe kelime haznem azdır ama bu güne dek yettiği kadar çocuklarımla tek kelime dahi Türkçe konuşmuyordum. Şimdi çok zorlanıyorum. Kızımın geldiği yaş itibariyle sorduğu sorular benim Kürtçe haznemden kaynaklı cevap vermemin önüne geçiyor.
Çocuklarıyla anadilinde konuşamamak ne zor, ben çok iyi biliyorum.
Hani zihnim diye tutturmuşum ya, işte benim zihnim ancak altı-yedi yaşlarındaki bir çocuk zihnidir; çünkü ben kızım ve oğlumun sorularına artık cevapsız kalıyorum. Şuanda ben çocuk onlar büyük...
Ben geride kaldım ve böyle giderse de maalesef Türkçeye zorlanıp sarılacağım! Bugünlerde arada sırada çocuklarımın sorduğu sorulara cevap olamıyor ve dişlerimi ve yumruğumu sıkarak annesine; sen cevap ver diyorum. Bunu niye mi yapıyorum; ileride, ben çocuklarımla hiç Türkçe konuşmadım deyip kendimi kandırmak, sözüm ona suçu annelerinin üzerine yıkarak da temiz kalmak istiyorum. Biliyorum benimkisi bir kaçış ve sahtekârlık, ancak ne yapayım; zoruma gidiyor. Kurtuluşu şimdilik bunda görüyorum.
Annem ve babam çocuklarıyla hiç ama hiç Kürtçe konuşmadılar; onun acısı ve görünür sonuçları var olduğundan dolayı ben, çocuklarımla kesinlikle Kürtçe konuşmalıyım diyorum. Annem ve babam oldukça bilinçli oldukları halde bizimle Kürtçe değil sistemin dili ve dayatması olan Türkçeyle konuştular. İşte ben o büyük hataya düşmemek için hem çocuklarımın ismini Kürtçe koydum ve hem de onlarla Kürtçe konuşmaya çalışıyorum.
Biliyorum! Şimdiden sonra onların sordukları sorular karşısında epeyce zorlanacağım, cevap veremeyeceğim anlar olacak ama ben ant içmişim ki çocuklarımla kesin kes Türkçe konuşmayacağım. Onun için bugünden tezi yok Kürtçeyi en üst düzeyde öğrenmeye, kendimi ifade etmeye ve çocuklarımın sordukları sorularına Kürtçe cevap vermek için mücadele alanımı kendimle savaşarak daha da genişletmeye çalışacağım.
Hazır okullar kapanmışken hem Kürt olan Türkçe öğretmenlerine, hem de Anne ve Babalarımıza bir şeyler söylemek istiyorum.
Özellikle yurtsever olduğunu iddia eden anne ve babalarımız! Sizler korkup sindikçe ve çocuklarınıza başka dillerde isimler takıp onlarla Türkçe konuştukça unutmayınız ki gelecekleri en iyi yer, belki de benim yerim gibi olacaktır! Sizin oto-asimilasyon pratiğinizden kaynaklı çocuğunuz benim gibi çaresiz ve aciz bir Kürt olacak! Ben Kürt olduğumu iddia ediyorum ama kendimi anadilimde yeterince ifade edemiyorum. Kürdüm diyorum ama çocuklarıma dahi cevap olamıyorum. Biyolojik yaşım 32 ama 6 yaşındaki bir çocuğa dert anlatamayacak kadar kıt zihin ve Kürtçeye sahibim. Yani başta baskıcı, sömürgeci, imha ve inkârda ısrar eden devlet sistemi, sonrada siz anne ve babalarımız... Sizler benim gibi çocuklar yetiştirdiğiniz ve devlet politikasının en iyi yürütücülerinden biri olduğunuz için hem tarih karşısında sorumluluğunuzu yerine getirmiyorsunuz hem de büyük suç ve günah işliyorsunuz.
Sizler, otuz iki yaşındayken 6 yaşındaki bir çocuğun zihnine sahip olmanın ne kadar kötü bir duygu olduğunu biliyor musunuz? İşte siz anne ve babalarımız, sizler çocuklarınızla Türkçe konuşarak böyle benim gibi nesillerin yetişmesine neden oluyorsunuz.
Birde yine yurtsever olduğunu iddia eden Kürt öğretmenlerimiz var tabi. Sizler dayak ile size öğretilen dili öğrenip üniversiteye kadar varıyor ve bir de hiç bir şey olmamış gibi sınav sonunda tercihlerinizde Türk Dili ve Edebiyatı veya Türkçe öğretmenliğini işaretliyorsunuz. Amacınız her ne kadar bir devlet memurluğu veya babasının yiğit evladı olmak gibi görünse de sizin bilinçaltınızda yatan sosyolojik gerçeklik daha öne çıkıyor! Hem baskı ve zulüm ile size dayatılan dil ve hem de bu dili yine kendi halkınıza öğretmeniz nasıl bir duygu? Eminim uyuduğunuz uykudan uyandığınızda oldukça pişman olacaksınız!
Bir Kürt anne ve babanın kendi çocuğuna başka bir dilde isim koyması, başka bir dilde çocuğunu eğitmesi ile Kürt insanlarımızın Türkçe öğretmenliği yaparak Kürt çocuklarına Türklüğü aşılaması, devletinin zor ile yapmış olduğu asimilasyon politikalarına ortak olmaktan başka bir şey değildir. Şuanda nasıl AKP içerisinde bulunan Kürt vekiller Roboski katliamına ortaksa, inanın sizler de bir o kadar ortaksınız.
Siz anne, baba ve öğretmenlerin yüzünden Kürt olduğumuz halde bizler Türkçe konuşuyor, kendimizi en iyi Türkçe ifade ediyor, rüyalarımızı Türkçe görüyoruz. Sizler bizi asimile edenlerle ortaklık yapıyorsunuz. Ben sizleri hiçbir zaman affetmeyeceğim; eğer ben de sizler gibi yaparsam kızım ve oğlumda beni affetmesin ve nefret etsinler.
Kızım Rozerin ve oğlum Şoreşger!
Eğer sizinle Kürtçe bildiğim halde tek kelime Türkçe konuşursam beni affetmeyin ve elinizden geldiğince benden uzak durun, nefret edin. İlk düşman olarak beni alın karşınıza ve hedefinize. Sizlere söz veriyorum, eksik olan kelime haznemi en üst düzeye çıkartıp,  Kürtçeyi iyi öğrenecek ve dün olduğu gibi yarınlarda da sizinle Kürtçenin dışında başka hiç bir dilde konuşmayacağım. Zaman zaman sizlere cevap olamadığım için sizlerden çok özür diliyorum. Bu güne kadar olan eksikliklerimden kaynaklı sizlerden beni affetmenizi talep ediyorum.
22.06.2012
Mehmet Serhat Polatsoy

1 yorum:

  1. En iyi çözüm, 'ikidillilik', tam bir 'ikidillilik'. Gönüllü beraberlik için 'ikidillilik' olmazsa olmaz.

    YanıtlaSil